18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 OCAK 2010/ SAYI 1243 Şiddetin sunumu da PAZARI n pornografiktır» • . • • . • • " . • • • . * • : , x • • > • özgür Korkmazgii'in "18+" sergisi pornografi kavramının yenüendiğine işaret ediyor. Korkmazgil dikkati bu yöne çekiyor, uyanyor: "Artık hayatın neresinde ne tür bir şiddetle karşılaşacağımızı ve bizi ne kadar yıpratacağını bilemiyoruzA ZUHAL AYTOLUN Çalışmalannda toplumsal meseleler üzerine eğilen özgür Korkmazgil, son sergisiyle bu kez de pornografi kavramını yeniden gündeme getiriyor. Gasa Dell'Arte Galeri'de açılan ve 30 Ocak'a dek sürecek sergisinde pornografi kavramını sorguluyor. Serginin ismi "18+". Korkmazgil, bu isimle Türkiye'deki sansürü protesto ettiğini söylüyor. Gerçi aynı zamanda da bu isimle, sansüre karşı kendisini koruyor. Serginin derdi özgür Korkmazgil'in sergisi 30 Ocak'a kadar sürecek. eleştirmek değil. Pornografi üzerine konuşulmasını ve düşünülmesini sağlamak. Cinselliğin de tanımlarının değiştiğini söyleyen Korkmazgil, sergiyle beraber pornografinin cinselliğe odaklı bir kavram olmadıgını vurguluyor. - Sergllerinlzde her zaman güncel ve toplumsal meseleler üzerine eğlliyorsunuz. Peki neden şlmdi bir 18+ sergisi hazırladınız? - Artık kavramların yeniden düşünülmesi gerekiyor. Pornografi de bunlardan biri. Birsanatçı olarak bu kavramın yeniden tartışılması sürecine tanıklık etmek istedim. Çünkü pornografi kavramının yalnız cinsellik üzerinden değil artık hayatın başka noktalarına da sıçradı. Şiddetin gösterilmesi ve sunumu da pornografi tanımına dahil. Saklı şiddetin pornografisi... \s orkmazgil: "Körfez l \ savaşında, o günlerde henüz ismini öğrendiğimiz uçak gemilerinden havalanan, yine ismini yeni öğrendiğimiz uçaklar, adlarını unutamayacağımız bombaları kentlerin ve sivil halkın üzerine bırakıyorlardı. insanlar, savaş tanımını kitaplardan ve filmlerden biliyordu. Oysa . şimdi, canlı olarak izliyor ve dehşete düşüyorduk. Bunun sunumu, bütün dünyaya ve izleyicilere bir tehdidi de içeriyordu. Tabii tanklar da görevlerini sonsuz bir hızla gerçekleştiriyorlardı. Kentin içinde ateş püskürüyorlardı. Insanlık, yine _______{ kaybediyordu... Etkin B _ ^ H ve edilgen olan vardı. H H İ Şiddetin böylesine gösterilmesi pornografikti. Artık bu bir savaş değildi. Tankın namlusunun perspektif olarak izleyicinin burnuna kadar dayanarak boyanmış oluşu, aslında öznenin onun karşısındaki direnişine işaret ediyor. Çünkü en ciddi yok edicilerden birtanesi tank. Hiç şüphesiz örnekleri çoğaltmamız mümkün. Genetiğiyle oynanmış, laboratuvar ürünü herhangi bir gıda ürünü de pornografik aslında. Yani genetiğiyle oynanmış şeylerin vücudumuzda neleri bozacağını henüz tam olarak bilmiyoruz. Açıkçası burada da saklı bir şiddetten bahsetmek olası. Dolayısıyla, artık hayatın neresinde ne tür bir şiddetle karşılaşacağımızı ve bizi ne kadar yıpratacağını bilemiyoruz. Ucu bucağı bilinmeden süren, farkında olmaksızın birtüketim var. Tüketme isteği şiddeti arttırır." • - Peki neden Isml "18+"? Sergiye hazııiık sürecinde nelerle karşılaştınız? - Bu konuda bir süredir okuyor, düşünüyorve sanatçı, sosyolog, düşünür insanlarla konuşuyorum. Aslında pornografi, Türkiye için oldukça sert bir konu. Birçok sanatçının sergisi toplatıldı, işleri veya yazdıkları toplandı ya da yargılandı. Oysa sanat söz konusu olduğunda, hukukun çok daha dikkat etmesi gerekiyor. 18+ sergi ismi olarak, Türkiye'deki sansürü protesto ediyor ve aynı zamanda sergi sansüre karşı kendisini koruyor. Her gün görsel medyada dikkatsizce sunulan birçok olayda, haberde ya da programda var olan şiddet çok daha yıpratıcı. Körfez savaşının canlı gösteriminden sonra herkes şaşkınlığa uğramıştı. Ama aynı anda ülkede bir cinayetin nasıl işlendiği en ince detayına kadar anlatıldı. Her şeyin uluorta sunuluyor olması artık çok düşündürücü. - Pomograflnin ve clnselllûln tanımlan nasıl bir değlşlme \ uğruyor? önümüzdeki sürecl nasıl yorumluyorsunuz? - Kavram genişlerken, cinselliğin hukukunun da tanımları değişiyor. Medyada nelerin, nasıl sunulacağının sorgulandığı bir dönem yaşanıyor. Çünkü toplumsal sarsıntılar ve hastalıklar da artıyor. Savaşlar, genetik çalışmalar, ortak kullanımdaki para ve bu paranın gücünün yaratılması gerçekliğinde yaşatılanlar, uyuşturucu kullanımının ve tasarımının artışı, toplumsal gerilimler, trafik, bireysel silahlanma, faşizan dayatmalar, giderek artan oligarşi, markalaşma isteği, markalaşmanın bir başarı olarak tanımlanması, gözetleme ve ayrıca izleme ve izlenme isteği... Bütün bunlar hayatı etkilerken, sanırım pornografinin tanımını da yeniden şekillendirecek. • Fragmanı olan ilk kitap mm^m PAZAR YAZILARI H " ••'*W7*./r -•'••• | A D N A N . , - . . . ; • • , • '•• t v ; • • . - ' • • ' . ; 1 )• • • . • • • $ . • • • ; BİNYAZAR ' ! Öpüşmenin anlamsal boyutları /-x püşme, cinsel yakınlaşmanın \-/ erotik aşamasıdır. ilk öpüşün tadı yaşam boyunca unutulmaz. "öpüşüp koklaşma" deyimi, erotizmin daha ileri bir aşamasını anlatıyor olmalı... Havada iz toz bırakmadan uçuşan kokunun kışkırtıcılığı, Patrick Süskind'e Koku adlı bir roman yazdırmıştır. öpüşme erotik olmakla '$ı- kalmıyor; toplumuna göre, değişik lişkilere de yansıyarak töreselleşiyor. Eskimolar burunlarını birbirine sürterek öpüşüyorlar. Orhan Pamuk, dudak dudağa öpüşülürken burnun ne durum alacağını merak edermiş; heıtıalde çocukluğunda?.. Eskimolar çözümü bulmuşlar, artık burun engelini aşmak Nobelli yazarımıza düşüyor... Eski Türklerin yaşamının anlatıldığı Dede Korkut Kitabı'run bir yerinde "emişme" sözcüğü geçiyor. Yaygın sözcük ise "gocuşma" (kucaklaşma). Gocuşma toresi, yağlı güreşlerde bugün de sürüyor. Güreş, büyük olasılıkla bir tür savaş oyunu idi. Halk ağzında güreş için "yıkış tutmak" deyimi kullanılıyor. Zaten savaş •*jjJ oyunlarında amaç, hasmını yere ^ P yıkmak değil mi? K ! ' kj-<*> Elin ele değmesl, bedensel ^« ~ dokunmalar, insanda ruh erinci yaratır. Lady Chatterley'nin Aşkı yazarı Lawrence'ın, "Sevgi dokunmaktır," sözüyle bu erinci vurguladığını sanıyorum. Güreş bitiminde yenilen, yenenin sırtını sıvazlayarak onun yiğitliğini onamış olur. öpme, güreş töresinde de var. Genç bir güreşçi kendinden yaşlı birini yenmişse, eğilip onun elini öper. Bu, yendiğinin yiğitliğine, o güne değin güreşte gösterdiği başarılara saygı anlamı taşır. Bizim töremizde bayramlarda yaşlıların, büyüklerin eli öpülür. Büyük de gencin gözlerinden öper. Bunun ucu, ana ata emeğini kutsama törelerine değin uzuyor. Aynı yaşta olanlar ne kucaklaşırlar, ne öpüşürler. Onlar birbirinin elini sıkarlar. Anadolu'nun dağlık obalannda el sıkışmada kadın- erkek ayrımı yoktur. Rus erkekleri dudak dudağa öpüşüyor. Komünist dönemin devlet adamları, onların yolundaki ülke yöneticilerini öpmez, üç kez kucaklayarak karşılarlardı. Ilki konukluk, ikincisi devlete saygı, üçüncüsü dostluk sarılması olmalı... Doğu toplumlarında da rastlanıyor bu göreneğe. Kadın pek ortalarda görünmediğinden, görünse de ağzı burnu peçeyle örtülü olduğundan onların nasıl öpüştüklerine ilişkin bir gözlemim yok. Kadınlar açıkta kalan tek yerleri gözleriyle öpüşüyor olamaz mı?.. Osmanlı'da el etek öpmeyi kim bilir hangi dalkavuk başlattıl Dalkavuk alçaldıkça, öpüşü, ayağın altındaki toprağa dudak sürmeye değin götürmüştür... * # * Mektupların bitiminde ya da ayrılırken yinelenen "öpüldünüz" sözü bende tiksinti yaratır. Hele, gemi gövdeli adamların duba çarpışmasını çağrıştıran, içtenlikten uzak, çıkara dayalı '''^pürşupuröpüşmelerini 1 !''''•" l i f c i : gördükçe, tiksintlyi de aşan bir -' \ duyguyla sarsılıyorum. Felakete umut bağlanır mı? Ben bağlıyorum. Ayrıca, büyük sermayenin bir çıkar oyunu olduğu bilim adamlarınca kanıtlanan domuz gribinin, toplumda korku yaratıp bu tür öpüşmeleri önleyeceğini umarak içten içe sevinmiyor da değilim! Üzerimizden domuz gribi korkusu kalkınca, dizi filmlerde süresi gittikçe uzayan erotik öpüşleri artık hoş görmeliyiz. Yazıya başlarken tanımladım; öpüşme, cinsel yaklaşımın ilk aşamasıdır; piyasayı saran porno filmler de, nasıl olsa ötesini aratmıyor!.. • [email protected] SİNEM DÖNMEZ M ilat, Ihsan Kaplan'ın ilk romanı. Romanda, bilim kurguyla din felsefeleri birleşiyor, bir ileri, bir geri kurguyla hem dinler hem de gelişen teknoloji haımanlanıyor. Romanı benzerlerinden ayıran şey ise kitabın piyasaya sürülmesinden önce fragmanının yayınlanması. Sinematografik bir dille yazdığı kitabına bir fragman çeken Kaplan, bununla da yetinmemiş, bir de soundtrack hazırlamış. Bölümlerin başlannda hangi şarkıyla dinleneceği yazıyor. Kaplan, kitap bittikten sonra da şarkılar dinlendiğinde kitaptaki o bölüm hatırlansın istiyor. Kaplan'la roman yazma macerasını konuştuk. _ _ _ _ _ _ _ _ Roman Vatikan'dan Kudüs'e, istanbul Galata'dan, Kuşadası'ndaki Meryem Ana Evine kadar uzanıyor. Haliyle dinlerden, dinlerin felsefelerinden de çokça bahsediliyor. Bol bol kuantum fiziği, gelişmiş teknoloji ve bilimkurgu da var. Cem Adrian, Inan özdemir, Erkut Demirci ve Jochen Koschorke kitap için şarkılar bestelemişler. Yani enikonu soundtrack'i var Milat'ın. Kaplan, amacının gerçekliğe Edebiyat okurlanyla okumayanlar arasındaki büyük uçurum kapansın, kitapçıya hiç girmeyenler de kltabını okusun istiyor İhsan Kaplan. yaklaşmak için farklı duyulara seslenmek olduğunu vurgularken, bununla birlikte kitapta görsel öğelerin hafızada canlanması için çalıştığını söylüyor: Adrian da özdemir de çocukluk arkadaşı Kaplan'ın. Kitabı okuyarak yapmışlar bestelerini. O yüzden de kitabı okurken, şarkılar olaylara tempo tutuyor gibi geliyor. Bir de fragman konusu var tabii. Kaplan, fragmana basit birtanıtım fikri olarak bakmak gerektiğini söylüyor. Bir kitabı tanıtmanın çok kolay olmadıgını söyleyen Kaplan, kitabı tanıtırken görsellik kullanmak istemiş. Haliyle de aklına ' fragman çekmek gelmiş. "Aslında _ _ _ _ _ _ _ _ _ romanlar çok sattıktan sonra film olurlar, biz satmadan fragman yaptık. ille de film çekelim diye bir düşüncemiz yok, kaygısız yaptık. Fragmanı Eray Mert çekti, o da çocukluk arkadaşım. Piyasaya bir ürün çıkartıyorsanız onu tanıtmanın en kolay yolu görsel öğe kullanmak. Kitaptaki belli diyalogları kesip bir sinopsis yazdım. Ojiu da üç günde çektik. Merak uyandıran bir iş çıktı sonuçta. istediğimiz de merak edilmesiydi" diye anlatıyor Kaplan. Peki, tepki almadınız mı diye soruyoruz. "Kitaba güvenmiyor muydunuz?" diye soruyorlarmış genelde, "Güvenmesem neden bu kadar uğraşayım ki?" diyor, "Türkiye'de edebiyat okurları ve okumayanlar arasındaki uçurum çok büyük. Ya hiç okumayan ya çok okuyanlar var. Hiç okumayanlara, istiklal Kitabevi'nin yerini bilmeyen insanlara ulaşmak için tanıtım filmi iyi bir metot diye düşündüm." Kitabın tarzı Adam Fawer ve Dan Brovvn'a benzetiliyor mu diye sorduğumuzda, bunun yazım tekniğiyle ilgili olduğunu söylüyor. "Bu iş aslında teknik işi. Okuyucu artık çabucak kapılabileceği, unutmayacağı, kaldığı yerden devam edebileceği şeyleri seviyor. özellikle gençler." Kitapta her bölümün başında bir yazardan alıntı var. özellikle en sevdiği yazarları seçmiş Kaplan: "O cümlelerin hepsi, bircümlesini oku bin kere düşün Ihsan Kaplan bilimkurguyla felsefeyi harmanladığı yazıtarzına devam edecek. Fotoğraf: VEDATARIK dediğim cümleler. Tanımayan okuyucular da Hermann Hesse'yi tanısın istedim. Kendi sevdiğim yazarlara yönlendirdim, Her bölümle alakalı oradaki meseller. O bölümlerin sigortaları gibi." Bir okur, "Kitabı bitirdim, şimdi bir kere daha okuyorum, izliyorum ve dinliyorum" demiş. Kaplan da çok sevinmiş. Kitapta bazı kapılar çok açık. Kaplan, "Çok da gizli kapaklı olup her şeyi bir anda açıklamayı sevmiyorum, bazı şeyleri okuyucuya bırakmak lazım" diyor. Daha çok yenilikçi fikri var: "Kitap yaşasın istiyorum. Kafamda hâlâ yeni fikirler var kitabı canlı tutmak için okurların kafasında. Bir takım sürreel hayaller hepsi diğer sanat dallarına giden. Bakalım gerçekleştirebilecek miyim?" • '-«jr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle