19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 ARALIK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Örülecek Çorap Bir üniversite rektörlüğümüz ilgili fakülteye bildirmiş, fakülte de bölüm başkanlıklarına dağıtmış. Yazı özetle şöyle: “Güney Kaliforniya Üniversitesi bünyesinde yeni kurulan ‘Soykırımlara Giden Yola Direnme’ adlı araştırma grubunun önümüzde üç yılın bahar aylarında ‘soykırım’ konulu uluslararası çalıştaylar düzenleyeceği, sunum ve seminerlerde ilk yıl ‘toplum’, ikinci yıl ‘grup’ ve üçüncü yıl ise ‘birey’ düzeyindeki çalışmalara odaklanılacağı bildirilmektedir. İlgili kuruluşa kişisel olarak başvuruda bulunmak isteyen akademisyenlerin fakültemiz yazı işleri birimi ile irtibata geçebileceği hususunda bilgilerinizi rica ederim.” Başımıza örülecek çorap belli. Üç yıl boyunca, hem de bahar aylarında büyük olasılıkla 24 Nisan’ı da kapsayan günlerdeGüney Kaliforniya Üniversitesi’nde “Türklerin nasıl soykırım yaptıkları” anlatılacağı da belli. Üniversite rektörlüğümüz yine de başımıza örülecek çoraba bizden gönüllü şiş arıyor... Hani diyoruz... GÖRÜŞ HASAN AKARSU Aydın raconu Tarihçi Prof. Dr. Cemil Koçak, Sabancı Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta, Atatürk için “Yeteneksizdi, 510 kişiyi bile yönetemezdi, zaten şansı yaver gitmeseydi kahve köşelerinde emekliliğini yaşayıp gidecekti” dediği, Çanakkale Savaşı’nın galibinin de “Türkler değil Almanlar olduğu” yönünde görüşler belirttiğine ilişkin gazete haberlerini bir açıklama yaparak yalanlamış. Ama, Cemil Koçak’ın “Anadolu’da çok büyük işgal yaşanmadı. İşgal asıl Güneydoğu’da Fransızlar tarafından Gaziantep, Kahramanmaraş ve Urfa’da yaşandı. Batı Anadolu’da da Yunan işgaline karşı savaşıldı. İtalyanlar ve İngilizler geldi, ama hiç savaşmadık... Kurtuluş Savaşı üç yıl sürdü ve şehityaralı toplam 30 bin kişilik zaiyatımız oldu. Kurtuluş Savaşı’nın pırıltılı hale getirilmesinin nedeni, Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’le birlikte yapılanlara meşruiyet kazandırmak içindir” (Radikal13 Kasım 2006) gibi Kurtuluş Savaşı’nı hani neredeyse “kıytırık” bulan sözleri arşivlerdedir ve yalanlanmaları da olası değildir. Cemil Koçak’ı, Basın Yayın Yüksekokulu’ndaki öğrenciliğinden tanırız. İGD (İlerici Gençler Derneği) yanlısı bir gençti. Hiç çıkarmadığı kahverengi fitilli kadife pantolonu ve ayağındaki postal ile tanınırdı. Her nedense hep çatık kaşlıydı. Az konuşurdu, konuştuğu zaman da arkadaşlarına ve onların düşüncelerine epeyce yüksekten bakardı. Daha o günlerden alçak dağları o yaratmıştı... Dönemin görünürde solculuğunun raconuydu bütün bunlar. Biliyorsunuz, şimdi de Atatürk’ü ve Cumhuriyet devrimini küçümsemek, bir tür gözde aydından sayılma raconu. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, yanına birkaç yargıç alıp ABD’ye gidiyor. Amerikalıların konuğu olarak “eyalet hukuku”nu inceliyorlar bir güzel... Etnik siyaset yapan parti; okulda, adliyede, devlet dairesinde, çarşıda, pazarda “iki dillilik”ten dem vuruyor. İmralı’da istirahat eden ile Pensilvanya’da istihareye yatan, birbirlerine çiçekler gönderip “Güneydoğu’da birlikte davranalım” diyorlar. CHP, çarşafını, blokunu filan bitirdiğine göre, hani diyoruz, belki bütün bu olup biten konusunda bir düşünce bildirir de hep birlikte aydınlanmış oluruz... Yoksa, devleti kuran CHP, yakında o devletin elinden kayıp gittiğine seyirci kalmış olacak... de, umutla, bir eş olarak, kızlarım birer evlat olarak adalet var diyebileceğimiz günlerin gelişini beklemeye devam edeceğiz. Sorularımıza sorular ekleye ekleye, bir gün yetkili birileri tarafından aranmayı, çağrılıp bilgi verilmesini bekleye bekleye…” Bir de bizden bir soru: Bülent Arınç’ın evinin önünde iki subayın dolaşması suikast girişiminden sayılıyor da, Necip Hablemitoğlu’nun yaşamının elinden alınması neye kastetmek oluyor? Genco Erkal ‘Kerem Gibi’yle Tekirdağ’da Tiyatro oyuncusu Genco Erkal, Nâzım Hikmet’in şiirlerinden oluşan “Kerem Gibi” adlı şiir gösterisiyle Belediye Kültür Etkinlikleri kapsamında, 17 Aralık 2010 gecesi Tekirdağ’daydı. Daha önceleri de “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni oynamış, Can Yücel’in şiirlerinden oluşan gösterisini sunmuştu. “Kerem Gibi” gösterisiyle Genco Erkal 35. yılını dolduruyordu. Ocak 1975’ten, Dostlar Tiyatrosu’ndan günümüze uzanan görkemli bir yolculuk onun yolculuğu. O yıllarda öğrenciyiz ve Dostlar Tiyatrosu sürdürümcüsüyüz. Genco Erkal’ı, Yavuzer Çetinkaya’yı, Mehmet Akan’ı tanıyoruz. Yavuzer’le dostluğumuz ilerliyor, ansızın yitirişimize üzülüyoruz. 12 Eylül geliyor, Kenan Evren yurt gezilerinde dinsel söyleme dayalı konuşmalar yapıyor, Çorlu’da Nâzım Hikmet’ten vatan haini diye söz ediyor. Yıllar geçiyor, Nâzım’a düşman olanların Meclis’te onun şiirlerini okuduğunu, Nâzım’ın şiirlerinin Said Nursi’lerle birlikte ders kitaplarına girdiğine tanık oluyoruz. 1970’lerde korkarak, gizlice okuduğumuz Nâzım’in şiirleri bugün toplantılarda, gösterilerde saatlerce okunabiliyor. “Kerem Gibi” gösterisi Nâzım Hikmet’in şiirlerinden oluşuyor. Genco Erkal’ın ustalığı, şiirleri sıralamasındaki başarısında ve bir saati aşkın süre ezberden okuyuşundadır. Salondan Nâzım’ın şiirleriyle ve çarpıcı dizeleriyle dopdolu olarak ayrıldığımızda belleğimizde kalanlar, umudumuzu ve yaşama sevincimizi çoğaltıyor: Kerem Gibi, Akın var güneşe akın... Salkım söğüt yıkıyordu suda saçlarını... Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çoktular... Ayın altında kağnılar gidiyordu... Kadınlarımız... soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen... Dört nala gelip uzak Asya’dan... Taranta Babu yaşamak ne güzel şey... İnsanlarım yalanla besliyorlar sizi... Akrep gibisin kardeşim... Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim... Türkiye işçi sınıfına selam, selam yaradana... Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler... Ballı incirler, yiyebilmek ve yarin yanağından gayrı her şeyde hep beraber diyebilmek için on binler verdi sekiz binini... Bugün pazar, bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar... Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın... En güzel deniz henüz gidilmemiş olanıdır... Şu Varna’da Bor otelinde... Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne, allı pullu bir balon gibi verelim, hiç değilse bir günlüğüne, öğrensin dünya arkadaşlığı... Karlı kayın ormanında yürüyorum gündüz gece... Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ... Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin... Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi...” Nâzım’ın şiirlerinde devrimciliği, toplumculuğu, insan ve yurt sevgisini, yaşama sevincini yeniden yaşıyoruz. Fazıl Say Orkestrası’nın müziği, Genco Erkal’ın oyunculuğu ve şiirleri okuyuşundaki etkileme gücü, gösteriyi doruğa çıkarmaya yetiyor. 13 yıl uydurulmuş bir suçla hapis yatmış ozanımızın yurtdışına kaçtıktan sonra çektiği yurt özlemi, ölümünü çabuklaştırmıştır diyebiliriz. Yurdumuzu uluslararasında şiirleriyle, dilimizle yücelten ozanımıza, Anadolu’da bir çınar altını çok görmeyeceğimiz günlerin geleceğine inanıyoruz. Dr. Necip Hablemitoğlu’nu vuranlar tam 8 yıldır bulunamıyor. Sanki yer yarıldı, içine girdiler. Çok iyi anımsıyoruz. Şimdi Çankaya’da olan Abdullah Gül, Aralık 2002’de Başbakan’dı ve Hablemitoğlu’nu öldürenlerin bir an önce bulunması için çaba harcayacağını söylemişti. Bugün bakıyoruz, Gül o günkü sözlerini unutmuş, Kayseri Belediye Başkanı olan arkadaşına “kefil” oluyor yalnızca... Necip Hablemioğlu’nun eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun Hablemitoğlu’nu anarken dediği gibi; bırakın yaşayanları, ölülerin bile ayrımcılığa uğradığı bir yerde demokrasiden nasıl söz edilebilir ki? Bir gün Başbakan’ın “Bu ülkede Hablemitoğlu cinayeti bile örtbas edildi’’ dediğini anımsatan Şengül Hablemioğlu soruyor, soruyor, soruyor: “O zaman da sormuştum, ‘Nasıl yani?’ diye. 2002’de işlenen bu cinayeti kim örtbas edebilir ki? Muhtemel darbeleri, toplumsal olayları, uçan kuşun yönünü önceden bilen bir sistem, bağıra bağıra gelen bu cinayetin örtbas edilmesine nasıl izin verir ki? Ve Sayın Başbakanımız örtbas edildiğini biliyorsa, kimlerin örtbas ettiğini de bilmez mi? Sorular, sorular, sonu gelmeyen sorular. Yanıtları olmayan sorular. 8 yıl bu soruları sorarak geçti. Bizler, zaman zaman kaybetsek ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Emekli aylıkları ‘açlık sınırı’ ile ‘yoksulluk sınırı’ altında Yapılan araştırmalar, “açlık sınırı”nın 821 lira olduğunu göstermektedir. Yapılan açıklamalarda ise emekli aylıklarının “açlık sınırı” ile “yoksulluk sınırı”nın altında kaldığı aktarılmaktadır. Kamuoyunun “Süper Emeklilik Yasası” olarak tanıdığı 3395 sayılı yasa, 1987 yılında yürürlüğe girmesiyle SSK (Sosyal Sigortalar Kurumu) emeklileri arasında büyük bir uçurum oluşturmuştur. 9 Temmuz 1987 günü Resmi Gazete’de yayımlanıp aynı gün yürürlüğe giren ve kamuoyunun “Süper Emeklilik Yasası” olarak isimlendirdiği, Sosyal Sigortalar Yasası’nda değişiklik yapan, 3395 sayılı bu yasa ile Sosyal Güvenlik Sisteminde “gösterge ve basamak satın alma” uygulamasına ilk adım, SSK’de atıldı. 4 Eylül 1996 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan BağKur Yasası’nda değişiklik öngören 4181 sayılı yasa ile ikinci adım da atılmış ve BağKur sigortalılarına “en fazla on iki basamak” satın alma hakkı getirilmiştir. Her iki yasa ile bir anlamda sosyal güvenlik sisteminde yer alan gösterge ve basamaklar “ihaleye çıkarılmış” ve bu ihaleden parası olanlar yararlanmış ve böylece sosyal güvenlik sisteminde, bir güvensizlik ortamı oluşturulmuştur. Süper Emeklilik Yasası, BağKur sigortalıları ile TC Emekli Sandığı iştirakçileri için çok yararlı olmuştur. BağKur’un “Sigorta Primine ve Aylıklara Esas Olan Gelir Basamakları’’ tablosundaki göstergeleri, 12’den (on iki) 24’e (yirmi dört) çıkarılmıştır. TC Emekli Sandığı Yasası’nda da değişiklikler yapılarak, 375 Sayılı Yasa Hükmünde Kararname ile kamu görevlileri ve emeklilerine “taban aylık” ile “kıdem aylığı” uygulamasına geçilmiştir. Bu uygulama, TC Emekli Sandığı emekli, dul ve yetim aylıklarında çok önemli bir artış sağlamıştır. 5434 sayılı TC Emekli Sandığı Yasası Ek Madde 9’daki “(...) barem, teşkilat vesair kanunlarda yapılacak değişiklikler sonunda husule gelecek yükselmeleri; aynı rütbe, kadro unvanı ve dereceden bağlanmış bulunan emekli, adi malullük ve vazife malullüğü aylıkları ile dul ve yetim aylıkları hakkında da uygulanır” hükmü uyarınca, 375 sayılı Yasa Hükmünde Kararname ile eklenen kıdem aylığı ile taban aylığı, 1989 yılından önce bağlanan, emekli, adi malullük ve vazife malullüğü aylığı ile dul ve yetim aylıklarına da uygulanmıştır. Ancak “Üst Gösterge Tablosu” uygulaması 1994 yılından sonra emekli olanlar için kademeli olarak yapılmıştır. Yıllık prime esas 10 takvim yılı kazanç ortalaması: Grup (1): 1994 yılında emekli olanlara altı takvim yılı, Grup (2): 1995 yılında emekli olanlara yedi takvim yılı, Grup (3): 1996 yılında emekli olanlara sekiz takvim yılı, Grup (4): 1997 yılında emekli olanlara dokuz takvim yılı, Grup (5): 1998 ve 1999 yılında emekli olanlara bağlanan “aylıkların hesabında” on takvim yılı, prime esas ücret göz önüne alınarak aylıkları bağlanmıştır. 3395 sayılı, kamuoyu deyimiyle “Süper Emeklilik Yasası” 7 Temmuz 1987 günü yürürlüğe girer girmez, SSK emeklilerini “süper emekli” ve “normal emekli” olarak ikiye ayırmıştır. Bu yasanın getirdiği adaletsizlik bir türlü düzeltilememiştir. Bu sütunlarda eleştirildi, tartışıldı, hiçbir sonuca varılamadı. Süper Emeklilik Yasası’nın getirdiği adaletsizlik yetmezmiş gibi, 1 Ocak 2000’de yürürlüğe giren 4447 sayılı “Reform Yasası” bu adaletsizliği çok daha büyük boyutlara taşıdı. Bu adaletsizlik, her geçen yıl katlanarak büyümektedir. Bugün aynı koşullarda, aynı statüden, aynı gün sayısıyla ve günümüz taban ve tavan ücretlerine endekslendiğinde aynı primi ödeyenlerin aldıkları emekli aylıkları iki katına varan farklılıklara ulaşmıştır. Bugün, 2010 yılı ve sonrası emekli olan SSK emeklilerinin yarısı kadar aylık alan SSK emeklilerinin çok büyük çoğunluğu, 65 ve üstü yaş grubuna ulaşmıştır. Sayıları her geçen gün hızla azalan ve “başkasının bakımına muhtaç” bu 65 ve üstü yaş grubu emeklileri, “açlık sınırından” kurtarılmayı “ummakta” ve beklemektedir. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Tedavi. 2/ 1 Aldatma işi, hile... Muğla ilin 2 de ünlü bir an 3 tik kent. 3/ 4 “Çok önemli 5 kişi” anlamında uluslararası 6 kısaltma... Din 7 ce kutsal sayı 8 lan bir yerin ziyareti. 4/ Su 9 geçirmez kumaştan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 yapılan bir tür spor 1 A R A N D A L A R ceket. 5/ Bir meyve... 2 MO B O N İ L A Kusursuz, doğru. 6/ 3 İ T A S OMON “Ben ’yım, sen fi4GO A U R A ravun/İkrarsız şeytan5O R U N A N U T ı lain/Üçüncü ölmem 6 G A R K K İ bu hain/Pir Sultan F A N ölür dirilir”... Bıkma, 7 A S İ D E A İ L E usanma. 7/ Güzel sa 8 M A Y O 9A P A L A Ş L A R nat... “Goriot Baba”, “Eugênie Grandet” gibi romanlarıyla ünlü Fransız yazar. 8/ Diyarbakır yöresine özgü, sütle yapılan bir hamur tatlısı... Şaşma belirten bir ünlem. 9/ Kuzu sesi... Trafiği yoğun yol. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Avukat. 2/ Orhan Hançerlioğlu’nun bir romanı... Altının, simgesini aldığı Latince adı. 3/ Yırtıcı bir hayvan... Bir nota. 4/ Bir renk... “Ağabey” sözcüğünün konuşmada aldığı biçim. 5/ Ege ve Akdeniz’de yaşayan eti lezzetli bir balık... Avuç içi. 6/ Büyük Sahra’da yaşayan göçebe bir halk. 7/ Turşusu yapılan bir tür yaban soğanı. 8/ Molibden elementinin simgesi... Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlama gelecek biçimde kullanma sanatı. 9/ Tavlada “üç” sayısı... Argoda bite verilen ad. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle