18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Gelmeyen Akıl ATALAR söylemiş, “Türkün aklı sonradan gelir” demişler. Bir gazetenin vaktiyle okuyuculara armağan ettiği bir sözlükte, son derece iyimser bir yaklaşımla, bu atasözü şöyle açıklanıyor: “Türk, olaylar karşısında acele bir şekilde düşünüp karar vermez. Kendini toplar, sağlam bir düşünceyle biraz zaman geçtikten sonra düşünüp isabetli karar verir.” Ne yazık ki, geçen zaman hep “biraz” değil hayli çok olur; verilen karar da pek “isabetli” olmaz, olayın püf noktasına isabet etmez. Nitekim, sözlüğü yazan, açıklamasının sonuna “Bu geçen zaman bazen de (Türklerin) aleyhine olur” diye eklemekten kendini alamamış. Daha da kötüsü, o aklın hiç gelmemesidir. Şimdi olduğu gibi. Şu tabloya bakın: On binlerce işçi işsiz kalmış, kazanılmış haklarını ve iş güvencesini yitirmiş, kimi açlık grevine ve ölüm orucuna başlamıştır. Onları destekleyip arada bir eylemlerine katılarak yiyecek ve giyecek taşıyanlar gitgide artsa da kimse özelleştirmelerin özündeki sakatlığa ilişmiyor, gazetelerde yazanlar ve televizyonlarda konuşanlar, darbe tartışma şehvetinden vakit bulup TEKEL işçilerinin sorununa eğilseler bile, hiçbiri Özal’dan beri süren yağmanın yanlışlığını ele alıp o politikanın bırakılmasından söz etmiyor. Sanki birileri büyü yaparak bütün toplumun aklını dumura uğratmıştır. Akıllanmak şöyle dursun, hâlâ elektrik iletimini ve dağılımını yer yer türeyen küçük şirketlere aktarmanın ne zaman tamamlanacağını, satışı durdurulan şeker fabrikalarının nasıl yeniden ihaleye çıkarılacağını, kamunun elinde nadir gelir kaynaklarından biri olarak kalmış tuzlaların kimlere bırakılacağını merak ederek tartışıp bunlara kafa yoranlar var. Bütün bunların yeni işsizler, yeni istihdam sorunları ve yeni hukuk çıkmazları yaratacağını bile bile. TEKEL işçisi, tazminatını ve bir süre çalışmaksızın ya da saçma bir işte çalışır görünerek verilecek parayı alıp yan gelip yatmak değil, hakkını almak ve doğru dürüst bir işte çalışmak istiyor. Bu ülke de, çalışmayla kendine çekidüzen vermek isteyen bir ülke. “Sosyal” olduğu söylenen devletin, tasarrufu arttırıp yeni yatırımlarla emeği değerlendiren ve refahı paylaştıran bir devlet olması gerekmez mi? Yoksa, önce tüketimi teşvik edip toplumu borca batırmak ve müflis mirasyediler gibi ecdat malını satarak dualarla günah affettirmek için mi geçilir sosyal devletin yönetimine? Çalışmak değil midir en güzel ibadet? Fabrikaları satmak ve ciddi çalışmak isteyen işçiye hak ettiği işi verememek yakışıyor mu AKP gibi bir partiye? [email protected] PENCERE Yüz ve Surat... Savaş lânet olası felâket... Ancak her lânetliğin bir de yararı olduğunu söyleyebilmek olası... Nedir Irak savaşının yararı?.. Savaş ‘küreselleşme’ nin maskesini düşürdü, Amerika’nın suratını ortaya çıkardı. Her yüzün bir de suratı vardır. Çağdaş insan, her ikisini birden görebilen mantığı özümsemiş kişidir. “Amerika’nın keşfi” beyaz insana özgü bir deyiş!.. Yoksa keşfedildiği zaman bu ‘Yeni Kıta’ da insanlar yaşıyorlardı ve Kolomb’un Amerika’ya ayak basması yerliler için inanılmaz bir felâket oldu. Avrupa’da ‘aristokrasi’ toprak ağalığından kaynaklanan sınıfsal adaletsizliğin adıdır; bu düzenin dışlayıp aşağıladığı halk katmanlarından gözü pek olanlar ’Yeni Kıta’ ya akın ettiler; hem Kızılderilileri soykırımla tükettiler, hem Afrika’dan zencileri getirip köleleştirdiler; akıl ve havsalaya sığmayacak cinayetler üzerine kuruldu Amerika’nın ‘Birleşik Devletler’ düzeni... ABD’nin suratı bu!.. Ya yüzü?.. İnsan hakları habercisi ilk anayasa, Amerikan toplumunun marifetidir... Aydınlanma devriminin Avrupa ile birlikte ışıdığı kıta Amerika... Batı bir yandan evrendeki her şeyi Kant’ın deyişiyle “aklın mahkemesi”nde yargılayarak çağdaş uygarlığı ve demokrasiyi yakalarken, öte yandan sömürgecilikle dünyayı yağmaladı. Osmanlı’nın imparatorluk düzeni, Avrupalı’nın yerküre egemenliğinin yanında çocuksu ve saf kalır... Peki, bu bir tarih mi?.. Hayır... Adına ‘Küreselleşme’ denen kavram, günümüzün icadı değil ki... Dünyanın yuvarlak olduğunu keşfeden Batılı, oldum bittim gezegenimizi küreselleştiriyor... Günümüzün en hızlı Batılısı ABD’dir; Irak’ta dünyayı küreselleştirmek için savaşıyor; yüzü demokrasinin ve teknolojinin simgesi; ama, suratı tam emperyalist, sömürgeci, insanlık dışı bir felâket... Şaşılacak bir şey değil bu... Türk aydını yeryüzünde bu gerçeği köküne dek duyumsayacak bir tarihe sahip; laik cumhuriyet emperyalizme karşı bir ulusal kurtuluş savaşıyla kurulduktan sonra uygarlığın Aydınlanma devrimini benimsedi... Ne demektir bu?.. Batı’nın suratına şamarı vurduktan sonra yüzüne bir öpücük kondurduk... Avrupa ya da Amerika’nın her lâfı geçtiğinde kendimizden geçip aklımızı Batı’ya emanet edersek çağdaş uygarlığa erişemeyiz... Çağdaş uygarlık adına yürütülen dünya yağmasına ‘Küreselleşme’ diye alkış tutamayız... Doğu-Batı Bloklarının -Sovyetler’in yıkılmasından sonra- yalnız birisi kaldı; Küreselleşme bu çöküşün ardından ortaya çıktı; son on yıllık süreçte, dünya kapsamında, yoksul daha yoksul, zengin daha zengin oldu... Amerika’ya bu da yetmedi; Sam Amca gezegenimizde kendine özgü bir imparatorluk kurmaya girişti. Ancak Avrupa, Rusya, Çin bu gidişata seyirci kalamayacak; paylaşım güdüsü tek durmaz... Irak savaşı Amerika’nın yüzünden maskesini düşürüp suratını ortaya çıkardı... Surat ki ne surat... (26 Mart 2003 tarihli yazısı) A levi soru- nu, kökleri tarihin de- rinliklerin- de olan bir sorun olup, ülkemizin demokratik laik hukuk devleti sistemiyle doğ- rudan ilişkili olan bir sorundur. Artõk konu- nun üstünün kapatõlma- yacağõ bir sürece giril- miştir. Tarih bu konuda çok acõ ve utanõlacak gerçeklerle doludur. An- cak bütün bunlarõ gün- celleştirmenin bir yara- rõ yoktur. Umut ederim ki bu çalõşmalarõn ama- cõ Aleviliğin tarifini yap- mak değildir. Zira A- leviliği bir tarife sõğdõr- mak nafile bir çalõşma- dõr. Böyle bir talep Ale- vilik gerçeği ile yüzleş- mek istemeyenlerin baş- vuracağõ bir yöntemdir. Devletteki yapılanma Devletteki yapõlan- maya, anlayõş ve uygu- lamalara baktõğõmõzda belli bir mezhebin et- kinliğini görmekteyiz. Demokratik laik dev- letin Alevileri hoşgö- rüyle karşõlamasõnõ, bu- gün dahi devletimizin önemli belgelerinde Ale- viler “bölücü” bir unsur olarak nitelendirilmek- tedir. Devlet, kendisini bu yanlõştan arõndõrma- lõdõr. Aleviliği, devlet ku- rumlarõnõn kendi inanç terazilerinde tartmaktan vazgeçmeleri gerek- mektedir. Aleviliği ken- dilerine göre tanõmla- maktan, kendilerine gö- re bilimsel incelemelere konu edebilecek özerk bilim kurumlarõna bõ- rakmalõdõr. “Aleviliği tanırsak Aczmendileri de tanı- mamız gerekir” diyen anlayõş, devleti tek inanç etrafõnda düzenlemek is- teyen totaliter bir anla- yõştõr. Tarihin derinliklerin- den, zulüm ve baskõlara, yok etme çabalarõna kar- şõn günümüze ulaşan ve bütün bunlara rağmen vicdanlarda yaşayan bir inanç konusunda, başka inanç sahiplerinin ah- kam kesmeye, farklõlõk- larõ örtmeye, kapatmaya çalõşmak inançlara ne ölçüde saygõlõ olanlarõn işi olabilir. “Biz de Hz. Ali’yi se- viyoruz, biz de Ehl-i Beyt’e saygılıyız” di- yerek Aleviliği asimile etmeye çalõşmanõn kim- seye faydasõ yoktur. Her insanõn inanma ihtiyacõ vardõr. İnanma ihtiyacõ insan yaradõlõşõndan kaynak- lanan bir olgudur. En kâmil ve makbul inanç özgürce ulaşõlan inanç- tõr. Korkuyla veya başka yolla insanlarõn vicdan- larõna inanç zerk etmek inanma ihtiyacõnõn kar- şõlõğõ değildir. 1948 İnsan Haklarõ Evrensel Bildirgesi’nin 18. Maddesi; “her kişi- nin, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak din ve- ya inanç değiştirmek hakkını tek başına ya da topluca, kamu öğ- retimi veya özel öğre- timle, başkalarıyla bir- likte veya yalnız başına uygulamalarla ayin ve ibadetlerle dinini veya inancını açığa vurma hürriyetini gerektirir” demektedir. Yine 1950 İnsan Hak- larõ ve Temel Hürriyet- leri Avrupa Sözleşmesi 9. Maddesi’nde “her şa- hıs düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahip- tir. Bu hak din veya kanaat değiştirme hür- riyetini ve açıkça veya hususi tarzda ibadet ve ayin veya öğretimi- ni yapmak suretiyle, tek başına veya toplu olarak dinini veya ka- naatini izhar eyleme hürriyetini tazanmun eder” demektedir. Anayasanõn 10. Mad- desi’nde: “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, si- yasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ay- rım gözetilmeksizin ka- nun önünde eşittir” hükmü yer almaktadõr. Yine anayasanõn din ve vicdan hürriyeti baş- lõklõ 24. maddesinde: “herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürri- yetine sahiptir” dedik- ten sonra aynõ maddenin son fõrkasõnda da; “kim- se, devletin sosyal eko- nomik, siyasi veya hu- kuki temel düzenini kısmen de olsa din ku- rallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağ- lama amacıyla her ne surette olursa olsun, dini veya din duygula- rını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kullana- maz” denilmektedir. Demokratik laik hu- kuk devletini yakõndan ilgilendiren ve etkile- yen yapõlanmalardan bi- risi de Diyanet İşleri Başkanlõğõ teşkilatõdõr. Diyanet İşleri Başkanlığı 1961 Anayasasõ’nõn 154. Maddesi’nde Di- yanet İşleri Başkanlõ- ğõ’yla ilgili hüküm şöy- le idi: “Genel idare için- de yar alan Diyanet İş- leri Başkanlığı özel ka- nunda gösterilen gö- revleri yerine getirir.” Oysa ki 1982 Anaya- sasõ’nõn 136. Madde- si’nde Diyanet İşleri Başkanlõğõ’yla ilgili ola- rak, “genel idare için- de yer alan Diyanet İş- leri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe da- yanışma ve bütünleş- meyi amaç edinerek, özel kanunda gösteri- len görevleri yerine ge- tirir” hükmüne yer ver- miştir. Görülüyor ki 1961 Anayasasõ ile 1982 Ana- yasasõ’nõn Diyanet İş- leri Başkanlõğõ’na ilişkin hükümleri birbirinden çok köklü biçimde fark- lõlõklar göstermektedir. 1982 Anayasasõ, 1961 Anayasasõ’nda bulun- mayan şu hükümleri ge- tirmiştir: -Laiklik ilkesi doğrul- tusunda görev yapacak- tõr. -Bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dõşõnda kalacaktõr. -Milli dayanõşma ve bütünleşmeyi amaç edi- necektir. 1982 Anayasasõ’ndan evvel, 1965 tarihinde yürürlüğe konan Diyanet İşleri Başkanlõğõ kanu- nun “Görev” başlõklõ maddesinde; “İslam di- ninin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile il- gili işleri yürütmek, din konusunda toplu- mu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönet- mek üzere Diyanet İş- leri Başkanlığı kurul- muştur” denmektedir. Taleplerimiz Alevilerin taleplerini şöyle sõralamak müm- kün: 1-İkili eğitimden vaz- geçilerek tümüyle laik eğitime geçilmelidir. Eğitimde tarikatlar dev- re dõşõ bõrakõlmalõdõr. 2-Diyanet İşleri Baş- kanlõğõ laiklik ilkesi doğ- rultusunda ve anayasa- nõn 136. maddesinde ön- görülen koşullara uy- gun bir yapõya dönüştü- rülmelidir. 3-Devlet kayõtlarõnda Alevileri peşin hüküm- le “bölücü” olarak ka- bul eden mevzuat tasfi- ye edilmelidir. 4-Kamu hizmetine alõmlarda yalnõzca ob- jektif ve nesnel koşullar öngörülmelidir. 5-Seçim sistemi hal- kõmõzõn iradesinin ve toplumda oluşan eği- limlerin TBMM’ye ola- bildiğince yansõmasõnõ sağlayacak şekilde dü- zenlenmeli ve yüzde 10 barajõ hemen kaldõrõl- malõdõr. 6-Siyasi partiler ka- nunu bütün partilerin hukuka uygun işleyen demokratik ve katõlõmcõ bir yapõya dönüştürül- melerini sağlayacak bi- çimde yeniden düzen- lenmelidir. 7-Bir ibadet yeri ola- rak fiilen oluşmuş ve ülke düzeyinde de yay- gõnlaşmõş olan cemevleri uygulamasõ devlet ka- tõnda tanõnmalõdõr. 8-Alevilik konusunda bilimsel araştõrmalar ya- pacak özerk araştõrma kurumlarõ ve enstitüler oluşturulmalõdõr. 9-Özellikle yargõnõn ve güvenlik güçlerinin tarikat örgütlerinin ege- menlik alanõ olmalarõ önlenmelidir. 10-Anayasada õrkçõ- lõk dõşlanmalõ ve insan- lõk suçu olarak saptan- malõdõr. 11-Hâkimler ve Sav- cõlar Yüksek Kurulu yar- gõ bağõmsõzlõğõnõ ger- çekleştirecek biçimde yeniden yapõlandõrõlma- lõdõr. Alevi Çalõştayõ... M. Seyfi OKTAY Eski Adalet Bakanõ “Aleviliği tanõrsak Aczmendileri de tanõmamõz gerekir” diyen anlayõş, devleti tek inanç etrafõnda düzenlemek isteyen totaliter bir anlayõştõr. Tarihin derinliklerinden, zulüm ve baskõlara, yok etme çabalarõna karşõn günümüze ulaşan ve bütün bunlara rağmen vicdanlarda yaşayan bir inanç konusunda, başka inanç sahiplerinin ahkam kesmeye, farklõlõklarõ örtmeye, kapatmaya çalõşmak inançlara ne ölçüde saygõlõ olanlarõn işi olabilir. Kenya’dan Esen Yel… Nusret ERTÜRK İ lhan SELÇUK, 1980 öncesinde önemli bir saptamasõnõ okuru ile paylaşmõştõ: “Atatürk, ulaşõlacak düzeyi ‘muasõr medeniyet’ çağdaş uygarlõk sözcükleriyle açõklamõştõ.” Uygarlõk, dünyanõn dört bir yanõnda oluşabilir. Batõ ile sõnõrlamak diğerlerine haksõzlõktõ. Sõrasõnda Kenyalõ’dan bile öğreneceğimiz güzel şeyler neden çõkmasõn? Emperyalizmin ezmeye çalõştõğõ bir ulus olarak, Kenya’nõn bağõmsõzlõk önderi K. Kenyatta’nõn yõllar önce yazdõğõ o ünlü şiiri nasõl unuturuz? ‘Batõlõlar geldiklerinde, ellerinde İncil/Bizim elimizde topraklarõmõz vardõ/Bize, gözlerimizi kapayarak/Dua etmemizi öğrettiler/Gözlerimizi açtõğõmõzda ise/Bizim elimizde İncil/Onlarõn elinde topraklarõmõz vardõ/ Kara Afrika’nõn yüreğinde kopan fõrtõna, bu dizelerle biçim buluyordu. Kim derdi ki, bu şiirin bir benzeri bizde yazõlacak? O da oldu! İnternette dolaşan, yoğun ilgi gören işte o şiir: ‘AKP geldiğinde/Elimizde özgürlük, laiklik, Cumhuriyet vardõ/Bize kömür verdiler, aşevinde yemek verdiler/Gözümüzü kapatarak oy atmamõzõ istediler/Gözümüzü açtõğõmõzda ise/ Bizim başõmõzda türban, yüzümüzde sakal/Onlarõn elinde ise/Para, iktidar vardõ… (Bir TC vatandaşõ)’ Sanatõn evrenselliği seziliyor burada.Kenya, Kenyalõ deyip geçmeyiniz. Bazen güneş Kenya’dan da doğar. Güneş bir yerlerden doğar da, õşõğõndan, õsõsõndan yararlanmak önemli. Kara Afrika’dan koşucular, futbolcular çõkardõ. On yõl önce bir Kenyalõ’nõn ABD’ye başkan seçileceği akla gelir miydi? ‘Kunta Kinta ABD’ye başkan oldu, biz kendi ülkemizde tutsak!’ Bir Kenyalõ’nõn şiirine sarõlacağõmõz akla gelir miydi? Bağõmsõzlõk önderi Mustafa Kemal’in ülkesine hiç yakõşmõyor…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle