16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ordan Burdan... İstanbul bana yaramıyor!.. Geldim geleli bir türlü düzelemedim. Şubat, mart ayları bana göre değil. Doğup büyüdüğüm bu kent de artık bana yabancı! Nezle, başağrıları, uykusuzluk!.. Bir de çaresizlikle eve kapanmak! Yürüme zorlaşması... Yaş, diyeceksiniz, o kadar olur elbet! Ama kişi bunu kabullenemiyor. Yaşamak, geçmiş yılları anarak günleri geçirmek!.. Dostlar, en başta eşim, arada bir anımsatır; “Ben köyde, köylerde yaşayamam... İstanbul’dur benim yaşam kaynağım” dediğimi... Şimdi o günlerin Oktay’ı nerde? Onu kendi anılarımda bile unutmuşum... Ah bir nisan gelse, ilk gelinciklerin, papatyaların açıldığını, ağaçların çiçeklenişini görsem, asmanın yaprak yaprak yeşillendiğini, minik üzüm taneciklerinin salkımlaşmasını... İnsan, gençliğini de, yaşlılığını da gerektiği gibi yaşamalı... Her şey geçici, dünü bile unutuyoruz kimi zaman. Hele yıllar boyunca günü gününe yaşamışlardansanız! Yazılarla, öykülerle, romanlarla, hele gündelik politikayla, toplum sorunlarıyla dopdolu bir yaşantınız olmuşsa, olmaktaysa, büsbütün çöker üstünüze bir çeşit tedirginlik... Günlük politikanın, politika denen bir saçmalık serüvenini yaşayanlardansanız, zamanın ağırlığı da üstünüze çökmüşse kalabalıktan, gürültüden kaçmak... Bir kurtuluş arayışına dönüyor her şey... TV’yi izliyorum. Başbakan konuşuyor. “Ah şu köşe yazarları” diyor. Gazete patronlarına sesleniyor; “Şu yazarların dersini verin, yoksa sizin için iyi olmaz” diyor. Atın bunları, bıraksınlar ülke sorunlarıyla uğraşmayı, daha doğrusu benimle, benim hükümetimle uğraşmayı, demek istiyor. “Basın özgürlüğü” diye bir şey olduğunu, özgür basınsız bir demokrasi olamayacağını düşünmeden... Gözdağı veriyor patronlara... Öyle çok yandaşı yazar var, yetmiyor, ne kadar yazar varsa, hepsi benim izimde, buyruğumda olsun demek mi istiyor? Dinlenmek için okurlarımdan bir süre izin istiyorum. Tekrar görüşmek üzere... PENCERE Dönüşüm Sürecinin Taze Dengeleri... 1960’lı yıllarda bu köşede yayımlanan yazılarda “politikacı-mütegallibe- komprador ittifakı”ndan söz açılırdı. ‘Mütegallibe’nin bir anlamı ‘zorba’dır, öteki anlamı ‘derebeyi...’ Anadolu’da kimi eşraf ve toprak ağaları ‘mütegallibe’ idiler. Bu güç, tek parti yönetiminde ‘toprak reformu’na karşı çıkmıştı. Köy Enstitülerini “nüfuz”larını kıracak bir “tehlike” sayan ‘mütegallibe’nin temsilcileri, ‘sınıfsal bir kavga’ vererek Türkiye’nin uyanışını engellediler. Peki, komprador kimdi?.. Ülkede sanayi burjuvazisi yoktu; çok partili rejimde yabancı kapitalizmin içerdeki ajanları gibi çalışan komprador kesimi türemişti. Bunlar devletçiliğe düşman idiler, ama, sermaye birikimleri de olmadığından devlete dayanarak sözde ‘özel teşebbüsçülük’ yapıyorlardı. Sanayileşmemiş toplumda, çok partili rejimin Batı’dakinden ayrı bir niteliği oluşuyor; “mütegallibe- komprador- politikacı” üçlüsü, seçim sandığını denetlemesini biliyorlardı. Tarım toplumunun köylü katmanlarında başat ideoloji dindir. İttifak, din sömürüsüyle sandıkta çoğunluğu elinde tutuyordu. 1923 Devrimi’nin partisi CHP bu nedenle hiçbir seçimi kazanamamıştır; ama, Türkiye demokrasiye kavuşamamıştır. Aradan yarım yüzyıl geçti. Bugün yaşanan en büyük olay, seçim sandığındaki ittifakın bozulma sürecine girmesidir. Neden?.. Çünkü ülkede sanayileşme az çok gelişti; ekonomide tarımın ağırlığı geriledi; Türkiye, turizm gibi yeni alanlara girdi; hızlı nüfus artışı ve kentleşme, toplum yapısını değiştirdi; vaktiyle Demokrat Parti ya da Adalet Partisi gibi merkez sağ örgütlerin şemsiyesi altında yaşayan irtica, bağımsızlığını ilan ederek öz partisini kurdu; endüstrileşme sürecinde burjuvalaşan üçüncü kuşak sanayici laik toplum yaşam biçimine aşılandı; “komünizme karşı panzehir” diye beslenen mürteciye -Sovyetler’in yıkılması üzerine- devletçe gerek kalmadı; sola karşı İslamcı ideolojiyi seçim sandığında kullanan büyük sermaye, denetiminden çıkan dincilikten ürkmeye başladı; silahlı kuvvetler en büyük tehlike saydıkları komünizmin gündemden silinmesinden sonra, irticayı “en büyük tehdit” olarak niteledi. 1990’lar dönüşüm yıllarıdır. Merkez sağ ile merkez solun koalisyonu 1991’den bu yana süreklilik gösteriyor; arada “DYP-RP parantezi” var; ama, bu ortaklıkta irtica tehlikesi büyüyünce, toplum ve devletin ortak tepkisiyle önlemi alındı. Halkın büyük çoğunluğunun ve devlet örgütünün üzerine birleştiği iki tehlike var: Ayrılıkçılık.. Ve irtica!.. Bu iki “tehlike” ya da “tehdit” arasında önemli bir “fark” göze çarpıyor. “Ayrılıkçılık” hiçbir zaman “iktidar” olamaz; devleti ele geçiremez; ama, irtica, kısa süre önce örneği görüldüğü gibi -oy oranı yüzde 20’de kalsa da- hükümetleşip devleti ele geçirebilir. O zaman Türkiye’nin İran’a ya da Cezayir’e dönüşmesi gündeme girebilir. Halkın büyük çoğunluğuyla devlet yönetimi bu nedenle çok duyarlıdır. Önümüzdeki günlerde, herkes hesabını buna göre yapmak zorunda... Politikacı bu hesabın dışında kaldığı zaman, kafasını duvara çarpacak... (6 Mart 1998 tarihli yazısı) O rta Amerika’nõn doğusunda, Antil ta- kõmadalarõ içinde yer alan Haiti’nin Prens Limanı şehrinde 12 Ocak 2010 Salõ günü, yerel saat ile 16.53’te M = 7 büyüklüğünde tahripkâr bir dep- rem meydana geldi. Bu depremde Prens Limanõ ve çevresinde 230 binin üzerinde insan ölmüş, 270 bin kişi yaralanmõş, 15 binden fazla bina göçmüş, 46 bin bina ağõr hasar görmüş, bir mil- yon kişi evsiz kalmõş ve en az üç milyon kişi depremden olumsuz etkilenmiştir. Öyle anlaşõlõyor ki, mali yönden bir hayli ge- ri kalmõş Haitililer çoğunlukla depreme daya- nõklõ bina inşa etme tekniklerinden ve bilgile- rinden de yoksunlar. Acil barõnma, acil iaşe ve acil kurtarma çalõşmalarõ adeta bir kaosa dö- nüşmüştür. 27 Şubat 2010 günü Şili’nin Concepcion şeh- ri kõyõlarõndan 150 km. açõkta, M = 8.8 bü- yüklüğündeki depremde ise ölü sayõsõ sadece 800 civarõnda kalmõş, bina ve altyapõ hasarõ çok sõnõrlõ kalmõştõr. Böyle büyük bir depremde ha- sarõn az olmasõnõn iki önemli nedeni vardõr. Bi- ri, depremin odak noktasõnõn yaşam merkez- lerine çok uzak olmasõ, diğeri Şili’de çoğu bi- nalarõn depreme hazõr olmasõdõr. Haiti ve Şili deprem facialarõ, depreme ha- zõr olmayan her ülkede yaşanõr. İstanbul baş- ta olmak üzere, birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde bulunan hiçbir il veya ilçemiz dep- reme hazõr değildir. Eğer, binalarõmõzõ göçüp göçmeyecekleri açõsõndan teste tabi tutmaz isek, Haiti ve Şili’de yaşanan trajedilerin benzeri ül- kemizde de aynen yaşanõr. İstanbul depremi senaryosu İstanbul’da 1.300.000 bina vardõr. Bu bina- larõn yüzde altmõşõnda inşaat ve iskân ruhsatõ yoktur. Yapõ denetim uygulamalarõndan önce inşa edilen binalar, başka bir deyişle İstan- bul’daki tüm bina stokunun yüzde 95’i 2007 ta- rihli Türkiye Deprem Yönetmeliği’ne göre gü- venli değildir. İstanbul’da beklenen şiddetli bir deprem (M= 7.0 +) oluştuğunda, istatistiksel olarak, en az yüzde 3 oranõnda, yaklaşõk ola- rak 30 bin bina yõkõlacak (göçecek) ve bu gö- çük binalardan dolayõ en az 20 bin can kaybõ olacaktõr. Eğer, bu kadar ağõr bir can kaybõnõ yaşamak istemiyorsak yapılacak tek şey, gö- çeceği tahmin edilen 30 bin binanõn hangi bi- nalar olacağõnõ şimdiden saptamak ve deprem gelmeden önce, ilk fõrsatta bu ‘göçecek’ nite- likli binalarõ ya yõkmak, ya iskândan arõndõr- mak veya güçlendirmektir. Depreme hazõrlõk- lõ olmak işte bu demektir. Can kaybõna mey- dan vermemenin yolu, sadece ‘göçecek’ nite- likli binalarõ, tarama yolu ile bulup bunlarõ fiş- lemekten geçer. Eylem planı ne olmalıdır? Can kaybõnõ önlemenin yolu, başka bir de- yimle ‘sıfır can kaybı’ projesinin eylem pla- nõ şudur: Kamu ve özel binalar dahil, tüm bina stokunu tarayarak, ‘göçer’ nitelikli binalarõ bulup fiş- lemeli ve sadece bu ‘göçer’ nitelikli binalar ya iskândan arõndõrõlmalõ, ya yõkõlmalõ veya usu- lünce güçlendirilmelidir. İstanbul’da mevcut binalarõ güçlendirmek için en az 30 milyar dolara ve en az 30 yõllõk bir sü- reye ihtiyaç vardõr. Ne bu para ne de bu süre bulunabilir! Dolayõsõyla, zayõf binalarõn güç- lendirilmesi akıldışı ve çıkmaz bir sokaktır. Gerçekten, halkõmõzõn sağduyusu bu olum- suzluğu keşfetmiş ve binalarõnõ güçlendir- mekten vazgeçmişlerdir. Ama doğru yolun ne olduğunu da bir türlü göremedikleri veya ken- dilerine doğru yolun ne olduğu gösterilmedi- ği için, İstanbul halkõ tehlikeli bir bekleyişin içine girmiştir. Halbuki en akõlcõ, en ucuz, en isabetli, en ev- rensel, en gerçekçi ve en kaçõnõlmaz yöntem kendilerine anlatõlsa idi, İstanbul çoktan dep- reme hazõr hale gelmiş olur ve gelecekteki şid- detli bir depremde can kaybõnõn ‘sıfır’ olaca- ğõ beklenirdi. Binalarõn, çok etkin yeni bir bi- limsel yöntem olan P25 - Metodu ile teste ta- bi tutulmasõ ve bu test sonunda ‘göçer!’ veya ‘göçmez!’ olduklarõnõn saptanmasõ depreme ha- zõrlõklõ olmanõn yegâne yoludur. P25 - Meto- du ile bir betonarme binanõn beton kalitesi, hiç beton karot numune alõnmadan, hiçbir tahribata meydan verilmeden, ultrason aletleri ile belir- lenmekte, binanõn ‘göçer!’, ‘şüpheli’ veya ‘göç- mez!’ nitelikli olduğu yerinde ve projeler üzerinde yapõlan bir saatlik bir çalõşma sonunda ve bilgisayar ortamõnda tayin edilmektedir. Daire sayõsõ ne olursa olsun, bina başõna P25 - Metodu yaklaşõk 800 TL gibi cüzi, sadece ult- rasonik ölçüm masraflarõnõ karşõlayan bir be- del ile, sosyal yardõm amaçlõ bir vakõf tarafõn- dan gerçekleştirilmektedir. Ayrõntõlõ bilgileri www.gocergocmez.com veya www.egitim-ar- vakfi.org sitelerinden veya 0212 - 352 65 59’dan almak kabildir. Bina taramanın yararları İstanbul’un er veya geç şiddetli bir depreme maruz kalacağõ, Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Celâl Şengör, Prof. Dr. Ahmet Ercan ve Prof. Dr. Haluk Eyidoğan gibi İTÜ Jeofizik Mü- hendisliği’nin en yetkili ağõzlarõ tarafõndan õs- rarla terennüm edilmekte, hatta kendileri ‘Biz bu işin felaket tellallığını yapıyoruz!’ diye- rek inançlarõnõ dile getirmektedirler. Gerçekten, İstanbul’da kat malikleri de, ka- mu yöneticileri de, depreme hazõrlõklõ olmak ko- nusunda, bu felaket (!) uyarõlarõna kulaklarõnõ tamamen tõkamõşlar, bilinçsiz ve duyarsõzca teh- likeli bir bekleyişin içine girmişlerdir. Bu teh- likeli bekleyişe bir son vermek istiyorsak, ar- tõk ‘selamet’ tellallarõnõn sözlerine kulak ver- meli ve halkõmõz, P 25 - Metodu ile bina ta- rama testlerini yaptõrmaya hemen başlamalõdõr. Binalarõn bu hõzlõ değerlendirme yöntemi ile test edilmesinin ve ‘göçer’ ‘göçmez’ diye sõ- nõflamaya tabi tutulmasõnõn sağlayacağõ birçok yarar vardõr: a) Türkiye’de hiçbir depremde pratik olarak can kaybõ olmayacak ve tüm dünya kamuoyu önünde evrensel bir başarõ elde edilecektir. b) Göçme riski bulunan binalarõn saptanmasõ ile, güçlendirilmesi gereken bina sayõsõ, bina sto- ku içinde yüzde 3’e inecek ve binalarõn geri ka- lan yüzde 97’si için güçlendirme gereği orta- dan kalkacaktõr. c) Tüm bina stokunun yüzde 97’si gibi çok büyük bir bölümünün “göçme riski” taşõma- dõğõnõn ortaya çõkarõlmasõ, en önemli bir yan ürün olarak kendini gösterecek, yurttaşlarõmõz göçme riski taşõmayan bir binada yaşõyor ol- duğunu öğrenmek ve bir güvenlik sertifikasõ al- mak suretiyle olasõ bir depremin psikolojik te- dirginliğini üzerinden atmõş olacaktõr. d) P25 - yöntemi, acil arama-kurtarma, ce- set torbasõ, defin işlemleri, acil barõnma, acil bes- lenme gibi afet yönetimi ve kriz faaliyetlerini adeta sõfõra indirecektir. e) DASK ve benzeri deprem sigorta temi- natlarõnõn riskleri büyük ölçüde azalacaktõr. Ay- rõca, deprem sonrasõnda, kalõcõ konutlar inşa et- mek gibi yüksek oranda bir finansman kayna- ğõna ihtiyaç olmayacaktõr. Tehlikeli Bekleyiş... Prof. Dr. Semih Tezcan Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü SAYFA CUMHURİYET 4 MART 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Biz büyük bir devrim yap- tık, ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük.’ M.K. ATATÜRK Devrim, bir toplumda var olan, eskimiş olan dü- zenin zorla değiştirilmesi- dir. Devrim ile amaçlanan çağdaşlõktõr, modernleş- medir, Toplumun bütü- nüyle değişiminin ve yeri- ne yeni bir düzenin kurul- masõ ile tamamlanan bir süreçtir. Bunun için de top- lumun önceden yapõlacak bu değişikliklere karşõ ha- zõrlanmasõ gerekir. Musta- fa Kemal 1930’da şöyle demiştir: “Devrim, ulusu ve toplumsal çevreyi ha- zırlayarak yapılır. Devrim girişimlerinde göz önün- de tutulacak nokta, in- san topluluklarının istek- lerini, düşüncelerini de- ğerlendirdikten sonra, on- lara yenilerini kabul etti- rebilmektir.” Türkiye Bü- yük Millet Meclisi’nde 3 Mart 1924 günü üç önem- li önerge kanunlaşmõştõr. Bunlardan ilki 429 sayõlõ Din İşleri ve Vakõflar Ba- kanlõğõ’nõn kaldõrõlmasõna ilişkin yasa, ikincisi 430 sayõlõ Tevhidi Tedrisat, ya- ni öğretim birliği yasasõ ve üçüncüsü de 431 sayõlõ ha- lifeliğin kaldõrõlmasõ ve Os- manlõ hanedanõnõn Türkiye topraklarõ dõşõna çõkartõl- masõ yasasõdõr. Üç devrim yasasõ olarak adlandõrõlan bu yasalar aslõnda Türki- ye’nin Laikleşmesi yolun- da çõkartõlan temel yasa- lardõr. Yeni Türk devletinin te- mel ilkesi ulusal egemen- liktir. Ulusal egemenlik ve halifelik birbirleriyle çelişen görüşlerdir. Halife, İslam devletini yöneten bir devlet başkanõdõr. Arapça ‘ha- lef’ten gelir ve anlamõ ar- dõndan gelen demektir. Hz. Muhammed hem İslam devletinin hem de İslam dininin başkanõdõr. Pey- gamberin ölümünden son- ra gelen halefleri sadece peygamberin devlet yöne- timine ilişkin görevlerini devralmõşlardõr. Yani dinsel yönden bir görev üstlen- memişlerdir. Halifelik 1517’de Yavuz Sultan Se- lim’in Mõsõr seferi sõrasõn- da Osmanlõ padişahlarõna geçmiştir. İslam geleneğine göre halifenin Arap olma- sõ ve Kureyş soyundan gel- mesi gerektiğinden bu un- van sadece ‘Osmanlı Ha- lifeliği’ olarak kalmõştõr. 1 Mart 1924 günü Mus- tafa Kemal, Meclis’i açõş konuşmasõnda artõk halife- liği kaldõrmanõn zamanõ- nõn geldiğini, sõraladõğõ 3 noktada belirtecektir: “1- Ulus, Cumhuriyetin, bu- gün ve gelecekte, her tür- lü saldırılardan kesinlik- le ve sonsuza kadar ko- runmasını sağlayacak il- kelere dayandırılmasını istemektedir 2- Kamuoyu, eğitim ve öğretimin bir- leştirilmesinden yanadır. Ve bunun hiç zaman ge- çirilmeden uygulaması gereklidir. 3- İslam dinin yüzyıllardan beri yapıla- geldiği üzere, bir siyaset aracı olarak kullanıl- maktan kurtararak yü- celtmenin zorunlu oldu- ğunu da görüyoruz.” İşte tüm bu yapõlanlardan sonra görüyoruz ki Türkiye 3 Mart 1924’te çõkartõlan bu devrim yasalarõndan sonra hõzla laikleşme sürecine girmiştir. Yapõlan tüm bu devrimci atõlõmlar da Gazi Mustafa Kemal’in önderli- ğinde gerçekleştirilerek uy- gulama alanõna sokulmuş- tur. Türk devrimi ile ulaşõ- lan en temel sonuç ise ku- rulan laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti ol- muştur. Dr. Handan DİKER Türkiye’nin Devrim Yasalarõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle