19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 ARALIK 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 YILMAZLAR HOLDİNG’E DARBE 11 kişinin yargılandığı davada polisten istenen ses kayıtlarına ulaşılamadı Türk şirketine hükümet engeli Holdingin İsrail CEO’su Arık, Türk hükümetinin, 800 kişinin çalışma sürelerini uzatmayarak sınırdışı edilmesi için İsrail’den talepte bulunduğunu iddia etti. MURAT GÜLDEREN Kanıtlar imha edilmiş ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Samsun’da yürütülen bir soruşturmada gözaltına alınan Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri üyesi 11 kişinin “terör örgütü üyesi olmak” iddiasıyla yargılandığı davada tartışma yaratacak bir ayrıntı ortaya çıktı. Mahkemenin, sanıkların telefon görüşmelerine ilişkin istediği ses kayıt dosyalarının, imha edildiği belirlendi. Sanık avukatları, polisi “sahte delil yaratmakla” suçladı. Ses kayıtlarının imha edildiği, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün yapılan yargılama sırasında anlaşıldı. Mahkeme Başkanı Süleyman İnce, Samsun Emniyet Müdürlüğü’ne yazılan müzekkereye yanıt geldiğini kaydetti. Yazıda “İstenilen ses dosyalarının Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (...) kararına istinaden yedeklenmesi kalmayacak şekilde tarafımızdan imhası gerçekleştirilmiş(tir)”denildi. Duruşmada söz alan sanıkların avukatı Ender Büyükçulha ise Samsun emniyeti hakkında mahkemenin suç duyurusunda bulunmasını istedi. Büyükçulha, Samsun Başsavcılığı’ndan Samsun emniyetine giden yazıda, şüphelilerin GSM telefonları ile GÖRÜŞ AHMET TAN İsrail’de 15 yıldır inşaat alanında faaliyet gösteren ve şu ana kadar 1 milyar doların üzerinde projeye imza atan Yılmazlar Holding’in çalışmalarının Türk hükümeti tarafından engellenmek istendiği iddia edildi. İsrail’de istihdam ettikleri 800 çalışanın iş gücü sürelerinin uzatılması talebinin Türk hükümeti tarafından gerekçesiz reddedilip çalışmalarının engellenmeye çalışıldığını dile getiren Yılmazlar Holding İsrail Üst Düzey Yöneticisi (CEO) Ahmet Arık, “İsrail ile hiçbir sorunumuz yokken Türk hükümetinden bu alanda darbe almamıza hiçbir anlam veremiyorum” dedi. Yılmazlar Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı olan Ahmet Reyiz Yılmaz’ın aynı zamanda Milliyetçi ve Muhafazakâr Parti’nin de başkanı olduğunu kaydeden Arık, bu kararın siyasi gerekçelere dayanmış olabileceğini ifade etti. Arık, “Sayın Başbakanımız 800 işçimizin Türkiye’de 10 bin insanın geçiminden sorumlu olduğunu unutarak çalışma vizelerini 31 Aralık 2010 tarihi itibarıyla iptal etmiş bulunuyor” dedi. yaptığı telefon görüşmelerde “suç unsuru içeren” görüşmelerin metne dökülmesini, “suç unsuru içermeyenlerin” ise imhasının sağlanmasının istendiğine dikkat çekti. Emniyetin de müvekkillerinin konuşmalarında “işine yarayacak olanları cımbızlayarak aldığını, gerisini yok ettiğini” kaydeden Büyükçulha, “Bu açıkça delil karatma, sahte delil yaratma, delilleri yok etmedir. Kolluk bir resim çiziyor, onların suçlu olarak görülmesini istiyor. Lehine olan delilleri yok ediyor. Bu tam bir polis devleti uygulamasıdır” diye konuştu. WikiLeaks... Öd Koparan Ödüller! Yıllardan beri ortalıkta dolaşan, gezen dolaşan, tartışılan, birçok “konu” Süper Güç’ün diplomatik temsilcilerinin kaleminden “belgeye” dönüştü… “Resmi belgelerde sahtecilik!” iddialarına maruz bir iktidar döneminde... Takdiri ilahi mi bu yoksa, takdiri siyasi mi? ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton olayın hemen ardından, Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu’na “Aslında Amerikan diplomatlarının yapılması gereken işleri yaptığını” açıkladı… “Gizli kalması gereken belgelerin, ortaya çıkmasından dolayı derin üzüntü duyuyoruz!” diye de ekledi. Sayın Davutoğlu bu “üzüntü”yü “özür” diye tercüme etti. Her dilde olduğu gibi üzüntü (sorry) başka, özür (apologize) başkaydı. Ama o kadar çeviri kusurunu kadı kızı bile yapardı!... Özür veya üzüntü yine de pek önemli değil. Bu özür veya üzüntü, Başbakan’ın İsviçre’deki 8 hesabı iddiasına mı idi, yoksa “uyuşturucu baronu” ile “Rüşvet düşkünü bakan” kriptosuna/iftirasına mı? Bunun için WikiLeaks’in yeni etkinliklerini beklemek gerekecek: ABD Büyükelçisi “belge”ye not da düşmüş: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!” Akla bin tür soru geliyor. Acaba Tayyip Bey de bu yılın başında bir is kokusu mu aldı ki… O iki sayın bakanı geçen yıl görevden uzaklaştırdı? Bir başka nokta: Washington’ın Tayyip Bey’e artık güvenmediğini AKP kurmayları çoktan fark ettiler herhalde... Yoksa en yakın Başdanışman’ın gidip de Amerika’da, “Bu adamı lütfen ‘Deliğe süpürmeyin! Yararlanın’!” diye bizzat ricacı olması, neyin nesiydi? Konu çok... Sanal belgeleri geçtik… Başbakan’ın bu yıl aldığı ödülleri bile saymaya olanak yok. Suudi Kralı’ndan “İslama Hizmet Ödülü” ile yaz mevsimini açmıştı. Araya başka ödüller de sığdırdı. Ama en hayretlik ödülü, geçen hafta Beyrut’ta Arap Bankalar Birliği’nden aldı: “Dünyada Yılın Ekonomi Lideri Ödülü”. Önceki gün bir yenisi Albay Kaddafi’nin elinden geldi: “Yılın İnsan Hakları Ödülü”. Şaka gibi. Ama değil! Tıpkı WikiLeaks gibi! CHP’li gençlere kesilen 9 bin 500 liralık para cezası Gökçek, ‘boya cezası’ sorusuna çok kızdı Üstgeçidi parçaladı Ağrı’nın Patnos ilçesinde, Cengiz Gülçin yönetimindeki kamyon yüklü TIR, bir üstgeçide çarptı. TIR’ın üzerindeki yük uzunluğunun 4 metre 60 santimetre, üstgeçit uzunluğunun da 4 metre 80 santimetre olduğunu iddia eden sürücü “Geçtiğim sırada bir ses duydum. Aracı durdurmadım. Aksi halde üstgeçit bizim üzerimize düşecekti” dedi. (AA) ‘350 milyon dolarlık proje tehlikede’ 20122013 yılları arasında gerçekleştirilecek olan 350 milyon dolarlık projelerinin de bu aşamada tehlikeye girdiğini kaydeden Ahmet Arık, “Yeni yatırımların durması dışında ayrıca milyonlarca dolar da tazminat ödemek zorunda kalacağız” diye konuştu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Anakent Belediye Başkanı Melih Gökçek, kentteki bazı köprü ve alt geçitlere sprey boyalarla yazılar yazdıkları gerekçesiyle CHP’li gençlere verilen para cezasıyla ilgili soru soran gazeteciyle tartıştı. Gazi Üniversitesi’nde katıldığı bir toplantı sonrası Gökçek’e, CHP’li gençlere verilen 9 bin 448’er liralık cezaya yönelik sorular yöneltildi. Bir gazetecinin “Daha önce bu miktarda başka bir kişiye ceza kesildi mi” sorusu üzerine Gökçek, “Ceza kesildi diye çok mu üzüldün? Senin CHP’li olduğu bilmeyen yok” diye konuştu. Gökçek, bazı televizyon kanallarıyla yaptığı röportajların “kesilerek” yayımlandığını savunarak, “Canlı olarak istediğiniz televizyona çıkar konuşurum ancak cansız oldu mu bazı şeyleri içinden cımbızla çekerek yayımlıyorsunuz” dedi. 15 Ağustos 2010 tarihinde başkentin çeşitli yerlerine sprey boyalarla çeşitli sloganlar yazdıkları belirlenen Eren Kurt, B.Y. ve B.G’ye Ankara Anakent Belediyesi Encümeni tarafından 9 bin 448’er lira para cezası kesilmesi kararlaştırılmıştı. ‘Kafa’ya Atılanlar ve Takılanlar MERİÇ VELİDEDEOĞLU Batı’da “eylem” yapan gençler, buna neden olan ilgililerin yöneticilerin “baş”larına çürük yumurta, domates, dahası boya atmayı “eylem”in bir parçası durumuna getirdiler. “Eylem”in gelenekselleşmiş bu gereçlerine (malzeme) iki yıldan bu yana “ayakkabı” da eklendi Iraklı gazeteci El Zeydi’nin uygulamasıyla. Korkarım ki, bunlara “hamam takunyası” da katılacak; henüz kullanılmadı ama bir bakımaönerildi. Bu öneri şöyle ortaya çıktı: İstanbul’da geçen hafta yapılan “Avrupa Yazarlar Birliği” toplantısına “onur” konuğu olarak çağrılan yazar V. S. Naipaul’un katılımı; yazarın İslam karşıtı yazılarından dolayı Hilmi Yavuz’un ağır eleştirileri nedeniyle gerçekleşemedi. Böyle bir olumsuz ortam yaratılmasına dayanamayan Muhsin Kızılkaya: “Hilmi Yavuz gibi birine hamam takunyası atılırsa biz onun arkasında dururuz” söylemiyle “takunya”lı karşı duruşu gündeme getirmişti. Cumhuriyet’te bunu okuduğumda, Osmanlı dönemindeki hamamlarda Müslüman kadınların, Hıristiyanlardan ayırt edilmeleri için 20 veya 25 santim yüksekliğinde takunyalar giydiklerini, yapıtlarında bunu özellikle öne çıkaran dönemin sanatçılarının resimlerini anımsadım. Bu “hamam takunyası” birinin kafasına atılırsa kuşkusuz çok can yakar; hele isabet alan kafa bir de “kof”sa kocaman bir “çöküntü” oluşturur. Osmanlı’da “takunya” aracılığıyla yapılan bu ayrımcılığa sanırım İkinci Mahmut son verdi. Bu hükümdar, ayaktan sonra “başta” yapılan ayrımcılığı da, Hıristiyan erkeklerin Müslümanların giydikleri başlıkları giymelerine izin vererek noktaladı. İkinci Mahmut’un “başa takılması” bu kadarla kalmadı; bilindiği gibi, sarığı çıkartıp fes giydirdi. Ne ki bu değişikliğe yalnız içeriden değil, dışarıdan, Batı’dan bile tepkiler gelir. İngiltere, Fransa bu fırsatı kaçırmazlar; içerideki başkaldırmayı her yoldan kışkırtmayı denerler. Örneğin: “...Bu ırkı ayıran muhteşem görüntüsü, Türk kıyafetinin vekarı yok oldu. O zarif sarıkların yerini fes aldı” söylemiyle ne “denli” üzüldüklerini Osmanlı halkına duyururlar. Bir yandan da; “insana yürürken bir mantar izlenimini veren sarık” diyerek de karşı görüşlerini, alay eden bir biçemle (üslup) ortaya koymaktan da geri kalmazlar. Batı, “ikili” oynayan bu tutumunu günümüzde de kullanmaktadır. En taze örnek WikiLeaks belgelerinde yer alır; ABD elçisi Eric Edelman, Başbakan Erdoğan’ı ilkin “yücelttikçe yüceltir”; ardından da bir “özelleştirme”den nasıl “çıkar” sağladığını açıklayarak “yerden yere” vurur. Aslında bu değerlendirmeye Erdoğan’ın kızmaya hakkı yok. Danışmanı Zapsu, ABD’den, kendisini deliğe süpürmeyip “kullanmalarını” istemişti; elçinin yaptığı da bu... Konuyu, İlhan Selçuk’un söylemiyle “erkek tesettürü”nü sürdürürsek, bunun Meşrutiyet döneminin gündeminde de yer aldığı görülür. Bu kez sorun, “fes”in “püskül”üdür. Sağda mı, solda mı; yoksa önde mi, arkada mı durmalı... “Kasımpaşalı” kabadayılar “sağ”da diye diretirler; “Tophaneli”ler ise “sol”da diye bastırırlar... Bu “Püskül Savaşı”yla, sağsol kargaşası sürerken, “halk” kendini “Birinci Dünya Savaşı”nın “orta”sında buluverir. Böylece bir süre ara verilen bir konu, yine bir “savaş” sırasında yeniden canlanacaktır. “Sakarya Savaşı”nın cephelerinde yoğun çarpışmaların yaşandığı, Atatürk’ün de bütün zamanını savaşa ayırdığı bir sürede, Ankara’da Meclis’te bir ara, “kalpak” mı giyilsin yoksa “fes”e mi devam edilsin sorunu gündemi işgal eder. “Kalpak” mı, “fes” mi, hangisinin üstün geldiği açıkça belirmez ama, “25 Kasım 1925” günü TBMM’de “Şapka Yasası”nın kabul edilmesiyle, konu ilk anlarda oluşan karşı koyuşları saymazsak kapanmış gibidir. Ne ki “Demokrat Parti” iktidarıyla, bu “Devrim Yasası” da ötekiler gibi, orasından burasından delinmeye başlar. Özellikle “Kuran kursları”nın “sarık”lı öğrencileri bütün ülkeye yayılır. Buna hepimiz tanığız. Sekiz yıllık AKP iktidarı da bu durumu “hazmettire hazmettire”, yasayı önerip onaylamış olan CHP’ye de kabullendirir. Geride bıraktığımız “25 Kasım” günü bu yasanın 85. yılıydı; bunu “Yeni CHP” yönetiminin kısacık da olsa bir “anma” yazısıyla duyurmaya gerek görmemesi, bu “Devrim Yasası”nın da tarihe gömülmesini pekiştirmiş oluyor. Aslında, “laikliğe saplanmışlar kalmışlar!” diyen bir genel başkanı olan günümüzün CHP’sinden bunu beklemek aşırı safdillik olur kuşkusuz. Bizler Müslüman dünyasında tek “laik” ülke olan Türkiye’nin, laik yaşam biçiminin dokusunu oluşturan bu “yapıtaşları”na “sahip” çıkmalıyız. Hiç olmazsa, doğuş günlerini “ses” getirecek bir bağlamda anlamalıyız, gündeme getirmeliyiz. Belki o zaman CHP de bu konuya “omuz silkme”yi bırakır. Ne dersiniz? HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] İnsan Hakları ile Kaddafi’nin ne ilgisi var diye sormak ise gereksiz. Yoksa ardından “Arap Bankaları ile Tayyip Bey’in ne ilgisi var?” Sorusu gelebilir! Belli ki Sayın Başbakan ya farkında olmadan ya da istemeden ödüllük oluyor. Daha önce de Amerikan Yahudi Kongresi’nden (AJC) “Cesaret Ödülü” almıştı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na önüne gelen niçin ödül verip duruyor? Sızıntı belgelerinde bu soruya bir yanıt henüz yok. Zaten Başbakan, bugüne dek aldığı hiçbir ödülün gerekçesini de sevincini de üyesi olduğu TBMM ile paylaşmaya yanaşmadı. Acaba gerekçelerde mi sakatlık var, yoksa sevinçlerinde mi? Arap bankaları, bu ödülü, “Türk Telekom’un birkaç yıllık kazancına karşılık Lübnanlıya satılması nedeniyle mi verdi?” Arap bankaları ile İsviçre bankaları arasında bir ilişki var mı? Umalım ki, “Dedikoducu Amerikan diplomatları” bu konuda da kripto yazmış olmasınlar. Yoksa Tayyip Bey, muhalefetin de, medyanın da anası ile avradını yedi bayram ağlatır! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] [email protected] 1/ Halk dilin 1 de taze fasulyeye verilen 2 ad. 2/ Buğday, 3 nohut, fasulye 4 ve çeşitli ye5 mişlerle pişirilen bir tat 6 lı...Kayak. 3/ 7 Alüvyon... Por 8 takal ve limonla yakın akraba 9 olan bir meyve. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 “Ayrılık ateşten bir 1 F E S L İ K A N / Nazlı yârdan hiç 2 I R K K A L A K haber yok” (Türkü)... 3 R AM İ Y A N E Ayakkabının altını 4 T A T U L A E R kalınlaştırmak için 5 I R S E K İ A konulan parça. 5/ Bir 6N A D İ M K A V cins iri at. 6/ “AşağıD O B İ lık kimseler, bayağı 7 A F A K Y insanlar” anlamında 8 A N A S O N A T E eski sözcük... Mak 9 A T A R İ sim Gorki’nin bir romanı. 7/ Başsağlığı dileme... Ender, seyrek. 8/ Fas’ın plaka imi... Süpürgeotu. 9/ Mobilya kasası... Bir müzik parçasını kısa ve çarpıcı görüntülerle sunan film. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İşçi tulumuna benzer askılı pantolon. 2/ Bektaşi dervişi... Bir zekâ oyunu. 3/ Eski Türklerde ölüler için yapılan tören... Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse. 4/ Şarkı, türkü... “ ömür biter bir uzun sonbahar olur” (Yahya Kemal). 5/ Şeker ve nişastayla yapılan bir tatlı. 6/ Avuç içi... Bir işi yaptırabilme gücü. 7/ Kazakistan’ın başkenti... İsrail’in plaka imi. 8/ Mekik oyasına benzer bir tür dantel. 9/ Çok kolay dilinebilen yapraklı bir mineral... Çiftlik uşağı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle