Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
20 MART 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
19
GÖRÜŞ
Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN
Devalüasyon
Güngör (Uras) Bey, “Devalüasyonu tartışmanın
zamanıdır” (Milliyet, 16 Mart) diyor. Kısa sürelerde
durum düzelse de uzun yıllar boyunca uygulanan
yanlış ekonomi politikalarının yarattığı yüksek
oranlı enflasyon dönemlerinde döviz fiyatları baskı
altında düşük tutulduğu için, liranın değeri
yüksek, yani döviz fiyatları düşük tutulmuş ve bu
yüzden ekonomide birçok çarpıklıklar ortaya
çıkmıştır. 1970’li ve 1990’lı yıllardaki dönemlerde
bu tür uygulamaların açık örneklerini yaşadık. Bu
tür akıl dışı uygulama dönemlerindeki bozulmanın
boyutları, kolayca düzeltilemeyecek
yüksekliktedir. Ekonomik geçmişimizde örnek
boldur; bu tür ekonomi politikalarının yarattığı
bozuklukların bir özeti verilebilir.
Yüksek değerli Türk Lirası, uzun sürelerle
uygulandığı zaman, dış ticaret ve cari işlem
açıkları artmakta, dışsatım (ihracat)
kösteklenmekte, dışalım (ithalat) teşvik edilmekte,
devlet bütçesi açıkları artmakta, iç ve dış borçlar
yükselmekte, gelir dağılımı bozulmakta, zenginler
daha da zenginleşmekte ve fakirler daha da
fakirleşmektedir. Faiz hadleri yükseldiği, yatırım
azaldığı ya da emek-yoğun alanlardan uzaklaştığı,
işsizlik de büyük boyutlara ulaştığı için toplum
huzuru bozulmaktadır. Bu tür uygulamaların
dünya ülkelerinde de pek çok örnekleri vardır.
Son küresel bunalımın öncesindeki dönemlerde
birçok ülkede, bu tür politikalar bolca
uygulanmıştır. 2007’den önceki on yılda ABD’de
uygulanan politikalar da bu alandaki
örneklerdendir. Bu kadar kötülükleri olan ve
ekonomileri bozan bir döviz kuru politikasını
görevli hükümetler neden yapıyorlar? Üzülerek
belirteyim ki, neden siyasaldır, duygusaldır, bazı
ekonomik politikaların sebep ve sonuçlarıyla ilgili
önyargılardır.
Devalüasyon deyimi, “ekonomide kullanılan milli
para biriminin yabancı paralarla ifade edilen
değerinin devlet kararıyla düşürülmesi, yani
yabancı para fiyatlarının devlet kararıyla
arttırılması” diye tanımlanmaktadır. Çok gerilere
gitmeye gerek yoktur; ülkemizin son dört yıldaki
durumu, bu açıdan şöyle görünmektedir:
Şu sıralar, uygulanmakta olan ekonomi
politikalarının, döviz fiyatlarını baskı altında
tuttuğu bellidir; çünkü dış ticaretimiz son dört
yılda büyük açıklar vermiş ve bu açıklar
borçlanmadan sağlanan kaynaklardan
karşılanmıştır. 2006’ya kadar uygulanan
politikalar, bu konudaki sonuçları biraz düzeltmiş,
ama son dört yılda açıklar artmıştır. 2006 ile 2008
arasındaki üç yılda, dış ticaret açığımız, sırasıyla
54.1, 62.8 ve 70 milyar dolara kadar yükselmiştir.
Bu açığın bir kısmı, turizm ve yabancı ülkelere
sağlanan hizmetlerin gelirlerinden karşılansa da
ekonomi yine de önemli cari açıklar vermiştir.
Burada örnek verilen üç yılda cari açık düzeyleri,
ayni yıl sırasıyla 32.1, 38.6 ve 41.8 milyar dolardır.
Bunalım içinde dışalımı çok düşen 2009 yılında
bile ekonomimiz, 36 milyar dolar dış ticaret ve 11
milyar dolar cari işlem açıkları vermiştir. Türk
Lirası’nın yüksek değerli, yabancı para fiyatlarının
düşük olduğunu kanıtlamak için başka bir bilgiye
gerek yoktur.
2010 yılındaki ikinci büyük sorunumuz, devlet
bütçesi açığıdır. 2006 yılında çok düşük düzeylere
getirilebilmiş olan bütçe açıkları, 2009’da yeniden
tehlikeli sınırları zorlamaktadır. Geçen yıl 52.2
milyar lira olarak gerçekleşmiş olan bütçe açığı
2010’da da 50 milyar lira olarak planlanmıştır.
Önceki dönemlerde, ekonomideki tıkanıklıklar,
yüksek oranlı devalüasyonlar ve yüksek vergi
artışları ya da IMF destekleriyle açılmaya
çalışılmıştır.
Ekonomimiz, yüksek açıklar nedeniyle iç ve dış
borçlanma olanaklarını kullanmakta ve bazı
değerli varlıklarını satmak zorunda kalmaktadır.
Araştırmayla bulunabilecek daha iyi bir ekonomi
politikaları paketi, daha iyi sonuçlar verebilir gibi
görünmektedir. Son yıllarda Çin’in ve Güney
Kore’nin başarıyla uyguladıkları ekonomi
politikaları bu açıdan incelenebilir. Türk Lirası’nın
serbestliğini bozmadan, ekonomi politikalarını
düzelterek, iyi sonuçların elde edilmesi
sağlanabilmelidir.
maysan@cumhuriyet.com.tr maaysan@superonline.com
Son birkaç aydır yapılan açık-
lamaları bir kez daha alt alta sı-
ralayalım:
Recep Tayyip Erdoğan:
“Asker-sivil ilişkilerine baktığımız
zaman, orada da beklenen, ar-
zu edilen ordunun konumu net-
leştirilmemiş. Bugüne kadar
anayasal bir kurum olarak, o da
yerine dört dörtlük oturtabilmiş
değil. Ama son dönemlerde
bu konuda bana göre olumlu
gelişmelerin olduğunu da söy-
lemeden geçemeyiz. Bizim bu
7 yıllık süreç içinde birçok ku-
rumsal değişikliklerin yapılma-
sı ve atılan adımlar noktasında,
bir defa iktidar-ordu ilişkilerin-
de çok daha olumlu bir sürecin
içine girdik.”
ABD’nin Ankara Büyükelçisi
James Jeffrey: “AKP hükümeti
ve başka unsurların yarattığı
demokratik dönüşüm açık. Bu
durumda da ordunun içerdeki
durumu güçlü biçimde denetleme-
si ve gözetlemesine duyulan ihtiyaç
azalmış durumda. Orgeneral Başbuğ
demokrasiye bağlı olağanüstü bir
lider.”
Recep Tayyip Erdoğan: “Genel-
kurmay Başkanımız olsun, kuvvet
komutanlarımız olsun, olaylara yak-
laşımda bizim paslaşmamız olumlu
bir şekilde gelişiyor.”
Orgeneral İlker Başbuğ (Gene-
rallerin de tutuklandığı Balyoz so-
ruşturması için): “Olay ciddidir ve bu-
güne kadar belki yaşanan olayların
Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki et-
kisi açısından en önemlilerinden bi-
risidir. Ve en ciddilerinden birisidir.”
Abdullah Gül (Özel yetkili savcı-
lara ilişkin bir soruyu yanıtlarken):
“Normal savcılardan farklı özel yet-
kileri var. Bu tip konuları didik didik
edecek. Her kurum kendi içerisinde
yanlış yapanı ayıracak. Çok açık.
Büyük kurumların içerisinde tabii ki
yanlış yapanlar olabilir, olacaktır.
Alacak, kenara koyacak, o kadar.”
Bütün bu konuşmalara; dönemin
Genelkurmay Harekât Başkanı Kor-
general Nusret Taşdeler’in, Ab-
dullah Gül Çankaya’ya çıktıktan he-
men sonra, Eylül 2007’de ha-
zırladığı rapordaki saptamasını
ekleyelim:
“22 Temmuz seçimleri Türkiye
Cumhuriyeti Devleti için devletin
temel nitelikleri açısından bir dö-
nüm noktasıdır. Türkiye, demok-
rasi ile İslamın bir arada yaşaya-
bileceğini ispat etmiş bir ‘ılımlı İs-
lam’ devleti olarak tanımlanmak-
tadır. Hükümet de, iç kamuoyu,
AB ve Avrupa’nın da desteği ile
elde ettiği kazançlarını pekiştir-
meye kararlı görünmektedir. Bu
eğilimi ve ‘İslami demokrasi’
bağlamında kazanılmış olan bir iv-
meyi, halen gelmiş olduğu nok-
tadan geri çevirmek son derece
zordur.
Her şeyden önce, yeni şartlar
ortaya çıkaran ve yeni tedbir ve
uygulamalar gerektiren bir dönem
içinde olduğumuzu kabul etmek
gerekmektedir.
Esas mesele, ılımlı İslam veya
demokratik İslam olarak nitelendiri-
len yeni devlet düzeni içinde cum-
huriyetin temel niteliklerine bağlı
TSK’nin, kendisine nasıl bir yer bu-
labileceği ve burada nasıl barınabi-
leceğidir.”
Olup biten çok berraktır aslında:
Ordu, kendi içinde, küresel ve
ona bağlı yerel iktidara koşut bir tas-
fiyeye gitmektedir!
CHP lideri Deniz Baykal’ın “iktidar
ile Genelkurmay Başkanı arasında pa-
zarlık yaşandığı” kaygısı, bu açıdan
bakıldığında büyük ölçüde haklılık ka-
zanmaktadır.
Önemli Değil, Üstü Kalsın
Fırsat bu fırsatçı ve de açılımcı Abdullah
Gül, “Türklerin soykırımcı” olduğunu
karara bağlayan İsveç Parlamentosu’nun
girişimini “Önemli değil” diye
değerlendirdi.
“Ne mutlu Türküm diyene lafını, tutup
her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç
olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye
aslında ilkel bir hale dönmüştür” diyenden
başkaca bir tepki beklemek?..
Beklememek gerek.
Sınır
Akıldanelerine
uydular,
anayasasında
Türkleri “soykırımcı”
gören ülkeye ödün
üzerine ödün
verdiler. Türkiye’yi
küçücük ülkenin
elinde oyuncak
ettiler.
Baş akıldane
“soykırımcı”
deyince de apışıp
kaldılar. Özlerine
döndüler. Irkçı
tavırlar
sergiliyorlar...
Neymiş? Gariban
Ermeni kökenli
emekçileri sınır dışı
edeceklermiş.
Siz değil miydiniz,
Türkiye’yi
“soykırımcı” ilan
eden Ermenistan
ile protokol
imzalayan, sınırı
ardına kadar
açmaya razı olan?
Bu ne sınır,
bu ne ırkçılık
turşusu şimdi?
Prof. Dr. Emrullah Güney, Türkleri
soykırımcı kabul eden İsveçli
milletvekillerinin Demirbaş Şarl’ı tanıyıp
tanımadıklarından, 1709 Poltava
Savaşı’nda ne olduğunu öğrenme gereği
duyup duymadıklarından emin değil:
“Osmanlı tarihinde Demirbaş Şarl olarak
bilinen , 1709’da Ruslar karşısında
ağır bir yenilgiye uğradı. Kralın piyadeleri
Ukrayna steplerinde kayboldu gitti.
Donanması yenildi. Krallık, ülke dışındaki
mevzilerini yitirdiği gibi, kendi mevzilerini
bile savunmada zorluğa düştü. Böylece
İsveç’in Baltık Denizi’ndeki egemenliği
ortadan kalktı. Demirbaş Şarl, Türklere
sığındı. Rusların baskısına karşın, Osmanlı
Devleti, kralı Rus Çarı’na teslim etmedi.
‘Türklerin esiriyim. Türklerin konuğuyum.
Bu bana ıstırap vermiyor. Türklere
sığınmak gurur kırıcı bir hareket değil. Ne
mutlu ki dünyanın en alicenap ulusunun
tutsağıyım’ diye konuşmuştu.
Bu tarihsel gerçeği merak eden arar,
bulur, okur.”
‘Tüketici Haftası’nın
Farkında mısınız?
SADIK ÇELİK
Tüketici haftasına girerken
tüketicilerin farkındalıklarını
arttırmak adına yazdığımız
yazımıza gelen mailler, konuyu
daha da detaylandırmamızı
sağladı. Tüketici haftasında
olduğumuz şu günlerde,
Tüketici Hakları Evrensel
Beyannamesi’nde belirtilen,
tüketicilerin 8 temel haklarından
biri olan, sağlık ve güvenliğin
korunması hakkına vurgu
yapmak istiyorum.
Maalesef son yıllarda gıda
üreticileri tüketici haklarını hiçe
sayıp gıdada birtakım hilelere,
olanı yokmuş, yoku varmış gibi
gösteren aldatmacalara
başvuruyorlar. Tarımda
topraktan en yüksek verimi
alabilmek adına, zirai ilaç ve
gübrelerin yanlış kullanımına,
gıda tekellerinin insan sağlığı
üzerinde oynadıkları oyunlara,
genetiği değiştirilmiş tohumlarla
yetiştirilen ürünlere karşı ihtiyatlı
olmamız gerekiyor. Aynı şekilde
hayvancılıkta bazı üreticilerin
başvurduğu hileler (kesik ette
marinasyon adı altında birtakım
kimyasallarla -Zarten, Bradmix-
etin hacminin ve ağırlığının
büyütülmesi, çiftliklerdeki
hayvanların kısa sürede kilo
alması için çeşitli usulsüz yem
ve besleme teknikleriyle,
hormonlarla vb. yöntemlerle
sağlıksız, kısa sürede kilo artışı
sağlanması) tüketici sağlığını
olumsuz etkiliyor.
Geçen haftaki yazımızda
bahsettiğimiz üzere, süt ve süt
ürünlerine uygulanan UHT,
pastörizasyon gibi işlemler
sonucu kutu sütlerde ve
yoğurtlarda sağlığa yararlı
bakterilerin öldürülmesinin
yanında bu uygulama, ürünlerin
raf ömrünü de uzatıyor, ancak
tüketicilerin ömründen çalıyor.
Üreticiler, tüm bu iddialara karşı
çıkıp, yapılan işlemlerin adına
sterilizasyon diyorlar. Ancak
bundan yaklaşık iki sene önce
kaymaklı yoğurtları ile ünlü bir
yoğurt fabrikasına ziyaretim
esnasında, girmemin
istenmediği bir bölüme
ısrarlarım sonucu girmeyi
başardığımda, yüze yakın
çalışanın tezgâh etrafında
ellerinde pipetlerle yoğurtların
kaymak bağlaması için
üfleyerek sütleri köpürttüklerine
şahit oldum. Şimdi,
pastörizasyon ve UHT gibi
işlemlere sterilizasyon adını
verenlere, buna ne diyeceksiniz
diye ben de sormak istiyorum.
Sevgili dostum Yavuz
Dizdar’ın bu hafta ve geçen
haftaki yazılarında belirttiği gibi
homojenize edilen sütte kaymak
olmaz. Peki, kaymaklı
yoğurtlardaki kaymak nereden
geliyor? Tabii ki margarinlerden
elde ediliyor. Çünkü dikkatle
gözlerseniz kaymak yoğurtla
bütün değil, tek bir katman
halinde, kâğıt gibi yoğurt
üzerinden kolayca sıyrılıyor.
Sözde halkı memnun etmek için
yapıldığı söylenen kaymaklı
yoğurtların margarinlerden
yapıldığını, yukarıda söz ettiğim
üfleme işlemini, yetkililer ve bu
ürünleri kullanan tüketiciler
biliyorlar mı?
Ayrıca sütte ve yoğurtta raf
ömrünü uzatmak için yapılan
UHT, pastörizasyon gibi
işlemlerle, nasıl ve hangi
maddeler kullanılarak yapıldığı
bilinmeyen kaymaklar dışındaki
bir diğer tehlike de süt ve süt
ürünlerinde tespit edilen pestisit
kalıntılarıdır. Bilindiği gibi, bitki
ve hayvanlara zarar veren canlı
organizmalara karşı kullanılan
kimyasal ilaçların tümüne
pestisit adı verilmektedir. Tarım
ürünlerinde hastalıklardan,
zararlı ve yabancı otlardan
korunmak amacıyla pestisitler,
verimin arttırılmasında hızlı ve
etkili sonuç vermesi gibi
nedenlerden dolayı yaygınca
kullanılmaktadır. Bilinçsizce
yapılan pestisit uygulamaları
sonucunda insan, hayvan ve
çevre sağlığı tehdit altındadır.
Sağlığa olumlu katkılarından
dolayı süt ve süt ürünleri elbette
sıkça tüketilmelidir. Ancak süt
ve süt ürünlerinin insan
sağlığına katkılarının yanı sıra
pestisitlerle bulaşık yemlerin
hayvanlar tarafından yenmesi
sonucu, pestisit kalıntılarının
önce süte, oradan da insanlara
geçtiği bilinmelidir. Bu durum
özellikle bebekler ve çocuklarda
oldukça risklidir ve önemli sağlık
sorunlarına yol açmaktadır.
Sütteki pestisit kalıntıları
krema, peynir, tereyağ gibi
ürünlerin işlenmesi sırasında
yoğunlaştığından, insan sağlığı
açısından daha da tehlikeli
boyutlara ulaşmaktadır. Süte
uygulanan teknolojik işlemlerle
sütte bulunan pestisit
kalıntılarını tamamen
uzaklaştırmak mümkün değildir.
Alınması gereken önlemler için,
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve
Dünya Gıda Teşkilatı (FAO)
başta olmak üzere birçok
kuruluş konu üzerinde
çalışmaktadır. Pestisit
kalıntılarına ait uluslararası
toleranslar yayımlanmaktadır.
Ayrıca her ülke bu konuda
sınırlamalar getirmek
durumundadır. Ülkemizde
pestisitlerin kalıntı sorununa
çözüm getirebilmek için
öncelikle pestisit bulaşmış
kaynakların iyi belirlenmesi
gerekir. Pestisitlerin kalıntı
sorununun; aşırı doz
uygulamaları, son ilaçlama
tarihlerine uymama, amaç dışı
pestisit kullanımı, ilaçlama
aletlerindeki yetersizlik gibi
nedenlerden dolayı daha da
arttığını uzmanlar belirtmektedir.
Pestisit kalıntılarının ve
teknolojiyle işlenmiş sütler
sorununun çözümü, tüketici ve
üreticilerin eğitiminden
geçmektedir.
Bilinçli tüketiciler, sağlıklı
nesiller için öncelikle sağlıklı,
doğal süt ve süt ürünlerini tercih
edin. Tüketici haftanız kutlu
olsun.
sadik.celik@keyveni.com.tr
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com
HARBİ SEMİH POROY
Mülkiyeliler Birliği
Genel Kurulu
yarın SBF’de
yapılacak.
Haydi Mülkiyeliler;
Konur Sokak’taki
Mülkiyeliler Birliği
binasının
yıktırılmaması ve o
binanın yarattığı
demokratik halenin
yitirilmemesi için
görev başına!
Demirbaş Şarl’ı
Tanır mısınız?
Görev Başına
İstenen Tasfiye
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Yurdumuzda da
yaşayan göçmen bir
kuş. 2/ Genellikle
ateşli bir hastalõk
sonucu deride fis-
keler durumunda
beliren kabarcõk...
Doğu Anadolu’da
bir õrmak. 3/ Çarlõk
Rusyasõ’nda zengin
köylülere verilen
ad... İtici neden, gü-
dü. 4/ Kimi Türk
lehçelerinde “ağa” yerine
kullanõlan sözcük... Kimi
işlerden ve eşyadan alõnan
vergi ya da harç. 5/ Çok
bükümlü iplikle dokun-
muş bir tür ince kumaş...
Adlarõ sõfat yapan bir ya-
põm eki. 6/ Bir nota... Sa-
nat, hüner. 7/ “Süsen” de
denilen süs bitkisi... Bir
burç adõ. 8/ Eğlenmek ve
dinlenmek amacõyla ça-
lõşmaksõzõn geçirilen süre... İki derenin ya da iki yolun bir-
leştiği yer. 9/ İnce bulgur... Borudan kol almakta kullanõ-
lan bağlantõ parçasõ.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Taklitçi. 2/ “Olağandõşõ, ilginç, çõlgõnca” anlamõnda kul-
lanõlan argo sözcük... “Tevfik Rüştü ---”: Siyasetçi ve dip-
lomat. 3/ Telli çalgõlarda telleri germeye yarayan burgu...
Uluslararasõ Tiyatro Enstitüsü’nün simgesi. 4/ Büyük kar-
deş, ağabey... Güzel sanatlarõn bir dalõ. 5/ Un, yumurta ve
sütle yapõlan bir tür ince gözleme... Lityum elementinin
simgesi. 6/ Başõna geldiği sözcüğü olumsuz yapan Arap-
ça önek... Destana özgü, destansõ. 7/ Yeşilõrmak’õn antik
çağlardaki adõ... Damõzlõk erkek koyun. 8/ Durdurma, ara
verme, kesme... Erzurum’un bir ilçesi. 9/ Halka biçimin-
de çörek... Bir cetvel türü.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
K A Y G A N A F
Ö Ğ E D U V A R
B I L D I R L A
E T İ Y İ L İ K
T A L A Y İ Ş
E R K M E D A R
A S M A A R İ
E K O N E K Z
Ş I N A S İ T E
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ
UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com