05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 8 AĞUSTOS 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Yaz aylarında Bodrum’un köylerinden toplanan çocukların Adıyaman Menzil’e tarikat eğitimine gönderildiğini biliyor musunuz? Budapeşte’de Fenerbahçe’ye yeni isim: Semihbahçe! Şart M. Ali Kılınç: “Türkiye’de insanları Araplaştırırken Anadolu coğrafyasını da çölleştirmek şart mıdır!” Hamam Fatoş Sezer Ulusoy: “Sami Hoştan’ın hamam âlemleri Ergenekon’la ilişkilendiriliyor. Dava, terör davası olmaktan çıkıp ‘uçkur davası’na dönüşeceğe benziyor!” Parayla YağmurDeniz Olumsuz ayrıntı Babacan tarihe gömülür! ANITKABİR’İN bir ayrıntı olarak tanımlanması üzerine emekli tümgeneral Naci Beştepe’nin yorumu “Anıtkabir ziyaretini ayrıntı olarak niteleyen zihniyet, ölümsüz cumhuriyetimizin olumsuz ayrıntısı olarak tarihe gömülecektir” oldu: “Devletin çeşitli kademelerini işgal eden ancak devlet adamlığından habersizlerden biri de şüphesiz Dışişleri Bakanı’dır. Bakan, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Anıtkabir ziyaretini reddetmesini ‘ayrıntı’ olarak görüyor, bunu tenkit edenleri de ‘işin özünü görmemek’le suçluyor. Ama Bakanın özde görmediği çok önemli bir şey var. Her devletin, bu tür resmi ziyaretlerde saygı ziyareti yapılan bir sembolü vardır. Bu, birçok ülkede ‘Meçhul Asker Anıtı’ olarak isimlendirilen ülkesi için savaşıp hayatını kaybedenlerin anısına dikilmiş bir anıttır. O anıt, ülkenin sembolüdür. Anıtkabir de bizim için odur işte. Dışişleri Bakanı ya bunu bilemeyecek kadar cahildir ya da devletinin kurucusunun kıymetini bilemeyecek ve onu yabancılara kabul ettirmeye niyet etmeyecek kadar milli onurdan yoksundur. Tarikat ve cemaat anlayışı, devlet anlayışına ağır basmaktadır. Gerçek devlet adamı için önce devlet olmanın anlamı gelir. Görüşme konusu ne kadar önemli olursa olsun asıl ayrıntı oradadır.” - Fetoş, Humeyni’ye özenmiş... “Yanlış! Humeyni sümüklü değildi!” KARISININ yüzü yanaklarına kadar türban beziyle sınırlı, kendisi ise bebek yüzlü Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, Anıtkabir ziyaretini bir “ayrıntı” olarak nitelemesi üzerine Ceyhun Balcı da diyor ki: “Ülkemize gelen resmi konukların Anıtkabir konusundaki isteksizliklerinin örnekleri geçmişte yaşanmıştı. Yeni olan o isteksizliklere Türkiye’yi yönetenlerin de katılıyor olmasıdır... Ülkeler arası ilişkilerde asıl olan karşılıklılık ve bu bağlamda sağlanacak olan yararlardır. Ama hiç olmazsa nezaketin gereği olarak konuklar, bulundukları ülkenin değerlerine şekilde de olsa saygı duymak durumundadır. Öteden beri olduğu gibi komşu İran bu kaba anlayışını sürdürmeye kararlı görünüyor. Bu kararlılığı Türkiye’den de destek görüyor olmalı ki; İran Cumhurbaşkanı’nın Türkiye gezisinin adı değiştiriliyor! Ankara es geçiliyor. İstanbul görüşmeleri ile Anıtkabir isteksizliğine çözüm üretilmiş oluyor! Bu ziyaretin olmazsa olmaz gereklilik olduğu düşünülerek tüm bu düzenlemeler zorunluluk olarak da algılanabilir(di). Eğer, bizim Bakan ‘ayrıntı’ sözcüğünü kullanmamış olsaydı! Anıtkabir ziyaretini ayrıntı olarak nitelendirerek komşu İran’ın bu konudaki kabalığına arka çıkılmakla kalınmadı, bilinçaltındaki saplantı da böylelikle yansıtılmış oldu. Türkiye’nin varlık nedeni saydığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün göz ardı edilebilecek türden bir ayrıntı olduğu dillendirilmiş oldu. Bu sözleri kullananların Mustafa Kemal’e ilişkin eylem ve söylemleri düşünceleri ile örtüşmektedir. Hatta böylesi özgüvenli söylemleri dillendiriyor oluşları bir bakıma yararlıdır da! Ama hiç olmazsa dışarıya karşı bu düşüncelerin öne çıkartılmaması beklenirken ele geçirilen fırsattan yararlanarak Mustafa Kemal’i ayrıntı olarak nitelemek önemsenmeyecek gibi değildir. Her ne kadar Mustafa Kemal ve düşüncesi ile uzaktan yakından ilgili olmadıkları ve dolayısıyla Mustafa Kemal’e saygılarının olmadıkları bilinse de, özellikle siyasetçilerin Mustafa Kemal’e yönelik doğrudan aşağılayıcı söylemlerden uzak durduklarını bilirdik. Ayrıntı nitelemesi bu uzak duruş yaklaşımının da değişmeye başlayacağının habercisi olabilir. