18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 11 KASIM 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TUHAF ulus olmaya doğru gitmekteyiz galiba. Yurtseverliğinden zerre kadar kuşku duymadığınız bazı vatandaşlarımız bile bazen öyle tutumların savunuculuğuna soyunuyorlar ki, şaşırıp kalıyor insan. Çünkü, o tutumlar kendi toplumunuzu zora soktuğu ve kendi ordunuzu devre dışı bıraktığı halde nasıl olup da öyle tutumları savunabildiklerini anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Hele, yabancılar gibi düşünmeye başladıklarını, onlarca beğenilmek uğruna onların çıkarlarını savunur duruma düştüklerini görünce. Şaşırmanız, o aklı başında vatandaşların böylesine belirgin bir tersliği sezemeyecek kadar safdil oluşlarındandır çoğu zaman. Bir bakanla birlikte gittikleri Atina gezisinden dönen gazeteciler uçakta konuşurken, içlerinden biri, “Sivil ve barışçı bir ülke olduğumuzu göstermek için ani bir kararla Kıbrıs’taki askerimizi çeksek n’olur?” demiş. Çoğu, sonucun olumsuzluğunu düşünmeden katılmışlar bu düşünceye. Sık savunulan bir tezdir bu. Kıbrıs’a müdahale için orada asker bulundurmak gerekmediğini, böyle bir jestin müthiş barışçı bir çıkış olacağını, Türk ordu gücünün uzaktan da caydırıcı olabileceğini söyleyenler çoktur. Ama bu düşünceyi savunanlar unuturlar ki, Ada’da asker bulundurma baştan beri garantici devletler için bir uluslararası antlaşma gereğidir ve Kıbrıs’taki düzen bozulalı Türkiye’nin orada tuttuğu asker sayısı, durumlara göre değişen ciddi bir “tehdit değerlendirmeleri”ne dayanır. Nitekim, başlangıçtaki bir tek istisna dışında, otuz yılı aşkın süreç boyunca Ada’dan asker çekme ya da Ada’ya asker yollama konusu, Türk tarafınca görüşmeleri etkilemek ya da propaganda yapmak için kullanılmamış, askerlik gereği hep gizli tutulmuştur. Öte yandan, müdahale hakkının hâlâ geçerli olup olmadığı ve askerî nitelik taşıyıp taşımayacağı belli değildir ama, çekilmiş askerin bir daha Ada’ya dönmeye kalkmasıyla Batı dünyasında nasıl bir kıyametin koparılacağı bellidir. Böyle olduğu içindir ki, Rumlarla Atina’dakilerin Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp asker çekmeye zorlama stratejilerinde yakın geleceğe yönelik sinsi niyet bozukluğu sezmeyen her safdillik, askerin tutarlı temkinliliğini zora sokar. Ayrıca, asker çekme konusunu Türkiye’de gündeme getirenlerin hep iyi niyetli oldukları söylenemez. Bazı çevreler, Cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeye ve askerin Cumhuriyet bekçiliğini zayıflatmaya dönük hinliklerinin bir parçası olarak da bakarlar Kıbrıs sorununa. Bütün hinliklerin önünde başlıca engel olarak askerin gücünü gördükleri için, Kıbrıs sorununu çözmek isterken kolay aşılmaz bir çelişki yaşarlar zihinlerinde. Kıbrıs davasının hâlâ asker gücüyle ve askerin Ada’da kalmasıyla sürdürülebiliyor olmasından tuhaf şekilde rahatsızdırlar. Askerin Ada’dan çekilmesi ve Kıbrıs davasının bu yüzden tehlikeye sokulması ordunun prestijini azaltma yollarından biri gibi gelir onlara. Safdillikle hinliğin böyle bir tutumda birleşmesi tuhaf değil midir? [email protected] AÇI MÜMTAZ SOYSAL Safdillik ve Hinlik PENCERE Layık Olmak!.. Faşizm nedir?.. En kısa tanımıyla sermaye diktasıdır... Faşizm Birinci Dünya Savaşı‘ndan sonra Avrupa’da ortaya çıktı; 1922’de İtalya’da, 1933’te Almanya’da iktidara tırmandı... Bir noktaya dikkat: Faşizm Avrupa’da yayılırken kıta ‘Aydınlanma Çağı’ nı yaşamıştı... Ne demekti bu?.. Aydınlanma “aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması” diye tanımlanabilir... Bir anlamda laiklik demektir. Avrupa’da faşist rejimler yıkılınca yerine nasıl düzenler kuruldu?.. Dinci (şeriatçı) rejimler mi toplumları ele geçirdi?.. Hayır!.. Çünkü Avrupa ‘Bilimsel Devrim’le birlikte ‘Rönesans’ ı ve ‘Aydınlanma Devrimi’ ni yaşamış, Hıristiyan şeriatını siyasal yaşamda tarihe gömmüştü... Hıristiyanlık dünyasında geçmiş yüzyıllarda gerçekleşen bu tarihsel olaydan İslam coğrafyası -Türkiye dışında- bugün bile uzak yaşamaktadır. ‘Laik faşizm’ olabilir... Bu durumda faşizm yıkıldığı zaman toplum demokrasiye kavuşur... Birinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’da kurulan faşist rejimler yıkılınca kıta - Aydınlanma’yı yaşadığı için- demokrasiye geçti... Batı’da dinci rejimlere dönülmedi. Avrupa’da tarihe gömülmüş bulunan Aydınlanma kavgası Türkiye’de güncel... Bugün ülkemiz ne durumda?.. Takıyyeci bir parti iktidarda... AKP dincilik savaşımı veriyor... Batı’da, daha somut deyişle Avrupa’da, böyle bir durum, tehdit, tehlike var mı?.. Avrupa’daki çok partili rejimlerde ‘dinci-laik partiler’ - Erbakan ‘ın SP’sini işin içine katın- birbirinin seçeneği (ya da alternatifi) mi?.. Bugün Türkiye’de yaşanan olaylara doğru ve sağlıklı “teşhis’’ koyabilmek için önce aradaki ‘farkı fark etmek’ gerekir. İnsanlık ya da uygarlık açısından çok önemli olan Türkiye’deki bu fark ne Avrupa’nın bilincindedir, ne de Amerika’nın umurundadır. Faşizm bir siyasal sorundur.. Demokrasi problemidir... Ama ‘laik-dinci’ çatışması bir uygarlık davasıdır... ‘Kemalist Devrim’ bir siyaset konusu değildir... ‘Atatürkçülük’ , uygarlığa erişmek için gerçekleşmesi kaçınılmaz bir aşama içeriğini taşır... Avrupa’da üniversite ‘aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması’ ile kurulabilmiştir; Türkiye’de 1933 Üniversite Reformu bu amaçla yapıldı... Bugünkü takıyyeci iktidarın üniversiteye karşı savaşımının anlamı ne?.. Takıyyeci iktidar akla ve bilime dayalı üniversiteleri medreseleştirmek istiyor... Bu kavgayı da hiç gizlemeden yürütüyor... Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde yaşanan olay bu kavganın en çarpıcı ve utanç verici sayfalarından biridir... Bu kavgada üniversite genel sekreteryasından Enver Arpalı intihar etti, Rektör Yücel Aşkın hapishanelere ve hastanelere düşürüldü... Bu kavganın tarih, Bilimsel Devrim, Aydınlanma ve Atatürkçülük kapsamında ne olduğunu bilmeyen, kavgayı kazanmaya layık değildir.? (6 Ocak 2006 tarihli yazısı) S on günlerde, Bosna Sõrp Cumhuriyeti’nin eski baş- kanõ Karadiç ve İslam Konferansõ Örgütü’nün bir toplantõsõ için yurdumuza gelmesi tepkilere yol açan ve son da- kikada vazgeçen Sudan Devlet Baş- kanı El Beşir dolayõsõyla uluslarara- sõ ceza mahkemeleri, kamunun ilgisi- ni çeken konular arasõna girdi . Uluslararasõ ceza yargõlamasõ yapan mahkemeler, görece yeni kurumlar ol- duğundan, mahkemelerin adlarõ ve yetkileri konusunda birtakõm yanlõş- lõklar yapõlabiliyor. Bu yanlõşlardan sa- kõnõlmasõna yardõmcõ olmak için, ön- ce bazõ temel bilgilerin verilmesi ya- rarlõ olacaktõr, sanõrõm. Bir ulusal mahkeme, yargõ yetkisi- ni, devletinin anayasasõndan alõr. Bi- zim anayasamõza göre “yargı yetki- si, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” (m.9) hük- mü ve “Yargı” başlõklõ üçüncü bölü- mündeki düzenlemeler buna örnektir. Buna karşõlõk, dünyada, sayõlarõ az da olsa önemli görevler yapan “uluslar- arası” nitelikte yargõ organlarõ, yar- gõlama yetkisini bir “ulusal” anaya- sadan değil, ilgili bir uluslararasõ an- laşmadan alõr. Uluslararasõ mahkemeler, başvuru- cularõn niteliğine göre ikiye ayrõlabi- lir: Uluslararasõ mahkemelerin bazõsõ sadece “devletler” tarafõndan açõlan davalarda yetkilidir. Buna karşõlõk, örneğin AİHM’ye “herkes”in baş- vurma (dava açma) hakkõ vardõr. Bir başka ayrõm, mahkemelerin coğrafi yetki alanõ bakõmõndan yapõ- labilir. Avrupa İnsan Haklarõ Mahke- mesi, Amerikan İnsan Haklarõ Mah- kemesi gibi kuruluşlar, adlarõnõn da gösterdiği gibi sadece belli bir bölge- de işlendiği iddia edilen insan hakkõ ih- lalleriyle ilgili davalara bakar. Buna karşõlõk Uluslararasõ Adalet Diva- nõ’nõn (UAAD) yetki alanõ bütün dün- yayõ kapsar. Bosna Hersek’teki savaş suçlarõ, insanlõğa karşõ suçlar ve soykõrõm suçlarõ işlediği savlarõyla suçlanan Karadiç’i yargõlamakta olan mahke- menin resmi adõ “Eski Yugoslavya için Ceza Mahkemesi”dir. 1993 yõ- lõnda, Yugoslavya’da ortaya çõkan iç çatõşmalar ve “etnik temizlik” olay- larõ karşõsõnda; bu suçlarõ işleyen bi- reylerin cezalandõrõlmasõ ve benzeri du- rumlarõn yinelenmemesi için caydõrõ- cõ etki yapmasõ amacõyla, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nce ku- rulmuştur. Adõnõn da gösterdiği gibi, bu mahkemenin yetkisi coğrafi olarak da, zaman olarak da bugün artõk tarih olan eski “Yugoslavya” ile sõnõrlõdõr. Uluslararası Ceza Mahkemesi El Beşir hakkõnda tutuklama emri çõ- karan yargõ organõ ise Uluslararasõ Ce- za Mahkemesi’dir (UCM). Bu mah- keme, kuruluşunu sağlayan 17 Tem- muz 1998 tarihli Roma Anlaşma- sõ’nõn 60 devletçe onaylanmasõ üzeri- ne Temmuz 2002’de kuruluşunu ta- mamlamõştõr. Başlangõçta böyle bir mahkeme kurulmasõ fikrini destekle- yen ABD’nin, Roma Konferansõ’nda -deyim yerindeyse- son dakikada des- teğini çekmesi, mahkemenin oluşu- munda bazõ güçlüklere yol açmõştõr. Halen bu mahkemeyi kuran sözleş- meye taraf devletlerin sayõsõ 100’ü aş- mõş durumdadõr. Bu mahkemenin kurulmasõ, ulus- lararasõ ceza hukuku alanõnda çok önemli bir dönüm noktasõ oluştur- muştur. Örneğin, mahkemenin yetki- si belli bir bölgeyle sõnõrlõ olmadõğõ gi- bi; görev alanõna giren suçlar bakõ- mõndan devlet başkanı bağışıklıkla- rı ve dokunulmazlıklarından ya- rarlanılması söz konusu değildir. Mahkemeyi kuran Roma Sözleş- mesi’nin hazõrlõklarõ BM Örgütü için- de başlamõş olmakla birlikte, bu mah- kemenin, BM ile ilgisi Karadiç’i yar- gõlayan mahkemeye göre zayõftõr. Çünkü bu mahkemeye varlõk kazan- dõran uluslararasõ sözleşme bağõmsõz bir belgedir dolayõsõyla BM ile mah- keme arasõnda organik bağ yoktur. Bu- nunla birlikte, mahkemenin etkin bi- çimde çalõşabilmesi için, BM ile iş- birliğini gerektiren yönler vardõr. Ör- neğin, BM Güvenlik Konseyi de, mahkeme önüne dava getirebilmek- tedir. Öte yandan, Güvenlik Konseyi, “siyasal” ve “diplomatik” açõlardan gerekli gördüğü hallerde mahkemeden belli bir süre için, belli bir olayla ilgi- li işlemleri durdurmasõnõ isteyebil- mektedir. BM’nin mahkemeye bilgi sağlamasõ ve lojistik açõlardan destek vermesi de önemlidir. Mahkemenin BM ile ilişkisinin, mahkemeyi kuran sözleşmeye taraf devletlerden oluşan kurul ile BM arasõnda yapõlacak bir an- laşma ile kurulmasõ öngörülmüş- tü(m.2). Bu anlaşma 23 Kasõm 2006 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 18 yargõçtan oluşan mahkemenin yargõçlarõ, taraf devletlerin temsilci- lerinden oluşan kurulca, katõlan dev- letlerin üçte ikisinin oyuyla seçil- mektedir. Dolayõsõyla, BM’nin örgüt olarak, yargõç seçimiyle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Türkiye’nin durumu Uluslararasõ Ceza Mahkemeleri ve Türkiye Prof. Dr. Rona AYBAY 5 yõl kadar önce, anayasasõna eklenmiş olan fõkra ile anayasasõna adõnõ geçirmiş olan Türkiye, o gün de bugün de UÇM’yi kuran sözleşmeye taraf değildir. Dolayõsõyla, sözleşmeden doğan herhangi bir yükümlüğü bulunmamaktadõr. Bu konuyla ilgili olarak Türkiye’nin durumu, biraz gariptir. Türkiye 100’ü aşkõn sayõda devletin taraf olduğu Roma Sözleşme- si’ne taraf değildir. Ancak, 2004 yõlõnda yapõlan bir anayasa değişikliğiyle, AY m. 38’e eklenen fõkrayõ okuyan biri, Türkiye’nin bu sözleşmeye taraf oldu- ğu izlenimi alabilir. Fõkra şöyle demektedir: “Ulus- lararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektir- diği yükümlülükler hariç olmak üzere, vatandaş suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.” Bir tek tümceden oluşan bu fõkraya birden çok yan- lõş sõğdõrõlmõş görünmek- tedir: Fõkradaki “Ulus- lararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektir- diği yükümlülükler” iba- resi, tam bir özensizlik örneğidir. Burada söylen- mek istenilen -henüz taraf olunmamõş- Uluslararasõ Ceza Mahkemesi’nin (Di- vanõnõn) kurulmasõna iliş- kin sözleşme olmalõdõr. Bu fõkra anayasaya ek- lendiğinde, Türkiye, Ulus- lararasõ Ceza Mahkeme- si’ni (Divanõnõ) kuran söz- leşmeye taraf değildi; bu- gün de değildir. Dolayõ- sõyla, “taraf olmaktan” doğacak herhangi bir yü- kümlülüğünden söz edi- lemez. Zaten, Türkiye, ha- zõrlõk çalõşmalarõna katõl- dõğõ Roma Sözleşmesi kapsamõna “terör suçla- rı” alõnmadõğõ için söz- leşme dõşõ kalacağõnõ açõk- lamõştõ. Vatandaşõn, ya- bancõ “ülkeye verilme- si” de doğru bir anlatõm değildir. Çünkü hukuk di- linde “ülke”, devletin ken- disi değil, onu oluşturan öğelerden biridir. Sonuç: 5 yõl kadar önce, ana- yasasõna eklenmiş olan fõkra ile anayasasõna adõ- nõ geçirmiş olan Türkiye, o gün de bugün de UÇM’yi kuran sözleşme- ye taraf değildir. Dolayõ- sõyla, sözleşmeden doğan herhangi bir yükümlülüğü bulunmamaktadõr. Ulus- lararasõ hukuk öğretisinde, devletlerin taraf olmadõk- larõ sözleşmelerle bağlõ olabilecekleri ayrõksõ du- rumlar bulunabileceği gö- rüşü varsa da, burada böy- le bir durum söz konusu değildir. BM Güvenlik Konseyi’nce bağlayõcõ bir karar alõnmadõkça, Tür- kiye’nin sorumlu olacağõ bir durum yoktur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle