19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 EYLÜL 2009 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Kim Şu Ali Dibo? AKP iktidarı devletin önemli kurumlarını ele geçirmek yolunda!.. Şimdi sıra, “adalet”e geldi!.. Bir reform yapacaklarmış, adalet işlerinde yeni ça- reler arayacaklarmış! Amaç yargıyı, yargıçları, savcıları kendilerine bağlamak! Bu konu gündeme getirilince bir süre önce, Ha- tay’da yaşanan Ali Dibo olayı aklıma geldi. Ali Di- bo Hataylıydı. Hataylı bir siyaset adamı mı, bir işadamı mı, neydi, kimdi? Günlerce yazıldı çizildi sonra unutuldu... Bu arada Adalet bakanı değişti, Sadullah Ergin adlı bir kişi bu göreve getirildi. Şimdi de adalet re- formunu düzenleyecek, uygulayacak... Biri çıksa da Hataylı Ali Dibo diye anılan kişinin kimliğini açıklasa, diyorum. Çünkü şüpheler var bu konuda... Geçenlerde bir arkadaş yazdı; “Ali Di- bo Adalet Bakanı Seyfullah Bey’dir” diye. Öyle mi gerçekten? Niye saklanır o zaman?.. Ne yapmış Ali Dibo diye anılan kişi? Yazdılar, du- yurdular, sonra unuttular. Derken Hatay Milletve- kili Sadullah Bey Adalet bakanı oldu, nasıl olduy- sa! Üstelik adalet reformu da ona yüklendi... Şüpheli diye nice önemli yurttaşları gözaltına al- dılar, tutukladılar, Ergenekon mahkemesinde yar- gılanıyorlar. “Şüphe bir nura doğru koşmaktır” de- miş şair... Her şüphe doğruyu aramanın yolu mu- dur, yoksa şüpheli diye hiçbir suçu kanıtlanmamış insanları cezaevlerine tıkmak mıdır? Ali Dibo kimdir? Yandaş basın daha doğrusu Er- doğan’cı basın niye bu konuda suskun?.. Ali Di- bo’nun olayı açıklanmazsa tarihe kara bir kuşku öğesi olarak geçecek. Gelecekteki tarihçiler kim- bilir nasıl yorumlar yapacaklar? İlk genel seçim- de AKP muhalefet partisi durumuna düştüğünde, yedi yıllık iktidarları dönemindeki yanlış işlerin he- sabı sorulduğunda?.. “Açılım” diye diye Atatürk Türkiye’sinin elini ko- lunu kırmak, ülke düşmanlarının ekmeğine yağ sür- mek, ülke yönetiminde dış güçlere güven verme- ye kalkmak, Cumhuriyet devriminin çağdaşlık, uy- garlık yolundaki uygulamalarını, devrimlerini yad- sımaya, Türk askerini kötülemeye, Atatürk’ü bile tarih sayfalarında unutturmaya heveslenmek... Bun- ların bütün çabası bu!.. Neyse ki, Mustafa Kemal’in askeri var, subay- ları var, generalleri var, erleri var... Bir silkinişte bü- tün ters dalgaları, fırtınaları yok edecek güçte bir Türkiye var; askeriyle, siviliyle, aydınıyla, tüm halkıyla... Kimdir şu Ali Dibo? Hataylı Ali Dibo? Yoksa Başbakan’ın Adalet bakanı yaptığı kişi mi? Açılımlardan birinin bir önemli parçası da bu! Adalet reformunu yapacak olan Adalet bakanı kim- dir, nedir, necidir? Ali Dibo diye anılan kişi midir? Bir açılım da bu konuda yapılmamalı mı? PENCERE Türkiye’yi Şairler Yarattı... Milas Ören’indeyiz... Belediye Başkanı Kâzım Turan, Ataol Beh- ramoğlu’nun dediği gibi bir “delilik” etmiş, “Me- lih Cevdet Anday Şiir Günleri” şenliğini düzenle- miş.. Oktay Akbal’a soruyorum: “- Namık Kemal ‘vatan şairi’, Tevfik Fikret ‘in- sanlık, özgürlük şairi’ !.. Melih Cevdet ne şairi?..” Akbal hiç duraksamadan diyor ki: “- Şiirin şairi!..” Anday’ın Oktay’ı kanıtlayacak dört dizesi: “Yaprağın altında yaprak Göründü görünecek ucu Uçan kuş gene uçuyordu Kendi gibi olmaya çalışarak” Ne var ki “şiirin şairi” yalnız şair değildi; düşü- nür, romancı, oyun yazarı, köşe yazarı; on par- mağında on yetkinlik... Ören, 17 yıl her yaz birlikte olduğu Melih Cev- det’in heykelini Gökova Körfezi’ne karşı dikti... Melih Cevdet adına düzenlenen ‘Şiir Günleri’ nin ilk ödülünü de küçük İskender’e verdi... Şiir, şair, şairler, şiir sevenler, aydınlar, edebi- yatçılar, halk, Ören’de bir aradaydı... Ancak görünüşe aldanmayın!.. Türkiye’nin bir yüzü bu!.. Ya öteki yüzü?.. Türkiye’nin insanları gün geçtikçe birbirlerinden ayrılıyorlar; düşman kamplara yerleşiyorlar... Ören’deki şiir günleri ‘Aydınlık Türkiye’nin yü- züydü... Ya karanlık Türkiye’nin yüzü ne olacak?.. Karanlık yüz, Melih Cevdet’e katlanamıyor... Ören’de Melih Cevdet adına düzenlenen “Şi- ir Günleri Şenliği”nde bana söz verilince şunları söyledim: “- Atatürk Namık Kemal’e ve Tevfik Fikret’e çok şey borçludur.. Namık Kemal vatan yokken vatan diyor.. Tevfik Fikret özgürlük yokken hürriyet diyor.. Başka ülkelerde bu yok.. Fransa, Almanya vb. gibi değiliz.. Biz özgünüz.. Türkiye’yi şairler yarattı.” Gerçekten Namık Kemal Osmanlı İmparator- luğu varken, vatan üzerine şiir yazıyordu.. Tevfik Fikret Osmanlı’da şeriat hukuku geçer- liyken ‘mürit’ ten, ‘kul’ dan, “tebaa’dan değil, ‘in- san’dan söz açıyordu.. Türkiye’yi şairler yarattı... Edebiyatçılarımızın varoluşumuzdaki katkıları çok büyüktür... Mayamızda şiir var... Denebilir ki: - Şiir mi?.. Boşver!.. Bugünkü halimize bak!.. Oysa bizim mayamızda şiirin bulunuşu, kuru- luşumuzun ve oluşmamızın ortak bilinç ve kül- türümüzün şiirle yoğrulması, en büyük güven- cemizdir... Ne diyor Kutsal Kitap: “Önce kelâm (söz) vardı” ... Ne yazmış Melih Cevdet: “İşte o zaman akarsu Geçtiği yerlerden bir daha geçti İsteyerek ikiledi kendini Gök bir daha, bulut bir daha” Cumhuriyeti kurarken geçtiğimiz yerlerden, şiirdeki akarsu gibi, bir daha geçmemiz gerek... (13 Ağustos 2006 tarihli yazısı) A nadolu topraklarõnõn altõ fay hatlarõ ve sistemleriyle doludur. Buralardan zaman zaman bü- yük yõkõmlara yol açan enerji boşalmalarõ kendini gösterir. Depremlerin büyüklüğü ve şiddeti gibi kav- ramlara ülkemiz kamuoyu da bir hayli aşina olmuştur. Altõ büyüklüğünde ya da yedi şid- detinde deprem gibi sözcükler sadece uz- manlarõn değil yurttaşlarõn da dilinde dolaşõr hale gelmiştir. Bunun yanõ sõra, ülke toprak- larõnda sosyo-politik temellerinin altõnõ oyan farklõ nitelikte fay hatlarõnõn yer aldõğõnõ da hatõrlayalõm. Buralardan bazen toplum ya- şamõnõ altüst eden büyük enerji püskürmeleri kendini gösterir. Ama kimi zamanlarda da or- talõğõ toz dumana bulayarak yurttaşlarõn ve toplum katmanlarõnõn kafasõnõ karõştõrmak üzere, iktidarlarõn ve hükümetlerin yarattõğõ yapay depremlerle de karşõ karşõya kalõnõr. AKP iktidarõ toplumun ve devletin işleri ters gittiğinde bu yapay depremlerden yaratarak dikkatleri farklõ yönlere çekmeyi ve zihinle- ri karõştõrmayõ iyi becermiştir. Bu yakõnlarda arka arkaya gelen açõlõm “söylemlerinin” insancõl ve barõş arayõcõ yön- leri bulunmakla birlikte, kafa karõştõrõcõ ve dik- kat dağõtõcõ yapay depremlerin ürünü olduğu düşüncesi de epey yaygõndõr. Beceriksizliğini, yeteneksizliğini ve toplumsal gelişmeyi yön- lendirmede çok yanlõş ve sakõncalõ doğrul- tulara sapma sakarlõğõnõ sabah akşam sergi- leyen bir siyasi iktidar ülkeyle ve toplumla yõl- larca oynamaktadõr. Bu oluşum, ayrõca, ülke, ulus ve vatan sevgisinden yeterince nasibini alamamõşlõk içindedir. İnsanoğlunun en kuv- vetli besini olan millet halkasõnõ reddeden, onun yerine ümmet gibi çok zayõf ve ne idü- ğü belirsiz bir çerçeveye tutunmayõ yeğleyen bir yönetim şaşkõnlõğõnõn girdabõndadõr. Çok uzaklardan gelen siyasal talimatlar tam bir ita- atkârlõk çizgisinde kabullenilirken buralarõn yerel-ulusal gerçeklerine ve çõkarlarõna gö- zünü kapama gafleti sergilenmektedir. Öte yandan, ekonomik çöküntü, işsizlik, ta- rõmsal ve teknolojik üretimle ihracatta geri- leme, sağlõk hizmetlerindeki curcuna, büyük şehirlerdeki tahammül edilemez kentsel ya- şam bozukluklarõ, hep birlikte, 2009 Türki- ye’sinin olumsuzluklar paketini oluşturmaya devam ediyor. AKP iktidarõ dõş güçlerin yardõmõna ve iman kuvvetine rağmen bu olumsuzluklar ve edilgenliklerle başa çõka- mõyor. Bunun yanõ sõra merkezi ve yerel ida- relerdeki yolsuzluklar, hiçbir dönemde gö- rülmemiş boyutta haraçlar-rüşvetler, “özel- leştirme” adõ altõnda kamu varlõğõnõ perva- sõzca peşkeşleme eylemleri ürkütücü bir tab- lo çiziyor. Yurttaşõn dikkatini bu alanlardan başka taraflara kaydõrmak için toplumsal fay hatlarõ sõk sõk kullanõlõyor. Gelenekselcilik, törecilik, dindar muhafazakârcõlõk, kendine benzemeyenleri ve benzetemediklerini itici- lik ve öteleyicilik, bu yapay depremlerin göl- gesinde topluma dayatõlõyor. Yükseköğretimde türban ve YÖK bağlan- tõlõ, diyelim ki altõ büyüklüğünde bir deprem sayesinde kamuoyu, insanlar aylarca uyutuldu. Bu musibet oluşumlar çabuk unutulduğu için zaman zaman hatõrlatmaya değiyor. Anayasa değişti-değişmedi tartõşmalarõyla dört ya da beş büyüklüğünde depremler ya- ratõlõp duruyor. Dikkatler gene sağa sola saptõrõlõyor. Bu arada, olaylarõn akõşõ içinde yedi civarõ büyüklüğe sahip bir yapay deprem “Ergenekon” olayõyla yaşandõ. En ilkelinden dinci bir basõn grubunun da yardõmõyla Ergenekon ortalõğa dehşet saldõ, durdu. Tarihimize iri bir kara leke olarak ge- çecek olan Türkan Saylan cinayeti bu at- mosfer içinde işlendi. İlhan Selçuk, Erol Ma- nisalı, Mustafa Yurtkuran başta olmak üzere yaşõnõ başõnõ almõş çeşitli seçkin, aydõn yurtsever insanlarõn yaşamlarõna “hastane mekânı” yerleştirildi. Bu Ergenekon denilen nesnenin öncü şoklarõ arasõnda beş buçuk fa- lan büyüklüğünde bir vuruşla Van Üniversi- tesi’nde değerli eğitimci ve bilim insanõ bir Yücel Hoca’ya hayatõ zehir etmiş olduklarõ- nõ da hatõrlayalõm. Bu yapay depremsel hareketler topluma bel- li bir ürküntü ve hatta hafifçe dehşet dalga- larõ göndererek zihinleri karõştõrdõ, durdu. “De- niz Feneri” gibi bir büyük belanõn ortalõğõ faz- la bulandõrmadan geçiştirilmesine yardõmcõ oldu. Aslõnda, demokratik gelenekleri ve toplum kurallarõ yerleşmiş bir ülkede bu Deniz Feneri alçaklõğõ ortaya çõksa geride ne hükümet kalõrdõ ne de iktidar. Ama geçişti- rildi, gitti, işte... Ergenekon, ayrõca Silahlõ Kuvvetler düşmanlõğõnõn ortalõkta rahat do- laşõm bulmasõna da büyük katkõda bulundu. Uzaklardaki stratejik dost bir ülkenin istihbarat servisinden güç ve dayanak aldõğõ yaygõn bi- çimde düşünülen bir gündelik basõn organõ bu davanõn hukuken gizli tutulmasõ gereken bilgilerini manşet yaparak orduyu ve aske- ri yõpratmak için elinden geleni yaptõ, hâlâ ya- põyor. Ama arada neler oluyor? Ergenekon bile es- kiyor, etkisi azalõyor. Toplumu oyalamak için yeni yapay depremler gerekiyor; ve bu kez ye- di küsür büyüklüğünde yeni bir sarsõntõ oluş- turuluyor: Kürt açõlõmõ-demokratik açõlõm (ya da ikisini harman ederek “demokratik Kürt açılımı”). Bu yeni oyalama girişimine, ön- cekilere göre daha yüksek bir şiddet ve bü- yüklük düzeyi atfedilmesinin sebepleri var. Burada, klasik oyalama ve dikkat dağõtma taktiğinin biraz ötesine geçilmişe benziyor. Askeri küçük düşürücü, AB’li uykuda gezer dostlarõ demokratikleşme ayağõyla hoşnut edi- ci bir şeyler epeyce açõk biçimde gözlenebi- liyor. Ancak, biraz daha ciddisinden bir du- rum daha çõkõyor ortaya. Son yõllarõn basiretsiz devlet olma anlayõşõnõn çok talihsiz bir gö- rünüşü sergileniyor. Eyaleti gibiymişçesine emir almaya alõştõğõmõz uzak dost; bölgemizle ilgili, her zamanki gibi öncelikle kendi çõkarõnõ hesaplayarak bir düzenleme arayõşõna giriyor. Biz garibanlarõ tehlikeli bir oyuna angaje edi- yor. Türkiye’nin ulusal çõkarõnõ kollayabil- mekten aciz günümüz AKP’si ve onun yö- neticileri de bu sonu belli olmayan macera- ya balõklama dalõyor. Olayõn toplum gruplarõnõ ve katmanlarõnõ barõşçõ bir uzlaşmaya davet ediyor gibi gö- züken insancõl bir yumuşatõcõlõğõ var. “An- neler artık evlat acısı yaşamasın” türünden duygusal söylemler gündeme geliyor. İşin ve- hamet taşõyan yönlerinin gölgede kalmasõ için elden gelen yapõlõyor; olay sulandõrõlõyor. AKP’nin gücünü ve aklõnõ epeyce aşan bu olu- şumlarõn uluslararasõ konjönktürden bağõm- sõz olduğunu düşünmek safdilliktir. Ayrõca AKP’nin bu işlerdeki samimiyet gösterisi inandõrõcõ olmaktan çok uzak. Birkaç ay ön- ce yerel seçimlerde hava alõnca Güneydo- ğu’nun toplumsal coğrafyasõna alabildiğine karşõ çõkmõş bulunan bir AKP’nin aniden aş- ka gelip o bölgede yaşayan yurttaşlarla kol- kola girmeye çalõşmasõndaki samimiyete inanmak gerçekten çok zor. Açõlõm kavramlarõyla son şoklarõnõ yay- maya başlayan yapay depremin, ülkedeki zin- de, namuslu, vicdanlõ ve yurtsever güçlerin arasõna da bir ürküntü salmak ve onlarõn ka- fasõnda belirsizlikler yaratmak amacõnõ taşõ- dõğõ açõktõr. Saflarda sõkõ durmaya, hilelere pa- buç bõrakmayacak biçimde uyanõk olmaya ve dayanõşmamõzdan fire vermemeye her za- mankinden daha fazla dikkat etmek zorun- dayõz. Aslõnda doğrudan korkulacak bir du- rum yok. Yapay depremler ve açõlõmlarõyla birlikte harici ve dahili bedhahlara bu ülke- yi teslim etmeyeceğimiz aşikâr. Deprem Şiddetinde Açõlõmlar... Erhan KARAESMEN Açõlõm kavramlarõyla son şoklarõnõ yaymaya başlayan yapay depremin, ülkedeki zinde, namuslu, vicdanlõ ve yurtsever güçlerin arasõna da bir ürküntü salmak ve onlarõn kafasõnda belirsizlikler yaratmak amacõnõ taşõdõğõ açõktõr. Can Çekişen Sağlõk Bazen yükselişe geçmek için dibe vurmanõn gerekliliği savunulur. Ancak sağlõkta dibe vuruş buna benzemez. Yeniden yükselişe geçer mi bilinmez. Dr. Gökhan CEBECİ Tõp Doktoru/Yazar T ürkiye’de dibe vurmak üzere olan alanlarõn başõnda ‘sağlık’ geliyor. Her geçen gün artarak yaşanan sõkõntõlarõn sonucu sistem artõk tõkanma noktasõnda. Gerek hastalarõn gerekse sektör çalõşanlarõnõn feryatlarõ gün geçtikçe daha da yükseliyor. Yõllardõr süregelen sağlõğõ umursamaz politikalar sonucu ne hale gelindiği ortada. Örneğin İstanbul’da son 30 yõldõr çok az sayõda yeni hastane yapõldõ. Yeterli hastane yapõlmadõğõ gibi mevcut hastanelerde iyileştirme çalõşmalarõ gerektiği gibi gerçekleştirilemedi. Oysa bu zaman diliminde İstanbul’un nüfusu 3 kat arttõ. İnsanlar kuyruklarda her gün mahvoluyor. Sabahõn 3’ünde, 4’ünde, normalde 9’da başlayacak olan muayene için sõraya giriliyor. Bir MR çektirmek isteyen hastaya 1 yõl kadar sonrasõna randevu veriliyor. Bir doktorun net 6 saat yani 360 dakika çalõştõğõnõ kabul edersek... Günde 100 hasta başvurduğu takdirde kişi başõna düşen süre 3.6 dakika yapar; ki buna hastalarõn muayene odasõna girmesi, çõkmasõ, derdini anlatmasõ, soyunmasõ, giyinmesi, reçetesinin yazõlmasõ dahil. Bu yüzden birçoğu o gün muayene olamadan geri dönüyor. Aciller dolu. Yoğun bakõmlar dolu. Hastaneler arasõnda gidip gelen hastalar Allah’a emanet. Birçoğu imkânsõzlõktan kaybediliyor. Bütçeden sağlõğa ayrõlan payõn en az yüzde 10’u bulmasõ gerekirken 1923’te yüzde 2.1, 1970’te yüzde 3.08, 1990’da yüzde 4.2, 2002’de yüzde 2.6 olan oranõn 1960 yõlõnda -o da ancak- yüzde 5.7 ile Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmõş olduğu dikkate alõndõğõnda, iyice hastalanan sağlõğõn yõllardõr ölüme terk edilmişliğine rağmen yaşamak için verdiği olanca çabayõ daha ne kadar sürdürebileceği merak konusu. Bazen yükselişe geçmek için dibe vurmanõn gerekliliği savunulur. Ancak sağlõkta dibe vuruş buna benzemez. Yeniden yükselişe geçer mi bilinmez. Ama yükselse dahi mutlaka dibe vuruşun neden olduğu sakatlõklarõ beraberinde getirir. Hayatta en önemli şeydir insan sağlõğõ. Ülkemizde ise kolayca hiçe sayõlan... Bir gün görev ve yetki sahiplerinin sağlõğa sahip çõkmalarõ dileğiyle...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle