Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 17 ŞUBAT 2010 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
PENCERE
Müslümanlık Ham
Ervahlık Değildir...
Mehmet Barlas dünkü ‘Akşam’ da Prof.
Bernard Lewis’ten bir alıntı yapmıştı:
“Amerika’da yerliler ve Avrupa’da Ortaçağ
varken, Bağdat, müspet ilimler ve felsefe
alanında ‘Aydınlanma Çağı’nı yaşıyordu... Ne
oldu da, Batı Rönesans’a geçerken Bağdat’ta
‘Bab-ı İçtihat’ kapatılıp karanlık çağa geçildi?
Tarih Batı’da neden ileri ve Ortadoğu’da geriye
doğru çalıştı?”
Camilerimize bir bakın!..
Bir yenilere bakın..
Bir de eskilere..
Minareleri bir kıyaslayın, eski müminler
geçmiş dönemlerin ilkel yapım koşullarında
öyle minareler yapmışlar ki rüzgârda söğüt
ağacı gibi nazlı nazlı salınıyor, ‘alem’ lerinin
izdüşümü bulutlara vuruyor, şerefeleri dua için
göğe açılmış avuçlar gibi duruyor...
Üç şerefeli kimi minarede üç müezzin ezan
okumak için üç ayrı merdivenden
tırmanabiliyor, yüzlerce yıl inile çıkıla aşınmış
basamakları rüzgâr gülünün ortasında birleşen
yapraklar gibi dönerek yükseliyor.
İnceliğin, mimarlık sanatının, estetiğin
örnekleri eski minareler..
Ve camiler..
Ya yenileri?..
Yenilere çıkarcı politikacı gözüyle baktın mı
cami kışla binası, minareler süngü, kubbeler
miğfer gibi görünür; bu tür ham ervahlık, ancak
iktidar piyasasında siyasetin pazarlanmasına
yarar.
Ancak yapı dünyasında ve mimarlık
sanatında bu kadar ilerleyen bir çağdaş
dünyada yeni camilerin zevksiz, orantısız,
estetikten yoksun görüntüleri nasıl
açıklanabilir?..
Müslümanlık ticaret aracı mı?..
Camilerin altına dükkânlar dizerek, İslamcı
şirketler kurarak, yeşil sermaye numarasına
girerek, Müslümanlığı koltuk sevdasına alet
ederek dincilik yapmanın kutsal inançla ne
ilişkisi var?..
Peki, Müslüman nasıl Müslüman olacak?..
Ömer Hayyam’ın rubaisindeki gibi olacak:
“İnciyi isteyen dalgıç olacak;
Varı yoğu dosta verip salacak.
Canı avucunda, soluğu göğsünde;
Ayağı baş olacak, başı ayak.”
Bayram günleri televizyonlarda sergilenen
görüntüler irkilticiydi...
Develerin, öküzlerin, sığırların ve sözüm ona
insanların kameralara takılan acıklı
fotoğraflarındaki işkembelerle bağırsakların
yanı sıra politikacılarımızın suretlerini de
yansıtan ham ervahlığın sinemasında
Müslümanlığın soylu inceliğini ara ki bulasın!..
Eski zaman bilgesi bugünkü ham ervahları
görse, Hayyam’a nazire, şu dörtlüğü yazmaz
mıydı:
Girme şu alçalışın hizmetine
Konma sinek gibi pislik üstüne
İslamı kullanma bir koltuk için
Yazık kutsal dinin inceliğine
İslamı yüceltmek istiyorsak, bayram
namazını siyaset reytingi yolunda pazarlayan
politikacı ham ervahına ‘yuh’ demesini
bilmeliyiz.
(13 Şubat 2003 tarihli yazısı)
G
eçenlerde Halil Berktay, Ata-
türk düşmanlõğõnõ, Kazım Ka-
rabekir için Genelkurmay’da
düzenlenen törende Orgeneral
İlker Başbuğ’un “zaman za-
man Atatürk ile ters düşse de” ve “ara-
larında fikir ayrılıkları olsa da” sözleri-
ni bahane ederek bir kere daha sergiledi.
(Vatan, 27 Ocak 2010)
Önce bu dönek II. Cumhuriyetçiler için
yakõştõrõlan “takla atan güvercin” (bura-
daki vurgu takla atan deyimine yapõlmak-
tadõr) nitelemesine uygun olarak Berk-
tay’õn geçmişte tarih ile ilgili söyledikleri-
nin bazõlarõna bakalõm:
1) Osmanlõ ile özdeşleşmek, Atatürk
devrimlerinin henüz Türkiye’de birçok ke-
sime yayõlmamõş olduğu düşünülürse, okul
öğrencilerine Cumhuriyetçi değerlere ve
dünya görüşüne aykõrõ düşüncelerin aşõ-
lanmamasõnõn yaşamsal önemi ortadadõr.
(Tarih Öğretimi ve Ders Kitaplarõ, Buca Bil-
dirisi, s.68)
2) Türk insanõnõn büyük yenilgilerden son-
ra benliğini şişirmek belki Cumhuriyetin ilk
günlerinde gerekliydi. Bu tartõşõlabilir. Ama
bunca yõl sonra Türk insanõnõ hâlâ gerçek dõ-
şõ dünyada yaşatmanõn yararõna inanmak
zordu. (a.g.e. s.68)
3) …Yunan uygarlõğõyla ilgili konuşma-
larõmda ben daima uzun uzadõya antide-
mokratik ‘Köleci Üretim Tarzõ’nõ anlatõrdõm.
(O zaman sosyalist olduğumdan) bu benim
için her şeyden önemliydi. Buna karşõlõk fa-
raza eski Yunan demokrasisinin kuruluş, si-
yasal tecrübeleri üzerinde durmazdõm, bun-
lar aldatmacaydõ…
Şimdi ise olgunlaştõm… İnsanlõğõn de-
mokrasi alanõndaki bu ilk deneyiminin dü-
şe kalka ilerleyişini, neleri başarõp neleri ba-
şaramadõklarõnõ ve Pelepones savaşõndan
sonra demokrasinin demagoglarõn elinde na-
sõl dejenere olduğunu görmeyi ilginç bulu-
yorum. (a.g.e. s.72)
Osmanlıya yaslanmak
Bu üç itirafõ sõrasõyla irdeleyelim:
1) Demek ki tarih yazarken Osmanlõ’ya
öyle çok yaslanmak Atatürk devrimlerinin
yaygõnlaşmasõnõ önleyeceği için sakõncalõ
imiş(!).
2) Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teori-
si’nin daha Atatürk’ün sağlõğõnda yumu-
şatõldõğõnõ Berktay’õn bilmesi gerekirdi.
(Ancak son arkeolojik buluntularõn (Sümer-
Hitit ve Orta Asya-Göç) şaşõrtõcõ sonuçlarõ
yakõnda çok kimseyi utandõracak gibi geli-
şiyor.)
Cumhuriyetin ilk günlerindeki benlik şi-
şirmesini olumlamasõ, deyimdeki uygun-
suzluk dõşõnda yerinde bir kabuldür. (Berk-
tay, bu görüşü Cumhuriyet İdeolojisi ve Fu-
at Köprülü, 1983, s.13’te tekrarlõyordu.) An-
cak Türk gençlerini hâlâ gerçek dõşõ bir dün-
yada yaşatma görevini 60 yõldõr yüklenen
Türk-İslam sentezcisi tarihçileri unutmasõ,
en azõndan onlara karşõ vefasõzlõktõr. Onlar
da mõ tarihe ellerinden gelse bir kaşõk suda
boğacaklarõ Atatürk’ün gözü ile bakõyorlar?
3) Eski Yunan demokrasi denemesine ye-
terli önemi veremediği için hayõflanan
Berktay, neden aynõ ilgiyi “Panmilliyetçi-
liği, irredantizmi, revizyonizmi, ırkçılığı
reddeden, burjuva sınıfının diktasını he-
defleyen Batı Avrupa’nın totaliter dev-
letlerini değil, bir orta sınıf devrimi ger-
çekleştirerek demokratik ülkeleri örnek
alan, paramiliter örgütler kullanmadan
aydınları aracılığıyla hem burjuvazisini
hem de tek partisini destekleyen, yüz-
yıllarca horlanan Türklüğü bir üstünlük
değil eşitlik aracı olarak kullanan, ortak
toprakta ortak kültürle yaşama esasını
benimseyen bir ideoloji” (Atatürk Milli-
yetçiliği, Resmi İdeoloji Dõşõ Bir İnceleme,
Baskõn Oran, Bilgi 1999, s.48–50) deneyi-
mine göstermez; düşe kalka da olsa ilerle-
yişini merakla incelemez?
Yunan demagoglarõ ile 1950 sonrasõ Türk
demagoglarõnõ karşõlaştõrmak az mõ ilginç
koşutluktur?
Yoğunlaştõğõ õrkçõ Ermeni diyasporasõ
ile Türkiye aleyhine giriştiği işbirliğinden
galiba zamanõ olmuyor. (Berktay’õn bu uğ-
raşõnõ sergileyen Ruhat Mengi aleyhine aç-
tõğõ davada Şişli 4. As. Hukuk Mahkeme-
si’nin 2006/340- 2008/124 sayõlõ kararõnõ
onayan Yargõtay 4. H.D’nin 2008/8710,
2009/631 sayõlõ kararõ.)
Birkaç satõr da Karabekir tarihinden(!):
- Şüphe yok ki, yakõn günlere kadar Ku-
ran’õ ve Peygamberi her yerde meth-ü sena
eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan
(Atatürk) bu sözleri beklemek herkese eza
veriyordu.
- Kuran’õ Türkçeye aynen tercüme ettir-
mek arzusunu ortaya attõ… Buna ne gerek
var?.. İslam dinine ve Arap diline hakkõy-
la vakõf olanlar.. Kuran’õn tefsirini yap-
mõşlardõr.. lazõmsa yenisini de yaparlar…
- M. Kemal Paşa bu beyanatõma karşõ hid-
detle bütün zamirlerini ortaya attõ: Evet Ka-
rabekir, Arap oğlunun yavelerini Türk
oğullarõna göstermek için Kuran’õ Türkçe-
ye çevirteceğim.. ve böylece de okutacağõm.
Ta ki budalalõk edip de aldanmakta devam
etsinler.
- M. Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet paşala-
rõn bir arada üçlü resimleri bastõrõlmõştõ. İs-
tiklal Harbi’ni bu üç başõn idare ettiği pro-
pagandasõ yapõlõyor ve Şark Cephesi adeta
İstiklal Harbi kadrosundan benimle birlik-
te çõkartõlõyordu.
- İstiklal Harbi’nin birinci derece mesul
bir şahsiyeti.. sõfatõyla karşõma dikilenlerin
suallerine ve endişelerine haklõ cevap ver-
mek kolay bir şey değildi…
- …M. Kemal Paşa’nõn, çõkamadõğõ bir
makamõ (Hilafet) yõkma kararõ vermiş ve fii-
liyatõna da geçmiş olduğuna şüphe kalma-
dõ.
- Beni Erkân-õ Harbiye-i Umumiye re-
isliğine getirmeyi güya düşünüyordu… (İs-
met Paşa) Şimdi iki satõr bir şey yazmõyor...
- Tõpkõ Cumhuriyetin ilanõ gibi hilafetin
lağvõ ve hanedanõn yurtdõşõ edilmesi.. bana
haber bile verilmedi...
Karabekir’in tarihe bakışı
Sayõn Berktay, Karabekir’in tarihe bu min-
valde bakõşõna ne dersiniz? Muhalefetinin
kõskançlõktan ve kompleksten kaynaklan-
dõğõnõn ve suçlamalarõnõn düzeysizliğinin
farkõnda değil misiniz?
Atatürk’ün 1925 muhaliflerinden üçünün
(Halide Edip, Adnan Adıvar ve Rauf Or-
bay) zamanõn düzelttiği düşüncelerini alõn-
tõlayarak sözümüzü bitirelim:
“Sürgünde olanlar yine de Atatürk’ün
geçmişte yaptıklarını onaylıyorlardı. O ta-
rihte takip ettiği politikasının da büyük
kısmını destekliyorlardı… Özellikle Ra-
uf Orbay eleştiri niteliğindeki her cüm-
lesinden sonra Atatürk’ün önemli bir in-
san olduğunu, onun bakış açısı ve irade-
sinin Türkiye’yi kurtardığını ve her va-
tansever Türk vatandaşının ona yaptık-
larından dolayı hayran olup minnettar-
lık duyması gerektiğini vurgulamaktan
kaçınmıyordu.”
(A. Toynbee, Hatõralar, Tanõdõklarõm,
2005, s.279-280)
1983’te Cumhuriyetin tarihi ve ideoloji-
siyle ilgili söylediklerinizi (Cumhuriyet
İdeolojisi ve Fuat Köprülü, Kaynak Ya-
yõnlarõ) değiştirecek ne gibi olaylar cereyan
etti de böyle takla atõyorsunuz?
Atatürk Düşmanlõğõnõn Yeni Boyutlarõ...
1983’te Cumhuriyetin tarihi ve ideolojisiyle ilgili söylediklerinizi
(Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, Kaynak Yayõnlarõ)
değiştirecek ne gibi olaylar cereyan etti de böyle takla atõyorsunuz?
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Saçılma ve Toparlanma
SORUN, Cumhurbaşkanlığı görev süresinin beş ya
da yedi yıl mı olduğu değil, o göreve seçiliş kuralının
değiştirilmeden kalıp kalmayacağıdır.
Süre sorunu, temelde aynı partiden sayılması
gereken iki kişi arasında eskiden beri süregelen sinsi
bir çekişmenin konusudur: Sayın Erdoğan, gönlünde
yatan Fransız usulü yarı-başkanlık sistemine geçişi
bir an önce başlatmakta sabırsız. Gül ise bir daha
seçilmeyeceğini düşündüğü görevde olabildiğince
uzun süre kalmak için tartışmanın yedi yıllık sonuca
bağlanmasını ummakta.
Oysa, asıl tartışılması gereken, cumhurbaşkanını
halka seçtirmenin bu topluma ve bu devlete uygun
düşüp düşmediğidir. Hele, 2007’de o yola
başvuruşun adayını yürürlükteki kuralla seçtirememiş
bir iktidarın aynı sonuca anayasa değişikliğiyle
varmak istemesinden kaynaklandığı düşünülürse.
Bir ulusu ve devleti yönetmek, bir futbol maçının
turnuva gereği ille galibiyetle sonuçlandırılması
ölçüsünde hafife alınabilecek bir konu mudur ki,
uzatmalarla sonuç alınamayınca penaltılara
geçilmiştir? Maçtan önce olmayan bir kuralı maç
sonunda ayaküstü “nizamname” değişikliğiyle
oluşturup gol atarak?
Son saçılımlar sonrasında toparlanma gerekirken
bu sorun niçin önemli?
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde hiç
yaşamadığı kritik bir uyumsuzluklar, gerginlikler,
kopukluklar döneminden geçiyor: Parlamento
çoğunluğu ile yüksek yargı organları, siyasal iktidar
sahipleri ile cumhuriyetçi bağımsızlığın bekçisi ordu,
sivil yargı ile askerî yargı arasında devlet anlayışı
açısından normal olmayan durumlar ve terslikler
yaşanmakta. Anayasa gereği “devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetecek” tek organ
da cumhurbaşkanı. Onu halkın oylarıyla seçmek,
adayların ülke çapında bir seçim sürecinde
yarışacağı, partilerin o çapta yarışıp çarpışacağı bir
kampanyayı göze almak demektir. Öyle seçilecek bir
devlet başkanının partiler-üstü ve bağımsız kalması
beklenebilir mi? Meclis içinde oluşturulması nispeten
kolay olan uzlaşmaları o çapta gerçekleştirmek kolay
mıdır?
Çatışmalı geçmiş sayılmayacak bir süreç sonunda
seçilmiş şimdiki devlet başkanının yapabildiklerine
bakarak bu sorulara olumlu yanıt verebilir misiniz?
Cumhurbaşkanı seçiminin yaklaşması, temel bazı
konuları ciddi olarak yeniden düşünmek ve
tartışmak için elverişli bir fırsattır: Cumhuriyet, yarı-
başkanlık gibi bir sistemin ister istemez getireceği
tutucu muhafazakârlık eğilimlerine uzun süre
dayanabilir mi? Üzerinde dünya çapında büyük
oyunlar oynanan bir devletin böyle bir deneyime
girişmesi çok riskli değil midir?
Devlet kurumları arasındaki uyumsuzluk, sistemde
zayıf noktalar arayan dış hesap sahiplerinin işine
geldiği gibi, olur olmaz nedenlerle yarı-başkanlık
sistemine geçiş denemesi de ülke üzerinde oynanan
oyunları tek kişi üzerinde yoğunlaştırmak gibi çok
daha büyük bir tehlikeye yol açabilir.
mumtazsoysal@gmail.com
Şevket ÇİZMELİ Ankara Barosu Avukatõ
Aklõ çalõnan ülkemiz...
Sevgi ÖZEL
E
n kötüsü buydu; aklõn çalõnmasõ...
Akõllar da çalõnõnca ülkemizde
konuk gibi olduk; “gibi”si mi
kaldõ; diyenler olacaktõr. Doğru, “gibi”si
demek gereksiz... Neredeyse her yerin adõ
yabancõlaştõ; yaygõnlaştõrõlan yabancõ
dille eğitim dayatmasõyla eğitim ku-
rumlarõ yabancõlaştõ; kullandõklarõ dille
yönetenler, yönetilenlere yabancõlaşmak
üzere... Kitle iletişim araçlarõ bu yaban-
cõlaşma eylemine hõz katõyorlar. Politi-
kada, eğlence dünyasõnda, en acõsõ bilim
ve sanat alanõnda tanõnmõş insanlar, ken-
di alanlarõnda doğru anlatma - doğru an-
laşõlma kaygõsõ taşõmõyorlar; her söz ve
eylemlerine bulunmaz Bursa kumaşõ
sunuyormuş gibi hava verseler bile, hiç
de parlak bir “performans” sergilemi-
yorlar. Ağõzlarõnõ açtõklarõ an, ne kuma-
şõ olduklarõ, hangi “tezgâh”larda nasõl
dokunduklarõ apaçõk ortada. Eğitimi
“ulusal değerleri evrensel bilgiyle, sa-
natla” harmanlamaktan uzaklaştõrma
eylemlerine “çağdaşlık” süsü verdiler.
Sekiz yõllõk eğitimi önleyemediler; ama
çoklarõ imam hatip okullarõna takõlmõş-
ken özel-resmi okullarõn çoğunda dinsel-
õrksal öğeleri baskõn kõlan uygulamala-
rõ hõzlandõrdõlar.
12 Eylül’le birlikte Türk İslam sente-
zi devletin “eğitim siyasası” olunca ra-
hatça at oynattõlar. Akõllar önce dinlen-
ceye çõkarõldõ; sonra olduklarõ yerde tut-
sak edildi. Tutsak akõllar, artõk sarsak akõl-
lar olmuş; “aydınım” diyen bir yõğõn ay-
dõnõmsõ yaratõlmõştõ. Aydõnõmsõlarõn her
biri başka telden çalarak Türk Devrimiyle
hesaplaşanlara koltuk çõktõlar. Dil dü-
şüncenin yansõmasõ değil mi; o da sar-
saklaştõ; aydõnõmsõlarõn ağzõnda karar-
maya, verimsizleşmeye başladõ. İstenen
de buydu.
Laik cumhuriyetin yöneticileri dualarla
alanlara çõkarak; devletin araçlarõnõ ca-
mi önlerine sõralayarak bireysel olan
dinsel edimlerini kitleselleştirme çaba-
larõnõ hõzlandõrdõlar. Aş, iş derdiyle gü-
nü kurtarmaya itilen halk, yöneticisinin
kullandõğõ dilden etkilenerek yoksullu-
ğunun, eğitimsiz bõrakõlmasõnõn; doğal yõ-
kõmlarõn, her şeyin Tanrõdan geldiğine
inandõ; “Bunca uğursuzluk hep bana
da her türlü varsıllık neden sana” di-
ye soramaz oldu.
Soramazdõ; aklõnõ ilk çaldõran halktõ.
Koca bir mahalle bir araya gelse, bir ge-
micik etmeyecek öteberi, bir torba kömür
için komşu hukukunu bile çiğnerken
yöneticinin ağzõna bakmaya koşullan-
mõştõ; çünkü hukukun üstünlüğü, yerini
“ilahi adalet”e bõrakmaya başlamõştõ.
Devletin birçok kurumunda, özellikle
eğitim, sağlõk ve yargõda yaşanan olum-
suzluklar aydõnõmsõlar ağzõyla “gelişme,
değişim, demokratikleşme, açılım...”
gibi kulağa hoş gelen kavramlarla dil-
lendirilmekte; arkasõ kazõnõnca da Türk
(Atatürk) Devrimiyle hesaplaşma oyun-
larõ açõkça görülmektedir. Bunlarõ yõl-
lardõr yazõyoruz; geç kalmõş sayõlmayõz;
zararõn neresinden dönülürse kârdõr; so-
runlarõn çözümünde ortak akõlla eyleme
geçmenin tam zamanõdõr.
Bir; ulusal birlik için ortak (resmi) dil-
le eğitim zorunludur çünkü ortak dil dõ-
şõndakiler yurdun salt bir bölgesinde
değil, her köşesinde konuşulmaktadõr. Bu
nedenle kitle örgütleri ve iletişim araç-
larõ oluşturularak; ulusal sõnõrlar içinde-
ki bütün diller bilimsel araştõrmalara, sa-
natsal etkinliklere açõlmalõ, bilim ve sa-
nat üretenler arasõndaki iletişim pekişti-
rilmelidir.
İki; abeceye harf ekleme önerisi, bir tür
tuzaktõr; Türkçeye de öteki dillere de za-
rar verir; her dilin abecesi, o dilin ses ya-
põsõna göre belirlenir; bilimsel gözle ba-
karsak iki üç harfle diller birbirine yak-
laştõrõlamaz; tersine ses yapõlarõ bozulur.
Üç; yabancõ dille eğitim ivedilikle
kaldõrõlmalõ, yabancõ dil eğitimi yeğlen-
melidir.
Dört; okulöncesi eğitime hemen her
yerde başlanmalõ; her bölgede kadõnla-
rõn eğitimine hõz ve öncelik verilmelidir.
Beş; halkõ inancõ ve kökenine göre ayõ-
rarak emperyalistin elini güçlendiren
girişimlerden vazgeçilmeli, ortak çõkar-
lar, ortak gelecek ve herkesin yaşama
hakkõ için yurttaşlık bağını güçlendi-
recek, sınıf ayrılıklarını yok edecek,
yoksulluğu ve eğitimsizliği önleyecek,
ağalõk ve partizanlõğa son verecek bir dü-
zen kurmak için yurtsever aydõnlarca bas-
kõ öbekleri oluşturulmadõr.
Artõk görelim; emperyalistle işbirlik-
çileri ne beni seviyor, ne Rojda’yõ, ne Ma-
dam Marika’yõ...
Biz kadõnlar katil, hõrsõz, ikiyüzlü ay-
dõnõmsõ analarõ olmamak için; Sevgimi-
zi, Rojdamõzõ, Marikamõzõ özgür bir ül-
kenin özgür ve korkusuz yurttaşlarõ kõl-
mak için çalõnan aklõmõzõ, akõl hõrsõzõnõn
elinden, cebinden söke söke almalõyõz!