19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 KÜLTÜR CUMHURİYET 4 ARALIK 2010 CUMARTESİ [email protected] Ali Teoman Germaner’in heykelleri desenleriyle birlikte Galeri Işık’ta sergileniyor sergileniyor Teoman Germaner’in heykelleri desenleriyle birlikte Galeri Işık Teşvikiye’de SELAM OLSUN ÜLKÜ TAMER ‘Benim sözüm insanadır’ Ali Teoman Germaner, “Bir heykelin söylemi siyasal iktidarın söylemiyle paralel olmadıkça bir meydana kolay kolay dikilmez” diyor. “Bu da benim çok hoşuma gitmiyor, özgürlüğün zedelendiği kanısındayım.” ÖZLEM İNAY ERTEN Onu Sinemayla Tanımıştık “Benim babam Fransa’nın en iyi kılıç kullanan adamıydı.” Çocukluğumuzda, 1940’larda, oynarken en çok söylediğimiz cümle belki de buydu. Elimizdeki tahta sopalar kılıç, bizlerse birer Louis Hayward’dık. Louis Hayward’ı kim hatırlayacak şimdi... Önemli bir oyuncu değildi. Ama gelmiş, “Demir Maske”yle, “Monte Kristo’nun Oğlu”yla Gary Cooper’ların, Errol Flynn’ların arasına sıkışmayı, geçici bir süre için bile olsa, başarmıştı. “Kılıçlaşma”da Errol Flynn’ın üstüne yoktu elbet. Ama “Monte Kristo’nun Oğlu”nda Louis Hayward’ın Ferdi Tayfur’un ağzından dökülen “Benim babam Fransa’nın en iyi kılıç kullanan adamıydı” cümlesi, o tek cümle, kendisini her gün anmamıza yetmişti. Monte Kristo kimdi, bilmiyorduk o sıralarda. Bunu “Oğlu”ndan sonra gördüğümüz “Monte Kristo” filminde anlayacaktık. Haksız yere zindana atılan, bir ölünün yerine geçerek oradan kaçmayı başaran, hazine bulup zengin olan, sonra da düşmanlarından öcünü alan bir kahraman. Yaşıtlarımdan çoğu, “Monte Kristo”yu sadece film olarak bellediler. Benim gibi okumaya meraklı çocuklarla gençler, özet sayılacak çevirilerle nefis körlettiler. Geç oldu, herhalde güç de oldu, ama yıllar sonra Baba Dumas’nın “Monte Cristo Kontu”nun tamamını okuyabilme olanağını buldum. “Bu devirde kimin 1400 sayfalık roman okumaya mecali var?” demeyin. Ben o kadar kötümser değilim. Yazarı Alexandre DumasPere olursa okunur diyorum. Baba Dumas, on dokuzuncu yüzyılın en önemli romancılarından biridir bence. Dileyen onu küçümsemekte özgürdür elbet. “Monte Kristo Kontu”nun yanı sıra “Üç Silahşörler”, “Siyah Lâle”, “Kraliçe Margot”, “Demir Maske” gibi yapıtları “tefrika romanlar” sınıfında değerlendirilebilir. Doğrudur, tefrika edilmiştir bunlar; ama o dönemlerde çırpıştırılan romanların hangileri günümüze kalabilmiştir? Kimler bugün de okunabilmektedir? Aralarında Charles Dickens gibi bir devin de bulunduğu üçbeş yazardan başka? Baba Dumas’nın en büyük özelliği “hikâye etme” ustalığıdır. Tefrika romancıları genellikle bir konu bulurlar. Sonra başlarlar yazmaya. Her gün yazdıkça, yazdıkları bir yandan yayımlandıkça, konu bir öykü içinde gelişir, değişir, sapar, uzar, yan öykülerin katılımıyla dağılır... Sonunda roman biter. Yazar yeni yapıtı için bir başka konu peşine düşer. Baba Dumas ise öyküsünü önceden kurmuş, tasarlamış, her şeyi en ince ayrıntısına kadar saptamış gibidir. Yazmayı bitirdiğinde, ortaya sanki birkaç kere elden geçirilmiş, cilası çekilmiş bir roman çıkar. Edebiyat sadece Joyce, Kafka, Faulkner, Camus değildir elbet. Barbara Cartland’ları, Mickey Spillane’leri bana kimse edebiyatçı olarak kabul ettiremez; ama Jules Verne’in de, Conan Doyle’un da yapıtları edebiyattır. Baba Dumas’nınkiler de öyle. Dumas, gerçekle kurguyu ustalıkla kaynaştırır, kişilerinin yaşadığı duygusal karmaşaları ustalıkla verir, öyküsünü ustalıkla kurar. Tek “kusur”u edebiyat paralamamaktır galiba. “Monte Kristo Kontu” onun bütün özelliklerini yansıtan bir roman. Bu açıdan belki de en başarılı yapıtı. 1400 sayfa sizi korkutmasın, 140 sayfalık “derin” bir romana ayıracağınız süre içinde okur bitirirsiniz kitabı. Biz yirminci yüzyılın ortalarında bahçelerde boğuşurken, “Benim babam Fransa’nın en iyi kılıç kullanan adamı” diye bağırıyorduk. On dokuzuncu yüzyılda da Baba Dumas’nın oğlu, “Kamelyalı Kadın”ın yazarı Alexandre DumasFils, “Benim babam Fransa’nın en iyi kalem kullanan adamı” diye böbürleniyordu herhalde. Bu yıl TÜYAP Sanat Fuarı onur ödülünün sahibi olan Ali Teoman Germaner, namı diğer “Aloş”, Galeri Işık Teşvikiye’de 10 Aralık’a kadar sürecek sergisinde sanatseverlerle buluşuyor. Bronz heykeller ve desenlerin bir arada yer aldığı sergi, 60 yıldır hiç durmadan üreten bir sanatçının kalıcılığı arama yolundaki uzun, zorlu, ama kararlı serüvenini yansıtması açısından da dikkat çekici. Serginizde yer alan yapıtlarınızı neye göre seçtiniz ve neden desenlerinizle, heykellerinizin bir arada sergilenmesini tercih ettiniz? Çünkü Akademi’deki öğrencilik yıllarımdan beri desen ve heykel arasında bir ayrım görmedim. Bu sergide gördüğünüz desenler genellikle 70’li yıllardan kalma araştırmalarım, heykellerim arasında yakın tarihte yaptığım çalışmalar var. İlk sergimi 1952’de Maya Sanat Galerisi’nde açmıştım. O zaman da yaptığım şeyler öyle yapıt olma iddiasında değildi, hâlâ da büyük yapıtlar yapma iddiasında değilim, olmayacağım da. Benim için eser yok, çalışma var; çalışmalarımı sergiliyorum. Hocalarım Hadi Bara’dan da, Zühtü Müridoğlu’ndan da hiçbir zaman eser sözcüğünü duymadım. Türkiye’de heykel her zaman üvey evlat muamelesi gördü; meydanlara dikilen heykellerin birçoğunun sonuysa içler acısı. Toplum olarak kamusal alandaki heykelle barışamamamızın sebebi nedir sizce? Yeryüzünde heykel resimden daima sayıca daha azdır; çünkü öncelikle işgal ettiği yer, maliyet ve heykelin zorlukları çok ciddi bir farklılıktır. Meydan heykeli ya da anıt dediğimizde anıtsallıktan öte bambaşka faktörler devreye girer. Her yapıtın bir söylemi vardır, ama siyasal iktidarın söylemiyle paralel olmadıkça bir meydana kolay kolay heykel dikilmez. Bu da benim sanatçı olarak çok hoşuma gitmiyor, özgürlük zedeleniyor kanısındayım. Halka gelince; onlara heykelin örneği verildi mi de sevmiyor? 1950’den bu yana halk eğitimi için fazla emek vermiş bir ülke değiliz. Oysa Cumhuriyet’i kuran kuşak, bu iş için epey kafa yormuş ve hamleler yapmıştı. sına yakınlıkları malum. Yazın dünyası ile plastik sanatlar dünyasını ne ayırdı sizce? İstanbul’un yerleşmesinde bir merkezsizlik var. Gençlik yıllarımda Taksim’den Tünel’e kadar yürüdüğünüzde tanıdığınız, bildiğiniz ne kadar aydın varsa görür, selamlaşırdınız. Bugün ağır göçler sonucunda İstanbul’da bir Kuzey Avrupa ülkesindeki kadar insan yaşıyor, onların iletişim, ulaşım, geçim sorunları yan yana eklenince insanın insana insanca ayıracak vakti kalmıyor. Sanatçıla kurdu. Bir avuç aydın, bir tek galeri, herkes birbirini görürdü. Öte yandan Ankara’daki Helikon Sanat Galerisi de bir avuç aydın tarafından kurulmuştu; kurucular arasında iki Bülent vardı: Biri Bülent Arel, biri de Bülent Ecevit. Bugün spekülasyondan, ticaretten, alışverişten uzak bir ortam aklınıza geliyorsa alnınızdan öperim. Çok nadir insan figürü yapmanıza rağmen kullandığınız alegorik anlatımlarla aslında insana çok fazla yer verdiğinizi düşünüyorum; bu konuda ne diyeceksiniz? Tabii, sözüm insanadır. Benim anladığım sanat bir tür ayna. Aynaya baktığınızda kendinizi, toplumu, geçmişi ve geleceği görürsünüz. Sanatı da böyle algılıyorum. Ben yaptığım işle varsam; yaptığım iş zamanımla, mekânımla, dönemimle var ve bu dönem dünden birtakım kırıntıları içerir, yarına da birtakım kırıntıları aktarır. Bugün bir Tiziano’ya, bir Mısır heykeline neden bakıyorsunuz, Göbekli Tepe kim bilir daha kaç bin yıl öncesine gidecek? Sanatın ölümsüz bir yanı var, ölümsüz olmak imkânsız değil mi? İnsanı insan yapan da imkânsızlıkla uğraşması. ‘Sanat bir tür ayna’ Ali Teoman Germaner’in sergisinde bronz heykellerin yanı sıra desenleri de yer alıyor. anatçılar ve ortak alanlar İlginç olan başka bir nokta da şu: Kitap fuarı ve sanat fua S rı bir arada yapılıyor, ama edebiyatçılar ve sanatçıları söz ettiğiniz yıllardaki gibi bir arada göremiyoruz. Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Eyüboğlu gibi yazarların sanat dünya rın birbirlerinden uzak düşmelerinin nedenlerinden biri de, herhalde buluşacak, görüşecek, kaynaşacak ortak bir yerleri olmadığından. Örneğin Maya’yı bir avuç aydın 1. MALATYA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ SONA ERDİ 2010’un en başarılı albümlerinden birine imza atan müzisyen önceki akşam Salon’daydı Owen Pallett: Tek kişilik orkestra ZÜLAL KALKANDELEN Kristal Kayısı ‘Görünmez Kadın’ın SELAHATTİN GÖKATALAY MALATYA 1. Malatya Uluslararası Film Festivali önceki akşam İnönü Üniversitesi Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen ödül töreni ile sona erdi. Festivalde “En İyi Film Ödülü” Agathe Teyssier’in yönettiği “Görünmez Kadın” filminin oldu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Malatya Valisi ve Festival Onursal Başkanı Doç. Dr. Ulvi Saran başta olmak üzere, kalabalık sanatçı topluluğunun katıldığı törende Günay, Türkiye’nin iyi bir gelişme içinde olduğunu belirterek, “Gelişmenin asıl göstergesi de ekonomik rakamların ne kadar büyüdüğü değil, ekonomik rakamların katkısı ile birlikte kültürün sanatın yaşamımızda ne kadar fazla yer aldığıyla ölçülebilir. 2002 Türkiyesi sadece 9 film üretmiş. 2009 yılında 70 film üretti. Bu Türkiye sinemasının dünya ile yarışmakta olduğunun güzel bir göstergesidir” diye konuştu. İKSV binasının içindeki Salon, bu sezon programıyla kentin kültürel atmosferine önemli katkılarda bulunuyor. Önceki akşam mekânın konuğu çok yetenekli Kanadalı bir müzisyendi: 2010 yılının en başarılı albümlerinden birisine imza atan 31 yaşındaki Owen Pallett! Pallett’ı eylül ayında New York’ta canlı dinlemiştim; The National grubunun konserinde açılışı o yapmış, gitarist/perküsyonist Thomas Gill ile birlikte çalmıştı. “Final Fantasy” adıyla anıldığı günlerden bu yana Owen’ın çalışmalarını beğeniyle izliyorum; ama canlı performansını ilk gördüğümde düşündüğümden çok daha fazla etkilenmiştim. Albümleri dinlerken hayran olduğum o zengin müziğin yalnızca iki müzisyen tarafından yaratıldığını görmek çok çarpıcıydı. İstanbul’daki konserinde ise, başlıktaki ifadenin tam hakkını verdi Owen. Bu defa tek başınaydı. Kemanı, loop pedalı ve klavyesiyle çıkardığı seslerle, dinleyicilerin yüreğine dokundu. Pallett’ın albümlerinde öylesine bir ses çeşitliliği var ki, kolaylıkla müziğin bir orkestra tarafından çalındığı duygusuna kapılabilirsiniz. allett’ın albümlerinde öylesine bir ses çeşitliliği var ki, kolaylıkla müziğin bir orkestra tarafından çalındığı duygusuna kapılabilirsiniz. P sözleri, “Heartland” albümünde 14. yüzyılda Spectrum adlı hayali bir yerde yaşayan Lewis adlı bir çiftçiden söz ediyor. Aslında karısını ve kızını geride bırakıp savaşçı olan Lewis aracılığıyla bizlere şiddeti, öfkeyi, sevgiyi yani insanı anlatıyor. Lewis ile yaratıcısı Owen arasındaki diyalog, konserde zaman zaman müzisyenin dinleyicilerle girdiği diyaloglarla kesiliyor. Twitter’da İstanbulla ilgili iletiler yazan Owen’a sorular yöneltiliyor kalabalığın içinden... İstanbul için “Gördüğüm en güzel şehir!” diye yazmış Owen. Ben de diyorum ki, gittiğim en güzel konserlerden birisiydi Owen Pallett konseri! Sahnede tek başına durup o müthiş müziği yaratan adama çok imrendim. 70’lerin analog synthpop’undan klasik müziğin çoksesliliğine uzanan bu ufak tefek adamın müzikteki izi gerçekten büyük. O kendi müziği için şöyle diyor: “Gayler hakkında değil ama gay bir müzik bu.” Benden tam puan bu gay müziğe! Ülkemizde henüz çok tanınmayan Pallett’ı İstanbul’a getirmek organizatörler açısından bir riskti. Bunu göze alanlara da tam puan! www.zulalkalkandelen.com Sahnede tek başına Bu işin sırrı, canlı performanslarında ortaya çıkıyor. Önce kemanını çalıyor Pallett, kendi çaldığı bu melodi loop pedal aracılığıyla tekrar edilirken, o kemanıyla başka sesler yaratıyor. Kimi zaman klavyesine dokunuyor, kimi zaman kemanı adeta bir mandolin gibi tutarak tellerini parmaklarıyla çekiyor. Bir tür ses deneyi yapıyor sanki... Bir orkes tranın öğeleriyle yorumlanabilecek müziği, elektronik altyapıyla birleştiriyor. Bu çok katmanlı müziği, büyük bir ustalıkla kullandığı yumuşacık vokaliyle süslüyor. Ayakkabısız, sadece çoraplarıyla sahnede dururken, ilginç bir şekilde yalın ama etkileyici bir duruş sergiliyor. Son derece zekice yazılmış şarkı Henkel Art Award sonuçlandı Kültür Servisi Henkel Orta ve Doğu Avrupa’nın (Henkel CEE) 7 bin Avro ödüllü Henkel Art Award sanat yarışmasını bu yıl Polonyalı sanatçı Maksymilian Cieslak kazandı. Avusturya Genç Sanatçı Ödülü’nü ise Susanna Flock aldı. Hırvatistanlı sanatçı Nina Kurtela da CEE Genç Sanatçı Ödülü’ne değer görüldü. Sanatta sansüre karşı eylem Kültür ve Turizm Bakanlığı, vergi borcu bulunan tiyatrolar için affı bekleyecek Tiyatroların vergi borcu ‘yasa’yı bekliyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kültür ve Turizm Bakanlığı, özel tiyatroların yardımlarına ilişkin yaptığı açıklamada, tiyatrolardan yardım alabilmeleri için vergi borçlarını ödeme koşulu aramayacaklarını bildirdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nden gazetemizde daha önce yer alan özel tiyatro yardımlarına ilişkin haberlerle ilgili olarak yapılan açıklamada, özel tiyatroların 20102011 sanat sezonu başvurularının ilgili yönetmelik gereği 15 Ağustos tarihine dek kabul edildiği belirtildi. Açıklamada şöyle denildi: “Bu başvurularda, profesyonel kategoride başvuru yapacak özel tiyatrolardan ilgili mevzuat çerçevesinde diğer başvuru belgeleri ile birlikte ‘ilgili vergi dairesinden son iki ay içinde alınmış, başvuru sahibinin vergi borcu durumunu gösterir belge’ ile ‘Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) son iki ay içinde alınmış, başvuru sahibinin çalışanlarına ilişkin sigorta prim borcu bulunmadığına dair belge’ talep edilmiştir. Belgelerini eksiksiz sunan tüm özel tiyatroların vergi borcu bulunup bulunmadığı dikkate alınmaksızın başvuruları kabul edilmiş ve Değerlendirme Komisyonu’na sunulmuştur. Ayrıca bu tiyatrolardan Değerlendirme Komisyonu kararı doğrultusunda yardım almaya hak kazananlara yardımlarını alabilmeleri için vergi borçlarını ödeme yükümlülüğü getirilmemiştir.” Bakanlığın tiyatroların vergi borçlarını yeniden yapılandırmaları için TBMM’ye sunulan vergi affı yasa tasarısının dikkate alınacağı belirtilen açıklamada, “Kamu borçlarının yeniden yapılandırılması ile ilgili çalışmalar dikkate alınarak çalışanlarına ilişkin sigorta prim borcu bulunan özel tiyatroların başvuruları söz konusu yasal düzenleme yürürlüğe girdikten sonra prim borçlarını yeniden yapılandırmaları şartıyla değerlendirmeye alınmıştır” denildi. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) ve Ankara Çağdaş Sahne’nin, kamu borçlarının yeniden yapılandırılması çalışmaları kapsamında, çalışanlarına ilişkin SGK’ye olan borçlarını ödemek için gerekli işlemleri başlatarak bakanlığa da bilgi vermeleri şartıyla Değerlendirme Komisyonu’ndan destek aldığı belirtilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Değerlendirme Komisyonu toplantısının yapıldığı 25 Kasım tarihine kadar dosyasındaki eksiklikleri tamamlamadan bakanlığımıza geri gönderen özel tiyatroların yeni projeleri mevzuat gereği Değerlendirme Komisyonu’na sunulmamış, bu tarihe dek dosyalarını geri göndermeyen özel tiyatroların yeni projeleri ise 10 Aralık tarihine kadar dosyalarını geri göndermeleri şartıyla Değerlendirme Komisyonu’na sunulmuştur.” En İyi Film: Görünmez Kadın / Agathe Teyssier En İyi Yönetmen: Plato’nun Akademisi / Filippos Tsitos En İyi Kadın Oyuncu: Görünmez Kadın / Julie Depardieu En İyi Erkek Oyuncu Ödülü: Baba / Josef Fares En İyi Senaryo: Optik Yanılmalar / Christian Jimenez, Alicia Scherson Kemal Sunal Halk Ödülü: Çakallarla Dans / Murat Şeker SİYAD Ödülü: Simon Konianski / Micha Wald / Belçika Jüri Özel Ödülü: Bekleme Müziği / Hernan Goldfrid luslararası Uzun Metraj Film Yarışması sonuçları: U Kültür Servisi Washington’da bulunan bir sanat galerisi, Smithsonian müze müdürlüğünün, bir sergideki videoyu, ülkedeki Katoliklerin ve bazı ABD Kongresi üyelerinin tepkisi nedeniyle, kaldırtması üzerine 24 saatlik eylem yapma kararı aldı. Galeri, sansür kalkana dek AIDS sonucu ölen David Wojnarowicz’in “Hide/Seek” videosunun, haç üzerinde dolaşan karıncaları göstererek, AIDS hastasının acılarını simgeleyen kısmını galeri vitrininde yayınlayacak. Çalıntı sanat eserleri bulundu Kültür Servisi Madrid’de hırsızlar tarafından kaçırılan, 28 sanat eserinin yüklü olduğu bir karavan bulundu. Aralarında Botero, Tapies eserleri ve bir de Picasso eskizi bulunan ve toplam ederi 3 5 milyon Avro’yu (yaklaşık 6 ila 9.5 milyon TL) bulan eserlerin, yakın zamanda Almanya’da sergilendiği ve Madrid, Barselona, Köln kaynaklı altı galeriye ait olduğu belirtildi. İstanbul Haber Servisi Türk halk müziği sevenler, bugün Leyla Ünver’in konserinde buluşuyor. Cem Karaca Kültür Merkezi’nde 20.00’de başlayacak konserde, bağlamada Kemal Kaplan, üflemelide Nazif Özdemir, ritimde Cemal Kaplan, Fırat Can Yılmaz sahne alacak. (0212 660 04 20) Yeniden yapılandırma C MY B C MY B Halk müziği konseri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle