19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 EYLÜL 2009 / SAYI 1227 NEW YORK Şehrin orta yerinde fena halde moda IŞIK CANSU CANAYAK Ortalama Anıerikan insanının giyim zevkine sahip olduğunu I söylemek sanınm pek mümkün • değildir. Sanınm hemen hepimiz için tipik bir Amerikah biraz toplu, kot pantolonun altında beyaz spor ayakkabı ile beyaz çorap giyip, 1 muhakkak sırt çantası takan biridir. Genellemeler çoğunluğun vaziyetine göre yapıhr ya hani; o yüzden bu tipik Amerikan giyim tarzı imajı doğrudur diyeceğim ben de. Ama yanına bir not düşecegim: New Yorklular bu ülkenin hiçbir "tipik" kategorisine ginniyorlar, o yüzden burda gördükleriniz arasında sıradan bir şey bulmak zor, özellikle de Manhattan adasınm aşağısma doğru indikçe. Çünkü o podyumlarda görüp de "Yok artık, bunu da kim giyer, saçma sapan işler" dediğiniz her türlü şeyi giyip gezen niceleri gczer tozar, yazar çizerler orada. Bu "aşağı" ve "uçuk" mahallelere özgü hal ve edalar New York Moda Haftası gelince "yukarıya" çıkıverirler. Bir de bakarsınız ki çok turistik olduğu için aşağılanan ve neredeyse New York olarak görülmeyen Times Square'e taşınıverirler. Çünkü 1993 yılından beri burada, Bryant Park'ta yapılıyor moda haftası. Şehrin tam ortasında, gökdelenler arasındaki bu minicik parkta, hani normalde öğlen yemeği saatlerinde civarda çalışan tüm havah adam ve kadınlann çıkınlannı alıp geldiği, orada yediği. lşte bu park, az önce söz ettiğimiz, içine kurulan beyaz çadırlarla, dünyanın en ünlü, havah katılımcılarını, ahcılannı, süper modellcrini ve elbette modacılannı ağırlıyor, sokaktaki tüm uçuk kaçık takipçileriyle birlikte. 2007 yılındaki moda haftasında dışandan bakanlardan biri de bendim. Hiçbir şova davetiyesiz girilemeyeceğinden ve ben de davetli olmadığımdan uzaktan bir şeyler anlamaya çalışıyordum. Sonra ne olduysa oldu ve bir kadın bana doğru yaklaşıp, işinin çıktığını ve onun davetiyesini isteyip istemediğimi sordu. Cevabımı bile almadan elime tutuşturup gidiverdi kâğıdı. Böylece kendimi bir anda içeride buluverdim. Içerde ya da dışarda olmanın ne kadar yalan kavramlar olduğunu, öylesine bir izleyiciyken bir kâğıt parçasıyla sanki başka bir sınıfa atlamış gibi olunduğunu ve buradaki saçmalığı fark etmekle beraber; bir güzel yerimi aldım gitti içeride. Şovun arkasından yapılan partide tüm moda dergilerinin ünlülerden röportaj ya da bir kare fotoğraf almak için yanşhklannı, modadan çok daha öne çıkan "şöhret olma" kavramını da hayretler içinde izlediğimi hatırlıyorum. Aslında New York Moda Haftası modayı ve moda dergilerini 1950'li yıllarda fazlasıyla var olan Fransız modası hayranlığı ve baskısından çıkarmak için başlatılmış Eleanor Lambert adlı bir moda yazan tarafindan, "Basın Haftası" adıyla. Uzun bir süre muhtelif mekânlarda gerçekleştirilmiş; en sonunda 1993 yılında Bryant Park'ta ve onun beyaz çadırlarında yerini bulmuş ve rahat etmiş sevgili moda. Yani... Times Square ve civannda zaten fazlasıyla var olan kaosun daha da arttığı ve üstüne bir de renklileşip havalılaştığı zamanlar New York'taki moda haftalan. Zamanlar diyorum çünkü bir de ortalığın buz kestiği şubat aylarında yaşamyor aynı güzel telaş. tnsanlann civardaki kaldınmlara sıralanmış ellerinde kameralanyla beklediği ama aslında bir baksalar sokaktakilerin podyumdakilerden rol çaldığı günler... • [email protected] TORONTO "Hamili kart yakinimdir" UÖUR GÜNDOĞMUŞ Bir iş toplantısı için Toronto'nun 350 km kuzeyindeki North Bay'deyiz. Nipissing Gölü kıyısındaki North Bay, 60,000 nüfusa sahip, küçük, sevimli bir şehir. Akşam yemeğinde şehrin en gözde lokantalanndan biri olan Churchills'e gidiyoruz. Duvarlarda Ingilizlerin efsanevi başbakanı Winston Churchill'in resimleri, '•. onunla ilgili gazete haberleri var. Yemek öncesi lokantanın bannda ; oturup sohbet ederken, North Bay'li ev sahibimizin yanına biri yaklaşıyor. Tanıştınlırken, bu iyi giyimli beyefendinin şehrin belediye başkanı Victor Fedeli olduğunu öğreniyorum. ', Birçok Kanadalı gibi, o da adımı telaffuz etmekte zorlanıyor. Türk olduğumu söyleyince, "Ooooo, bu ne güzel tesadüf. Size bir sürprizim var" diyor ve masasına giderek çantasından bir şey alıyor. Yanımıza geldiğinde bana kartvizitini uzatıyor. Teşekkür ediyorum. "Lütfen kartı okuyun" diyor gülümseyerek. Karta bakıyorum. Her şey normal. "Arkasını çevirin" diyor. Arkasını çevirince, kartvizitteki bilgilerin Türkçe olduğunu görüyorum ve ne diyeceğimi şaşınyorum. Türkiye'den binlerce • kilometre uzakta, küçük bir Kanada şehrinde, şehrin belediye başkanının Türkçe kartvizit kulllanmasını pek aklım almıyor. Victor Fedeli'nin i Fransızca, Almanca, lspanyolca gibi ' dünyanın en yaygın dillerinin kullanıldığı başka kartvizitleri olduğuna emininı. Hatta Çinceyi, Rusçayı bile anlanm da Türkçe hiç ; aklıma gelmez. Sizin gelir miydi? Üstelik, North Bay, diğer Kanada şehirlerine göre çok az göçmene sahip. Şehirde, olsa olsa birkaç Türk aile vardir, o kadar. Durum böyle olunca, Türkçe kartvizit taşımayı düşünecek kadar renkli bir politikacıyla tanışmak, gerçekten ilginç bir rastlantı. Belediye başkanıyla Türkiye, Istanbul ve Toronto hakkında konuşurken, North Bay'li ev sahibimiz seçimlerde başka bir aday için çalıştığından söz ediyor. Şaşkınlığım daha da artıyor. Seçimin ertesi günü scçim rekabetinin unutulması gerektiğini, kazanan adaya destek vermenin en akılhca şey olduğunu soylüyor bize. Dpj^ru söze ne denir! •*-' ** Sonra aklıma, kısa bir süre önce federal hükümetle ilgili bir işlem nedeniyle yaşadığım bir sorun için bölge milletvekilimize gönderdiğim email geliyor. Gönderdiğim emaile ertesi gün cevap geldiği gibi, bir hafta sonra, işlemin hangi aşamada olduğunu açıklayan bir mektup almıştım. Öyle görünüyor ki, Kanadalı politikacılar, koltuklann geçici, yaptıklan işlerin kalıcı olduğunu farketmiş gibiler. O nedenle, onlara oy veren-venneyen bütün seçmenlere aynı mesafede durmaya, partizanlık yapmamaya özen gösteriyorlar. Elbette, böyle düşünmeyen, klasik politikacılar da var muhakkak. Ama, kısa bir süre içinde yaşadığım bu iki örnek, demokrasi adına gerçekten sevindirici. Ertesi gün North Bay'den, Toronto'ya doğru yol alırken kendi kendime soruyorum: Seçmenleriyle iletişime önem veren, partili partisiz herkesin sorunlanna yardımcı olmaya çalışan, ayrımcı değil, uzlaşmacı bir yol izleyen politikacılann bir sonraki seçimlerde kazanma şanslannın yüksek olmasından daha doğal ne olabilir? • [email protected] Parîs'in antik tanrıları Paris'in cüretkâr kabaresi "Çılgın At" perdelerini yeniden açtı. Sahnedeki arzular isimli yeni oyun Fransız kareograf Philippe Decoulfe tarafindan ortaya çıkanldı, Iranlı moda fotoğrafçısı ve yönetmen Ali Madhavi tarafindan yönetiliyor. Hem cüretkârlık hem de arzular "Çılgın At"ın ruhuna uygun iki sözcük. Antik tannlann biçimine bürünen oyuncular da bu ruhun hakkını sonuna kadar veriyor. Patates kızartması Belçikalılarm! ERDİNÇ UTKU Birkaç gün önce "Dünyanın en uzun patates kızartması Fransa'da kızartıldı" başlıklı bir haber okuyunca Belçika'ya yapılan haksızlığı bir kez daha hatırladım. Fransızlar bu başanlan ile Guinness rekorlar kitabına girecekler. 2002 yılında uzaya giden 2. Belçikah olma unvanını elde eden Frank De Winne, yeryüzüne ayak basar basmaz "Uzayda en çok bir paket kızarrruş patates ve kocaman bir biftek yemeyi hayal ettiğini" söylemişti. 2000 yılından beri Kasım ayı sonu Aralık ayı başında Belçika'da Flaman bölgesinde patates kızartması yemeyi teşvik etmek için "Patates Kızartması Haftası" düzenleniyor ve kızarmış patatese sahip çıkılıyor. Geçen yıl Belçikah ünlü sanatçıların tasarladığı kızarmış patates çatallannın büyük boyutta yapılanlan, çocuk hastalan hastanelerde palyaço olarak ziyaret eden Cliniclowns yaranna satılmıştı. 2007 yılının dikkat çeken özelliği ise "Patates Kızartması Şarkısı" (Hit van de Friet) olmuştu. Patates Kızartmacılan Meslek Örgütü Navefri'nin yaptığı bir araştırmaya göre Cin hazır yiyecekleri ve döner rekabetine karşın geleneksel Belçika Patates Kızartması tezgâhlan/lokantalan konumunu koruyor. Belçikalılarm yüzde 43'ü en az haftada bir kez sevdiği patates kızartmacısmda patates kızartması yiyor. Patates kızartması paketlenip götürülen hazır yiyecek alamnda ilk sırada yer alıyor. Dünyanın genelde "French Fries" olarak tanıdığı kızarmış patates Fransızlar ile Belçikahlar arasında paylaşılamıyor. Fransızlar friti (kızarmış patates) 19. yüzyılda Paris'te Pont Neuf de, kendilerinin bulduğunu iddia ediyor. Hatta lüks Fransız lokantalarında kızarmış patatese hâlâ "Pont Neuf deniyormuş. Belçika'nın en eski yazılı kanıtı ise 1862 yılına ait; Fritz adlı biriyle dul Descamps'ın Liege'de bir panayırda kızarmış patates tezgâhlan olduğundan bahsediyor. Kızarmış patatesi ilk bulduğu öne sürülen Fritz'in Fransa'da başansızlıkla sonuçlanan 1848 Devrimi girişimi sonrası Belçika'ya kaçan Fransızlardan olduğu sanılıyor. Belçikalı tarihçi Jo Gerard, elinde kızarmış patatesin 1680 yılında Maas ırmağı civarlannda keşfedildiğini gösteren kanıtlar olduğunu öne sürüyor. Bu yörenin yoksul halkı sürekli balık yiyormuş. Irmak donunca balıksız kalan Belçikahlar patatesleri balık şeklinde kesip kızartmaya başlamış. Kızarmış patatese French Fries denmesi konusunda da rivayetler var. Bunlardan birine göre 1. Dünya Savaşı'nda Belçika'ya gelen Amerikan askerleri burada kızarmış patatesle tanışmışlar. Büyük çatışmalar Belçika'nın Fransa sınınndaki kenti, Fransızca konuşulan Ieper'de yapıldığı için de askerler kızarmış patatese French Fries demişler. Başka bir açıklamaya göre de îngilizcede "to french", uzunlamasına parçalara kesmek anlamma geliyormuş (en azından eskiden). "Frenched beans" dendiği gibi aslında kızarmış patatese "frenched and fried potatoes" demek yerine kısaca French Fries denmeye başlanmış. 310 bin metrekarelik yüzölçümüyle üzerinde 7000 ile 8000 arasında fritçi bulunan Belçika, dünyada fritçi eğitimi veren ve frit müzesi bulunan ilk ülke ohna özelliğine de sahip. • [email protected] BISKEK iKöroğlu Operası OSMAN KARAKAŞ Kırgızistan'ın başkcnti Bişkek'te bir süredir ilginç bir proje I hayata geçirilmeye çahşılıyordu. 1 TÜRKSOY tarafindan hazırlanan ve Türk dünyasından çeşitli sanatçıların görev aldığı proje çerçevesinde • Köroğlu Destanı opera olarak ; sahnelenecekti. Opera ve Bale ; Tiyatrosu'nda sürdürülen hazırlıklar ! 9 Eylül gecesi meyvesini verdi. Gösteri büyük beğeni topladı. Projenin başmda Azeri ünlü opera bestecisi Üzeyir Hacıbeyli var. 250'deh fazla sanatçının görcv aldığı bu önemli proje, eylül ayı boyunca Almatı, Ankara ve Bakû'da sahnelenecek. Köroğlu Destanı her ne kadar Türkiye'de Bolu şehrinde geçse de Türk dünyasmın ortak kültürlerinden birisi. Nasreddin Hoca ve Dede Korkut gibi. Her bölgede farklı anlatımları var. Ancak ilk kez Köroğlu destanı opera şeklinde sanatseverlerin huzuruna çıkıyor. Bu sanat adına ve ortak değerler adına önemli bir çalışma. Uzun yıllar önce Dede Korkut tiyatrosunu Türkmenistan'ın Başkenti Aşkabat'ta izlediğimde farklı duygular yaşadım ve gözlerim yaşardı. Farklı bakış açısı ve profesyoııel bir kadronun oyunu, konuya uygun dekor, kostüm ve efektler sunuma ayrı bir zenginlik katıyor. Malum olduğu üzere eski Sovyet coğrafyasmda sanata Türkiye'den daha fazla önem verilmiş geçmişte. Sonucunda da çok değerli ve kaliteli sanatçılar ortaya çıkmış. Sinema alamnda ve sporda da olduğu gibi. TÜRKSOY gerçekten ses getirecek bir proje ortaya koymuş. Ancak önemli olan bu büyük gayretin birkaç sunumla sınırlı kahnaması. Nasıl ki projede birçok ülkeden sanatçı görev aldıysa aynı şekilde bu projeyi mümkün olduğu kadar fazla ülkede ve şehirde sunmak ortak kültürel dcğerlcrin yaşatılması adına değerlidir. Türkiye, Soyetler'in dağılmasından bu yana geçen yaklaşık 20 yılda bölgede çok iş yaptığını sanıyor. Gerçek ne yazık ki öyle değil. TRT örneğinde olduğu gibi "kendi çalıp, kendi dinleyen" bir mantıkla ve harcanan paralara bakıldığında önemli bir mesafe kaydedildiği söylenemez. Olaya bir de objektif olarak buralardan bakmak gerekiyor. Başka ülkelerin nerede olduğunu görmek gerekiyor. Ortak projeler öncelikle yörenin insanlannı sonra da Türkiye'yi kucaklayacaktır. Bunun yolu da kültürel ve sanatsal faaliyetlerden gcçmcktcdir. Kendilerini farklı nıillet ve kültür olarak kabul eden bütün Orta Asya devletleri ve topluluklannın aslmda aynı kültür, dil, tarih ve gelenekten geldikleri "ışığını" yakacak projelere ihtiyaç vardir. Türkiye ve Türklerin yaklaşık 20 yıldır en büyük yanhşlan ve bizleri onlardan zaman içinde daha da uzaklaştıran cümleleri şudur: "Hayır siz Türksünüz!" 70 yıldır kimliğine kavuşma rüyası gören bu insanlar, bağımsızlıklanna kavuşruklannda karşılanna birileri çıkıp kendilerinin aslında düşündükleri insanlar olmadıklarım, başka millet olduklanm soylüyor. Bu yanlış uzun yıllar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Dolayısıyla büyük tepki alıyor. Dede Korkut, Nasreddin Hoca, Köroğlu, Cengiz Han gibi isimler altında yapılacak her türlü sanat faaliyetleri ilgi görecek ve devletleri birbirlerine yakmlaştıracaktır. Bu nedenle TÜRKSOY'u kutlamak ve projeye destek verenlere teşekkür etmek gerekiyor. • [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle