05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 8 AĞUSTOS 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 “B ana öyle bir yer, nokta göster ki, dünyanın her ama her yerine eşit uzak- lıkta olsun.” Bilmem bu soruya, hangi bilim adamõ, hangi coğrafyacõ yanõt vere- bilir? Bu sorunun doğru cevabõnõ ancak mahpuslar yaşayarak öğrenmişlerdir. Çünkü dünyanõn her noktasõna aynõ uzaklõkta olan mekân hapishanedir. Sağmalcõlar iki buçuk yõl süreyle be- nim için, Amerika’daki babama, Eti- ler’deki karõma, Cağaloğlu’ndaki işime, İdealtepe’deki anama, köşe- deki bakkala, Çiçek Pasajõ’na, Pa- ris’te hiçbir zaman gitmediğim Van- couver’a, Boğaz kõyõsõndaki on beş kilometre ötedeki Bebek’e, binlerce mil mesafedeki Sydney’e hep eşit uzaklõktaydõ. Şair, “Memleket mi, yıldızlar mı, yoksa gençliğim mi daha uzak?..” derken aynõ mesafe ve za- man kavramõnõ dile getiriyordu ga- liba. Hapishane, içindekini dar bir me- kâna hapsederken mekân ve uzaklõk kavramõnõ da aynõ zamanda anlam- sõzlaştõrõr. Zaman ise boldur. Hem de sandõğõndan daha bol. Ama hep bi- teviye geçen zaman bir yandan za- manõ sonsuza dek uzatõp gösterirken bir yandan da onu senden çalar. Alp Selek Sağmalcõlar’da mesleğini hiç para almadan sürdürdü, büyük üne ulaştõ Tek kişilik hukuk bürosu H apishanedeki zaman, bir anlam- da yaşanmamõş zaman olarak kabul ediliyor ve hesaba katõl- mõyor. Bu dehşetli olayõ bir gün Alp Se- lek ile konuşurken fark ettim. Bir içkili lokantadan söz ediyorduk. - İyi yerdir, ben geçenlerde gittim, pek de memnun kaldõm, dedi Alp. Şaşõrmõştõm, “Ne geçenlerdesi yahu Alp sen iki buçuk yıldır içerdesin. En azından iki buçuk yıl önce gitmiş ola- bilirsin” sözleriyle karşõ çõkõnca, - Öyle ya! dedi. Yine de söylediğini anlamõştõm. Alp o mekâna iki buçuk yõl önce hapse gir- meden birkaç gün evvel gitmişti. Dahi- li zamanõ saymõyor, hesabõ harici zamanla yapõyordu, o zamana “geçenlerde” de- mekte çok haklõydõ. Alp Selek ile Sağmalcõlar’da bir ara- da olduğumuz süre içinde, o mesleğini hiç para almadan sürdürdü ve büyük üne ulaştõ. Alp Selek’in macerasõnõ, hapis- hanenin Türk yazõnõna kazandõrdõğõ has yazarlardan Erdal Atabek’in “Sözüm Sanadır” adlõ kitabõnõn “Hapishanede Avukatlık” bölümünden alõntõlarla iz- leyelim. Söz Erdal Atabek’in: Kaçakçõlar koğuşu C-16’da iki kişi ara- sõndaki konuşmaya tanõk olmuştum. Konuşanlarõn ikisi de kaçakçõydõ. Biri şöyle demişti: - Burada yatanlardan biri avukatmõş. Benim davayõ ona bir açsak. Diğeri şu yanõtõ vermişti: - Peki de iyi avukat olsaydõ, hapiste ya- tar mõydõ? İlk konuşanõn görüşü şu oldu: - O başka. Siyasi davadan yatõyor. Kendi kendime gülmüştüm. Kaçakçõ bile siyasi davayõ ayõrõyordu da, niye yet- kililerimiz dünya kamuoyuna “Bizde si- yasi dava yoktur” diyebiliyordu? Sonraki yatõşõmõzda Alp Selek’in ha- pishaneye geldiğini öğrendik. Başka bir koğuştaymõş. Bizim yattõğõmõz koğuşa gelmesini istiyorduk. Kendisi de istemiş... Karşõlõklõ isteğimizle bizim gruba ka- tõldõ. İlk günlerin alõşmalarõ geçtikten son- ra, koğuştan ilk istekler de başladõ. “Acaba yeni gelen avukat abi, uğ- radığı haksızlıkla ilgilenir