Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2009 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
İstanbul Eski Bir Anı mı?
PENCERE
Tırlatıklık Üstüne
Noktalar...
Kimi zaman, kişiler gibi, toplumlar da tırlatıyorlar...
Medya bu ortak tırlatıklığın aynası...
Her sabah masamın üstüne bir gazete tomarı yı-
ğılır; “okunmaz, ancak göz atılır” türden bir sürü ya-
zı elden geçirilir...
Birkaçına ilişeyim...
RTE’nin Davos serüveni üzerine palavranın bini bir
para...
Kimi gazete köşelerinde ve TV’lerde sergilenen laf-
lara bakılırsa, bizim RTE Arap dünyasının yeni Nâ-
sır’ı olacakmış...
Söyleyenlere demeli ki:
- Ağzından yel alsın...
Abdülnâsır’ın İsrail karşısında hem Arap âlemini,
hem Mısır’ı -hem de savaşta- nasıl yenilgiye uğra-
tıp rezil kepaze ettiğini bilmeyen var mı?..
Bir de ısrarla ‘Pembe İncili Kaftan’ öyküsü do-
laştırılıyor ortalıkta...
Ömer Seyfettin’in bu ünlü öyküsünü vaktiyle öğ-
rencilere okuturlardı...
Bizim RTE’ye öyküden pay çıkarılıyor...
Nasıl?..
Zamane padişahı, köşesine çekilmiş Muhsin Çe-
lebi adındaki kulunu Osmanlı’ya kafa tutan bir
komşu ülkeye görevle yollar...
Muhsin Çelebi nesi var nesi yok satar, bir pem-
be incili kaftan diktirir...
Ancak komşu ziyareti sırasında görür ki kendisi-
ne kasten oturacak bir yer bırakmamışlar... Bunun
üzerine sırtındaki paha biçilmez pembe incili kafta-
nı yere serer, üstüne bağdaş kurar, söyleyeceğini
dobra dobra söyledikten sonra da ayağa kalkıp git-
meye yönelir...
Seslenirler:
- Kaftanı unuttunuz...
Muhsin Çelebi kaftanı da onlara bırakır, ülkesine
döner, ömrünün sonuna dek iki kuruş otuz paray-
la yaşar...
Allah aşkına, RTE’nin Davos’taki tutumuyla bu öy-
kü arasında ne benzerlik var?..
Bir yanda paraya pula dönüp bakmayan Muhsin
Çelebi; öte yanda çoluk çocuk, oğul damat, şirket
mirket, gazete mazete, şeyh banka, ikbal ve lüks için-
de yuvarlanan ‘BOP Eşbaşkanı’ bir RTE...
Ya ‘Monşer’e ne dersiniz?..
Hayatında burnunun ucu kanamamış, hiçbir rizi-
ko almamış, bir kez acemiliği yüzünden attan düş-
müş RTE ‘monşerler’ diye hariciyecileri ti’ye alma-
ya kalkışıyor...
Yalaka medya da alkışlıyor...
O Türk hariciyecileri, elçileri, diplomatları ki uzun
yıllar dış dünyada ASALA tehlikesi, Ermeni terörü teh-
didi altında görev yaptılar...
Nicesi şehit oldu...
Medyada son günlerde bir de 6-7 Eylül üzerine ya-
zılar çıkıyor...
Aklı başında kişiler Tomris Giritlioğlu’nun bu ko-
nuda çevirdiği filmin güzel olduğunu söylüyorlar; ama,
ben görmedim...
Ne var ki iktidara göbeğinden bağlı medyada say-
fa boyu çift başlık üzerine şu açıklamayı okudum:
“6-7 Eylül Yağma Olayları Bir MİT Organizasyonu...”
Altında ikinci başlık:
“400 kadına tecavüz edildi...”
Çok çarpıcı değil mi?..
Peki, o sırada iktidar, hükümet, başbakanlık ve
Meclis’te kimler vardı?..
Başbakan Menderes’ti...
Hükümet neden istifa etmedi?..
Necip ve aziz halkımız neden bu kanlı, utanılacak,
rezil katliam üstüne iktidardaki Demokrat Parti’yi tut-
maya ve desteklemeye devam etti?..
Bilmem ki ne diyeyim?..
Türkiye’nin çivisi çıktı...
Çoğumuzun sanki aklından zoru var...
Medya bu tırlatıklığın aynası...
Davos’ta şahlanan Abdülnâsır ruhunun altına
pembe incili kaftanı serip, 6-7 Eylül üzerine çeşit-
lemelerle Ergenekon tertibini örtüp Filistin’de de El
Fetih’i değil Hamas’ı tuttuk mu ekonomik kriz vız ge-
lir; seçim sandığından yine AKP çıkıverir...
Unutmayalım, 6-7 Eylül’ün iktidarı Demokrat Par-
ti de sandıktan 1950 - 954 - 957’de üç kez çıkmıştı...
T
ürkiye Cumhuriyeti’nin Baş-
bakanõ Recep Tayyip Er-
doğan, Cumhuriyeti kara-
lamayõ sürdürüyor. İki hafta
önce (19 Ocak 2009), hangi
televizyon kanalõna uzandõysam, Recep
Tayyip’in, altõ yõllõk başarõlarõnõ sergi-
leyen söyleviyle karşõlaştõm. Davranõş
biçimini, yüz imlerini iyice izledim. Tam
anlamõyla “güç istenci”nin esrikliğini
yansõtõyor. Doğruyu arayan kuramsal ya
da iyiyi arayan kõlgõlõ (pratik) akõlla il-
gisi yok. Her davranõşõ, onun, aklõ,
“güç istenci”nin aracõ saydõğõnõ yansõ-
tõyordu.
Altõ yõlda, eğitimde yaptõklarõnõ an-
latõyordu. Cumhuriyet’in geride kalan
yetmiş dokuz yõlõnda “Okul yok muy-
du?” diye sordu. Yanõtladõ: “Vardı,
ama o okullarda eğitim yoktu. Şimdi,
Doğu ve Güneydoğu illerimizin he-
men her okulunda, bilgisayar var.” Bu
mantõğõn çarpõklõğõnõ, “O zaman, Tür-
kiye’de bilgisayar var mıydı?” soru-
suyla yanõtlamayacağõm. Eğitim hak-
kõnda en ufak bilgisi olmadõğõnõ söyle-
yerek kanõtlayacağõm. Şunu bilmelidir
Erdoğan: “Yorumları, yeni yorumla-
ra götüren tarihsel açıklamalar, an-
lamsızdır. Yeni değerler yaratan ba-
kış açısı veriyor mu bugünkü bilgi-
sayarlı eğitim?” Yanõtlanmasõ gereken
soru budur.
Eğitmek yeniden yaratmaktır
Eğitmek, insanõ ilk durumundan sahip
olduğu birikimleri ortaya çõkararak ye-
niden yaratmaktõr. Ben, Diyarbakõr Li-
sesi’nde okudum. Son sõnõfõn son iki dö-
nemini Erzurum Lisesi’nde geçirdim. Bil-
gisayarlarõmõz yoktu, ama Cavit Orhan
Tütengil, Selahattin Okan, Muzaffer
Faik Amaç, Selman Erdem gibi öğ-
retmenlerimiz vardõ. Bunlarõn adlarõnõ,
ünlü olduklarõ için anõyorum. Bizim
“Demi” adõ taktõğõmõz Tevfik Çakma-
koğlu diye bir matematik öğretmenimiz
vardõ ki, sõnõfta anlamadõğõmõzõ, gerekirse
sokakta anlatõrdõ. Evlerimize değin ge-
lirdi. Vahap Aydıntuğ gibi bir mate-
matik öğretmenini unutmak olasõ mõ?
Fethi Ülkü gibi bir Fransõzca öğretme-
ni var mõ acaba? Bilgilerinden söz et-
miyorum, öğretmenliklerinden söz edi-
yorum bu insanlarõn.
Eğitimci insanı yetiştirmeyi sever
Eğitimci, çocuğu, ne çocuk için, ne
toplum için sever. Çocuğu, eğitmek
için sever. Onu, doğanõn ve toplumun
yasalarõnõ bilen, öğrendiğini yaşama
geçiren, doğayõ ve toplumu değiştirmeyi
ve dönüştürmeyi düşünen duruma ge-
tirir. Kõsasõ, eğitimci, insanõ yetiştirmeyi
sever. Hüseyin Çelik ve Recep Tayyip
Erdoğan, R. Muechielli’nin adõnõ duy-
muşlar mõdõr acaba? Sanmõyorum. Ama
salõk veririm. Onun “Psycologie Pra-
tique des eleves de 7 à 12 ans” (7-12
yaş arasõ öğrencilerin kõlgõlõ ruhbilimi)
adlõ yapõtõnõ okusunlar. Eğitimde ve öğ-
retimde, araçlarõn önemi yadsõnamaz.
Ama, öğretim yöntemleri, araçlardan ve
gereçlerden çok önemlidir. Geleneksel
eğitim yöntemiyle, yeni, serbest, doğal,
işlevsel ve biçimsel eğitim yöntemleri
arasõnda çok büyük farklar vardõr. De-
nebilir ki, her yöntemle, “geleceğe yö-
nelik insan” yetiştirilebilir ama öğret-
mensiz insan yetiştirilemez. Eğitimin te-
mel öğesi öğretmendir. Son çözümle-
mede, bir eğitimin değeri, her şeyden ön-
ce, eğitimi ve öğretimi yapan eğitimci-
nin değerine bağlõdõr.
Bitlis’te çalõşõrken “Tolstoy’dan Seç-
meler” diye bir yapõt okumuştum. (Ch.
Bouddouin, Tolstei, educatuer, diye not
almõşõm.) Tolstoy, “insanı yetiştirmek,
salt onlara örnek olmakla olanaklıdır
diye düşünülürse, eğitim sorunu kal-
maz. Geriye tek sorun kalır: Nasıl ya-
şamalıyız?” diyordu. Çok düşündüm bu
sorunun yanõtõnõ. Öğrencilerime ve Bit-
lis halkõna ne verebilirim? Şu sonuca var-
dõm: “Öğrencilerine ve Bitlisliye kat-
kıda bulunmak istiyorsan, önce ken-
dine etkili ol.” Başarõlõ da oldum. Öğ-
rencilerimin ruhsal erkelerini artõrmaya
yönelik etkinlikler düzenledim.
Kişisel ve ortak disiplinin doğrudan ço-
cuk tarafõndan düzenlenmesine karar
verdim. Bu amacõma, ancak deneyimle-
rim sonunda, Artvin’de ulaştõm. “Yetmiş
dokuz yıl okul yok muydu?” Vardõ Re-
cep Tayyip Bey, hem de hepimizin ka-
falarõna bütün yaşamõ bilgilendirecek il-
keler ve alõşkanlõklar yerleştiren öğret-
menlerin bulunduğu okullar vardõ.
Tüm öğretmenlerimiz çağdaştı
Yardõmcõn Nükhet Hotar’a sor. Bit-
lis ve Artvin milletvekillerine sor. O okul-
larõn ünü hâlâ sürüyor. Tüm öğretmen-
lerimiz, çağdaş bilgiyle donatõlmõştõ.
Cavit Orhan Tütengil’in, Muzaffer Fa-
ik Amaç’õn derslerinde “yasak” sözcü-
ğü bile yasaktõ. Bilgisayarlõ okullarõnda,
“Muhammet’i eleştirebilir mi bir öğ-
renci?” Biz, Muzaffer Faik Amaç’õn
derslerinde, Descartes’in “Metot Üze-
rine Konuşma” adlõ yapõtõnõ okur, Ata-
türk’ü bile eleştirirdik. Sen, “hümanist
lise” diye bir okul duydun mu? Hasan
Âli Yücel’in hümanist liseleri vardõ.
Doğu illerini bõrakõnõz, Batõ illerinde,
bir Mehmet Doğanay, Selahattin Okan,
Ekrem Kongar, Faik Dranas, Halil Ay-
han gibi öğretmenler var mõ? Bu öğret-
menlerin bilgisayarlarõ yoktu, ama çağ-
daş bilgi donanõmlarõ sağlamdõ. İmam de-
ğillerdi, öğretmendiler.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Okul Vardõ
Vecihi TİMUROĞLU
“Beni bu havalar mahvetti”
demişti Orhan Veli. Beni de
bu İstanbul!
İstanbul doğduğum kent.
Bütün bir ömrü geçirdiğim,
Şehzadebaşı’sından Fa-
tih’ine, Beyoğlu’sundan, Le-
vent’ine, Göztepe’sinden,
Ataköy’üne, bildiğim, sevdi-
ğim yerler, yollar, sokaklar,
çeşit çeşit insanlar insan-
lar!..
Niye bir yabancılık duyu-
yorum şimdi? İlk kez geldiğim
bir yermiş gibi! Ben mi de-
ğiştim, yoksa bu kent mi? Bir
yabancılık, bir garip korku, bir
an önce kaçmak dürtüsü...
Anılar da başkalaşmış, anı-
lardakiler de! İnsanlar, ya-
şantılar, hiç yitip gitmeyece-
ğini sandığım değerler!.. Çı-
kıp yürüsem yürüsem, bir bir
gezsem kaldırımlarında, bir
zamanlar yazdığım, öyküleş-
tirdiğim zaman parçalarını
arayıp bulsam...
Sabahın karanlığında kapı
önünde beklediğim gazete
dağıtıcısı yaşlı adamın ‘Pa-
şalığını mı bekliyorsun Oktay
Bey’ deyişi... Fatih durağın-
da mavili kırmızılı tramvayı
bekleyişimi, Milli sinemada ya
da Ferah’ta büyüleyici filmleri,
Garbo’yu, Marlene’i bir sev-
gili gibi benimseyişimi!..
Yaşlandın ondan mı diyor-
sun? Ben mi diyorum? Biri
var hem içimden, hem de çok
uzaktan sesleniyor; yaşamak
işte bu diyor, hepsi bu ka-
dar...
Yine bekliyorum, bu kez
pencerede, gazete dağıtıcı-
sının gelmesini, bir an önce,
bir an önce dünün yaşantısı-
nı getirsin; yazılar, yorumlar,
hemen her zaman korkutucu
başlıklar çirkinlikleri öne çı-
karan yazılar!.. Ne bekledim
ben, otuzlu yıllardaki o ço-
cuğun mutluluğu nerdeydi,
kimden geliyordu, yarının çok
daha güzellikler getireceğine
inanışlar!..
Büyükbabamın yaşında ol-
mak mı beni bir çeşit hüzne
götürüyor? Çamların altın-
daki hasır koltukta oturur-
ken görüyorum onu, düşte ya
da hayallerimde! Binlerce ya-
şantıyı, öyküyü, gerçeği ya-
şamış, hapishaneler, idamlık
odalar, hücreler görmüş bir
adam... Ama hep diri kal-
mış, hep savaşımcı, hep so-
ran, arayan, bir insan yapısı...
Ben niye onun gibi değilim?
Hiç korku duymamış mı,
idam sehpaları bile ürküt-
memiş mi? Bir ayrı roman iş-
te! Yazmış, kurtulmuş, ya-
zacağını daha o anlarda dü-
şünmüş, korkudan kurtul-
muş!..
Ali Sirmen “Yazar cesare-
ti” der. Bende var mı? Ka-
ranlıktan hep korkmuşum-
dur. Kekemeliğim çocukluk-
tan kalmadır. Kim bilir hangi
korkutulma sonucu... Ne za-
man bir hastalık, bir ölümcül
sıkıntı, bir değişik ürperiş ge-
lip beni bulmuşsa, daktilo
başına geçip kendimi bam-
başka bir duyarlığa taşımak-
la önlemişim de ondan mı?
Ali Sirmen’in, Ataol Behra-
moğlu’nun yazıları alıp gö-
türdü beni kendi üstümde
düşünmeye... Ne yaptım, ne
ettim, ne yazdım, ne yazma-
dım, yazamadım diye bir sav-
cı gibi kendimi sorgulamaya!..
İki sevgili dost benim adıma
güzel yorumlar yapmışlar,
sevindim, boşuna değil de-
dim, bir uzunca yaşanmışlık...
Derken ‘içerdekiler’i dü-
şündüm ister istemez. Bir
zamanlar benim de az çok
yaşadığım geceleri! Sona er-
meyen korkulu toplumdaydık
hepimiz. Arada bir umut ay-
dınlığı gelir, sonra bir de ba-
karız yeni bir arayışa geçmi-
şiz...
Bir sayıklama mı bu? Bir
gazete yazısı mı? Bir günce
notu mu? Taşralı olmuş bir İs-
tanbul insanının, korkuyla
şaşkınlık, umutla bezginlik,
yüreklilikle korku bunalımla-
rı arasındaki çırpınışı mı? Ne
derseniz deyin...
Tehlikenin Farkõna Ne Zaman Varacağõz?
S
iyasal İslam iktidarõ ele
geçirdi. Ama dilediği
dört dörtlük şeriatçõ
düzeni henüz kuramadõ.
Önünde bazõ engeller var.
Bunlarõn temizlenmesi gere-
kiyor. Şu sõralar tüm yurdu
dikensiz bir gül bahçesine
dönüştürebilmek için tüm
gücünü ortaya koyuyor.
ABD, AB desteğinde, Ke-
malist kurumlara ve kişilere
savaş açtõ. Sendikacõlar, ga-
zeteciler, parti yöneticileri,
komutanlar gözaltõna alõnõ-
yor, tutuklanõyor. Evleri, iş-
yerleri didik didik aranõyor.
Amaç, halkõn en çok güven
duyduğu Silahlõ Kuvvetleri
yine halkõn gözünde küçük
düşürmek, zayõflatmak, et-
kisiz duruma getirmek; ulu-
salcõlarõ, antiemperyalistleri
baskõ altõna alarak korkut-
mak, yõldõrmak, onlara göz-
dağõ vermek... Böylece şeri-
atçõ yapõlanmaya giden yol-
da önüne çõkabilecek engel-
leri ortadan kaldõrmak.
Bu mücadelede si-
yasal İslamcõlara en ya-
kõn desteği neoliberal-
ler, İkinci Cumhuriyet-
çiler veriyor. Tutukla-
malar, gözaltõlar, ölüm-
ler karşõsõnda neredey-
se zil takõp oynayacak-
lar. Vatanõ için canõnõ
ortaya koyan kahra-
manlarõn ölümüyle
“kafalarını kurşuna
çarpanlar” diye alay
ediyorlar.
Dinci-liberal
dayanışması
Yeri gelmişken şunu
hemen belirtelim, bu
dinci-liberal dayanõş-
masõ tarihimizde yeni
bir olay değildir. Yüz,
yüz elli yõllõk bir geç-
mişi vardõr. Örneğin
1908 devrimine karşõ
ayaklanan 31 Mart is-
yancõlarõnõ Prens Sa-
bahattin’lerin temsil
ettiği liberal Ahrar
Partisi desteklemişti.
Yine Atatürk döne-
minde, Fethi Bey ta-
rafõndan 1930’larda
kurulan “Serbest Fır-
ka” da Cumhuriyet hü-
kümetinin uygulama-
larõna karşõ liberalizmi
savunuyordu ve kuru-
luşundan kõsa bir süre
sonra şeriatçõlarõn, la-
iklik düşmanlarõnõn
toplandõğõ bir üs duru-
muna gelmişti.
Menemen olaylarõ-
nõn arkasõnda bu parti-
nin bulunduğunu bizzat
Atatürk saptamõştõ.
Sonraki yõllarda ise
Bayar’lar, Mende-
res’ler, Evren’ler,
Özal’lar, Çiller’ler
dincilerle bütünleşti-
ler. Geçmişte ekilen
rüzgârlar bugün fõrtõna
olarak biçilmektedir.
Şu sõralar Cumhuriye-
ti ve laik düzeni yõkma
çalõşmalarõ doruk nok-
tasõna ulaşmõştõr.
Oyun herkesin gö-
zü önünde oynanmak-
tadõr. Siyasal İslamcõ-
lar artõk takõyye de yap-
mõyorlar. Saklõlarõ, giz-
lileri de kalmadõ. Kim-
seden çekinmiyorlar.
Korkmuyorlar. Cumhuriyet
yapõlandõrmasõnõn altõndan
girip üstünden çõktõlar.
Ülkede tsunami var
Eğitimi tarikatçõlara, vakõf-
lara teslim edip, Mustafa Ke-
mal Atatürk’ün “Tevhid-i
Tedrisat”, Öğretim Birliği
yasasõnõ ayaklar altõna aldõlar.
Kimsede çõt yok. Ortalõk san-
ki “Ölü Deniz…” Bu gidişle
1. dalga, 2. dalga, 11. dalga
derken ne komutan kalacak,
ne gazeteci, ne bilim adamõ ne
sendikacõ ne de partili… Dal-
galar yükseliyor, büyüyor.
Apartmanlarõn boyunu geçti.
Ülkede tsunami var. Kimse-
nin kõlõ kõpõrdamõyor.
Ortadoğu ve Orta Asya me-
deniyetleri uzmanõ Dr. Kha-
zai, Türkiye’nin İran’dan ders
almasõ gerektiğini belirterek
şunlarõ söylüyor: “Kürklü
zengin kadınlar, öğrenciler,
sözde aydınlar sokaklarda
mollalar için destek göste-
rileri yapıyorlardı. Devrim-
den sonra hepsi ülkeden
kaçtı. İran rejimi Türkiye
için bir ders olmalı…” (Ya-
vaş Yavaş Gelirler, Cumhuri-
yet, Elçin Poyrazlar,
18.08.2007)
Yine İranlõ kadõn yazar Ta-
ra da, “Başlangıçta başımı-
zı örtmeyi şaka gibi karşı-
ladık. Kara çarşafı giydiği-
mizde iş işten geçmişti. Keş-
ke bizim önümüzde daha
önceden yaşanmış bir İran,
bir Cezayir örneği olsay-
dı!” (Aktaran Alpaslan Berk-
tay, Cumhuriyet, 19.09.2007)
Evet, Türkiye’nin önünde
ders alõnacak çok örnek var.
Ama “tehlikenin farkına va-
ran yok!..”
‘Kuzuların Sessizliği’
devam ediyor
12.04.2006 Tarihli Cum-
huriyet gazetesinde, faşist
baskõlar karşõsõnda tepkisiz
kalanlarõ eleştiren “Kuzula-
rın Sessizliği” adlõ bir yazõm
yayõmlanmõştõ. O yazõda Aziz
Nesin şunlarõ söylüyordu:
“Çevremizde aptal aptal
suçlu aramayalım. Aynaya
bakalım. Aynamız yoksa
bir durgun suya bakalım.
Orada suçluyu göreceğiz.
İş işten geçtikten sonra ‘ken-
dim ettim, kendim buldum’
demenin hiçbir yararı
yok...” (Aziz Nesin, Bir Tu-
tam Aydõnlõk)
Bu yazõnõn üzerinden ne-
redeyse üç yõl geçti. Türkiye
cephesinde henüz yeni bir
şey yok. Korku imparatorlu-
ğu adõm adõm kuruluyor.
Ama “Kuzuların Sessizli-
ği” devam ediyor...
Ali ERALP