Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
29 MART 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Anayasa Dayatması
Geçen hafta AB liderleri, Yunanistan’a
yardımın biçimini, koşullarını, AB’nin
geleceğini şekillendirmek için toplandıkları
sırada, özellikle Anglosakson medyasında
gözüme çarpan, “Yeni-merkantilizm”, “Tek
ekonomik hükümet”, “AB’nin kimlik krizi”,
“Almanya sorunu” gibi başlıklar, bana Avrupa
Birlik sürecinde 1980’lerin sonunda,
1990’ların başında yaşanan tartışmaları
anımsattı.
‘Eurosclerosis’ten…
“Eurosclerosis”, 1980’lerde Avrupa’da iş
çevrelerince üretilen, siyasilerin çok sevdiği
bir kavramdı; Avrupa’nın rakiplerine göre
geride kaldığını, ekonomik büyümenin yeni iş
olanakları yaratamadığını vurguluyordu.
Bu durumu aşmak amacıyla, Avrupa’nın en
büyük şirketleri bir araya gelerek, 1983
yılında 40+ üyeli Avrupa Sanayicileri Yuvarlak
Masası (ERT) adlı örgütü oluşturdular.
O dönemde sklerotik yapıyı aşmaya
yönelik üç proje söz konusuydu: Neo-liberal
küreselleşmeci proje, Reagan ve
Thatcher’ın 1970’lerin belirsizliğini aşmaya
başlayan yeni kriz yönetim modelini
Avrupa’da uygulamak istiyordu. Neo-
merkantilist proje, Avrupa’da korunaklı bir
iç pazar oluşturmayı, süreci
genişletmektense, öncelikle derinleştirmeyi
amaçlıyordu. Sosyal demokrat projenin
amacı Avrupa modelini (refah devletini)
konsolide etmekti.
Bastiaan Apeldoorn, Kees van der Pjil
gibi araştırmacıların da işaret ettiği gibi, bu
projeler, belli sınıf çıkarlarının ifadesiydiler.
Neo-liberal proje ERT gibi Avrupa’nın en
büyük, küreselleşmeye yönelik şirketlerinin,
transatlantik sınıf şekillenmesinin ürünüydü.
Neo-merkantilist proje esas olarak, Avrupa
çapında etkin, bu piyasaya dayalı, dış
rekabetten çekinen sermayenin taleplerini
yansıtıyordu. Üçüncüsünün ise işçi sınıfını,
ulusal düzeyde orta sınıfların çıkarlarını
yansıttığı söylenebilir.
Bu üç projenin gösterdiği gibi Avrupa
Birliği sürecinin ilerleyebilmesi için bu çok
karmaşık, çelişkili sınıf ilişkilerinin uyumlu bir
biçimde, ortak çıkarlar etrafında
birleştirilmesi gerekiyordu. Diğer bir deyişle
AB projesinin geleceği, AB çapında bir
hegemonya projesinin başarısına bağlıydı.
ERT’nin ilk toplantısında, Unilever gibi kimi
büyük küresel şirketlerin, neo-merkantilist
eğilimleri protesto ederek kapıyı vurup
çıkması da sorunun zorluğunu sergiliyordu.
Gerek 1985’te komisyonun hazırladığı
(White Paper) rapor, gerek bunun üzerinde
şekillenen 1987 Tek Avrupa Akdi (Single
European Act), ERT’nin hem kendi içindeki
sorunları, neo-liberal proje zemininde
aşmaya, hem komisyonlara hâkim olmaya
(Carchedi, Apeldoorn), hem de Avrupa’da bir
hegemonya inşa etmeye uygun bir söylem
üretmeye başladığını gösteriyordu. ERT, iç
pazarın inşasını dünyaya açılmayla birlikte
yürütürken, rekabet, emek piyasasının
esnekleşmesi, teknolojik yenilenme ve
“kaçınılmazlık” gibi söylemlerle hem
sermayenin geri kalan kesimlerini hem de
sendikaları ikna etmeye başlamıştı.
ERT’nin 1991 toplantısında, gidenlerin geri
gelmiş olduğunu görüyoruz. ERT’nin ve
neoliberalizmin egemenliği, Avrupa Birliği
inşa sürecindeki merkezileşme tartışmalarına
son vermişti. Maastricht anlaşması, ortak
para birimi, Lizbon süreci, Avrupa Birliği ve
nihayet 10 yeni üyelik genişleme, bu
hegemonya projesinin istikrar kazanmaya
başladığını düşündürüyordu. Ancak bu
görüntünün altında, 2000’lerin başında
yeniden nükseden mali krizin etkisiyle,
sendikaların neoliberal projeden
uzaklaşmaya başladığını, sanayicilerin
giderek daha çok korumacılıktan,
“ekonomik ulusalcılıktan” söz etmeye,
devletlerin de bu şarkılara tempo tutmaya
başlamış olması, hegemonyanın çözülmeye
başladığını gösteriyordu...
‘Euro crisis’e...
Şimdi, 1980-90’ların tartışmalarının
yeniden gündeme geldiğini görüyoruz.
Örneğin, geçen hafta, Wall Street Journal,
The Times ve Daily Telegraph gibi ABD ve
İngiltere’nin muhafazakâr gazetelerinde
yorumlar “neo-merkantilizm” ve “merkezi
bir ekonomik yönetim inşa etme
çabalarından” kaygıyla söz ediyorlardı.
Diğer bir deyişle, neoliberal ilkelerin yerine,
Avrupa içindeki ekonomik yapıları, devletin
de giderek artan katılımıyla yeniden
düzenlemek, genişleme yerine derinleşmeye
odaklanma eğilimi, İngiltere ve ABD
yönetimlerini tedirgin ediyor.
Bunları tedirgin eden gelişmeler iki boyutlu.
Biri Yunanistan krizinin yarattığı ortamda,
AB’nin ekonomik hatta siyasi açılardan daha
merkeziyetçi bir biçim alma olasılığı.
İkincisi, Almanya’nın adeta tek belirleyici
otorite konumuna yükselmeye başlaması.
Öyle ki ABD’den Stratfor analiz sitesi, “Biz
başlangıçta AB’nin Almanya’yı denetim
altına almak için kurulduğunu
düşünüyorduk. Şimdi tam aksini,
Almanya’nın Avrupa’yı denetim altına
almasının aracı olduğunu düşünüyoruz”
diyordu.
İlginç bir yorumda da Yunanistan’ın AB’de
bir kimlik krizini tetiklediği ileri sürülüyordu
(Financial Times, 24/03). Bu yorumda, AB
merkezinin bir “kurtarma modeli”
oluşturmaktaki zorluğu, AB’nin bir ulus
devletler topluluğu ve Brüksel’in yönetiminin
bir fantezi olduğu vurgulanıyor, sorunun esas
olarak Almanya etrafında döndüğü kabul
ediliyordu. Bu neden kimlik krizi oluyordu
peki? Oluyordu, çünkü, toplumsal (ulusal,
uluslararası, AB gibi bölgesel) kimliklerin
oluşması o siyasi coğrafyada şekillenen iktidar
ilişkisinin çıkarlarını ifade edecek söylemin,
tarihten, geleneklerden (kültürden) alınan
göstergelerle birlikte yeniden kurulmasıyla
ilgilidir.
ERT döneminde neo-liberalizm,
küreselleşmecilik, “postmodern / post-
Hobbesian yönetişim” üzerinden, kurulmaya
çalışılan AB kimliği söylemi, bir süredir, ERT’nin
hegemonya projesinin dağılmaya başlamasıyla
birlikte istikrarını kaybediyor. Bu da birilerince,
“kimlik krizi” olarak algılanıyor. Bu, 1990’ların
başında, ortak para birimi gündeme geldiğinde,
Avro’yu destekleyecek siyasi otorite, AB kimliği
bağlamında yaşanan tartışmalara ait bir konu.
Tarihten, geleneklerden, kültürden ortak bir
şeyler bulmaya sıra gelince, özellikle İslamın da
AB içindeki varlığının ayırdına varıldığında
çıkmaza girerek günümüze kadar gelen
tartışmalara da...
AB içinde ve dışında tedirginlik yaratan şey,
sanırım, hegemonya sorununun ilk kez kendi
doğasına uygun bir biçimde gündeme geliyor
olmasıdır. ERT, hiçbir ulusal özellik taşımayan,
devlete dayanmadan var olduğuna inanılan bir
ulus-üstü alanda hegemonya denemesiydi.
Halbuki ulus devletler sisteminde yaşıyoruz.
Uluslararası (AB çapında) hegemonya, bir
ulusun/ülkenin içindeki hegemonya ilişkisinin
dışa doğru, başka ülkelerdeki hegemonya
ilişkileriyle eklemlenerek, onları kendisine
bağlayarak genişlemesinden geçiyor. Böylece
birçok ulusun egemen sınıflarının hegemonya
sistemleri kendi aralarında, yararlı buldukları
bir hegemonik sistem oluşturmak üzere
eklemleniyor.
Şimdi, ERT’nin habitatı olan komisyon
değil AB Konseyi, hem de başbakanların
toplantısıyla öne çıkıyor, Almanya’nın özel
konumu, Fransa’nın her konjonktürde onu
desteklemekten başka çaresi olmadığı
görülüyor. Almanya’dan tüm AB bölgesinin
“dengesizliklerini” aşacak, “merkez-periferi”
ilişkilerini yeniden istikrara kavuşturacak
adımlar,
kaynaklar
bekleniyor
(hegemonyanın
kamu hizmeti).
Almanya da
buna karşılık,
bundan böyle
genel kabul
görmesini
istediği kimi
ekonomik,
siyasi kuralları
masaya
koyuyor. Özetle
hegemonya
süreci ilk kez
doğasına uygun
bir biçimde
işliyor. Ama bu,
yine de sürecin
başarısını
garantilemiyor...
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
Avrupa Yeniden Çizim Masasında
yakupkepenek06@hotmail.com
Hükümetçe gündeme getirilen anayasa
değişikliği önerileri, yapılması gereken doğru
bir işin nasıl yanlış yapıldığının çok somut bir
kanıtıdır.
Bu ülkenin anayasal yapısının
demokratikleştirilmesi gerektiği bilinen bir
gerçektir. Ancak hazırlanan taslak, gerek
yöntem gerekse içerik yönleriyle, tümüyle
eksikli ve yetersizdir.
Birdenbire kamuoyuna açıklanan taslak
konusunda Başbakan, salı günü, Meclis’te
değil, kendi grubunda yaptığı konuşmada,
hafta sonuna kadar her türlü eleştiriye ve
katkıya açık olduğunu vurguladı. Basın-
yayın, barolar, sendikalar, meslek oda ve
birlikleri ve üniversiteler taslağı üç günde
inceleyecek, tartışacak ve ona katkı
yapacak, öyle mi?
Bu yaklaşım demokratik bir tutumun
sonucu olamaz. Kaldı ki halkoylamasında
maddelerin ayrı ayrı değil birlikte oylatılması
da seçme özgürlüğünü hiçe saymaktır.
İçindeki diğer süslemeler bir yana taslak
aslında yargıyı siyasete bağımlı kılarak
yeniden yapılandırmayı amaçlıyor ki bu da
AKP’nin devleti yönetme düşüncesinin bir
ürünüdür. AKP’nin yönetim anlayışında
bağımsız kurum ve kurulların yeri yoktur.
Burada yapılmak istenen de yargı sistemini
hükümete bağlı bir devlet dairesine
dönüştürmektir. Oysa bağımsız yargı, yalnız
adaletin hakça dağıtılmasının değil,
demokrasinin de olmazsa olmaz
önkoşuludur.
Ayrıntılarına bakıldığında taslakta iki yanlış
var ki gelecekte ağır yıkıcı sonuçlar
doğuracaktır.
Bunlardan biri, HSYK üyelerinin seçimi
sürecidir. Kurulun yedi asıl ve dört yedek
üyesinin adli; dört asıl iki yedek üyesinin de
idari yargı yargıç ve savcıları tarafından
seçilmesi öngörülüyor. Binlerce yargıç ve
savcının oy kullanacağı bu seçim süreci,
tıpkı üniversitelerde rektör seçimlerinde
yaşandığı gibi, yargıç ve savcılar arasında,
adalet kavramına zarar verecek derecede
keskin bölünmelere neden olacaktır. Oysa
siyasi rengi belli olmaması gereken en
işlevsel kişi toplumda adalet dağıtmakta
olandır.
İkinci seçim yanlışı, Meclis’in, genelde
yüksek yargı organlarına, bu taslak
örneğinde de Anayasa Mahkemesi’ne üye
seçmesidir.
Meclis’in yüksek yargıya üye seçmesinin
gerekçesi çok ünlü bir önermeye, AB ve
ABD gibi olmalıyız mantığına dayandırılıyor;
giderek AB istekleriyle ilişkilendiriliyor. Oysa
Meclis’in, AB ve ABD’de olduğu gibi yüksek
yargıya üye seçmesi gerektiğini özenle
savunanlar çok büyük bir saptırmaca
yapıyor.
Çünkü Meclis seçsin denilirken şu anda
uygulanan milletvekili seçimi süreci tümüyle
göz ardı ediliyor.
Hükümet gibi bunu savunanlar da biliyor ki
ne AB ülkelerinde ne de ABD’de milletvekili
adaylarının tamamının siyasi parti genel
başkanları tarafından saptanması gibi bir
antidemokratik ve çağdışı anlayış geçerli
olamaz; böyle bir uygulama kimsenin aklına
gelmez; doğrusu gelemez. Aslında,
çağımızda hiçbir demokrasi yoktur ki
yasama organının üyelerini parti genel
başkanları saptasın!
Anayasa tartışmalarında göz ardı edilen
asıl nokta budur.
Şimdiki milletvekili seçimi süreciyle oluşan
Meclis’in yüksek yargı kurumlarının üyelerini
seçmesi, tam anlamıyla kuvvetler birliği
demektir. Çünkü tüm ipler yürütmenin eline
geçmektedir. Çünkü, Türkiye’nin temsili
demokrasisi, siyasi parti genel başkanlarının
temsili özelliği gösteriyor.
Adalet bakanının üstelik yetkileri arttırılarak
HSYK başkanı, müsteşarının da üyesi
olmaları da, bu kuvvetler birliğini iyice
pekiştiriyor.
Hiç kimse dayatılan bu anayasa taslağını
demokratikleşme adımı olarak satmaya
kalkmasın!
AKP, demokratikleşme ve AB ölçüleri gibi
değerlerden de söz ederek toplumda
yargıya güveni yok edecek bir süreci
dayatıyor. AKP’nin, hukuk devleti istemediği,
hukuk devleti anlayışının temeli olan devlet
yönetiminin işlemlerinin yargı denetiminde
olmasının reddedilmesi ve bunun yerine
kendi yönetimindeki devlet hukuku
oluşturmaya çalıştığı gün gibi açıktır.
Acı bir gerçektir ki, bunun karşısında siyasi
muhalefet de topluma bir demokrasi
seçeneği sunamıyor! Muhalefetin seçeneksiz
karşı çıkışı da anlamsızlaşıyor.
İktidarı ve muhalefetiyle siyaset, eğer
demokratikleşme istiyorsa, yapılması
gereken ilk iş yasama organının oluşmasında
demokratik ilkeleri işletmektir.
2010 Türkiye için zorlu bir büyüme yõlõ olacak. 2009’daki gerçek daralma ise yüzde 7.9’u bulacak
İnisiyatifyabancõnõnelinde
Ekonomi Servisi - Ekonomistlere
göre Türkiye yeni bir sanayi strateji-
siyle iç tasarruflara dayalõ bir büyüme
gerçekleştirdiği taktirde dünya eko-
nomisinden bağõmsõz kendisini to-
parlayabilecek.
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Prof. Dr. Aziz Ko-
nukman ve ekonomist Korkut Bo-
ratav’õn ANKA’ya yaptõğõ açõkla-
malara göre 2010 durgunluk yõlõ ola-
cak. Konukman, 2009’un son çeyre-
ğindeki büyümeyi olumlu bularak
krizin artõk sona erdiği şeklinde yo-
rumlamalarõn gerçekçi bir değerlen-
dirme olmadõğõnõ ifade ederek “Özel-
likle dünya ekonomisinde 2010’da
daralmanın sona ereceği pozitif bü-
yümeye geçeceği beklentilerini bü-
yük bir ihtiyatla karşılaştırmak ge-
rekiyor” ifadesini kullandõ.
Türkiye’nin kamunun öncülüğün-
de, yeni bir sanayi stratejisiyle iç ta-
sarruflara dayalõ bir büyüme gerçek-
leştirdiği taktirde dünya ekonomi-
sinden bağõmsõz olarak kendisini to-
parlayabileceğini vurgulayan Ko-
nukman, “Türkiye kendi iç kay-
naklarına, iç tasarruflarına daya-
lı kendi iç pazarına dönük bir mo-
delle bunu çözebilir. Dışarıda kriz
bile olsa bu yapıyı sürdürebilir.
Oysa bu model dış kaynaklara da-
yalı, sıcak paraya dayalı bir model
olduğu için kaçınılmaz olarak dı-
şarıdan etkilenecektir. Dışarıda iş-
ler kötü giderse bizde işler kötü gi-
decektir. Çünkü inisiyatif bizim
elimizde değil, başkasının elinde” di-
ye konuştu.
Türkiye’nin krizden çõkmasõnõn,
Türkiye’nin ticari ortaklarõnõn duru-
muna bağlõ olduğunu vurgulayan Ko-
nukman, “Çünkü bizim büyüme
modelimiz, genellikle en büyük ti-
cari ortaklıklarımızla olan ilişkile-
rimize bağlı. Orada bir şeyler ak-
sarsa bizim büyümemiz sekteye uğ-
rayacaktır. Sıcak para gelişleri tek-
rar sorun yaratacaktır” dedi.
Türkiye’nin, Avro bölgesine daya-
lõ büyüme modelini tekrar gözden
geçirmesi gerektiğini kaydeden Ko-
nukman, “Dışarıdaki krize baka-
rak ekonomisinin büyümesini gören
bir ülke gerçekçi bir model kurmuş
olmuyor” değerlendirmesini yaptõ.
Ekonomistlere göre
Türkiye iç tasarruflara dayalõ
büyümezse dünya
ekonomisinden bağõmsõz
toparlanamaz. Çünkü
inisiyatif başkasõnõn elinde.
G E R Ç E K D A R A L M A Y Ü Z D E 7 . 9 ’ U B U L A C A K
Ekonomist Korkut Boratav, 2009’da küçülmenin
yüzde 5.5 civarõnda olacağõnõ söyledi. Ekonomik
krizin yaşandõğõ dönemdeki küçülme oranõnõn ise
2009’un ilk 9 ayõyla 2010’un ilk 9 ayõnõn
karşõlaştõrõlmasõyla bulunabileceğini ifade eden
Boratav, gerçek daralmanõn yüzde 7.9 olduğunu
belirtti. Boratav, daralmanõn Türkiye’nin 1994
ve 2001’de yaşadõğõ ekonomik krizden daha
yüksek olduğuna dikkat çekti. Boratav,
2010’da sürpriz bir değişim olmazsa bu yõlõn
durgunluk yõlõ olacağõnõ ifade ederek “2010 yõlõ
zorunlu bir büyüme yõlõ olacağõnõ bize
gösteriyor. Önceki yõla göre bir düzelme var,
fakat artmõyor. 2009’a göre bir canlanma var
ama yõl içinde fazla bir canlanma belirtisi
göremiyoruz” diye konuştu.
U Ç A Ğ I D Ü Ş E N P R E N S K A Y I P
Dünyanõn en zengin 27. ismi olan Birleşik Arap Emirlikleri Başkanõ’nõn kar-
deşi, 42 yaşõndaki Prens Şeyh Ahmed bin Zayed el Nahyan uçak kazasõnda
kayboldu. 875 milyar dolarlõk fona sahip Abu Dhabi Investment Authority’nin
(ADIA) başõnda bulunan El Nahyan’õn uçağõ Fas’ta bir göle düştü. Birleşik
Arap Emirlikleri’nin Devlet Başkanõ ve Abu Dabi Emiri Halife Ahmed bin Za-
yed el Nahyan’õn küçük kardeşi olan Şeyh Ahmed bin Zayed hâlâ bulunamazken
uçağõn pilotu hayatta kalmayõ başardõ. Uçak kazasõnda öldüğü tahmin edilen
Prens El Nahyan, küresel krizin en karmaşõk döneminde Citibank`tan 7.5 mil-
yar dolarlõk hisse almõş, krizin seyrini değiştirmişti.
GM 5 BİN MİNİBÜSÜ GERİ ÇAĞIRIYOR
ABD’li otomotiv üreticisi General Motors (GM), hatalõ alternatörün motorda yangõn riskine yol aç-
masõ olasõlõğõ üzerine 5 bin minibüsü geri çağõrõyor. GM’den yapõlan açõklama-
da, şubat ve mart aylarõnda üretilen 2010 model ‘Chevrolet Express’ ve ‘GMC
Savana’ minibüslerin geri çağrõlacağõ, ayrõca bu araçlarõn üretiminin
ve satõşlarõnõn durdurulacağõ bildirildi. Motorda yangõn riskine yol
açan sorunun nasõl giderileceğinin halen araştõrõldõğõ belirtilen
açõklamada, bu araçlarõn sahiplerine, araçlarõnõ kullanmamalarõ,
binalardan ve diğer araçlardan uzak yerlere park etmeleri ve akü
bağlantõlarõnõ kesmeleri tavsiyesinde bulunuldu.
Suzan Sabancı
Prens Charles’a
danışman oldu
Biçerdövereğitimlerisayesinde200milyondolarõbulanhasatzararõnõnönlenmesihedefleniyor
Buğday yanlış hasat kurbanıEkonomi Servisi - Akbank Yö-
netim Kurulu Başkanõ Suzan Sa-
bancı Dinçer, Prens Charles’õn
tüm sosyal sorumluluk faaliyetleri-
ni yürüttüğü “The Prince’s Chari-
ties” Danõşma Kurulu’na üye seçildi.
Akbank’tan yapõlan açõklamada,
18’i Galler Prensi Charles tara-
fõndan kurulan ve toplam 20 der-
neği çatõsõ altõnda bu-
lunduran The Prince’s
Charities’õn, İngilte-
re’nin “en büyük
sosyal sorumluluk
kuruluşu” oldu-
ğu, girişimcilik,
çevre, eğitim,
sağlõk ve kültür-
sanat alanlarõn-
da faaliyet gös-
terdiği belirtildi.
MURAT GÜLDEREN
CEYHAN - Türkiye’de bilinçsiz hasat nede-
niyle mõsõrda 100 bin, buğdayda da 1 milyon ton
olan yõllõk kaybõn telafisi için biçerdöver sürüş tek-
niği eğitimlerine başlandõ. Dane kaybõnõ önlemeye
yönelik eğitimle birlikte 200 milyon dolarõn üze-
rindeki maddi kaybõn da önlenmesi hedefleniyor.
Nişasta ve Glikoz Üreticileri Derneği (NÜD) ta-
rafõndan sosyal sorumluluk projesi adõ altõnda ger-
çekleştirilen eğitimler Adana’ya düzenlenen ba-
sõn gezisiyle anlatõldõ. Eğitimlerin birkaç yõl içe-
risinde Türkiye’nin her yerini kapsayacağõnõ
söyleyen NÜD Başkanõ Rint Akyüz, çiftçilerin
biçim öncesi operatörlere belge sormalarõ, yanlõş
biçim yapanlarõ ilgili müdürlüklere şikâyet etmeleri
gerektiğini söyledi. Akyüz şöyle konuştu: “Bin-
bir emekle üretilen ürünler ehliyetsiz ve du-
yarsız operatörler tarafından biçiliyor. Hasat
sırasındaki yanlış uygulamalarla mısır tane-
lerinde oluşan kırıklar ürünün kalitesi düşü-
yor. Bu ciddi maliyet artışlarını beraberinde
getiriyor. Hasat sırasında ürünün kalitesinden
birinci derecede sorumlu olan biçerdöver ope-
ratörlerinin eğitimi ve bilinçlendirilmesi ge-
rekiyordu. Gerçekleştirdiğimiz proje ile eği-
timlerini tamamlayan biçerdöver operatörle-
rimiz sayesinde zarar minimuma inecek.”
Her yõl ortalama 1 milyon ton buğday,
en az 100 bin ton da mõsõr yanlõş hasat
nedeniyle ziyan oluyor.
Biçerdöver oparetörü yetiştirici
kurslarından 30 öğrenci sertifika-
sını aldılar.