Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 10 EKİM 2009 CUMARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Dostluğun Sınavı
PENCERE
Avrupalı Olmak
Nicedir?..
Bir laf çıktı:
“Avrupa düşmanlığı!..”
Boş laf!..
Bizimki gibi yoksul ülkelerde büyüyen zavallı-
ların çoğu Avrupa’da yaşamak için can atar!..
Çürük teknelere doluşup, Avrupa’da ikinci sı-
nıf insan gibi de olsa yaşamak için hayatını teh-
likeye atanların öyküleri medyada sergileniyor...
Avrupa’ya ne hacet!..
‘Türkiye Cumhuriyeti’nin doğu ve güney sınır-
larını bir açın; görürsünüz gününüzü!..
Kapağı şu beğenmediğimiz Anadolu’ya atmak
için can atanların sürüsüne bereket!..
Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk var; ama,
Avrupalı olmak çok güç...
Bir dostu Sokrates’e demiş ki:
- Tatile gittim, dinlenemedim.
Filozof:
- Kafanı da birlikte götürmüşsündür, ondandır!..
Pazar günü Cumhuriyet’te yayımlanan Fadime
Şahindal’ın öyküsü, ne kadar çarpıcıydı!..
Yirmi yıl önce Elbistan’dan İsveç’e göç eden ai-
lenin kızı Fadime, Uppsala’da Patrick’le arkadaşlık
etmeye başlayınca ölümüne aile fermanı çıkıyor;
töre yasası uygulanıyor, karar baba tarafından in-
faz ediliyor.
Aile Avrupalı olamamış; baba Rahmi Şahindal
Anadolu’dan götürdüğü kafasını, yirmi yıldan be-
ri İsveç’te omuzlarının üstünde gezdiriyor...
Avrupa’da yaşayıp Avrupalı olamamak diye bir
gerçek var, değil mi?..
Ya biz Anadolu’da nasıl Avrupalı olacağız?..
Ölüm cezasını kaldırmak için ille de ‘Avrupa Bir-
liği’ne girmek şart değil...
Ölüm cezası zaten Türkiye’de uygulanmıyordu,
çoktan beri ülkede askıya alınmıştı; şimdi AB’ye
girmenin koşullarından biri, yasadan da çıkartıl-
ması...
Ancak DYP’nin başındaki Tansu Çiller, bu yol-
da parlak bir buluşla ortaya çıktı:
- AB’ye girmek için önce Apo’yu asalım, son-
ra idam cezasını kaldıralım!..
Peki, bu kafa ne kafası?..
Avrupalı kafası mı?..
Öyle görünüyor ki biz AB’ye girsek bile Avru-
palı olmak bir başka şey...
Son dönemde medyanın havasında bir dizi bir-
birinin benzeri sözcük uçuşmaya başladı; ulusal,
milli, ulusalcı, millici, milliyetçi, ulusçu...
Kim bunları dile getirirse tepki uyandırıyor; Av-
rupa Birliği’ne karşı sayılıyor...
Yok canım...
Ulusa ilişkin ne kadar kavram varsa, tümü bi-
ze Avrupa’dan geldi; çünkü bu sözcükler uy-
garlığın bir aşamasında Avrupa’da keşfedildi...
Üstelik AB’ye ‘ulus devlet’ olarak girmekten bir
başka çare yoktur...
Hem de laik devlet olacaksın!..
Din devleti kimliğiyle AB’ye zinhar giremezsin;
Avrupa’da din devleti de yok!..
AB’ye üye olmadan “Avrupa Gümrük Birliği”ne
girmiş bizden başka enayi var mı?..
Yok!..
Öyle görünüyor ki biz bu kafayla ‘Avrupa Bir-
liği’ne girebilsek bile Avrupalı olmak için önü-
müzde çok uzun ve ince bir yol uzanıyor...
(5 Mart 2002 tarihli yazısı)
A
nadolu’da yaşlõ ve güngör-
müşler sonbaharlarda “İn-
sanlar için de yaprak dö-
kümü” derler ve eklerler:
“Her iki bahar arası ölüm
fazla beklenmez. Ölümler genellikle
baharlarda olur ve özellikle sonbahar-
larda daha da yoğunlaşır.”
Şöyle bir belleğimi yokladõm. Gerçek-
ten de içinde yazarlarõn, ozanlarõn, sanat-
çõlarõn, siyasetçilerin, bilim insanõ ve aka-
demisyenlerin yer aldõğõ nice ünlü kişiler
ilkbahar ve sonbahar aylarõnda yaşama ve-
da etmişler. Son yüzyõla varan bir zaman
diliminde salt eylül, ekim, kasõm aylarõn-
da ölen aydõn sayõsõ 150’ye yaklaşõyor. Bu
yazõyõ kaleme alõrken yine bir yüce kişi-
nin ölüm haberiyle sarsõldõm. Türkiye İş-
çi Partisi (TİP) Genel Sekreteri ve Türki-
ye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) es-
ki Genel Başkanõ Nihat Sargın’õn 54 yõl-
lõk eşi, bilimsel sosyalizmin yõlmaz savu-
nucusu Yıldız Baştımar Sargın 7 Ekim
2009 Çarşamba günü yaşama gözlerini
yummuş.
Türk aydõnõnõn adeta yaprak dökümü
olarak niteleyeceğimiz bu hazin fotoğraf
içinde, bundan 22 yõl önce bugün ara-
mõzdan ayrõlan bir ünlü yüzü daha görü-
yorum.
İlk kadın önder
Türkiye işçi sõnõfõ devinmesinin ilk ka-
dõn önderlerinden Behice Boran, 22 yõl ön-
ce bugün (10 Ekim 1987) Belçika’nõn
Brüksel kentinde yaşama veda etmişti.
12 Eylül 1980 Askersel Devirmesi’nin
Türk siyasal yaşamõnõn üstünden buldozer
gibi geçtiği o kanlõ ve karanlõk günlerde
yurtdõşõna çõkmak zorunda kalmasõna kar-
şõn uğruna ser verdiği bağõmsõzlõk, de-
mokrasi, sosyalizm savaşõndan bir an ol-
sun uzak kalmamõştõ.
Tarihsel açıklama
Yurtdõşõnda kaldõğõ zorunlu sürgün yõl-
larõnda sürdürdüğü politik çalõşmalarõ
içinde en önemli olanõnõ, yõllarca ayrõ kul-
varlarda yürüyen iki partiyi, Türkiye İşçi
Partisi ile Türkiye Komünist Partisi’ni
(TKP), Türkiye Birleşik Komünist Parti-
si adõ ile bir çatõ altõnda birleştirmesinde
görürüz. Doktorlarõnõn sağlõk nedeniyle git-
mesine kesinlikle izin vermemesine kar-
şõn TBKP adõyla ortaya çõkan bu oluşumun
bir basõn toplantõsõyla dünya kamuoyuna
duyurulacağõ toplantõya katõlarak tarihsel
açõklamasõnõ yapmõştõ. Nitekim bu top-
lantõdan iki gün sonra da fiziksel varlõğõ
aramõzdan ayrõldõ.
Behice Boran, bir siyasetçi olmasõnõn ya-
nõ sõra önemli çalõşmalara imza atmõş, Tür-
kiye’nin ilk sosyologlarõ içinde yer alan bir
bilim insanõydõ aynõ zamanda.
Yaşamõn nesnelliği ile bilimin gerçek-
liği arasõndaki diyalektik bağlantõyõ iyi kur-
muş, duruşunu ömür boyunca hep böyle-
si bir birliktelik üzerine oturtmuştu. İş-
kencelerde, cezaevlerinde, sürgünlerde
geçen ağõr ve çileli bir yaşama karşõn eğil-
memiş, bükülmemiş, tunçtan bir yontu gi-
bi dimdik ayakta durmasõnõ bilmişti.
1970’te birinci TİP’in 4. kurultayõnda ge-
nel başkan seçilmiş, 12 Mart 1971 Askersel
Karõşmasõ sonunda 15 yõl hapse mahkûm
olmuştu ve bu onun ilk mahkûmiyeti de de-
ğildi. 50’li yõllarda, Menderes hüküme-
tinin Meclis kararõ olmadan Kore’ye as-
ker göndermesine karşõ duran tutumu ne-
deniyle daha o yõllarda 5 yõl ağõr hapse
çarptõrõlmõştõ.
Bugün yaşanmakta olan aydõn çoraklõ-
ğõnda, onun savaşõm geleneğinden alõnmasõ
gereken çok dersler olduğu kanõsõndayõm.
Örneğin Boran, işçi ve emekçilerin ba-
ğõmsõzlõk, demokrasi, sosyalizm savaşõ-
mõnda kurtuluşu ve çareyi internet sitele-
rinde gezerek değil, yaşamõ örgütleyerek
arardõ kuşkusuz.
Hele hele kendine aydõn diyen bir avuç
aymazõn yaptõğõ gibi “açılım” adõ altõnda
ülke sorunlarõna çözüm aramak için polis
karakollarõnda yapõlan toplantõlara(!) hiç
katõlmazdõ sanõrõm...
Evet, bugün sõnõf ekseninden kopartõl-
mõş kozmopolit bir sol siyasetle vahşi ka-
pitalizmin baskõ ve sömürüsüne karşõ ba-
şarõ kazanõlacağõ sanõlõyor. Bu anlamda da
Behice Boran ve geçmişteki TİP deneyi-
minden alõnacak çok dersler olmalõ ve asõl
şimdi TİP nitelikli bir partiye çok büyük
bir gereksinim var, diye düşünüyorum.
Her yõl olduğu gibi bugün de Zincirli-
kuyu’daki mezarõ başõnda anacağõmõz
Behice Boran’õ, anmaktan da öte, artõk onu
çok iyi anlamak ve bõraktõğõ siyasal ka-
lõtõ yeniden yaşatmak için kollarõ sõvamak
gerekmez mi?..
Türk Aydõnõnõn Yaprak Dökümü ve Behice Boran
Ü
nlü yazarõmõz
Fakir Bay-
kurt’u bundan
10 yõl önce 11 Ekim
1999’da gurbet ellerde
yitirmiştik. Alman-
ya’dan gelen cenazesi
14 Ekim’de İstanbul
Zincirlikuyu Mezarlõ-
ğõ’nda toprağa verildi.
Edebiyatçõlar, öğret-
menler, yakõnlarõ, se-
venler büyük bir kala-
balõk, alkõşlarla, göz-
yaşlarõyla uğurladõ onu.
Daha dün gibi…
Bugün yaşasaydõ 80
yaşõnda olacaktõ. Bu on
yõl içerisinde o arõ, du-
ru anlatõmõyla kim bilir
daha ne kadar güzel ya-
põtlar kazandõracaktõ
Türkçemize.
Ömrünün son yõlla-
rõnda yerleşmek zorun-
da kaldõğõ Almanya Du-
isburg’dan şu dizeleri
yazmõştõ:
“Yoruldum yurda
uzaklardan bakmak-
tan,
Ama yorulmadım
hiçbir zaman
O yoksul sevgili gibi
dağ başlarında
Karda kalmış, dar-
da kalmış yolcular için
yazmaktan.” (Bir
Uzun Yol)
Her koşulda yazdı
Gerçekten de Fakir
Baykurt hiç yorulma-
dan, her koşulda yazdõ.
Köylüyü, kentliyi,
emekçiyi, kendi deyi-
miyle darda kalmõş in-
sanlarõ durmadan an-
lattõ. Yoksa onca öykü,
roman, bir şiir kitabõ, 8
ciltlik özyaşam öyküsü
yaşamõn binbir uğraşõ
arasõnda başka türlü na-
sõl yaratõlõrdõ?
Dost Yüzler (Portre-
ler) adlõ kitabõnõn ön-
sözünde “…Gerçekte
ben çok yaşadım, çok
yazdım; bu yaşamda
kârım, kazancım, ha-
nım, apartmanım
bunlar oldu” demişti.
Çok yazdõğõ doğru.
İşte onun hazine de-
ğerinde bize bõraktõğõ
yapõtlarõnõn yalnõzca ad-
larõ, aldõklarõ ödüller:
Çilli (Öyküler,
1955), Yılanların Öcü
(1958 Yunus Nadi
1.’lik ödülü), Efendilik
Savaşı (Öyküler,
1959), Irazca’nın Dir-
liği (Roman, 1961),
Karın Ağrısı (Öykü-
ler, 1961), Cüce Mu-
hammet (Öyküler,
1964), Kerem ile Aslı
(1964), Amerikan Sar-
gısı (Roman, 1967),
Kaplumbağalar (Ro-
man, 1967), Anadolu
Garajı (Öyküler,
1970), Tırpan (Ro-
man, 1970 TRT Başa-
rı Armağanı, 1971
TDK Roman Ödülü),
Onbinlerce Kağnı
(Öyküler, 1971), Can
Parası (Öyküler, 1974
Sait Faik Hikâye Ar-
mağanı), Onuncu
Köy, Sınırdaki Ölü
(Öyküler, 1975), Kek-
lik (Roman, 1975),
Kara Ahmet Destanı
(Roman, 1977 Orhan
Kemal Roman Ödü-
lü), Kale Kale (Öykü-
ler, 1978), Gece Var-
diyası (Öyküler, 1982
Federal Almanya Sa-
nayi Birliği Edebiyat
Ödülü), Barış Çöreği
(Roman 1982, 1984
Berlin Senatosu Ço-
cuk Yazını Ödülü),
Yüksek Fırınlar (Ro-
man, 1983) Dünya
Güzeli, Saka Kuşları,
Koca Ren (1985), Du-
isburg Treni (1986),
Bir Uzun Yol (Şiirler,
1989). Bu listede yaza-
rõn dergilerde, gazete-
lerde yazdõğõ yazõlar ve
o yazõlardan oluşan ki-
taplar yok.
Fakir Baykurt’un
halk arasõnda, özellikle
öğretmenler, öğrenci-
ler arasõnda hatõrõ sayõ-
lõr bir okuru vardõ. He-
pimiz onun yazõlarõn-
dan, romanlarõndan bir
şeyler kazanarak gel-
dik bugüne.
Bugün nüfus arttõ; öğ-
retmen, öğrenci sayõsõ
eskiye göre daha çok.
Ama Fakir Baykurt ve
benzeri yazarlarõn ki-
taplarõnõn daha çok
okunduğunu söylemek
güç. Kitaplõklarda, ki-
tapçõlarda bu yazarlarõn
kitaplarõ yeterince yok.
Belki bugünkü olum-
suzluklardan, iktidarõn
yaydõğõ karanlõktan çõk-
manõn bir yolu da Fakir
Baykurt gibi usta ya-
zarlarõn kitaplarõnõ daha
çok okumaktõr.
Öğretmen
örgütçülüğü
Fakir Baykurt’un ya-
zarlõğõ yanõnda öğret-
menliği, önderliği de
var. Türkiye Öğret-
menler Sendikasõ
(TÖS) genel başkanlõğõ
yaptõ. O yüzden 12
Mart’tan sonra arka-
daşlarõyla birlikte hak-
sõz yere hapiste yattõ.
Mahkemede unutulmaz
bir savunma yaptõ, ar-
kadaşlarõyla birlikte ak-
lanõp çõktõ.
Öğretmenler onun za-
manõnda 1968 Devrim-
ci Eğitim Şûrasõ’nõ,
1969 Eğitim Mitingi ve
Yürüyüşü’nü, Öğret-
men Boykotu’nu ger-
çekleştirdi.
Daha da önemlisi, ge-
nel başkan olduğu za-
man öğretmenlerin bü-
yük çoğunluğu tek çatõ
altõnda örgütlenmişti.
Örgütlü savaşõmlarõyla
hem kamuoyu, hem de
bakanlõk üzerinde bas-
kõ grubu oluşturabili-
yordu. Bugün ise öğ-
retmenler dağõnõk. İkti-
darõn politikalarõnõn da
etkisiyle örgütleri bölük
pörçük. Her biri ayrõ
telden çalõyor. Bu yüz-
den de eskiden olduğu
gibi yeterince etkili ola-
mõyorlar.
Köy enstitüleri
Oysa Cumhuriyet
eğitiminin içi boşaltõlõ-
yor. Sürekli olarak din-
selleştiriliyor, paralõ
eğitim yaygõnlaştõrõlõ-
yor. Sözleşmeli, ücret-
li öğretmenlik uygula-
malarõyla meslek yara-
lanõyor. Uluslararasõ
sözleşmelerden (ILO-
UNESCO 5 Ekim
1966, Öğretmenlerin
Statüsü Tavsiyesi) do-
ğan haklarõmõzõn bile
gerisindeyiz. Nedenle-
ri üzerinde düşünmek
gerekir.
Köy Enstitüleri ol-
masaydõ Fakir Baykurt
ve Köy Enstitülü ya-
zarlar olmayacaktõ.
Edebiyatõmõz, Türkçe-
miz bu yazarlarõn kat-
kõlarõndan yoksun ka-
lacaktõ. Daha acõsõ bi-
zim insan yanõmõzõ bes-
leyen o yazarlarõn oluş-
turduğu güzel duygu-
lardan, düşüncelerden
yoksun kalacaktõk. Bu-
günkü eğitimdeki çar-
põklõk yüzünden kim
bilir daha neler neler yi-
tiriyoruz.
Öğretmen örgütleri,
edebiyatçõlar az da olsa
Fakir Baykurt’u tanõt-
mak için toplantõlar dü-
zenliyor. Memleketi
Burdur’da ölümünden
sonra dostlarõ Fakir-
Der diye bir dernek kur-
dular.
O dernek de Burdur
Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi’yle işbir-
liği yaparak güzel et-
kinlikler yapõyor. Bu
yõl da 9-11 Ekim 2009
tarihleri arasõnda zengin
bir program uyguladõ-
lar. Gönül daha çoğunu,
yazarõn bõraktõğõ hazi-
neden genç nüfusumu-
zun daha çok yararlan-
masõnõ istiyor.
Ölümünün 10. yõlõnda
Fakir Baykurt’u sev-
giyle anõyor, her ba-
kõmdan onu özlüyoruz.
Sönmez TARGAN
Her yõl olduğu gibi bugün de Zincirlikuyu’daki mezarõ başõnda anacağõmõz Behice
Boran’õ, anmaktan da öte, artõk onu çok iyi anlamak ve bõraktõğõ siyasal kalõtõ yeniden
yaşatmak için kollarõ sõvamak gerekmez mi?..
YIL sonuna kadarki dönemde, Yunanistan’la
ilişkiler ilginç bir sınavdan geçecek. Papandreu
yönetimindeki yeni hükümetin tutumu, iki ülke
arasındaki dostluğun dayandırılması gereken te-
meller açısından büyük önem taşıyor.
Atina’daki yeni başbakanın kabine kurmasında
dikkati çeken bir nokta var: Yorgo Papandreu,
hükümet başkanlığı yanında dışişleri bakanlığını
da üstlendi. En azından bir süre için, örneğin AB
Konseyi’nin yıl sonu kararlarında Türkiye’nin
üyelik başvurusuna ilişkin değerlendirme be-
lirleninceye kadar.
Bunun yanında, daha da dikkat çekici olan,
başbakan yardımcılığına eski Dışişleri Bakanı
Teodoros Pangalos’u getirmiş olmasıdır. Bun-
dan çıkarılabilecek iki sonuç olabilir: Birincisi,
parti içinde ve bazı sorunlardaki huysuzlukları
bilinen Pangolos’u yanı başında tutarak onun
olumsuzluklarını azaltmak olabileceği gibi, ikin-
cisi de Türkiye’yle ilişkiler konusundaki tutumu
da bilinen bir kişiden, aynı konuda kendince iz-
lemeyi hesapladığı “tatlı-sert” tutumu zamana
ve zemine göre dengelemekte yararlanmak ola-
bilir.
Yunanistan’la dostluğun dayandırılacağı ilke,
herhalde devletler arası ilişkilere egemen ol-
ması beklenen genel kurala ters düşemez.
O kural, karşılıklı ulusal çıkarların dengelen-
mesidir. Bu ise, söylenmesi kolay, uygulanması
zor bir kural; çünkü sorunlara bakış açısı halk-
tan halka ve devletten devlete değişir. Örneğin,
Ege, adaları ve nüfusu açısından, Yunanistan
için neredeyse bir “iç deniz”dir. Bizim açımız-
dan ise hem kıyısında yaşadığımız ve paylaşıl-
masında hak isteyebileceğimiz bir deniz, hem
de İstanbul ve Çanakkale’nin devamı olan
önemli bir boğaz. Öbür denizlere açılmak ve Ak-
deniz’deki limanlarımıza ulaşmak için.
Aynı düşünce tarzını başka sorunlara da uy-
gulayabilirsiniz. Lozan’da karara bağlanmış
olanlar bir yana, Ortodoks inançları açısından
onların Fener Patrikhanesi’ne ve Başpiskopos’a
bakışları da başka sorunlara bakışlarından
farklıdır. Biz ise inançlar dışında, Patrikha-
ne’nin statüsüne, ekümeniklik iddiasına ve
Heybeliada papaz okulu konusundaki istekle-
rine yalın hukuk açısından bakar ya da Müta-
reke yıllarına kadar inen değerlendirmelere gi-
deriz.
Böyle olduğu içindir ki, dostluğu durumlara
uygulayacak yeni konular gerekir. Örneğin,
1970’lerdeki sürtüşmeler dolayısıyla Bern’de
dondurulmuş petrol aramaları, birlikte oluştu-
rulmuş ortak mekanizmalara ve sonuçların
paylaşılmasında iyi hesaplanmış ilkelere niçin
bağlanamasın?
Bu gibi girişimler, hem bir adım önde olma-
nın yeni ve doğru tarzıdır, hem de dostluk söz-
lerinin yapmacık olup olmadığını ölçmeye ya-
rayabilir.
[email protected]
Fakir Baykurt’u Özlemek
Mustafa GAZALCI
Fakir Baykurt’un halk arasõnda, özellikle öğretmenler,
öğrenciler arasõnda hatõrõ sayõlõr bir okuru vardõ. Hepimiz onun
yazõlarõndan, romanlarõndan bir şeyler kazanarak geldik bugüne.
Bugün nüfus arttõ; öğretmen, öğrenci sayõsõ eskiye göre daha çok.
Ama Fakir Baykurt ve benzeri yazarlarõn kitaplarõnõn daha çok
okunduğunu söylemek güç.