miydi?” HAKSIZLIKLARA SAVAŞ AÇTI Alp Selek haksõzlõklarla uğraşmaya başladõ. Kendisine başvuran kişiyi din- liyor, bilgiler istiyor, bazõ belgeleri gör- mek istiyor, konuyu kendine özgü bir cid- diyetle inceliyor, sonra bir dilekçe ha- zõrlõyordu. Adam inanamõyordu. Avukatlarõ var- dõ. Kendisine bir şeyler söylüyorlardõ. Ge- lip gidiyorlardõ. Ama bir türlü tahliye ola- mõyordu. Şimdi ise Alp Selek kendisine bir dilekçe vermesini, gözden kaçan bir noktanõn tahliyesine yardõmcõ olacağõnõ söylüyordu. Adam saygõlõ, minnet du- yarak gelip gidiyor, dilekçenin hazõrla- nõşõnõ izliyordu. Sonra dilekçeyi cebine koyup mahkemeye çõkõyordu. Döndü- ğünde sevinçten uçuyordu: - Tahliye oldum. Alp Bey’den Allah ra- zõ olsun! Tahliye oldum. Koşuyor Alp Selek’in ellerine sarõlõ- yordu. Bir, üç, beş... Alp Selek kime tahliye dilekçesi yazsa tahliye oluyordu. Yazdõğõ dilekçelerin adõ tahliye di- lekçesi oldu. Kimi zaman incelediği dosyalarda rastladõğõ haksõzlõklarla çileden çõkardõ: - Adam kaçakçõ da olsa, burada açõk bir yanlõş var. Bu adamõn yatmamasõ gere- kiyor. Öyle bir nokta var ki, dikkatten kaçmõş. Yoksa yatõrmazlardõ... İlgilendiği kişilerin çoğu avukatõ ol- mayan, haklarõnõ bilemeyen garibanlar- dõ. Alp Selek’e doğrudan başvurmaya ce- saret edemezler, “Acaba avukat bey kendileriyle bir ilgilenebilir mi?” diye bize sorarlardõ. Elbette ilgilenirdi, ken- disi gidip konuşsa iyi ederdi. Gidip ko- nuşurdu. Alp Selek konuyla ilgilenir, bil- giler alõr, sonra da artõk ünlü dilekçesi- ni hazõrlardõ... SAĞMALCILAR’DA ARANAN ADAM OLDU ...Hapishanede ünü yayõldõkça yayõl- dõ. Başka koğuşlardan, gardiyanlardan ne çok insanõn Alp Selek’i aradõğõnõ, derdini açtõğõnõ, dilekçe yazmasõ için rica ettiğini biliyorum. Yüksünmez, kimseyi geri çevirmez, durumunu açõkça anlatõr, yapõlacak bir şey varsa yapardõ. Kendi başõna gelenleri hiç konu etmedi. Yakõnmadõ. Hapis yatõşõnõ sanki doğal- mõş gibi karşõladõ. Alp Selek’te sevdiğim yan, hiçbir haksõzlõğõ olabilir saymamasõydõ. Yapõlan iş yanlõş ise kabul edilmeme- liydi... Onu tanõmak hukuka saygõmõ arttõrdõ. Hukukun çiğnendiği bir ortamda bile, hukuka dayanmak güzel bir şeydi. Berlin’de hâkimler vardõ. Sağmalcõlar’da da avukatlar... A lp Selek’in, haksõzlõk karşõsõndaki dirençli tavrõnõn kendisine çek- tiğini sonradan anlayacağõmõz kõzõ Pınar Selek, iki haftada bir çarşamba günlerinde, annesi ile birlikte, babasõnõ ziyarete ge- lirdi. O zaman daha küçük bir kõzdõ. “O, bölmeli, parmaklıklı arada camlı ziyaret bölmesi acaba bu küçük kızın ruhun- da nasıl yaralar açar?” diye düşünürdüm hep. Meğer Põnar Selek’in hapis- hane ile ön tanõşmasõymõş o zi- yaretler, aradan yõllar geçti, Põ- nar büyüdü, sosyolog oldu, ba- basõ gibi kendisini topluma ada- dõ, ama bu arada Mõsõr Çarşõsõ olayõ yüzünden yõllarca hapis- haneler ile mahkemeler arasõn- da gidip geldi. Alp, bu kez yine bir haksõz- lõğa karşõ hukuk mücadelesi veriyor, ama bu sefer aynõ za- manda öz kõzõnõ savunuyordu. Ben şahsen Alp’in eski kader arkadaşõ ve Põnar’õn bir büyüğü olarak, bu mücadelede, onlara yeterli desteği verip veremedi- ğimden kuşkuluyum, iki üç ya- zõnõn ötesine geçmeliydi bu destek. P I N A R S E L E K H A P İ S H A N E İ L E T A N I Ş I Y O R B ir garip soru vardõr, “Issız bir adaya düşecek olsanız, yanınıza hangi üç şeyi alır- sınız?” derler. Bu soruyu, benimle birlikte yatan Barõş Derneği tutuklularõna sorsa- nõz, alacağõnõz yanõt belki her biri açõsõndan değişik olur. Ama, sanõ- rõm bir ortak noktada yine de birleşirler ve hemen hepsi de, bu üç şeyin arasõna mutlaka “Hüseyin Baş”õ ya da “Hüs”ü koyarlar. Çünkü Hüseyin, gerçekten dõşarõ- daki hayatõnda olduğu gibi, içerde de, yaşama keyif katan, esprileri, benzetmeleriyle efkâr dağõtan bir kişidir. Hiç vurdumduymaz değil, tam tersine çok duyarlõ bir arkadaştõr, ama bunlarõ hem gülüp hem de gül- dürerek dile getirir. Onun gülmeden, güldürmeden ciddi olarak yakõndõğõ tek konu bu zaman olmuştur hep. Birlikte tutukluluk dönemimiz, onun 53-57. yaşlarõ arasõna denk gelmişti. Sõk sõk, ciddi ciddi dertlenirdi: - Şunun şurasõnda işe yarar zama- nõmõz o kadar azaldõ ki, onu da burada geçiriyoruz. Beni şimdi bõraksõnlar, 10-15 yõl sonra gelip iki katõnõ yatayõm razõyõm. Bu yakõnmanõn üzerinden 22-25 yõl geçti. Bilmem ki, şimdi o hayali pazarlõk konusunda ne düşünüyor? HAPİSHANENİN GERÇEK ADI HÜSEYİN BAŞ Dünyanõnhernoktasõna aynõuzaklõktaHapishane, içindekini dar bir mekâna hapsederken mekân ve uzaklık kavramını da aynı zamanda anlamsızlaştırıyor YARIN: YAPILACAK İŞ AZ VAKİT İSE BOL Barış Derneği Davası’nda tahliye edilen Hüseyin Baş, yeğenleriyle birlikte. (12 Mart 1986) Medya ve si- yaset dünyası Anıtkabir’e gitmemek için “çalışma ziyareti” takıyyesine başvurarak gezi güzergâhını değiştiren İran Cumhur- başkanı Ahmedinejad’a boşuna tep- ki gösteriyor! Karanlık coğrafyada mollaların emir eri olan bir zatın Büyük Önder’in yattığı mekândan uzak dur- ması büyük kayıp değil! Üstelik tarihin en büyük dehasını mezarında huzur- suz etmenin ne manası var? İranlı’ya çok kızmamak gerekiyor. İçimizdeki Atatürk düşmanları yetiyor? Daha düne kadar televizyonlarda “Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’yi seviyorum” diyen müritler!.. Karısının başına bo- ca ettiği dışkıdan arta kalanla Cum- huriyeti kirletebileceğini düşünen za- vallılar!.. Ya Anayasa Mahkemesi’nin “irticai faaliyetlerin odağı” diye açık- ladığı bir partinin yöneticilerinin her fır- satta Anıtkabir’e gitmesi toplumu az mı geriyor? Daha önce ülkesini Avru- pa’ya şikâyet eden ve Anıtkabir ziya- retini, “ufak tefek detay” diye niteleyen Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Gazi’yi Ahmedinejad’dan daha fazla mı se- viyor? Peki her fırsatta Atatürk’e sal- dıran kalemşorler Cumhuriyetin gele- ceği için daha az mı mide bulandırı- yor? Örneğin çarşamba günkü Sabah gazetesinde, “Niçin herhangi bir çağ- daş ve ileri devletin resmi protoko- lünde, yabancıları zorla kurucusunun mezarına götürmek yoktur? Siz, Anıt- kabir’i tapınağa çevirdiniz. Her gelip gi- denden de, orada ‘arz-ı übudiyet’ et- mesini bekliyorsunuz. Bu geri kalmış- lıktır” diye yazan Engin Ardıç gibile- rini nereye koymak gerekiyor? 15 yıl önce Anıtkabir’e uçakla sal- dırı düzenlemek isteyen Karasesçile- rin uzantılarıyla Atatürk düşmanlığı uz- manları arasında hiç fark bulunmuyor! Onlar hezeyanlarıyla salt Anatkabir’i basitleştirmeye çalışmıyor! Onlar bel- ki de bilmeden, ikinci Cumhuriyetçi- lerin, liboşların, döneklerin “irtica odakları”nın, “hile-i şeriye”ye sığına- rak Anıtkabir’den kaçan İranlı’dan daha fazla tehlikeli olduğunu da de- şifre ediyor! Eminim, Anıtkabir’i 2007 ile 2008’in ilk sekiz ayında ziyaret eden 15 milyon 900 bin yurttaş da böyle dü- şünüyor! Ordu’ya fındık top- lamak için giden Gü- neydoğulu işçilerin ya- şadığı işkenceyi her yıl ilk önce Cum- huriyet’in Ordu muhabiri Erdoğan Erişen haberleştirir. Dün de Milliyet bu dramı birinci sayfasına taşımıştı. Her yıl 8 bin doğulu işçi 2 ay süreyle fındık top- lamak için Ordu’ya gidiyormuş. Bun- lar genellikle Melet Irmağı kenarında konaklıyormuş. Habere göre Vali Ali Kaban 20 YTL yevmiye için yollara dü- şen işçilere bu yıl “şehir içinde konak- lama yasağı” getirmiş. Yol kenarına ku- rulan ırgat çadırları kaldırılmış jandar- ma ile işçiler arasında kovalamaca ve arbede yaşanmış. Urfa’dan gelen ve sefalet içinde bekleyen 200 kadar iş- çi, “Çoluk çocuk soğukta yatarak has- talanıyoruz. Tuvalet yok, yemek yok, dönüş parası da yok” diye isyan et- mişler. Bu manzara Ordu’da yıllardır hiç değişmiyor. Ordu’yu yönetenler, işçi- lerin “Türk vatandaşıyız” çığlığını belli ki duymazdan gelmişler! Ancak gör- meleri gereken iki gerçek var; her Güneydoğulu terörist değildir!.. Ken- di toprakları dururken ırgatlığa mahkûm olanlar, GAP’taki 15 yıllık ihmalin de kurbanlarıdır! PKK’nin 24 yıldır kan akıt- tığı bir coğrafyada terörün piyonu ol- mayanları dışlamak devlete yakışmıyor! Hükümet Düşüren Telekız!.. “Nedir bu lüks merakı! Bu harca- ma canavarlığı. Meclis Başkanı Köksal Toptan Almanya’dan 1 trilyon değerinde son model zırhlı çok lüks BMV otomobil ithal ettir- di. Kendisi Kayserili bir tornacının oğlu olan ve siyasi hayatını hep ‘fa- kir-fukara’ insanların temsilcisi ol- mak ideali üzerine bina etmiş Cum- hurbaşkanı Abdullah Gül yılın ilk al- tı ayında Çankaya Köşkü’ne 21 trilyon lira harcama yaptı. Başba- kan’ın bir VIP uçağı vardı, onunla yetinmedi, ikinci VIP uçağını aldı, gazeteci gezdiriyor.” Necati Doğru, Vatan “Deniyor ki AKP; laiklik karşıtı ey- lemlerin odağı olduğu mahkeme kararı ile saptandığı için dersini alacak ve parti kendisini liberal- demokrat bir çizgiye çekecek. AKP’nin liberal-demokrat bir çizgi- ye çekilmesi eşyanın tabiatına ay- kırı. AKP kendisini ne kadar değiş- tirirse değiştirsin özünde Milli Gö- rüş’e dayanan, tarikat ve cemaat- lerle ittifak yapan ideolojik bir ha- rekettir. Milli Görüş’e liberal-de- mokrat bir çizgiye çekilmesini tek- lif dahi edemeyiz, bir örgütten ken- dini var eden umdelerden vazgeç- mesini isteyemeyiz.” Cüneyt Ülsever, Hürriyet e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ ‘Arz-ı Übudiyet!..’ “Hizbullah’ı Ergenekon kurdu”, “PKK’nin, DHKP- C’nin arkasında Er- genekon var!..” Bu uçuklukları hep Ye- ni Şafak manşetine taşıdı ve iddialar nedense hep gizli tanıklara dayandırıldı! Yeni Şafakçılar belli ki Ahmet Kekeç’in önceki gün Star ga- zetesinde yazdığı “Er- genekon 28 Şubat’a da uzanır mı” başlıklı yazısından esinlen- mişti! Yani yememiş içmemişler, Kekeç’in düşlerini hayali (gizli!) bir tanıkla gerçeğe dönüşürmek istemişler! İslamcı yazar diye geçinen zevatın dünkü Yeni Şa- fak’ı okuyup, Ergenekon’u kimlerin nasıl sulandırdığı konusunda engin bilgilere sahip olmalarının tam zama- nıdır! Efendim, Refah Partisi oylarını art- tırınca Veli Küçük bir travesti ile bir porno yazarına talimat vermiş! Onlar da Aksaray’da, bir pavyonda çalışan Fa- dime adlı bir telekız bulup tesettüre sokmuşlar ve Fatih’teki bir tarikata sta- ja göndermişler! Sonra da Ali Kalkancı adlı bir alkoliği eğiterek şeyh yapmış- lar ve bir fabrikatörün kızıyla evlendir- mişler! Bu da yetmemiş, Müslüm Gündüz adlı Aczmendinin yanına çok sayıda figüran mürit yerleştirmişler! Ve Gündüz’le Fadime tam yatağa gire- cekken kameralarla baskın düzenlemiş- ler! Sonra ne ol- muş? REFAHYOL hükümeti pat diye düşmüş! Yeni Şa- fakçılar bünyelerin- deki ünlü komplo teorisyeninden ba- yağı feyz almışlar! Türkiye’de 12 Ey- lül’den bu yana tüm olayları Ergene- koncular yaptı ya?.. Yakında 15 ya- şındaki kıza tecavüzden içeri atılan Va- kit yazarı Hüseyin Üzmez’le daha dün Çorum’da bir imamın kızına te- cavüz eden Ensar Vakfı Başkanı, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Ze- kai İşler’i de Ergenekon’un eğittiğini yazarlar! Bekleyin, az sonraaaa!!! Yalan, Mum, Fehmi!.. Fehmi Koru, Yeni Şafak’ta Taha Kı- vanç imzasıyla 6 Ağustos’ta “Bu ka- dar komiklik fazla” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Hedefinde Yeniçağ ya- zarı Sabahattin Önkibar vardı. Kı- vanç, Önkibar’ın 5 Ağustos tarihli “Çukurambar karanlığı” başlıklı yazısına öfkelenmiş ve “Devletin üç kurumu ta- rafından yalanlanmış bir haberi ‘gerçek’ saymak ‘ciddiyet’ ile nasıl bağdaşıyor” diye sormuştu. Önkibar’ın daha önce “Türk Özel Kuvvetleri timinin Erbil’deki irtibat bürosu kapatıldı ve askerlerimize bölgeyi terk edin ültimatomu verildi” şeklindeki yazısının da yalan çıktığını öne süren Kıvanç şöyle yazmıştı: “Herhangi bir gazete, ulusal güvenlik konusunda bu kadar tehlikeli bir yalanı ‘Doğruluğundan yüzde yüz emin ol- duğum bir haber’ diye sunan yazarı- na mutlaka bir yaptırım uygulardı.” Önkibar kendisinden “sabıka dos- yası hayli kalın” diye söz eden Kıvanç’a dün “Koru’nun mumu Çukurambar’da söner mi?” başlığı altında şu yanıtı ver- mişti: “Yazdıklarımın arkasındayım. Koru gizli bir buluşmayı sorgulayacağına onu örtmeye çalışıyor. TMSF’den, fukara milletin cebinden izlenmeyen bir prog- ram için aldığı yüz milyarların karşılığını bu şekilde ödüyor demek ki.” Kim haklı zaman gösterecek. Ger- çek ve tuhaf olan şu ki, takma isimle komplo teorileri yazan bir gazeteci, meslektaşlarını yalancılıkla suçluyor! 7Ağustos(Vatan) Terörist Irgatlar!.. Pınar Selek, Mısır Çarşısı olayı yüzünden yıllarca hapishaneler ile mahkemeler arasında gidip geldi. Selek’in avukatlığını ba- bası Alp Selek yaptı. (Fotoğraflar: Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle