19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 ARALIK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Terör gerçek yüzünü gösterip kanlı elleriyle ülkeyi bölmek için saldırırken hükümet ve muhalefet toplandı SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Çankaya’daki önemli zirve İkinci ZirveYıl 1990. 1983’ün üzerinden yedi yıl geçmiş ve köprülerin altından çok sular akmış. Özal cumhurbaşkanı ve ülkenin birliğinden ve dirliğinden sorumlu. Terör artık gerçek yüzünü göstermiş. Kanlı elleriyle ülkenin bütünlüğüne saldırıyor. TBMM Başkanı’nın liderlerle yaptığı toplantının tutanaklarını okuduğu Milli Güvenlik Kurulu’nda terör konusu tartışılmış. Çankaya’da bir zirve toplamaya karar veriyor. Bu, Özal’ın PKK terörü ve Güneydoğu sorunuyla daha sonra ayrıntılarıyla göreceğimiz gelişmelere öncelik veren ilk önemli girişimi. Özal, İnönü ve Demirel terörü masaya yatırıyorlar: İşte Çankaya’daki tarihsel zirvenin tutanağı: Katılanlar: Turgut Özal: Cumhurbaşkanı. Yıldırım Akbulut: Başbakan. Erdal İnönü: Sosyal Demokrat Halkçı Parti Genel Başkanı. Süleyman Demirel: Doğru Yol Partisi Genel Başkanı. Ne Önemli Hukuksal Sorun Bugün (pazar günü) iki “hukuksal sorun” tartışılıyor. Gazete başlıklarına baktığınızda, tümünde bu iki sorun var. Bunlardan birincisi, tamamen spekülatif, hiçbir hukuksal geçerliliği olmayan bir sorun. Söylenen şu: “CHP Kurultayında seçilen parti meclisi yanlış oluşturulmuştur, ¼ oranında cinsiyet kotası uygulanması gerekirdi, oysa parti meclisinin 68 üyesi ayrı, 12 üyesi ayrı seçiliyor. Ve bu kotanın 68 üye için de uygulanması gerekli iken uygulanmamıştır. Bu nedenle eksiğin giderilmesi, hatta parti meclisi seçiminin iptal edilmesi zorunludur”. Dediğim gibi konuşulan birinci hukuksal sorun bu. Tabii CHP’nin anayasası sayılan tüzüğüne baktığınızda, özellikle de “organlarda her 2 cinsiyetten en az ¼ oranında üye bulunur” diyen 55. maddesine baktığınızda ve partinin organı olarak “parti meclisinin 80 üyeden oluştuğunu” söyleyen maddeye (37) baktığınızda, bu tartışmanın anlamsız olduğunu görüyorsunuz. “Keşke diyorsunuz, 80 üyeden en az 3540’ı kadın olsaydı ama 21 var ve bu da 80’in ¼’ünü aşar, demek ki hukuksal bir sorun yok”. Böyle diyorsunuz demesine de, gazetelerdeki yazılar, televizyonlardaki tartışmalar da devam ediyor. Her zaman kendi kendime soruyorum; “Bunlar tesadüf mü, yoksa AKP’nin baskısından mı kaynaklanıyor” diye bu soruyu, bu tartışmayı izlediğimde de, kendi kendime sordum. Neden mi? Düşünün bu ülkede, iktidar partisi, daha yeni anayasayı değiştirdi. Ve o anayasanın 146. maddesi, Anayasa Mahkemesi’ne üyelik koşullarını değiştirmişti ve şöyle yazmıştı: “Anayasa Mahkemesi’ne üye seçilebilmek için, kırk beş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla”. Yani yeni hükme göre, üye seçilmek için 45 yaşı doldurmuş olmak gerekliydi. Ve AKP çoğunluğu, bu hükme tamamen aykırı biçimde, kendi istediği kişiyi oraya seçti. Ve 45 yaşını kesinlikle doldurmamış bir kişiyi. Yani orada oturması hukuken kesinlikle yanlış olan bir kişiyi. Ve emin olun, bu “hukuka aykırı, hem de açıkça aykırı işlem”, bu kadar tartışılmadı. Ya da tartışılamadı. Şimdi, yine kendi kendime soruyorum, bu da tesadüf mü acaba? Yoksa başka bir nedeni mi var? Bilmediğimiz(!) bir nedeni. Tartışılan ikinci hukuksal sorun ise gerçekten önemli. Balyoz davasında, davanın yargıçları, dava başlamadan 3 gün önce görevlerinden alındılar. Üstelik daha önce, “sanıkların tahliyesine karar verdikleri” için, iktidar tarafından eleştirilmiş olan yargıçlar değiştirildi. Mehmet Haberal’ın tazminat davası açmadığı tek yargıç değiştirildi. Daha önce de söyledim ya, “bu olayı”, diğer davalarla bir arada düşündüğünüzde, aradaki farkı, çarpıklığı çok rahatlıkla anlıyorsunuz. Hani Ergenekon davası ile farkı, “ünlü 2’ye 1 kararlarının” verildiği davalarla, HSYK’nin tüm üyelerinin ortak kararlarına karşın, Adalet Bakanı’nın karşı koyması ile yargıçları ya da savcıları değiştirilemeyen davalarla farkı. Ve o davaların savcı ve yargıçlarına, Adalet Bakanlığı’nın hiç dokunmaması arasındaki farkı. Düşünün Adalet Bakanı bu davalarda, hep ne söylüyordu? Hani bir yargıç ya da bir savcı, görevlendirildikten sonra, bir daha değiştirilemezdi? Hani bir savcı ya da yargıcın değiştirilmesi, hukuk devleti kavramı ile de yargının bağımsızlığı ile de bağdaşmazdı? Hani HSYK’nin 7 üyesinden 5 yargıç üyesi bile istediğinde, bu yargıya karşı darbe anlamına gelirdi? Diğer davaların yargıç ve savcıları ile ilgili olarak, bunlar söylenmiyor muydu? Nitekim Haberal davasında, tahliye kararı vermeyen, kararlarını gerekçelendirmeyen ve bu nedenle tazminata mahkum edilen yargıçlar kesinlikle değiştirilmedi. Hem de tüm taleplere karşın. O yargıçların artık “tarafsız” olamayacakları yönündeki itirazlara karşın. Ve tazminata mahkum edilmiş yargıçlar görev başında kaldı. O kişiyi yargılamaya devam ediyorlar. Ama “Balyoz davasının” tahliye veren iki yargıcı görevden alındı. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tam tersini söylüyordu. Hem de Piersack, De Cubber gibi kararlardan başlayarak, İncal/Türkiye kararı dahil, yüzlerce kararı ile. Ama bu hukuksal sorunu unuttuk bile. Yeni yargıçlardan kuşkum olduğu için değil, ama “yargılananların hiçbir kuşkuya kapılmamalarının sağlanmaları” ilkesinin ihlal edilmesi yanlış. Ve ayrıca çok merak ediyorum. Neden bu sorunu ya da Anayasa Mahkemesi’ne seçilen üyeyi tartışmıyoruz da, “olmayan hukuksal sorunu” tartışıyoruz. Belki de tesadüf(!)tür. Özal geçen yedi sene zarfındaki zayiat tablosu şöyle açıklıyor: ÖZET Nihayet devlet terör sorununa el koyuyor. Bu zirve bir ilk. Önemli. Bu açıdan 2 Nisan 1990 Pazartesi günü toplanan zirvedeki konuşmaların özetini sunuyoruz: Turgut Özal: Konu Güneydoğu Anadolu’dur. Burada, “Kürt” denilen bizim vatandaşlarımız yaşıyor. Geçmişte de burada isyanlar vardır. 13 tanedir. Sebepleri değişiktir. Dış kışkırtmalar vardır. Vergi vermeme vardır. 1889’da Kürtçülük fikirlerini yaymak yoluna gidilmiş, Erzincan ve Bayburt’ta olaylar olmuş. 1920’de Hafik, Zara, Refahiye ve Tunceli’de meydana gelen olaylar, Kürtçülük olaylarıdır. Bu olaylarda, dış tesirler daha fazladır. Ağrı isyanının arkasında Fransız, İngiliz desteği vardır ve bağımsızlık fikri mevcuttur. Cumhuriyet devrinde bağımsızlık hareketleri artmıştır. “Dersim olayı” Türkiye’yi içeriden meşgul edip Hatay ile uğraşmaktan soğutmak için tertip edilmiştir. 1970’li yıllarda muhtelif Kürt organizasyonları kurulmuştur. Bunlar, 1980 sonrasında önemli darbe yemiş ve dışa kaçmışlardır. 1984’te Eruh ve Şemdinli’de yeniden ortaya çıkmışlardır. Geniş çaplı kırsal hareket şeklinde başlıyor. Sevr Muahedesi’nde; Hakkâri, Siirt mıntıkasında bir otonom Kürt bölgesi görünüyor. Bugünkü durum: En çok faaliyet Mardin’de. (Harita) Hareket başlangıçta dağdaki bir harekettir. Dersim’de de böyle başlamıştı... Bana resmi makamların söylediğine göre (askeri makamları kastediyor), söndürülmesi şehir ve kasabaların topa tutulması şeklinde olmuş, böylece dağdakiler şehirlere inmek ve teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır. Tunceli hâlâ asidir. Hiç kimse koruculuğa gelmiyor. Buradan, kanla meselelerin bastırılmasının ilerisi için problemi büyüttüğü sonucunu çıkarmak gerekiyor. Özel timler yetiştirilmiştir. 70 olan hudut karakolu 350’ye çıkarılmıştır. Köylerin yüzde 98’i elektrikli ve telefonlu, mezraların çoğu elektrikli. Her tarafa yol götü rülmüştür. Su henüz yüzde 57’ye götürülmüştür. 6 bin 986 ilkokul var. Bu okullara 713 bin öğrenci devam ediyor. 418 okul kapalı. 24 bin 900 öğrenci okula gidemiyor. Bu da toplamın yüzde 3.48’i eder” ‘BU, KÜRT MESELESİDİR’ “PKK ne yapmayı düşünüyor? (Bir doküman verdi) Dağdaki mücadele, geçen sene, en yüksek noktasına çıktı. Destek görüyor. Bu, Kürt hareketidir. Şimdi olmasa bile, ilerde en önemli sorun haline geleceğini biliyoruz. Zorluklar var. Askeri hareketin zorluğu var. Ön yargılar var. “Daha radikal tedbirler alınırsa, ters tepme ihtimali var” diye ERDAL İNÖNÜ: GÜNEYDOĞU’DA DEVLET KURMAK İSTİYORLAR KÜRTÇE KONUŞULMASINI YASAKLAYAN YASANIN KALKMASINI REDDETTİNİZ. ÖZAL: TAVİZ SAYILIR DİYE. Turgut Özal: Bazı kararlar alındı. Ama bu konuşmadan sonra tekrar Milli Güvenlik Kurulu’nu belki toplantıya çağırırım. Erdal İnönü: İç siyasette bazı rahatsızlıklar var. Ama ülke bütünlüğünü alakadar eden bu konuda çağırdınız, tabii ki geldim. Teşekkür ederim. Güneydoğu’da devlet kurmak istiyorlar. Onun için silahlı hareket yapılıyor. Halkı kendi taraflarına çekme gayreti içindedirler. Oralara gittim, kaygılandım. “Bunlar ülkeyi bölmek istiyor. Böldürmek istemeyenler de onlara karşı çıkmalıdır” denmeli. 67 aydır gelişti. Birdenbire buraya nasıl geldi? Silahlı olanlarla, silahlı mücadele yapmak lazım. Halkı yanımıza almak lazım. Kürtçe konuşulmasının yasaklanmasını kaldıran kanun teklifimizi reddettiniz. Turgut Özal: Taviz sayılır diye. Erdal İnönü: Niye sayılsın? Söylediğiniz şeylerden katılmadıklarım var. Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması cihetine gidilmemeli. Turgut Özal: Ayrı bir Kürt devleti kurulması şeklinde propagandalar var. “Apo yaşasın” diyorlar. Bunları milletvekilleri söylüyor. Okul aç düşünenler var. Her hareket büyütülerek dünyaya yayılıyor. Basına tahdit konmamıştır. Kürt meselesinin gerisinde, Kıbrıs meselesi ve Ermeni meselesi olduğu bilinmektedir. Bu meseleler devam ettikçe bu da devam edecektir. AGİK süreci bizi sıkıştırıyor. Basından ve iletişimden gelen zorluklar var. “2000’e Doğru” açıkça tahrik ediyor. Birçok mecmua var. İstedikleri bütün propagandayı basın yapıyor. Meseleleri, bir birlik anlayışı içinde götüremezsek, ileride daha sıkıntı olacaktır. Her üç partinin de oradaki yöneticileri, bu hareketin içindedir. Vazifesini yapan güvenlik görevlileri de baskı altına alınmıştır. Yurt çapındaki gazetelerin oradaki muhabirleri, Kürt davasının sempatizanıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçleri eskisi ile kıyas edilemeyecek kadar güçlü ama “eski usul bastırma” ile üstüne gidilemiyor. Niçin bu toplantı bugün burada yapılıyor da daha önce niye yapılmadı? 1984’ten beri, esas meselenin Kürt meselesi olduğuna kaniyim. 1012 milyon kendisini Kürt sayan vatandaşımız bu ülkede yaşıyor. Bu konuda (bir milli politikanın, bir devlet politikasının) tespiti daha evvel de düşünülmüştür. Rakamlara bakıldığı takdirde, 1990’da 46 militan bugüne kadar öldürülmüş. Bunun karşısında 8 güvenlik mensubu hayatını kaybetmiştir. Görülüyor ki, duruma hâkim olunmaya başlanmış. Bunun reaksiyonu olarak Cizre patlamıştır. Cizre, altı ay sonra patlasaydı, daha zor durumda kalırdık. Gelişme istidadının ne tarafa olduğu hakkında, Cizre bize fikir verdi. ‘GÜVENLİK GÜÇLERİNİN TAHRİK EDİCİ TARAFI YOKTUR’ Güvenlik güçlerinin hiçbir tahrik edici tarafı yoktur. Sizin düşüncelerinize uzakyakın tesir etmek gibi bir niyetim yoktur. Güvenlik Kurulu’nda konuştuk. Terör ile ilgili politikamız; adam öldüren ve onlara yardım edenlerle ilgili politika, halkla ilgili politika olarak iki kısımda düşünülmüştür. Teröre amansız bir mücadele ile girilecektir. Silahlı helikopterler alınıyor. Haziranda geleceğini tahmin ediyorum. Karakolların arttırılması cihetine gidilecektir. Silahlı Kuvvetler’in en önemli tatbikatları burada yapılacaktır. Vatandaşlara daha yumuşak, daha insani, evvelki isyanların bastırılmasının tam zıddı muamele yapmak lazım. Güvenlik Kuvvetleri’ni daha iyi muamele eder hale getireceğiz. Zor durumda olanları şehirlere getirmeyi düşüneceğiz. Köy koruculuğu sayısını arttıracağız. Güneydoğu Projesi üzerindeki ağırlığımızı arttıracağız. Meclis’te bekleyen idam kararları var. Bunları bir açıklığa kavuşturmak lazım. Meclis karar verici durumdan çıkmalı, affeder durumda olmalı. Bu hareketleri destekleyen, açık açık propaganda yapan milletvekilleri var. Dokunulmazlık konusunda bir hareket lazım. Kürtçenin kullanılmaması için bir kanun var. Bu ağır bir kanun, bu kanunun kaldırılması da düşünülmelidir. Ama prim verir gibi değil. Genel olarak Suriye’nin Türkiye’den korkusu var. HamaHumus katliamlarını Türkiye desteklemiş şüphesi var. Esas korku Fırat sularının kontrolüdür. Devamlı bir iritasyon halindedir. Belli zamanda bir anlaşmaya varmamız lazım. Irak, kaçan Kürtleri aldığımız için, kızgındır. Problem olmaya da başlamıştır. Irak’ta 67 tane PKK kampı vardır. İran da buna yardımcıdır. Suriye’de de kamplar var. YARIN: DEMİREL: BUGÜN DAHİ OLAYIN CİDDİYETİNİN FARKINDA DEĞİLSİNİZ’ E rdal İnönü: Mili Güvenlik Kurulu’nda karar alındı mı? malarına müsaade eder misiniz? Erdal İnönü: Türkçe resmi dil olduğuna göre açamaz. Ama kendisi açarsa, o çağın yaklaşımına uygun olur. Turgut Özal: Tevhidi Tedrisat Kanunu’na aykırı olur. İsteyen istediği okulu açsın, ama destek olmayız. Memleket buna acaba ne kadar hazır? Kasetler yasak edilmiştir. Yarın Kürtçe şarkılar duymaya başlarız. Acaba bunlar, pek çok kimse tarafından yadırganmaz mı? İNÖNÜ: BİZİM DÜŞÜNCEMİZ, İDAM KALKMALI Erdal İnönü: İdam meselesinde bizim düşüncemiz, idamın kaldırılmasıdır. İdamın caydırıcılığı uzmanlarca kabul edilmiyor. Meclis’e istediğini affet, istediğini affetme gibi bir durum getirilmemelidir. Bugün yapılacak infazlar, derde deva olmaz. Vatandaşlara yumuşak yaklaşmak son derece önemli. Köy koruculuğuna itirazımız var. “Devlet kendi vatandaşlarını, kendi adamları ile, yani, kendi görevlileri ile koruyamıyor” dedirtmemek lazımdır. Devletin bu görevleri, kendi adamları ile yapması temel çaredir. “Ulusal politika anlayışı” mevcuttur. Hükümet bunu iyi götürmelidir. Sonunda bu önemli konuda “milli birlik tezahürü” çıktı diyeceğiz. Ama nasıl çıktı? Genel prensip “silaha karşı silah, vatandaşa iyi davranmaktır”. Bunun ötesinde ne olur bilemiyorum? “Toplantı oldu. Sonra da bir şey çıkmadı” diyeceklerdir. Alışılmış yaklaşımlar var. Korkular var. “Daha beter olur mu?” şeklinde endişeler var. Bunun sorumluluğu hükümete aittir. Hükümetin güçlü olması lazım. Hükümeti destekler gibi görünmemiz, bu gücü vermez. Şimdiki hükümette bu güç yoktur. Büyük desteği olan bir hükümet gerekir. Seçime gidilmeli, büyük destekli bir hükümet çıkmalıdır. Biz, bir iyi niyet tezahürünü yerine getirdik. Konu ciddidir. Ülkenin bütünlüğü tehlikede ise tam desteği olan bir hükümet ister. İşler, kendi haline bırakılmasından bu hale gelindi. Halkı arkasında gören bir iktidar gerek. Teokratik düzen peşinde olanlar var. Bunlarla uğraşmak, kuvvetli iktidar ister. Konunun üzerine ciddi şekilde eğilmeyi takdirle karşılarım. Niye bu zamana kadar böyle yaklaşılmadı? İktidarı güçlendirmek, halk desteğini arkasına almak lazım. Turgut Özal: “Vuruşuyor, ölüyor, yaralanıyor, iyileşiyor. Ama yaşıyor. Teröre karışmayanların idamına karşıyım. Bir sürü adam öldüreni ne yapacaksınız?” Aleviler aşurede buluştu ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Muharrem ayı dolayısıyla tuttukları orucu tamamlayan Alevilerin, Kerbela’da öldürülen Hz. Hüseyin’i anma adına düzenlediği, 15. Aşure Günü’nde barış ve demokrasi çağrısı yapıldı. Başta CHP ve DSP olmak üzere birçok partinin il, ilçe ve kadın kolları örgüt üyeleri, Alevi dernekleri ile halkın büyük ilgi gösterdiği Aşure Günü’nde, Alevi Kültür Dernekleri Adana Şubesi Başkanı Kemal Çelik, barış, kardeşlik ve demokrasi mesajı verdiği konuşmasında, “Alevi inanç ve kültürünü yaşatabilmek için Alevilerin örgütlü bir güç olarak varlıklarını sürdürmeleri gerekiyor. Bunun için de öncelikle cem evlerimizin var olması gerek. İlgililerden ve yerel yönetimlerden bu konuda duyarlılık bekliyoruz” dedi. Alevilerin barış ve kardeşliği savunduğunu, farklılıkları, gül bahçesindeki güller olarak algıladıklarını vurgulayan Çelik’in konuşmasının ardından aşure dağıtımına geçildi. Bu arada Dede Hüseyin Yalçın ve bir grup dede dua okudu. Duaların okunmasının ardından başlayan semah gruplarının gösterisi ve Tolga Sağ konseri büyük bir ilgiyle izlendi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle