Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20
bin 909 kilo-
m e t r e k a r e
yüzölçümün-
deki Antalya şehrinin 10
bin hektar büyüklüğün-
deki orman alanõnõn yan-
masõyla, ülke gündemi
yeniden orman yangõnla-
rõna yoğunlaştõ. Bu mik-
tar Antalya’nõn binde be-
şi demektir. Oysa ülke
zaten yangõn yerine dön-
müş, bütün alanlarda kav-
ruluyor; siyasal, ekono-
mik, hukuksal, kültürel,
sosyal alanda tamamen
kendi halkõna uzaklaştõ-
rõlarak yabancõlaştõrõlmõş
durumda. Yabancõlara sa-
tõlmadõk zenginlik ve ül-
ke varlõğõ kalmamõş; sa-
tõlan maden alanlarõyla
birlikte üstündeki or-
manlar da elden çõkmõş
durumda. Yakõnda “kü-
reselleşme”ye eklemle-
necek “devlet” de kal-
mayacak. Antalya’nõn ak-
ciğerleri artõk yok olmuş,
kararmõş kömür olmuş-
tur. Artõk kent, nefes ala-
mayacak, geleceği neoli-
beralizmin ticari rant ara-
cõ haline dönüştürülerek
İstanbul gibi bir “taş ka-
vanoz” halini alacak.
Nedense İstanbul or-
manlarõnõn yakõlmasõ ta-
mamlanarak, taş kava-
noza dönüştürülmesin-
den sonra, İzmir, Antal-
ya, Muğla, Aydõn illeri-
nin en güzel kõyõlarõna
bakan koylarõnõn uzandõ-
ğõ ormanlar yanmaya
başladõ.
Bu yangõnlarõn neden-
leri, suçlularõ, zararlarõ
bir süreliğine yazõlõ ve
görsel medyada en sõkõ
demeçlerle yetkililer ta-
rafõndan saptanacak, ta ki,
yeni bir gündem madde-
siyle değişene dek... Kon-
ya’daki Kuran kursu bi-
nasõnõn çökmesiyle ya-
şanan dehşet gibi... Ül-
kede konu mu, olay mõ
yok?..
Yangõn Manavgat, Se-
rik ilçelerini etki altõna
alõp Aspendos harabele-
rine kadar dayanmõş du-
rumda. On bir köy yan-
gõndan büyük miktarda
zarar görmüş; Karataş
köyünde 59 evle birlikte
bütün mal ve araziler,
zeytinlikler, ekili alanlar
yok olmuş. Karataş köyü
tamamen ortadan kalk-
mõştõr. Diğer köylerde de
büyükbaş ve küçükbaş
hayvanlarla, zeytinlikler,
ekili alanlar, meyve bah-
çeleri telef olmuştur. İki
can almõş olan yangõn
tarõm araçlarõna, traktör
ve diğer malzemelerle ev
eşyalarõnõn yanmasõna se-
bep olmuş; zeytinlikleri
yanan köylü kadõnlarõn;
“...yüreğimiz karardı;
ciğerlerimiz yanıyor...”
şeklindeki feryatlarõ in-
sanõn kanõnõ donduruyor.
Bu yangõn Orman Kuru-
mu ile Türkiye Elektrik
İletim Anonim Şirketi’ni
de karşõ karşõya getir-
miştir. Yüksek gerilim
tellerinin rüzgârõn etki-
siyle birbirine çarpmasõ
sonucunda oluşan kõvõl-
cõmlarõn yangõna neden
olduğu savlarõ ortaya atõl-
mõş; daha sonra diğer il-
gili kurumca bunun doğ-
ru olmadõğõ açõklamalarõ
yapõlmõştõr.
Yani sorumluluğu kim-
se üzerine kondurma-
makta, ama yangõnlar hõz
kesmeden devam etmek-
te. Bir yandan 6831 sayõlõ
Orman Yasasõ’nõn 2B
maddesiyle orman vasfõ-
nõ yitirmiş yerlerin satõ-
şõndan elde edilecek ge-
lirin 25-30 milyar dolar
olacağõ ve 2B’nin baş-
langõç tarihi olarak
23.07.2008 tarihinin baz
alõnacağõ söylemleri, di-
ğer yandan “...Çanak-
kale’den Akdeniz’e ka-
dar bütün Hazine ara-
zilerini satacağım!..” di-
yerek bu arazilerin TOKİ
ve Turizm ve Kültür Ba-
kanlõğõ’na bir protokolle
devredilmesi ve “Yeter
ki malın olsun! Or-
manları da satacağım;
yerli yabancı fark et-
mez!” diyen Maliye Ba-
kanõ’nõn açõklamalarõ ol-
dukça, orman alanlarõ tat-
lõ “rant” aracõ, satõlacak
“meta” olmaktan kurtu-
lamaz. Ülkemizde 2B ile
orman dõşõna çõkartõlan
alan miktarõ 4 bin 500 ki-
lometrekaredir. Bu da
Türkiye yüzölçümünün
yüzde 05’i, 200 bin kilo-
metrekare olan orman
varlõğõmõzõn yüzde 020’si
olmaktadõr. Ormanlarõ-
mõz yanmasõn diye 6831
sayõlõ Orman Yasasõ’nõn
yanõ sõra 169 ve 170 sa-
yõlõ anayasa maddeleri
ile önlem almaya çalõş-
mak hiçbir işe yarama-
mõş; yangõnlar azalaca-
ğõna daha da artarak
sürmüştür.
Bütün çağdaş ülkeler
ormanlarõnõ kurduklarõ
güvenlik örgütleriyle sõ-
kõ bir şekilde denetim al-
tõna almõşlardõr. Olayõ
kendi yazgõsõna bõrakan
bu anlayõş, bir süre son-
ra “Ormanları devlet
olanaklarıyla koruma
olanağı kalmamıştır;
özelleştirelim” düşün-
cesinin ortam kazanma-
sõna yönelecek ve ka-
muoyu buna hazõrlana-
caktõr.
Oysa ortada bir büyük
ihmal var. Trafik dene-
timlerini havadan ve ka-
radan bir polis ordusu ile
denetlemek söz konusu
olduğuna göre, orman-
larda böyle bir organi-
zasyona gidilmesi kesin-
likle kaçõnõlmaz olmalõ-
dõr. Zira yangõn kõvõlcõm
halindeyken ve büyüme-
den söndürülebilir. Or-
manlar kendi yazgõsõna
terk edilmemelidir. Tra-
fik kazalarõ sõfõrlanmasa
da, caydõrõcõ önlemlerle
aza indirilmeye çalõşõl-
makta ve kontrol altõnda
tutulmasõ bir zorunluluk
olarak öne çõkmaktadõr.
Öyleyse, ülkenin, dün-
yanõn ve insanlõğõn ve
tüm canlõlarõn doğal ka-
lõtõ, zenginliği ve ekolo-
jik denge unsuru orman-
larõn bir koruma kalkanõ
altõna alõnmasõ gerekmez
mi?
Sonuç
Ormanlar ele alõnacak
bazõ temel hükümlerle
güvence altõna alõnabi-
lir: 1) Güçlü bir orman
güvenlik örgütü kurula-
rak, karadan ve havadan
gece gündüz kesintisiz
yapõlacak denetimlerle,
2) Ormanla ilgili olumsuz
tüm yasalar iptal edilip
ortadan kaldõrõlarak, 3)
Kaçak yapõlaşmalara ke-
sinlikle göz yummayõp,
yüksek ceza yaptõrõmla-
rõyla donatõlarak, 4) 3194
sayõlõ İmar Yasasõ yeni-
den ele alõnõp; mevzi imar
planõ, plan tadilatõ gibi
uygulamalara izin ver-
meyerek; orman içi ve or-
man kenarõ yapõlaşma-
lara karşõ ciddi önlemler
alarak, 5) Orman alanla-
rõ “doğal sit”, “koruma
alanı”, “ulusal park” ,
“çevre koruma alanı”
gibi uygulamalar getiri-
lerek korunabilir. Yoksa
bu çağda yoksul, varõnõ
yoğunu kaybetmiş orman
köylüsünü “kader” diye
“tevekkül”le dõşlayarak
uyutmak artõk olanaklõ
olmamalõ...
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 8 AĞUSTOS 2008 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
ARADA BİR
TAHSİN YÜCEL
Seç Bana Bir Rektör
Bir süre önce gazetelerimizin iç sayfaların-
da ilginç bir haber vardı: Cumhurbaşkanımız
Abdullah Gül Yüksek Öğretim Kurumu’nun
“rektör adayı” olarak belirlediği kimi öğretim
üyelerinin atamasını gönül rahatlığıyla yapa-
bilmek için onları Çankaya’ya çağırıp kendi-
leriyle görüşmeye karar vermiş, hemen
arkasından da uygulamaya geçmişti. Bildiğimiz
kadarıyla, bu yepyeni uygulamanın yasaya
aykırı bir yanı yoktu. Üniversitelerinin aday a-
dayı olarak seçtiği öğretim üyeleri de belki yal-
nız bize özgü olan bu üç aşamalı koşuda ipi
göğüsleyebilmek umuduyla soluğu
Çankaya’da almışlardı. Sorun rektörlük
cüppesini giyebilmek sorunuydu, çağrıya uy-
mayacak da ne yapacaklardı ki? 2008 Türkiye-
si’nde Hamletçilik oynayacak değillerdi ya.
Gene de hiçbir adayın “Hayır, ben bu
görüşmeye gidip de rektör seçimlerinin sına-
va, sorgulamaya ya da pazarlığa dönüş-
türülmesine aracılık etmeyeceğim. Sayın
cumhurbaşkanımız üniversitemin öğretim
üyelerinin ve başkanını kendisinin seçtiği an-
lı şanlı Yüksek Öğretim Kurumu’nun oylarına
güvenemiyor mu” diyememiş, şu benzeri
görülmedik köşe bolluğunda hiçbir köşe-
menimizin bu konu üzerinde durmamış olması
benim içimi sızlattı, bir amansız yalnızlık duy-
gusudur sardı benliğimi. “Nereden nereye
geldik!” dedim, “Evet, nereden nereye?”
Bugünmüş gibi belleğimde, 1980 yılının
11 Eylül akşamı, birkaç günlük bir bilimsel
etkinliğin ardından, unutulmaz dostum Berke
Vardar’la ben, Fransa’nın Toulouse-le-
Mirail Üniversitesi profesörlerinden Georges
Maurand’la yemek yiyorduk. Söz üniversite
düzeninden açılmıştı. Vardar’la ben ülkemizin
üniversitelerinde rektörlerin, dekanların, yöne-
tim kurullarının öğretim üyelerinin oylarıyla
seçildiğini anlatıyorduk, konuğumuz içini
çekiyor, kendi ülkesinde bu tür görevlerin
çoğuna yukarıdan atama yapıldığını söylüy-
ordu. Vardar’la ben bizim üniversitelerim-
izde yönetimsel kararların fakülte kurulların-
da ve üniversite senatosunda tartışılarak ve
oyçokluğuyla alındığını anlatıyorduk, konuğu-
muz bizi çok kıskandığını söylemekle yetiniy-
ordu. Vardar’la ben bizim üniversitelerim-
izde sınırlı bir biçimde de olsa öğrencilerin
yönetime katılma olanağı bulunduğunu an-
latıyorduk, konuğumuz şaşıyordu. Vardar’la
ben öğretim üyelerinin atanma ve yük-
seltilmelerine ilişkin kurallardan söz ediyorduk,
konuğumuz Fransa’da atamaların yukarıdan
yapıldığını söyleyerek içini çekiyordu. Vardar’la
ben ülkemizle, üniversitemizle gurur duyuy-
orduk.
Ertesi sabah, radyolarda Orgeneral Ke-
nan Evren’in sesiyle uyandık. Özgür üniver-
sitelerimize hayran kalan Fransız uğraş-
taşımız, otelinin kapısından dışarı çıka-
madığından, ülkesine dönebilmek için sokağa
çıkma özgürlüğünü ancak yirmi dört saat son-
ra kullanabildi. Bizim onu hayran bırakan
üniversite özerkliğimize ve yöneticilerimizi
seçme özgürlüğümüze gelince, çeyrek yüzyılı
aşkın bir süredir yerlerinde yeller esmekte. Ke-
nan Evren - İhsan Doğramacı işbirliğiyle hazır-
lanıp yürürlüğe sokulan üniversite yasası öz-
erklik kavramını tümden kaldırdı ortadan,
öğretim üyelerinin yöneticilerini seçme hakkının
üstüne kalın bir çizgi çekti, doçent ve profesör
atamalarını da kapsamlı, tutarlı ve özgün
araştırmalara bağlı olmaktan çıkararak bir tür
çetele hesabına bağladı. Yapılmasına izin
verilen tek seçim de son sözü cumhur-
başkanına bırakan üç basamaklı rektör
seçimiydi. Ama işin en ilginç yanı, bu Evren-
Doğramacı yasasının çeyrek yüzyıl boyunca
yürürlükte kalması. Özgürlükler konusunda
mangalda kül bırakmayan ünlü politikacıların,
Ecevit’lerin, Demirel’lerin, Özal’ların, kendi-
leri de bir zamanlar öğretim üyesi olan Erdal
İnönü’lerin, Tansu Çiller’lerin bu tutucu
yasayı değiştirme yolunda parmaklarını bile oy-
natmamış olmaları. En acıklısı da, anlı şanlı
profesörlerimizin, aydınlarımızın, yazarlarımızın
üniversitelerin bu acıklı koşulu üzerinde değil
de cumhurbaşkanlarının yaptığı seçim üz-
erinde durmaları.
İsterseniz, Zola’yı bir kez daha analım:
“Ve bu insanlar uyuyorlar, eşleri ve çocukları
var, onları seviyorlar!”
PENCERE
Oyun...
İran ‘recm’ cezasını kaldırmaya hazırlanıyor-
muş...
O da ne ki?..
İran Yargı Erki Sözcüsü Ali Rıza Cemşidi recm
ve el kesme cezalarını vurgulayarak demiş ki:
“- Yeni şeriat ceza yasa tasarısında bu tür ce-
zalar yer almıyor...”
Biliyorsunuz ya da bilmeniz gerekir ki İslam şe-
riatında yalnız tesettür yoktur; hırsızların eli ke-
silir...
Zina yapan kadınlar taşlanarak öldürülür...
Şimdi gelin bir oyun oynayalım...
Oyun için önce haberi yeniden okuyalım...
“Reformcu İtimat gazetesine açıklama yapan
Yargı Erki Sözcüsü Ali Rıza Cemşidi, recm ve el
kesme cezalarını kastederek ‘yeni şeriat ceza ya-
sa tasarısında bu tür cezalar yer almıyor’ dedi.
Cemşidi yeni yasa tasarısı parlamentoda onay-
lansa bile son sözü veto hakkı bulunan Anayasa
Savunmanlar Konseyi’nin söyleyeceğini belirtti.
Temmuz ayında İran İnsan Hakları Grubu zina su-
çuyla recm cezasına çarptırılan sekiz kadının ce-
zalarının infaz edilmemesi için girişime geçmişti.
Kadın hükümlüleri temsil eden Gönüllü Avukatlar
örgütü bu kadınların okuma-yazma bilmeyen alt
kesimlerden geldiğini ve yeterli savunma yapa-
madıklarını ileri sürmüştü.”
Haberi okurken elime bir kalem aldım ve kimi
sözcüklerin altını çizdim...
Alt alta yazıyorum bu sözcükleri:
“Yargı erki...”
“YENİ ŞERİAT CEZA YASA TASARISI...”
“Reformcu İtimat gazetesi...”
“PARLAMENTO...”
“Veto hakkı...”
“Anayasa Savunmanlar Konseyi...”
“İnsan Hakları Grubu...”
“Kadın Hakları Gönüllüleri Avukatlar Grubu...”
Vb...
Hımmm...
Demek ki her şey var...
Parlamento var...
Veto hakkı var...
Yeni yasa tasarısı var...
Reformcu gazete var...
Anayasa Savunmanlar Konseyi var...
İnsan Hakları Grubu var...
Gönüllü Avukatlar Grubu var...
Çağdaş deyişlerle vurgulanan bu kurumlar
var da.. yok olan nedir?..
İşte sevgili okurlar olayın püf noktası...
Yok olan nedir?..
K
onya, Taşkent ilçesi Balcõlar
beldesinde bir tarikata bağlõ
üç katlõ kaçak, yatõlõ kõz Ku-
ran kursu gaz sõzõntõsõnõn pat-
lamasõ sonunda çöktü. 17 kõz
ve 1 kurs öğreticisi göçüğün altõnda kalarak
yaşamõnõ yitirdi, 27 çocuk da yaralõ. Yõkõk-
lar arasõnda patlama sõrasõnda 03.42’de
duran bir duvar saati.
Çocuklarõn gazetedeki resimlerine bakõy-
orum. Leyla’nõn, Zehra’nõn, Cennet’in,
Teslime’nin, Fadime’nin, Sema’nõn. 17
çocuk.
Nedense Ceyhun Atuf Kansu’nun “Kıza-
muk Ağudu” şiiri geliyor aklõma. Kõza-
mõktan ölen 23 çocuğun ağõtõ.
“Bir köy gördüm ta uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilemezsiniz,
Kar örtmüş göremezsiniz karanlık-
tan,
Yalnız üşür üşür de çaresiz.
……..
Ali’lerin kızı Emine’yi gördüm,
Öldü… Yusuf’ların Kadir öldü, em-
misinin Durdu öldü,
İkindiye doğru, evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu
öldü.”
Kõzamõktan değil ama kör cehaletten
ölen Elif, Rukiye, Ümmünur, Fadimana,
Şerife, Huriye, Hatice, Şehriban... O
saatte en tatlõ uykusunda olmasõ gereken
çocuklarõmõzõ bir daha uyanamayacağõ
sonsuz bir uykuya gönderiyoruz.
“Dünyanın bütün çiçekleri”ni bir araya
getirip çağdaş eğitimden geçiremeden sol-
durduğumuz, yok ettiğimiz çocuklarõmõz…
Oysa ne güzel bir yol bulmuştuk
Cumhuriyet’le. Uygarlõğa, çağdaşlõğa giden
akõl ve bilim yolu. Daha yoksulduk ama
çocuklarõmõz ‘öğretim birliği’ içerisinde
laik, bilimsel bir anlayõşla eğitiliyordu,
1940’lõ yõllarda Köy Enstitüleriyle eğitimde
üreticiliği de yakalamõştõk. Bõrakõlsaydõ
kõz, erkek bütün çocuklar çağdaş eğitimin
õşõğõnda yetişip çevresini aydõnlatacak-
lardõ.
Olmadõ, bõrakõlmadõ.
Yolumuzdan ayrõlarak başka iklimlere, or-
tamlara geldik, getirildik.
Hele son 6 yõldõr AKP ülkeyi nerelerden
alõp nerelere getirdi.
Özellikle eğitim alanõnda.
Dinselleşen eğitim
Diyanet İşleri Başkanlõğõ’ndan sorumlu
Sayõn Mehmet Aydın’õn yazõlõ soru öner-
gelerine verdiği yanõta göre; 2003’te 3 bin
852 Kuran kursu, 2007’de 7 bin 36 olmuş.
Yazõn açõlan Kuran kurslarõnõn sayõsõ ise
2004’te 54 bin 372’den, 2006’da 58 bin
500’e çõkmõş. Aynõ yõl bu kurslarda okuyan
öğrenci sayõsõ 1 milyon 436 bin 168’e u-
laşmõş. Bunlar bilinen, kayõtlõ olanlar. Ya
yurtlarda, kurslarda, evlerde gizli, kaçak
çalõşanlarõn sayõsõnõ tam bilen yok.
Nerede kaldõ öğretim birliği? Onu
öngören anayasanõn 174. maddesi, hür,
bilimsel eğitimi emreden 1739 sayõlõ Mil-
li Eğitim Temel yasasõ?
AKP iktidarõ adõm adõm bu ortamõ hazõr-
ladõ.
Yasalarõ, yönetmelikleri değiştirdi, yurt-
larda dinsel sömürüyü suç olmaktan çõkardõ.
Kuran kurslarõnõn denetimini ilköğretim
müfettişlerinden aldõ, Danõştay’õn iptali
üzerine Milli Eğitim Bakanlõğõ kararõ işine
geldiği gibi uyguladõ. Yalnõzca yaz Kuran
kurslarõnõn denetimi yeniden ilköğretim
müfettişlerine verildi. O denetim de yete-
rince yapõlmadõ.
Aslõnda çocuklar ilköğretimi bitirmeden
Kuran kurslarõna gitmemeli. Aile dõşõnda
ilköğretimde yeterince din kültürü ver-
ilmektedir. Ne yazõk ki bundan önceki
hükümetler döneminde yapõlan düzenle-
meyle 8 yõllõk kesintisiz eğitim bölündü, 5.
sõnõfõ bitirenlerin yaz Kuran kurslarõna
gitmesi sağlandõ. Gerçekte ilköğretimin
her sõnõfõndan, hatta okula başlamayanlar
bile bu kurslara gitmektedir. Konya’daki
göçüğün altõnda 10-11 yaşõnda çocuklarõn
çõkmasõ da bunu açõkça gösteriyor.
Kaçak açõlanlarda neler olduğunu bilen
tam yok.
İktidar bir yandan “Yeterince Kuran
kursları açmazsak kaçaklar artar” di-
yerek Kuran kurslarõnõn sayõlarõnõ art-
tõrõrken, bir yandan da 2004’te yapõlan bir
yasa değişikliğiyle kaçak Kuran kurslarõ
açanlara uygulanan 1 yõldan 3 yõla kadar
olan hapis cezasõ, 3 aydan bir yõla in-
dirilmiş, eğiticilerin cezalandõrõlmasõ
kaldõrõlmõştõr.
Başbakan Sayõn R. Tayyip Erdoğan
26.05.2005’te Yeni Şafak gazetesine verdiği
demeçte, “Kaçak Kuran kursu diye bir i-
fade olamaz. Kanunun ruhuna aykırı.
Kuran öğrenilir, Kuran’ı öğrenmeye
kimse suç ifadesi kullanamaz” demiştir.
Köy Enstitüleri ve Tonguç
Konya’daki kaçak kõz Kuran kursu yur-
dunda ilköğretim çağõnda ölen kõzlarõmõz,
eğitimden yeterince yararlanamayan yok-
sul aile ve köy çocuklarõ ister istemez Köy
Enstitülerini ve onlarõn kurucusu İsmail
Hakkı Tonguç’u düşündürdü bize.
Bütün yaşamõnõ çocuklarõn çağdaş
eğitimine adamõş dünya çapõndaki büyük
eğitimcimiz 27 Mayõs 1960’tan sonra
yapõlacak yeni anayasaya girmesi için
ilköğretimle ilgili 13 maddelik bir rapor
hazõrlayõp ilgililere sunmuştu. Ölümün-
den bir iki ay önce hazõrladõğõ bu raporun-
da İsmail Hakkı Tonguç şunlarõ öneriy-
ordu:
“İlköğretim zorunlu ve parasızdır. 7
yaşına basan kız erkek her çocuk 15
yaşını tamamlayıncaya kadar, laik oku-
la, teknik okullara ve kurslara devam et-
meye zorunludur. Zorunlu öğrenim
çağında bulunan her çocuk öğrenim
süresince;
a) Yaşam okuluna özgü ilkeleri uygu-
layabilecek öğretmenlere kavuşmak,
Sağlığı koruyucu olanakları elde etmek,
Çağdaş bir okul binasında okumak ve
eğitilmek,
Kitaplardan, öğretim araçlarından
yararlanmak,
Öğrenimi süresince taşıt araçların-
dan parasız yararlanmak, haklarına
sahiptir.”
2001 yõlõnda Ankara Beypazarõ ilçesinin
Karaşar beldesinde İsmail Hakkõ Tonguç
adõnõ taşõyan yatõlõ bir bölge okulu (YİBO)
açõldõ. Açõlõş törenine Köy Enstitüleri Vak-
fõ ve Eğit-Der temsilcileri olarak biz de
katõlmõş, 1000 kitap armağan etmiştik.
Okulun bugün ne durumda olduğunu o beld-
eden olan yüksek köy enstitüsünü bitirmiş
Sayõn Mustafa Aydoğan’dan okuyalõm:
“Okul 200 yatılı, 40-50’de gündüzlü
öğrenci okuyabilecek şekilde
düşünülmüş. Biri okul binası, biri sosyal
tesisler binası (yemekhane, yatakhane
vb.), biri de öğretmen lojmanları olmak
üzere üç bloktan oluşuyordu. Açılış günü
105 yatılı, 40 kadar gündüzlü öğrenci
olduğu bildirildi. Öğrenci kadrosu her-
halde yatılılarla tamamlanır diye
düşündük. Açılıştan iki yıl sonra öğren-
ci sayısı 65’e düşmüştü. Çokça öğretmen
açığı vardı. Birinci devrede (ilk beş yıl)
iki öğretmen kalmıştı. İkinci devrede bir
öğretmen 2-3 branşta derse giriyordu.
Müdürlük hâlâ vekaleten idare ediliy-
ordu. 2007-2008 öğretim yılında yatılılık
hali kaldırıldı. Yani artık YİBO değildi.
İlk beş sınıfta 15 çocuk bir öğretmenle
öğretime devam ediyor. İkinci devrede-
ki 14 öğrenci 30 km. uzaklıktaki Bey-
pazarı’na taşınıyor.
….İsmail Hakkı Tonguç YİBO’sunun
kapanışını kime anlatsak ‘Adõna taham-
mül edilememiştir’ diyorlar. Öteki akıl
dışılıklar oluyor da bu neden olmasın?
‘Burasõ Türkiye, olabilir!’ diyoruz da,
derken utanıyoruz.”
Konya Balcõlar beldesinde kaçak kõz Ku-
ran kursu Tonguç’un öngördüğü ilkeler-
den, ortamdan ayrõ ağustos ayõnda bile
çalõşõrken, başkente bağlõ Karaşar beldesin-
deki Tonguç yatõlõ bölge okulu onca okula
gidemeyen çocuk varken kapanõyor. Başka
söze ne gerek.
Ballõca’dan Karaşar’a, Nereden Nereye?
Mustafa GAZALCI Eski CHP Denizli Milletvekili
Konya Balcõlar beldesinde kaçak kõz Kuran kursu Tonguç’un öngördüğü
ilkelerden, ortamdan ayrõ ağustos ayõnda bile çalõşõrken, başkente bağlõ
Karaşar beldesindeki Tonguç yatõlõ bölge okulu onca okula gidemeyen
çocuk varken kapanõyor. Başka söze ne gerek.
Akciğerleri Yanan Şehir...
Orhan ÖZKAYA