23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 1 EK M 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Savarona, Nereden? PENCERE Soros Neden Bağırıyor?.. Georges Soros YDD (Yeni Dünya Düzeni) sürecinde yıldızı parlayan bir ‘spekülatör’ daha doğrusu bir tür üçkâğıtçı; ama, azımsanacak bir adam değil, ülkelerin yazgılarıyla oynayabilecek çapta bir kişi; Amerikan Temsilciler Meclisi’nde konuşup felaket tellallığı yapmış.. Ne diyor Soros?.. “- Küresel kapitalizm çökebilir...” İnanalım mı?.. Yoksa Soros, açıklamasının ardından yeni bir dümen çevirip büyük voli mi vuracak?.. YDD çatırdıyor... Ancak bir noktaya dikkat: YDD ile kapitalizm eşanlamlı değildir. Kapitalizm YDD’den önce de vardı, sonra da olacak... Ya çöken ne?.. Çöküşün iki büyük göstergesi kör kör parmağım gözüne ortaya çıktı; 1) Ekonomik kriz, Doğu Asya’dan başladı, Japonya’yı silkeledi, Rusya’yı vurdu, dipten gelen deprem dalgası gibi dünyaya yayılıyor. 2) YDD çıkalı beri yeryüzünde zengin-yoksul çelişkisi derinleşti; son olarak Birleşmiş Millet- ler’in yayımladığı göstergelerde takke düştü, kel göründü. YDD insanlığa “barış- demokrasi-adalet” getirecekti; ama, bu üç kavram ekonomik bunalımla sömürüden türemez. Batı, tehlikeyi görüyor, aklı başında insanlar paniğe kapılmadan sorunu tartışıyorlar. Cumhuriyet, YDD’yi başlangıçtan beri masaya yatırdı. Neden?.. Yeryuvarlağının öteki yüzündeki bir egemen, Türkiye’ye bir modeli dayatıyor. Model iyi mi?.. Kötü mü?.. Bir düzeni tartışmadan benimsemek, çağdaş insana yakışır iş değildir. YDD, emperyalizmin yeni adı mı?.. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre YDD ile emperyalizm özdeştir; çünkü bu düzen dünyada zengin ile yoksul arasındaki uçurumu derinleştiriyor. İnsanlık tarihinde şimdiye değin ‘sömürüsüz uygarlık’ görülmedi; tersine, sömürünün yoğunlaştığı coğrafyalarda uygarlıklar tohumlandı; ama, tümü de yapısındaki çelişkilerin derinleşmesiyle tarihe gömüldü. İnsanlığın geldiği noktada ‘sömürüsüz uygarlık’ fikri oluştu; bu yoldaki ilk deneylerin başarısızlığı, fikri ortadan kaldıramadı. Kapitalizmin çelişkileri, gün geçtikçe eksilmiyor, keskinleşiyor. YDD bu çelişkiyi derinleştirdi. Dün yine bizim gazetede yayımlanan “Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı”nın (UNC-JAP) 1998 yılı raporunda vurgulanan gerçekler de çarpıcı. Rusya krizinden önce hazırlanan raporda deniyor ki: “1990’lı yıllarda dünya ekonomisinin belirgin özelliği olan mali istikrarsızlık ve krizler, öncelikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini tahrip ediyor.” ‘Küresel kapitalizm’in doruk noktalarında çalınan çan sesleri her yana yayılıyor. Batı sermayesi kaygıya düştü. Çünkü çevresel krizin metropolleri kuşatmasıyla küresel düzen yıkılabilir. Yoksa Soros neden bağırsın?.. Adam dinozor değil ki... Dünya zengini!.. (18 Eylül 1998 Cuma tarihli yazısı) S on yapõlan halkoylamasõnõn sonucuna bakõp “demokrasi kazandı” diyenler de bilmek- tedir ki, kazanan aslõnda de- mokrasi değil, “okyanus ötesi”dir. Bütün teşekkür ve temennalarõn oraya yönlendirilmesi de bunun kanõtõdõr. Sayõn Hanefi Avcı’nõn “Haliç’te Ya- şayan Simonlar” adlõ kitabõna konu olan ve “duyum” bilgisine değil, ya- şanmõş gerçeklere dayalõ olaylar zinciri de birlikte değerlendirildiğinde, Türk demokrasisinin artõk tevil götürmez şekilde “okyanus ötesi”ne zimmetli ol- duğu açõk ve seçik ortadadõr. Demokrasiyi kendisi için bir “zillet” olan bu “zimmet”ten sõyõrmak şimdi- lik olanaklõ değildir. Çünkü demokra- siyi zimmetleyenle kendisine zimmet- lenen arasõnda bir “eylem” birliği olup, bu yüzden demokrasiyi zimmete ge- çirme suçu kovuşturulamayacak, suç- lu da cezalandõrõlamayacaktõr. Kaldõ ki, başta yoksulluk, işsizlik, bilgisizlik ol- mak üzere sosyo-ekonomik ve psiko- lojik bütün koşullar, zimmetli demok- rasinin devamõndan yanadõr. Demok- rasi, “özgür irade” ve “bilinç-li ter- cih”in ürünüdür. Oysa yoksulluk ve bil- gisizlik, özgür iradenin ve bilinçli ter- cihin önündeki en büyük engeldir. Çünkü yoksulluk ve çaresizlik, ba- ğõmlõ ve baskõ altõnda olmayõ içerir. Bu yüzden aç ve yoksul insanõn tercihi sap- tõrõlmaya, iradesi çarpõtõlmaya, bütü- nüyle insani varlõğõ istismara açõktõr. Ce- maat bu koşullarõ iyi değerlendirmek- te, yalnõz ve çaresiz insanõ içten man- evi, dõştan maddi bağlarla sarõp sar- malayarak, sosyolog Max Weber’in deyimi ile “iktidarın erkânı harbi- yesi” olmaktadõr. Yoksulluğun, bilgi- sizliğin kol gezdiği toplumlarda de- mokrasi için en büyük tehlike, seçmen tercihinin saptõrõlmasõ ve bu çarpõk iradenin “milli irade” olarak efsane- leştirilmesidir. Bu yüzden õsmarladõğõ anayasanõn kabulü için Kuran’dan ayet- lerle propaganda yapan 12 Eylül paşa- sõnõn tarikat ve cemaatleri siyasi haya- tõn vazgeçilmez unsurlarõ kõldõğõ ülke- mizde, son halkoylamasõ sonucu orta- ya çõkan çoğunluk tercihinin hangi yollardan ve nasõl ortaya çõktõğõ konu- sunda yapõlacak bir sosyolojik ve siyasal analiz, seçmen tercihinin nasõl saptõ- rõldõğõnõ da ortaya koyacaktõr. Sorunun kökeni Atatürk dönemini sinerek geçirmiş dinci akõmlarõn “anayasa gerisi” bir güç olarak örgütlenip Türk siyasal ha- yatõnda iktidarõ belirleyen baş aktör ha- line gelmeleri, 1950 karşõdevrimi ile başlamõştõr. DP, büyük kitlenin dini duygularõna, gelenek ve göreneklerine dayanmayõ seçmenin güvenin kazanma ve iktidar olmanõn vazgeçilmez öğesi olarak gör- müş, bu nedenle toplumun duyarlõlõğõ- nõ tahrik ve din duygularõnõ istismarda hiçbir ölçü tanõmamõştõr. Türk demok- rasisi o gün bugündür dince kutsal kavramlarõn iktidar uğruna kullanõldõ- ğõ bu ray üzerinde yürümektedir. Ancak Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bugün, sayõsõz cemaat ve cema- atlerin anasõ Fethullah örgütü, devlet bürokrasisinde “İslami ideoloji” ile egemenlik kurmuştur. “Adliye-mül- kiye-harbiye” olarak sõralanan hede- fin kalbine nafiz cemaat hareketleri sessiz ve derinden dalga dalga yayõl- mõş, şimdilik “harbiye” hariç diğer- lerinde etkili bir “yarma” harekâtõ ger- çekleştirilmiştir. Sayõn Avcõ’nõn kita- bõ, cemaatin devlet bürokrasisindeki egemenliğinin zirveye koştuğu tam da bugünlere denk gelen bir panoramik tasvir, bir anatomik “teşrih” (açma, şerh etme) işlevi görmüştür. Bir muk- tedir el bu halkoylamasõnda bir kez da- ha yukarõ kalkmõş, bir kez daha hedef ve yön belirlemiştir. Amaç, cemaatin devlet bürokrasi- sinde sağladõğõ egemenliği, şimdi ye- niden yapõlandõrõlacak Anayasa Mah- kemesi ile Hâkimler ve Savcõlar Yük- sek Kurulu’na da taşõmaktõr. Şimdi gelinen nokta Din derslerini zorunlu kõlan 12 Eylül Anayasasõ’na ve onun kabulü için Ku- ran’dan okuduğu ayet ve hadislerle propaganda yapan 12 Eylül paşasõna öv- güler düzen Hocafendi’nin şimdi “eh- li kubur”dan (ölüler) bile “evet” iste- yen desteği, yalan makinesine dönüşen kamuoyu oluşturucularõnõn söylediği- nin aksine, küçümsenecek ya da ihmal edilebilecek bir destek değildir. Ce- maatin halkoylamasõna müdahil olma- sõnõn “evet” oylarõ üzerinde ihmal edi- lemeyecek bir etkisi olmuştur. Ancak kimi sosyolog, siyaset bilimci ve ka- muoyu araştõrmacõsõ kendinde apriori (önsel) var olan düşünceleri kaleme al- dõğõ konu diline yansõtmaktan kendini alamadõğõ için, öznel sonuçlara vara- bilmekte, bu etkiyi ihmal edilebilir göstermeye çalõşmaktadõr. Kaldõ ki cemaatin halkoylamasõndan da önce gelen bir süreç içinde devlete damgasõnõ vurduğu, devlet bürokrasi- sine egemen olduğu örnekleri ile orta- dadõr. YÖK üzerinden üniversitelerin, YAŞ üzerinden ordunun hesabõ görü- lürken, “Hocafendi’nin okullarında çalışan öğretmenler para için değil, sadece rıza-i ilahiye sebep olacak bir amelimiz olabilir mi diye çalışı- yor” diyen valiler, Cumhuriyete baş- kaldõrõ arenasõna dönüşen “Abant Plat- formu”ndan alõnõp kamu yönetiminin başõna getirilirken, cemaatin izdüşü- münü görmemek, olsa olsa bakmakla görmenin aynõ şey olmadõğõnõ doğru- layan bir örnektir. Cemaat ve kendisine teşekkür eden iktidar için sõra şimdi “yargı”nõn he- sabõnõ görmeye gelmiştir. Yargõnõn da hesabõ görüldükten sonra iktidar açõ- sõndan artõk önümüzdeki genel seçim- Zimmetli Demokrasi! İbrahim TÜRKEŞ Hukukçu, Felsefeci lerde Atatürk’ün Cum- huriyeti ile tümden he- saplaşmanõn önünde hiç- bir engel kalmamõş ola- cak, Türkiye, birbirini de- ğilleyen biri yüzde 42’lik, diğeri yüzde 58’lik iki Cumhuriyetli bir yapõda sarkaç gibi sallanacaktõr. Sonuç Tarihsel iklim ve sos- yolojik realite, bugün ulaştõğõ düzey itibarõyla cemaat hareketinin yalnõz devlet bürokrasisinde de- ğil, sosyal yapõnõn tüm katmanlarõnda egemen ol- masõ için elverişli koşul- larõ taşõmaktadõr. Bugün Türkiye’de si- yasal iktidarõ devletten bezmiş, düzenden yõlmõş, sol’da umduğunu bula- mamõş, sonunda çareyi cemaate sõğõnmada bul- muş milyonlar belirle- mektedir. İster Türk, ister Kürt olsun bu milyonlarõ “devlet” ve “iktidar”la buluşturan ortak kanal, “İslam” kanalõdõr. Bu yüzden İslamcõ Türk’ten de İslamcõ Kürt’ten de iktidara oy yağmaktadõr. Bu kitle üzerinde Doğu ve Güneydoğu’da sõra- dan insanlarõ şeyh, şõh, tanrõ mertebesine yüksel- ten feodalitenin, Orta ve Batõ kesimlerde “İslami sermaye”nin denetim gü- cü ve baskõ mekanizma- larõ vardõr. Buna kamuo- yunu etkileyen araçlar üzerindeki mutlak iktidar baskõsõ da eklenince, çok partili sistemin ve seçimin var olmasõnõn bu ülkede demokrasi vardõr demeye yetmediği görülecektir. Demokrasinin önü, dev- letten bezmiş, düzenden yõlmõş çaresiz insanlarõ “sosyal devlet”in kim- sesi kõlmakla açõlacaktõr. Bu çaresiz, yõlgõn, ümit- siz insanlar sosyal devle- tin kimsesi kõlõnmadõk- ça, cemaatin önceden ku- rulmuş saat gibi oy veren “mekanik insan” ol- maktan kurtarõlõp de- mokrasinin “siyasi insa- nı” yapõlmadõkça, çapõ gören düşünce açõlarõ “ağa olunca soğanın cü- cüğünü yeme”nin ötesi- ne geçecek derecede bü- yütülmedikçe Türkiye’de demokrasi, “istersen var bin hacca, ha bir kuru emektir. ” Demokrasinin önünü açmada tarihsel görevin Cumhuriyet Halk Parti- si’ne düştüğü ise, tartõş- masõzdõr. DEMEK Kİ, “beyaz” kirlenme yarışındaki birinciliğini en beklenmedik bir zeminde de sürdürebiliyormuş. Benzerine ender rastlanan bir devlet kurucusundan miras kalmış güzeller güzeli bir yat üzerinde bile. Bembeyaz Savarona, Atatürk’ün anısı olarak tertemiz tutulmaktan öteye, yoksul düşmüş bir ulusun özverisini anımsatması açısından da değerlidir: 1938 Türkiyesi’nin, yeryüzünü altüst edeceği besbelli bir cihan savaşı beklentisi içindeyken, sınırlı olanaklarını zorlayarak böyle bir gemiyi “şükran armağanı” olarak satın alabilmiş olması açısından. Bir değerin bilincine varmak için, ille rezil bir suçun çirkefine sürüklenip dibe vurdurulması mı beklenmeliydi? Gelinen bu noktadan kalkıp doğru sonuca varmak, ancak geçmişi gözden geçirerek dersler çıkarmakla başarılabilir. Yatın Deniz Kuvvetleri’ne emanet edilmesi, disiplin ve güvenilirlik açısından doğru karardı. Ama bakımını ve en doğru biçimde kullanılıp saklanmasını sağlayacak sürekli parasal güvencenin Kuvvet bütçesine eklenmesi koşuluyla. Bunun yapılmamış olması ve ek yükümlülüğün Deniz Kuvvetleri’ne yıkılması gelip geçmiş bütün iktidarların ortak kusurudur. Deniz Kuvvetleri’nin sorumluluğu da, üzücü yangına engel olamayışı suçlamanın ucuzluğu aşılarak, yüksek düzeyde seyir subaylığı eğitimi ve yabancı sularda bayrak gezdirmenin önemi açısından denizci gözüyle incelenip çıkarılabilecek dersler ortaya konmalıdır. Ayrıca, neredeyse petrol zenginliğiyle pusulası şaşmış görgüsüzlere satılmak üzereyken yatı sahiplenme özverisini göstermiş bir armatöre ipin ucunu kaçırtan ve öbür ucu, dünkü Cumhuriyet’in haberine göre, Okyanus ötesine uzanan olaylar zincirini irdelemek de siyaseten ilginç olabilir. İ şlenen suçun faillerini cezalandırırken gemiyi müze yapma düşüncesi de yine denizcilik ve deniz kültürü açısından tartışılmalıdır. Kültür Bakanlığı’nın bu konudaki hevesi ve Maliye Bakanı’nın cömertliği elbet yabana atılamaz. Yalnız, bilinmelidir ki deniz kültürü kıt bir toplumun tarih değeri taşıyan gemileri esirgeme, koruma, hele canlılığını sürdürme becerisi de kıttır. Bu alandaki en yaygın becerimiz, gemiyi olmadık işlerde bir süre çalıştırdıktan sonra ıssız rıhtıma bağlayıp çürütmek ve hurdacılara, oradan da jilet fabrikalarına yollamaktır. Bir ya da birkaç römorkörle çekilişinin hüznüne tanık olmaya bile tenezzül etmeden. Örnekler, Hamidiye’lerin, Muavenet’lerin, Nusret’lerin, Bandırma’ların, Alemdar’ların kapanış kayıtlarında ya da “tıpkısının aynısı” olarak kuru betonlar üzerine oturtulan hayalet taklitleriyle görülebilir. Böyle olduğu için, Göcek’ten kalkacak Savarona’nın “nereye”si, tek yazıyla sona bağlanabilecek bir sorun değildir. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle