Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 29 MART 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
BAYAN Angela Merkel, adında meleklik olsa
da önce Almandır; dolayısıyla, Hollandalılar
kadar olmasa bile dobra dobra ve açık konuşur.
Ülkesindeki Türkler için Türk liseleri açılmasına
evirip çevirmeden “olmaz” demişse, haklı olduğu
için demiştir. Bizde “tevhid-i tedrisat” olur da
onlarda olmaz mı? Acaba oralarda lise açmak
isteyen bizim siyasiler ne istediklerini açık seçik
söyleyebildiler mi? Alman öğretim sisteminin
dışına çıkıp kendi bildiklerince baştan aşağı
Türkçe öğretim vererek kendi istediklerini mi
öğretecekler? Yoksa, ünlü İstanbul Erkek Lisesi
örneğine simetrik olarak, Alman eğitim
kurallarına uygun, ama bazı konularda Türkçe
ağırlıklı öğretim mi yapacaklar? Doğru dürüst
model oluşturmadan gidip “Lise açacağız”
dediniz mi, elin Almanı, hele imam-hatip liselerini
duymuşsa, hemen “olur” der mi?
Bayan Merkel Almandır, bugün burada hangi
konu konuşulacaksa çalışıp hazırlıklı gelecektir;
dolayısıyla inatçı keçi pozu takınıp yere bakarak
“Tam üyelikten başka şey konuşmayız” diyenlere
çantasından “Ayrıcalıklı Ortaklık” dosyasını
çıkararak, mertçe, “Bizden bu, sizde ne var?”
diyecektir. Onlar, AB ile kaç başlık
konuşuluyorsa, hangisinde nasıl bir ayrıcalık
tanınacağını iyice irdeleyip tutumlarını
saptamışlardır bile. Dolayısıyla, Baş
Müzakerecimizin “Tam üye yaparsanız, bizde
işinize yarayacak neler var neler” biçimindeki
ezberine karnı toktur. Bırakın hesaplı kitaplı bir
Almanı, bugünün dünyasında hiç kimse kendi
yararını başkasının ağzından dinleyip kanarak
karar vermez.
Bu sütunda yıllardır yazmaktan klavyenin
tuşları yoruldu: Madem Avrupa Birliği’nin iki
önemli üyesi, Almanya’yla Fransa Türkiye için
“ayrıcalıklı ortaklık” lafı etmekteler, insan merak
edip de “Ayrıcalık neymiş, kimin içinmiş?” diye
sormaz mı? Ya da ciddi bir çalışma yapıp
AB’den ayrıcalık olarak neler istenebileceğini
araştırmaz mı?
O konuda, bilindiği kadarıyla, Galatasaray
Üniversitesi’nce yapılmış zemin yoklama
niteliğinde bir araştırmadan başka doğru dürüst
bir şey yok ne Avrupa’da ne de hatta Fransa’da.
Bir tek Almanya’da vardı; sonuçları şimdi
görülecek. Yıllarca akıntıya kürek çekmek yerine
ön alıp sağlam bir dosyayla masaya oturmak
daha yararlı olmaz mıydı? Norveç’le İsviçre’nin
yaptıkları gibi.
Tam üyelik uğruna çok şeyden vazgeçilebilir
izlenimini yaratarak iştahları kabartmaktan başka
ne yararı olmuştur bu nafile üyelik inadının?
Hava basmaktan ve kendimizi aldatmaktan
başka?
Bu sevdayı sürdürenlerimizden bir bölümün,
gerçekten Avrupalı olmak şöyle dursun, içte
cumhuriyeti zayıflatıp tam tersine bir yaşam
tarzına varabilmek için hem AB’yi hem de kendi
insanlarını aldatmaya kalkmış olmaları ise,
konunun en hüzünlü ve utanç verici yanı
olmuştur.
Merkel, o yalancılığın mumunu söndürmeye
geliyordur herhalde.
mumtazsoysal@gmail.com
D
aha önce de açõkladõğõm gibi
HSYK’nin taslakta öngörülen kuru-
luşuna hiçbir şekilde katõlmõyorum.
Hemen göze çarpan, yetersiz ve önceden sö-
zü edilen iyileştirmelerle bağdaşmayan dü-
zenlemeler şöylece özetlenebilir:
? Hâkim ve savcõlarõn aday olarak atan-
malarõ HSYK’nin görevleri arasõna alõnma-
mõş; kadro dağõtma yetkisi görevleri arasõn-
dan çõkarõlmõştõr. Böylece bakanlõk, mesleğin
temelini oluşturacak yargõç ve savcõ adayla-
rõnõn atanmasõnda ve kadrolarõn dağõtõmõnda
tek yetkili olacaktõr.
? Adalet Bakanõ, kurulun başkanõ olarak
gündemi belirleme yetkisini elinde tutacak;
bu yetkisine dayanarak örneğin, Yargõtay ve
Danõştay üyelerinin seçimini, kanunun açõk
hükümlerini ihlal ederek, gündeme almamak
suretiyle geciktirebilecektir.
? Adalet Bakanõ’nõn dairelerin çalõşmala-
rõna katõlmamasõ olumlu bir düzenlemedir.
Ancak kendisi, görevleri kanunla belirlene-
cek olan kurul toplantõlarõna katõlabilecek; ör-
neğin anayasanõn 154 ve 155’inci maddele-
ri uyarõnca HSYK tarafõndan yapõlacak ve ku-
rulun en önemli görevleri arasõnda olan Yar-
gõtay ve Danõştay üyeliği seçimlerinde kurul
başkanõ sõfatõyla oy hakkõna sahip olacaktõr.
? Hâkim ve savcõlarõn denetimi, haklarõnda
araştõrma ve gerektiğinde inceleme ve so-
ruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi üze-
rine, Adalet Bakanõ’nõn oluruna bağlanmõş-
tõr.
Teklifin HSYK’nin ilgili dairesinden gel-
mesi, sonuca etkili değildir. Bakan teklife kar-
şõn, himaye etmek istediği hâkim ve savcõ için
soruşturma izni vermeyecektir.
? Dairelerin görevleri ve karmaşõk bir ya-
põda oluşturulan kurulun üyelerinin dairele-
re hangi esaslara göre dağõtõlacağõ hususun-
da taslakta herhangi bir açõklõk yoktur. Ör-
neğin; Danõştay’õ temsil edecek tek üye han-
gi dairede görev yapacaktõr? Bunlar hakkõn-
da hiçbir temel ilke ve esas getirilmeden, tü-
münün kanunla yapõlacak düzenlemelere bõ-
rakõlmasõ sakõncalõdõr.
? Taslakta hâkim ve savcõlarõn özlük iş-
lerinde hazõrlõk işlemlerini yapacak, kurulun
sekreterya hizmetlerini yürütecek bir birimin
kurulmasõ hakkõnda herhangi bir düzenleme
yoktur. Buna karşõlõk kurula bağlõ genel sek-
reterlik kurulacak, bunun kuruluş ve görev-
leri kanunla düzenlenecektir. Kanunda genel
sekreterliğe hazõrlõk işlemleri yapma görevi
verilebilir ise de bu hususun TBMM’deki ço-
ğunluğun takdirine bõrakõlmasõ, güvence yö-
nünden sakõncalõdõr.
SONUÇ: AKP tarafõndan hazõrlanan tas-
lakta yer alan; siyasi partilerin kapatõlmasõ,
Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ye ilişkin dü-
zenlemelerin yargõ reformu ile hiçbir ilgisi bu-
lunmamaktadõr.
Senelerce bekledikten sonra, seçimlere kõ-
sa bir süre kala AKP tarafõndan alelacele ve
özensiz bir şekilde hazõrlanan, çok sayõda dil
ve düzenleme hatalarõ içeren, yüksek mah-
kemelere duyulan öfke, nefret ve güvensiz-
lik duygularõnõ açõğa çõkaran anayasa deği-
şikliği paketinin tek amacõ, yargõyõ AKP pa-
ralelinde siyasallaştõrarak ele geçirmek; ba-
ğõmsõz yargõyõ yok etmektir.
Böylece hem AKP ve partinin yöneticile-
ri için güvenli bir hukuki ortam yaratõlacak;
hem de hiçbir engele takõlmadan devletin ya-
põsõnõ, şeklini ve yönünü yasalarla değiştirmek
yolu açõlmõş olacaktõr. Kabul edilmesi halinde
tek adam yönetiminin yolunu açacak olan bu
düzenlemeler, ne yazõk ki kendilerini liberal
olarak tanõmlayan bazõ kişilerce desteklen-
mektedir.
Anayasa paketinde, tek başõna değerlendi-
rildiğinde olumlu düzenlemeler de bulun-
maktadõr. Bunlarõn TBMM’ye ayrõ bir pakette
sunulmasõ halinde muhalefet partilerinin
bunlarõ destekleyeceğinden, en azõndan üze-
rinde uzlaşma sağlanabileceğinden eminim.
AKP demokratikleşmede gerçekten samimi
ise bunlarõ paketten çõkarõr ve uzlaşma sağ-
lar. Ama bunu yapmayacaktõr, yapamaya-
caktõr.
Yargõ için düzenlediği kurallarõ, yargõ ile ve
kendi aralarõnda hiçbir ilgisi olmayan olum-
lu düzenlemeler eşliğinde ve şemsiyesinde
TBMM’ye ve gerektiğinde halka sunarak so-
nuca varmak istemektedir.
Dilimizde bu taslak metni çok iyi tanõmla-
yacak çok sayõda özdeyiş ve atasözü vardõr.
Sanõyorum Ziya Paşa’nõn özdeyişi en uy-
gunlarõndan biri olacaktõr: “Sen herkesi
kör, âlemi sersem mi sanırsın?”
Paketteki Anayasa Mahkemesi ve HSYK - II
Nuri ALAN Emekli Danõştay Başkanõ
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Merkel’in Mertliği
İ
nsanlarõn en çok dik-
kat ve ifade ettikleri
şeydir “yakışıyor ol-
mak”. Düğünlere git-
tiklerinde hemen yorum
yaparlar; “bu kız oğla-
na yakışmış ya da ya-
kışmamış” diye. Yolda
yürürken bile insanla-
rõn kõyafetlerini inceler-
ler, giydiklerini ve ak-
sesuvarlarõnõ yakõştõr-
mõş mõ diye. Birilerinin
evine gittiklerinde he-
men araştõrmaya giri-
şirler eşyalar, perdeler,
aksesuvarlar, renkler bir-
birine yakõştõrõlmõş mõ
diye. Anlayacağõnõz halk
arasõnda “yakıştırma
merakı” çok fazladõr.
Aslõnda bakarsanõz,
insanlarõmõz makam ve
mevkilere de fazla değer
verirler ve derler ki, bu
adam bu koltuğa yakõ-
şõyor ya da hiç uymadõ.
Anlayacağõnõz bu ko-
nuda herkesin bir görü-
şü mutlaka vardõr. So-
rarsanõz hemen söylerler
de; bu vali yakõştõ, bu
polis şefi yakõştõ diye.
Bu yargõ, bilgi ve bilinç
işidir de. İnsanlar ma-
kamõ da, orada oturanõ
da kendi ölçülerine ve
değerlerine göre değer-
lendirir ve karar verir.
Ben kendimi iyi ta-
nõyan birisi olarak, Di-
yanet İşleri Başkanlõ-
ğõ’na hiç yakõştõramam.
Beni tanõyanlar da ya-
kõştõramazlar. Sosyal
çevrem, eğitimim, siya-
si duruşum ve dine ba-
kõşõm uymaz diyanete.
Bu ölçülerle bakarsak
ülkemizdeki yönetim sõ-
kõntõsõnõ kavrayabiliriz.
Ülkenin niye doğru dü-
rüst yönetilemediğini
anlarõz. Devrimle (zor
yoluyla) kurulmuş Cum-
huriyetin kurucu irade-
sinin kurallarõna ve du-
ruşuna bağlõ insanlar
oturmalõ yönetim ka-
demlerinde. Bu kural
dünyanõn bütün ülkele-
ri için geçerlidir. De-
ğerlerine uyup girmek
istediğimiz Avrupa Bir-
liği ülkelerinde papaz
eğitimi almõş birisi vali,
başbakan, başhekim,
devlet başkanõ olmaz.
Böyle bir şey yasak ol-
duğu için değil. Kimse-
nin aklõna gelmez, uy-
gun da düşmez diye.
Zaten gelişmiş toplum-
larda kandõrõkçõlõk ve
dincilik prim yapmaz.
Ben bugüne kadar, bü-
yüyünce ne olacaksõn,
diye sorulduğunda
“İmam olacağım” di-
yen bir çocuğa hiç rast-
lamadõm. Aydın Boy-
san’õn deyişiyle “de-
mokrasi, dolandırıcı-
lığa dönüştü” ülkemiz-
de. Her şey gibi de-
mokrasiyi de hak ediyor
olmak gerek. Bugüne
kadar yapõlan seçimlerin
sonuçlarõna bakarsanõz
sanki “Biri beni (bizi)
kandırsın” diye oy kul-
lanõlmõş gibidir.
Doksanlõ yõllarda
Tansu Çiller başba-
kandõ. Çiller, Demi-
rel’in siyasi hayatõmõza
kattõğõ bir değerdi. İngi-
lizce düşünüp Türkçe
ifade etmeye çalõşõrdõ
söyleyeceklerini. Bir
gün Mesut Yılmaz çok
kõzmõş ve “Bir başba-
kan böyle konuşur
mu?” demişti. Yani bir
başbakanõn böyle ko-
nuşmamasõ gerektiğini
söylemişti.
İnsanlarõn bulunduk-
larõ makamlarõn bir bağ-
layõcõlõğõ vardõr. O ma-
kamlarda gelenekler
oluşturulmuştur, daha
önce oralarda oturanlar
tarafõndan.
Toplumsal bütün iliş-
ki ve olaylarda “yakışı-
yor olma” geleneği ya
da değeri oluşmuştur.
Müslüman böyle dav-
ranmaz ya da devrimci
böyle konuşmaz gibi de-
ğerler vardõ ve ciddi bas-
kõ aracõ olmuştu eskiden.
Bu ölçüler insanlarõ di-
sipline ederdi, ciddi yap-
tõrõm gücü vardõ. Çok
hõzla değişen toplumu-
muzda bu değerler yok
oldu.
Eskiden belli değer-
lerle tarif ettiğimiz in-
sanlar için “O bunu
yapmaz” diyebiliyor-
duk, yakõştõramõyorduk.
İşte bu büyük ölçüde
yok edildi. Sanki şimdi
herkese her şey yakõşõ-
yor görüntüsü oluştu ve
bütün sõkõntõ da buradan
çõkõyor.
Toplumun ya da ül-
kenin yönetilemez oluşu
işte bu “yakışmıyor ol-
maktan” geliyor. De-
mirel, Kenan Evren ve
tüm sağcõlar, 1961 Ana-
yasasõ’nõ Türkiye’ye ya-
kõştõramõyorlardõ. Biz
solcular da 1982 Ana-
yasasõ’nõ ülkemize, in-
sanõmõza, kendimize ya-
kõştõramõyoruz.
Lazõn ifadesiyle: “sen
anladin oni!”
Yakõşõyor Olmak
ERCAN YEŞİLYURT
Sermayenin küreselleşmesi...
İ
stanbul’da yüzün üzerinde
alõşveriş merkezi var. Gaze-
telerde çõkan haberlerden
öğrendiğimize göre bu sayõnõn
300’e çõkmasõ hedefleniyor-
muş. Başbakan geçtiğimiz gün-
lerde bir alõşveriş merkezinin
daha açõlõşõnõ yaparken (Bir
yazar soruyor, başbakanlar alõş-
veriş merkezi açar mõ? Türki-
ye’de açar) “Türkiye değişti,
artık bakkalların dönemi bit-
ti” duyurusunu yaptõ yurttaşla-
ra. Televizyon ekranlarõndan
seçmene seslenirken “Bu ha-
yatın gerçeği artık kabul ede-
lim” diye de ekledi.
Başbakan’õn “değişim” ve
“hayatın gerçeği” dediği, kimi
neoliberal takõmõn da zaman
zaman koro halinde, yürekten
benimsediği, desteklediği, yüz-
yõlõmõzõ esir alan “küreselleş-
me” yani uzmanlarõn deyişiyle,
“sermayenin egemenliğinin”
bir somut örneğidir. Sorun, el-
bette ki, alõşveriş merkezleriy-
le bitmiyor, sermaye dediği-
miz büyük “merkez” gücün
(1) çevreyi (gelişmekte olan
ve gelişmemiş ülkeler) kendi
egemenliğine hapsetmesi, so-
nuçta salt ekonomide değil, si-
yasal ve toplumsal yaşamda da
değişimlere yol açõyor. Niha-
yetinde ise, “toplumsal deği-
şim”, daha doğru bir deyimle
“toplumsal dönüşüm”, “tek
egemen güce” kayõtsõz koşul-
suz teslimiyet oluyor ki, bu da
bizim gibi gelişmekte olan ül-
kelerin ne acõdõr ki yazgõsõnõ be-
lirliyor.
Dünyayı tek pazara
dönüştürmek
Egemen sermaye, “dünyayı
tek pazara dönüştürmek”
olan temel amacõna böylece de
ulaşmõş oluyor.
Dr. Erdal Atabek’in geçtiği-
miz haftalarda yaptõğõ “Küre-
selleşme ile değişen sosyal de-
ğerler” söyleşisinden çõkardõ-
ğõmõz sonuçlardan biri de buydu.
Prof. Bülent Berkarda’nõn tam
11 yõldõr aralõksõz ve büyük bir
azimle sürdürdüğü Aydõnlanma
Söyleşileri kapsamõnda düzen-
lenen bu toplantõda Atabek, or-
taçağõn totaliter rejimlerinden
günümüze uzanan değişimlerin
son noktasõnõ küreselleşme ola-
rak koyarken, bellenecek ikinci
önemli nokta olarak da şu sap-
tama ortaya çõkõyordu: Ortaçağõn
ardõndan gelen aydõnlanma ça-
ğõnda esas olan insandõ, küre-
selleşme rüzgârõnda ise insanõn
yerini sermaye alõyordu. Çünkü
dünya tek pazara dönüşürken,
yaratõlmak istenen de düşünen,
sorgulayan, araştõran, üreten in-
san yerine, şablon insan tipiydi.
Alışveriş merkezleri
Tek pazara dönüşen dünyada,
aydõnlatan, uyandõran değil, be-
yinleri uyuşturan bir görsel ve
yazõlõ medyanõn esiri olmuş,
egemen tek dil olan İngilizcenin
etkisinde, kendi kültüründen
kopuk, üreten değil tüketen,
tüketen ve durmadan tüketen in-
sanlardan oluşan bir toplum.
Durum böyleyken, toplumu,
üretime, kültüre, bilime, ay-
dõnlanmaya yönlendirecek ku-
rum ve uygulamalar yerine,
peş peşe alõşveriş merkezleri aç-
manõn acõ gerçeği de ortaya
çõkmõş oluyordu böylece. Kü-
reselleşmenin bu boyutunu,
Prof. Dr. Gülten Kazgan’õn
“Küreselleşme ve Yeni Eko-
nomik Düzen” kitabõndan da
öğreniyorduk. Konunun derin-
lemesine uzmanõ olan araştõrõ-
cõ bilim insanõ Kazgan, küre-
selleşmenin on yõl sonra, bugün
geldiği noktayõ daha o tarihler-
de, yani kitabõn yayõmlandõğõ
1997 yõlõnda öngörüyor.
“Serbest piyasa ekonomisi,
serbest dış ticaret-serbest ser-
maye hareketlerinin gelişmiş,
yarı gelişmiş, gelişmemiş ne
kadar ülke varsa hepsini kap-
samak üzere yola çıktığını”
söyleyerek, bunlarõn temelinde
küreselleşmenin baskõsõ olduğu-
na değiniyor ve şöyle bağlõyor:
Türkiye’nin
bugünkü durumu
“Bu da ülke sınırlarını yık-
ma amacında, devletleri kü-
çülterek şirketlerin egemenli-
ğini kurmayı istemekte; bü-
rokratik her türlü engeli yık-
mayı hedef almış. Bütün dün-
yayı serbestçe kendi kâr pla-
nının uygulama alanı olarak
görmekte.” (2) Bu saptama,
tüccar zihniyetli ve iç dinamik-
lere sõrtõnõ dönüp, dõşa bağõmlõ
bir iktidarõn yönetiminde, “kü-
resel esaretin” getirdiği top-
lumsal, ekonomik ve siyasal
kayõplarõn yaşanmakta olduğu
Türkiye’nin bugünkü durumu-
nu yansõtmõyor mu?..
ABD’nin, yani merkez gücün,
kitle kültürünü yaratmadaki üs-
tünlüğüne gelince; “Herkesi
aynı potada kaynatıyor. Her
yerde aynı sayıda gencin blu-
cin giyip, hamburger yiyip,
koka kola içerken pop müzi-
ği dinleyip pembe dizi seyret-
mesi...” (3) de Türkiyemizin de-
ğişen toplumsal yapõsõnda ken-
dini gösteriyor. Ama bunun da
ötesinde, küreselleşmenin ge-
tirdiği bir diğer boyut, “ulus-
devletin aşılması ve alt-kim-
liklerin güçlenmesi” (4) ki yi-
ne ülkemizde bu değişimi en
çarpõcõ biçimde yaşamaktayõz.
Kazgan kitabõnda etnik ayrõ-
şõmlarõn ortaya çõkõp güçlen-
mesini de ulusal pazarõn yerini
uluslararasõ pazara bõrakmasõy-
la açõklõyor ve şöyle bağlõyor:
“Etnik grupların bu du-
rumda, ulus devletin içinde
kalmasının bir anlamı kalmı-
yor, uluslararası pazar nasıl
olsa herkese aynı ölçüde açık-
tır.” (5) İşte bizde ulus devleti
zayõflatma çabalarõnõn nedeni de
böylece ortaya çõkmõş oluyor,
ulus devletin yapõştõrõcõ özelli-
ği olan ekonomik işlevini yok et-
mek için ne mümkünse yapõlõ-
yor.
Ne ki sadece bizim gibi ge-
lişmekte olan ülkelerde değil,
gelişmiş Batõ dünyasõnda da
sağladõğõ kimi yararlara karşõn
küreselleşmeye karşõ seslerin
yükseldiği gerçeğine, açõk top-
lumun babasõ George Soros
bile şu görüşüyle katõlõyor:
“Açık toplumu tehdit eden
aşırılıklardan biri devlet hâ-
kimiyetine götüren totaliter
öğretilerse (devletin büyüme-
sini totaliter öğretilerle eşde-
ğer görüyor), diğeri de büyük
çalkantılara gebe olan liberal
kapitalizmin aşırılıklarıdır.”
(6) Nitekim “vahşi kapitaliz-
min” kendi sonunu hazõrladõğõ
görüşüne Kazgan da katõlõyor.
Küreselleşmenin de bir gün so-
nunun geleceğini düşünüyor,
“Yeni dünya düzeninin hem
uluslararası siyaset, hem eko-
nomik boyutuyla sonunun ge-
leceği savı bir ‘kehanet’ değil,
bir doğa kanunu. Evrende
canlı-cansız sonu olmayan
hiçbir varlık, nesne yok. Ay-
nı kanun toplumlar ve onun
kurumları için de geçerlidir”
(7) diyor. Ancak bu sonun “ses-
siz-gürültüsüz” değil, çok fõr-
tõnalõ olabileceğini de daha o yõl-
larda öngörüyor (8).
Ki Türkiyemiz her alanda
gerçekten de çalkantõlõ, sancõlõ
bir dönemi yaşõyor ve vahşi
kapitalizmi, sermayenin ege-
menliğini yõkacak en büyük kit-
lesel eylem olarak da TEKEL iş-
çilerinin o yürekli direnişlerin-
de simgeleşiyor.
Değerli yazar, doktor Erdal
Atabek de yararlarõnõn ötesinde,
toplumsal değerleri yok etmesi
bağlamõnda sonsuz zararlarõ
olan “sermayenin küreselleş-
mesinin” “emeğin küreselleş-
mesi”yle sonunun geleceğini
söylüyor. TEKEL işçilerinin
direnişine, yurt genelinden tüm
emekçilerden destek gelmesi,
belki de bu sonun başlangõcõ olu-
yor.
l) Küreselleşme ve Yeni
Ekonomik Düzen, Prof. Dr.
Gülten Kazgan, Altın Kitap-
lar 1997
2) Aynı kitap, sayfa 10
3) Aynı kitap, sayfa 26
4) Aynı kitap, sayfa 217
5) Aynı kitap, sayfa 218
6) Aynı kitap, sayfa 189
7-8) Aynı kitap sayfa 214
Deniz BANOĞLU
Tek pazara dönüşen dünyada, aydõnlatan, uyandõran
değil; beyinleri uyuşturan bir görsel ve yazõlõ medyanõn
esiri olmuş, egemen tek dil olan İngilizcenin etkisinde,
kendi kültüründen kopuk, üreten değil tüketen, tüketen
ve durmadan tüketen insanlardan oluşan bir toplum.