Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
8 AĞUSTOS 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
“B
ana öyle bir yer, nokta
göster ki, dünyanın her
ama her yerine eşit uzak-
lıkta olsun.”
Bilmem bu soruya, hangi bilim
adamõ, hangi coğrafyacõ yanõt vere-
bilir?
Bu sorunun doğru cevabõnõ ancak
mahpuslar yaşayarak öğrenmişlerdir.
Çünkü dünyanõn her noktasõna aynõ
uzaklõkta olan mekân hapishanedir.
Sağmalcõlar iki buçuk yõl süreyle be-
nim için, Amerika’daki babama, Eti-
ler’deki karõma, Cağaloğlu’ndaki
işime, İdealtepe’deki anama, köşe-
deki bakkala, Çiçek Pasajõ’na, Pa-
ris’te hiçbir zaman gitmediğim Van-
couver’a, Boğaz kõyõsõndaki on beş
kilometre ötedeki Bebek’e, binlerce
mil mesafedeki Sydney’e hep eşit
uzaklõktaydõ.
Şair, “Memleket mi, yıldızlar
mı, yoksa gençliğim mi daha
uzak?..” derken aynõ mesafe ve za-
man kavramõnõ dile getiriyordu ga-
liba.
Hapishane, içindekini dar bir me-
kâna hapsederken mekân ve uzaklõk
kavramõnõ da aynõ zamanda anlam-
sõzlaştõrõr. Zaman ise boldur. Hem de
sandõğõndan daha bol. Ama hep bi-
teviye geçen zaman bir yandan za-
manõ sonsuza dek uzatõp gösterirken
bir yandan da onu senden çalar.
Alp Selek Sağmalcõlar’da mesleğini hiç para almadan sürdürdü, büyük üne ulaştõ
Tek kişilik hukuk bürosu
H
apishanedeki zaman, bir anlam-
da yaşanmamõş zaman olarak
kabul ediliyor ve hesaba katõl-
mõyor. Bu dehşetli olayõ bir gün Alp Se-
lek ile konuşurken fark ettim.
Bir içkili lokantadan söz ediyorduk.
- İyi yerdir, ben geçenlerde gittim, pek
de memnun kaldõm, dedi Alp.
Şaşõrmõştõm, “Ne geçenlerdesi yahu
Alp sen iki buçuk yıldır içerdesin. En
azından iki buçuk yıl önce gitmiş ola-
bilirsin” sözleriyle karşõ çõkõnca,
- Öyle ya! dedi.
Yine de söylediğini anlamõştõm. Alp o
mekâna iki buçuk yõl önce hapse gir-
meden birkaç gün evvel gitmişti. Dahi-
li zamanõ saymõyor, hesabõ harici zamanla
yapõyordu, o zamana “geçenlerde” de-
mekte çok haklõydõ.
Alp Selek ile Sağmalcõlar’da bir ara-
da olduğumuz süre içinde, o mesleğini
hiç para almadan sürdürdü ve büyük üne
ulaştõ. Alp Selek’in macerasõnõ, hapis-
hanenin Türk yazõnõna kazandõrdõğõ has
yazarlardan Erdal Atabek’in “Sözüm
Sanadır” adlõ kitabõnõn “Hapishanede
Avukatlık” bölümünden alõntõlarla iz-
leyelim. Söz Erdal Atabek’in:
Kaçakçõlar koğuşu C-16’da iki kişi ara-
sõndaki konuşmaya tanõk olmuştum.
Konuşanlarõn ikisi de kaçakçõydõ.
Biri şöyle demişti:
- Burada yatanlardan biri avukatmõş.
Benim davayõ ona bir açsak.
Diğeri şu yanõtõ vermişti:
- Peki de iyi avukat olsaydõ, hapiste ya-
tar mõydõ?
İlk konuşanõn görüşü şu oldu:
- O başka. Siyasi davadan yatõyor.
Kendi kendime gülmüştüm. Kaçakçõ
bile siyasi davayõ ayõrõyordu da, niye yet-
kililerimiz dünya kamuoyuna “Bizde si-
yasi dava yoktur” diyebiliyordu?
Sonraki yatõşõmõzda Alp Selek’in ha-
pishaneye geldiğini öğrendik. Başka bir
koğuştaymõş. Bizim yattõğõmõz koğuşa
gelmesini istiyorduk. Kendisi de istemiş...
Karşõlõklõ isteğimizle bizim gruba ka-
tõldõ.
İlk günlerin alõşmalarõ geçtikten son-
ra, koğuştan ilk istekler de başladõ.
“Acaba yeni gelen avukat abi, uğ-
radığı haksızlıkla ilgilenir miydi?”
HAKSIZLIKLARA SAVAŞ AÇTI
Alp Selek haksõzlõklarla uğraşmaya
başladõ. Kendisine başvuran kişiyi din-
liyor, bilgiler istiyor, bazõ belgeleri gör-
mek istiyor, konuyu kendine özgü bir cid-
diyetle inceliyor, sonra bir dilekçe ha-
zõrlõyordu.
Adam inanamõyordu. Avukatlarõ var-
dõ. Kendisine bir şeyler söylüyorlardõ. Ge-
lip gidiyorlardõ. Ama bir türlü tahliye ola-
mõyordu. Şimdi ise Alp Selek kendisine
bir dilekçe vermesini, gözden kaçan bir
noktanõn tahliyesine yardõmcõ olacağõnõ
söylüyordu. Adam saygõlõ, minnet du-
yarak gelip gidiyor, dilekçenin hazõrla-
nõşõnõ izliyordu. Sonra dilekçeyi cebine
koyup mahkemeye çõkõyordu. Döndü-
ğünde sevinçten uçuyordu:
- Tahliye oldum. Alp Bey’den Allah ra-
zõ olsun! Tahliye oldum.
Koşuyor Alp Selek’in ellerine sarõlõ-
yordu.
Bir, üç, beş... Alp Selek kime tahliye
dilekçesi yazsa tahliye oluyordu.
Yazdõğõ dilekçelerin adõ tahliye di-
lekçesi oldu.
Kimi zaman incelediği dosyalarda
rastladõğõ haksõzlõklarla çileden çõkardõ:
- Adam kaçakçõ da olsa, burada açõk bir
yanlõş var. Bu adamõn yatmamasõ gere-
kiyor. Öyle bir nokta var ki, dikkatten
kaçmõş. Yoksa yatõrmazlardõ...
İlgilendiği kişilerin çoğu avukatõ ol-
mayan, haklarõnõ bilemeyen garibanlar-
dõ. Alp Selek’e doğrudan başvurmaya ce-
saret edemezler, “Acaba avukat bey
kendileriyle bir ilgilenebilir mi?” diye
bize sorarlardõ. Elbette ilgilenirdi, ken-
disi gidip konuşsa iyi ederdi. Gidip ko-
nuşurdu. Alp Selek konuyla ilgilenir, bil-
giler alõr, sonra da artõk ünlü dilekçesi-
ni hazõrlardõ...
SAĞMALCILAR’DA ARANAN
ADAM OLDU
...Hapishanede ünü yayõldõkça yayõl-
dõ. Başka koğuşlardan, gardiyanlardan ne
çok insanõn Alp Selek’i aradõğõnõ, derdini
açtõğõnõ, dilekçe yazmasõ için rica ettiğini
biliyorum.
Yüksünmez, kimseyi geri çevirmez,
durumunu açõkça anlatõr, yapõlacak bir
şey varsa yapardõ.
Kendi başõna gelenleri hiç konu etmedi.
Yakõnmadõ. Hapis yatõşõnõ sanki doğal-
mõş gibi karşõladõ.
Alp Selek’te sevdiğim yan, hiçbir
haksõzlõğõ olabilir saymamasõydõ.
Yapõlan iş yanlõş ise kabul edilmeme-
liydi...
Onu tanõmak hukuka saygõmõ arttõrdõ.
Hukukun çiğnendiği bir ortamda bile,
hukuka dayanmak güzel bir şeydi.
Berlin’de hâkimler vardõ.
Sağmalcõlar’da da avukatlar...
A
lp Selek’in, haksõzlõk
karşõsõndaki dirençli
tavrõnõn kendisine çek-
tiğini sonradan anlayacağõmõz
kõzõ Pınar Selek, iki haftada bir
çarşamba günlerinde, annesi
ile birlikte, babasõnõ ziyarete ge-
lirdi. O zaman daha küçük bir
kõzdõ. “O, bölmeli, parmaklıklı
arada camlı ziyaret bölmesi
acaba bu küçük kızın ruhun-
da nasıl yaralar açar?” diye
düşünürdüm hep.
Meğer Põnar Selek’in hapis-
hane ile ön tanõşmasõymõş o zi-
yaretler, aradan yõllar geçti, Põ-
nar büyüdü, sosyolog oldu, ba-
basõ gibi kendisini topluma ada-
dõ, ama bu arada Mõsõr Çarşõsõ
olayõ yüzünden yõllarca hapis-
haneler ile mahkemeler arasõn-
da gidip geldi.
Alp, bu kez yine bir haksõz-
lõğa karşõ hukuk mücadelesi
veriyor, ama bu sefer aynõ za-
manda öz kõzõnõ savunuyordu.
Ben şahsen Alp’in eski kader
arkadaşõ ve Põnar’õn bir büyüğü
olarak, bu mücadelede, onlara
yeterli desteği verip veremedi-
ğimden kuşkuluyum, iki üç ya-
zõnõn ötesine geçmeliydi bu
destek.
P I N A R S E L E K H A P İ S H A N E İ L E T A N I Ş I Y O R
B
ir garip soru vardõr, “Issız
bir adaya düşecek olsanız,
yanınıza hangi üç şeyi alır-
sınız?” derler.
Bu soruyu, benimle birlikte yatan
Barõş Derneği tutuklularõna sorsa-
nõz, alacağõnõz yanõt belki her biri
açõsõndan değişik olur. Ama, sanõ-
rõm bir ortak noktada yine de
birleşirler ve hemen hepsi de, bu üç
şeyin arasõna mutlaka “Hüseyin
Baş”õ ya da “Hüs”ü koyarlar.
Çünkü Hüseyin, gerçekten dõşarõ-
daki hayatõnda olduğu gibi, içerde
de, yaşama keyif katan, esprileri,
benzetmeleriyle efkâr dağõtan bir
kişidir.
Hiç vurdumduymaz değil, tam
tersine çok duyarlõ bir arkadaştõr,
ama bunlarõ hem gülüp hem de gül-
dürerek dile getirir.
Onun gülmeden, güldürmeden
ciddi olarak yakõndõğõ tek konu bu
zaman olmuştur hep.
Birlikte tutukluluk dönemimiz,
onun 53-57. yaşlarõ arasõna denk
gelmişti.
Sõk sõk, ciddi ciddi dertlenirdi:
- Şunun şurasõnda işe yarar zama-
nõmõz o kadar azaldõ ki, onu da
burada geçiriyoruz. Beni şimdi
bõraksõnlar, 10-15 yõl sonra gelip iki
katõnõ yatayõm razõyõm.
Bu yakõnmanõn üzerinden 22-25
yõl geçti. Bilmem ki, şimdi o hayali
pazarlõk konusunda ne düşünüyor?
HAPİSHANENİN GERÇEK ADI HÜSEYİN BAŞ
Dünyanõnhernoktasõna
aynõuzaklõktaHapishane, içindekini dar bir mekâna
hapsederken mekân ve uzaklık kavramını
da aynı zamanda anlamsızlaştırıyor
YARIN: YAPILACAK İŞ AZ
VAKİT İSE BOL
Barış Derneği Davası’nda tahliye edilen Hüseyin Baş, yeğenleriyle birlikte. (12 Mart 1986)
Medya ve si-
yaset dünyası
Anıtkabir’e gitmemek için “çalışma
ziyareti” takıyyesine başvurarak gezi
güzergâhını değiştiren İran Cumhur-
başkanı Ahmedinejad’a boşuna tep-
ki gösteriyor! Karanlık coğrafyada
mollaların emir eri olan bir zatın Büyük
Önder’in yattığı mekândan uzak dur-
ması büyük kayıp değil! Üstelik tarihin
en büyük dehasını mezarında huzur-
suz etmenin ne manası var? İranlı’ya
çok kızmamak gerekiyor. İçimizdeki
Atatürk düşmanları yetiyor? Daha
düne kadar televizyonlarda “Atatürk’ü
sevmiyorum, Humeyni’yi seviyorum”
diyen müritler!.. Karısının başına bo-
ca ettiği dışkıdan arta kalanla Cum-
huriyeti kirletebileceğini düşünen za-
vallılar!.. Ya Anayasa Mahkemesi’nin
“irticai faaliyetlerin odağı” diye açık-
ladığı bir partinin yöneticilerinin her fır-
satta Anıtkabir’e gitmesi toplumu az
mı geriyor? Daha önce ülkesini Avru-
pa’ya şikâyet eden ve Anıtkabir ziya-
retini, “ufak tefek detay” diye niteleyen
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Gazi’yi
Ahmedinejad’dan daha fazla mı se-
viyor? Peki her fırsatta Atatürk’e sal-
dıran kalemşorler Cumhuriyetin gele-
ceği için daha az mı mide bulandırı-
yor? Örneğin çarşamba günkü Sabah
gazetesinde, “Niçin herhangi bir çağ-
daş ve ileri devletin resmi protoko-
lünde, yabancıları zorla kurucusunun
mezarına götürmek yoktur? Siz, Anıt-
kabir’i tapınağa çevirdiniz. Her gelip gi-
denden de, orada ‘arz-ı übudiyet’ et-
mesini bekliyorsunuz. Bu geri kalmış-
lıktır” diye yazan Engin Ardıç gibile-
rini nereye koymak gerekiyor?
15 yıl önce Anıtkabir’e uçakla sal-
dırı düzenlemek isteyen Karasesçile-
rin uzantılarıyla Atatürk düşmanlığı uz-
manları arasında hiç fark bulunmuyor!
Onlar hezeyanlarıyla salt Anatkabir’i
basitleştirmeye çalışmıyor! Onlar bel-
ki de bilmeden, ikinci Cumhuriyetçi-
lerin, liboşların, döneklerin “irtica
odakları”nın, “hile-i şeriye”ye sığına-
rak Anıtkabir’den kaçan İranlı’dan
daha fazla tehlikeli olduğunu da de-
şifre ediyor! Eminim, Anıtkabir’i 2007
ile 2008’in ilk sekiz ayında ziyaret eden
15 milyon 900 bin yurttaş da böyle dü-
şünüyor!
Ordu’ya fındık top-
lamak için giden Gü-
neydoğulu işçilerin ya-
şadığı işkenceyi her yıl ilk önce Cum-
huriyet’in Ordu muhabiri Erdoğan
Erişen haberleştirir. Dün de Milliyet bu
dramı birinci sayfasına taşımıştı. Her yıl
8 bin doğulu işçi 2 ay süreyle fındık top-
lamak için Ordu’ya gidiyormuş. Bun-
lar genellikle Melet Irmağı kenarında
konaklıyormuş. Habere göre Vali Ali
Kaban 20 YTL yevmiye için yollara dü-
şen işçilere bu yıl “şehir içinde konak-
lama yasağı” getirmiş. Yol kenarına ku-
rulan ırgat çadırları kaldırılmış jandar-
ma ile işçiler arasında kovalamaca ve
arbede yaşanmış. Urfa’dan gelen ve
sefalet içinde bekleyen 200 kadar iş-
çi, “Çoluk çocuk soğukta yatarak has-
talanıyoruz. Tuvalet yok, yemek yok,
dönüş parası da yok” diye isyan et-
mişler. Bu manzara Ordu’da yıllardır hiç
değişmiyor. Ordu’yu yönetenler, işçi-
lerin “Türk vatandaşıyız” çığlığını belli
ki duymazdan gelmişler! Ancak gör-
meleri gereken iki gerçek var; her
Güneydoğulu terörist değildir!.. Ken-
di toprakları dururken ırgatlığa mahkûm
olanlar, GAP’taki 15 yıllık ihmalin de
kurbanlarıdır! PKK’nin 24 yıldır kan akıt-
tığı bir coğrafyada terörün piyonu ol-
mayanları dışlamak devlete yakışmıyor!
Hükümet Düşüren Telekız!..
“Nedir bu lüks merakı! Bu harca-
ma canavarlığı. Meclis Başkanı
Köksal Toptan Almanya’dan 1
trilyon değerinde son model zırhlı
çok lüks BMV otomobil ithal ettir-
di. Kendisi Kayserili bir tornacının
oğlu olan ve siyasi hayatını hep ‘fa-
kir-fukara’ insanların temsilcisi ol-
mak ideali üzerine bina etmiş Cum-
hurbaşkanı Abdullah Gül yılın ilk al-
tı ayında Çankaya Köşkü’ne 21
trilyon lira harcama yaptı. Başba-
kan’ın bir VIP uçağı vardı, onunla
yetinmedi, ikinci VIP uçağını aldı,
gazeteci gezdiriyor.”
Necati Doğru, Vatan
“Deniyor ki AKP; laiklik karşıtı ey-
lemlerin odağı olduğu mahkeme
kararı ile saptandığı için dersini
alacak ve parti kendisini liberal-
demokrat bir çizgiye çekecek.
AKP’nin liberal-demokrat bir çizgi-
ye çekilmesi eşyanın tabiatına ay-
kırı. AKP kendisini ne kadar değiş-
tirirse değiştirsin özünde Milli Gö-
rüş’e dayanan, tarikat ve cemaat-
lerle ittifak yapan ideolojik bir ha-
rekettir. Milli Görüş’e liberal-de-
mokrat bir çizgiye çekilmesini tek-
lif dahi edemeyiz, bir örgütten ken-
dini var eden umdelerden vazgeç-
mesini isteyemeyiz.”
Cüneyt Ülsever, Hürriyet
e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr
MED CEZİR
MEHMET FARAÇ
‘Arz-ı Übudiyet!..’
“Hizbullah’ı Ergenekon kurdu”,
“PKK’nin, DHKP- C’nin arkasında Er-
genekon var!..” Bu uçuklukları hep Ye-
ni Şafak manşetine taşıdı ve iddialar
nedense hep gizli tanıklara dayandırıldı!
Yeni Şafakçılar belli ki Ahmet Kekeç’in
önceki gün Star ga-
zetesinde yazdığı “Er-
genekon 28 Şubat’a
da uzanır mı” başlıklı
yazısından esinlen-
mişti! Yani yememiş
içmemişler, Kekeç’in
düşlerini hayali (gizli!)
bir tanıkla gerçeğe
dönüşürmek istemişler! İslamcı yazar
diye geçinen zevatın dünkü Yeni Şa-
fak’ı okuyup, Ergenekon’u kimlerin
nasıl sulandırdığı konusunda engin
bilgilere sahip olmalarının tam zama-
nıdır! Efendim, Refah Partisi oylarını art-
tırınca Veli Küçük bir travesti ile bir
porno yazarına talimat vermiş! Onlar da
Aksaray’da, bir pavyonda çalışan Fa-
dime adlı bir telekız bulup tesettüre
sokmuşlar ve Fatih’teki bir tarikata sta-
ja göndermişler! Sonra da Ali Kalkancı
adlı bir alkoliği eğiterek şeyh yapmış-
lar ve bir fabrikatörün kızıyla evlendir-
mişler! Bu da yetmemiş, Müslüm
Gündüz adlı Aczmendinin yanına çok
sayıda figüran mürit yerleştirmişler! Ve
Gündüz’le Fadime
tam yatağa gire-
cekken kameralarla
baskın düzenlemiş-
ler! Sonra ne ol-
muş? REFAHYOL
hükümeti pat diye
düşmüş! Yeni Şa-
fakçılar bünyelerin-
deki ünlü komplo teorisyeninden ba-
yağı feyz almışlar! Türkiye’de 12 Ey-
lül’den bu yana tüm olayları Ergene-
koncular yaptı ya?.. Yakında 15 ya-
şındaki kıza tecavüzden içeri atılan Va-
kit yazarı Hüseyin Üzmez’le daha
dün Çorum’da bir imamın kızına te-
cavüz eden Ensar Vakfı Başkanı, din
kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Ze-
kai İşler’i de Ergenekon’un eğittiğini
yazarlar! Bekleyin, az sonraaaa!!!
Yalan, Mum, Fehmi!..
Fehmi Koru, Yeni Şafak’ta Taha Kı-
vanç imzasıyla 6 Ağustos’ta “Bu ka-
dar komiklik fazla” başlıklı bir yazı
kaleme almıştı. Hedefinde Yeniçağ ya-
zarı Sabahattin Önkibar vardı. Kı-
vanç, Önkibar’ın 5 Ağustos tarihli
“Çukurambar karanlığı” başlıklı yazısına
öfkelenmiş ve “Devletin üç kurumu ta-
rafından yalanlanmış bir haberi ‘gerçek’
saymak ‘ciddiyet’ ile nasıl bağdaşıyor”
diye sormuştu. Önkibar’ın daha önce
“Türk Özel Kuvvetleri timinin Erbil’deki
irtibat bürosu kapatıldı ve askerlerimize
bölgeyi terk edin ültimatomu verildi”
şeklindeki yazısının da yalan çıktığını
öne süren Kıvanç şöyle yazmıştı:
“Herhangi bir gazete, ulusal güvenlik
konusunda bu kadar tehlikeli bir yalanı
‘Doğruluğundan yüzde yüz emin ol-
duğum bir haber’ diye sunan yazarı-
na mutlaka bir yaptırım uygulardı.”
Önkibar kendisinden “sabıka dos-
yası hayli kalın” diye söz eden Kıvanç’a
dün “Koru’nun mumu Çukurambar’da
söner mi?” başlığı altında şu yanıtı ver-
mişti:
“Yazdıklarımın arkasındayım. Koru
gizli bir buluşmayı sorgulayacağına onu
örtmeye çalışıyor. TMSF’den, fukara
milletin cebinden izlenmeyen bir prog-
ram için aldığı yüz milyarların karşılığını
bu şekilde ödüyor demek ki.”
Kim haklı zaman gösterecek. Ger-
çek ve tuhaf olan şu ki, takma isimle
komplo teorileri yazan bir gazeteci,
meslektaşlarını yalancılıkla suçluyor!
7Ağustos(Vatan)
Terörist Irgatlar!..
Pınar Selek, Mısır Çarşısı olayı yüzünden yıllarca hapishaneler
ile mahkemeler arasında gidip geldi. Selek’in avukatlığını ba-
bası Alp Selek yaptı. (Fotoğraflar: Cumhuriyet Gazetesi Arşivi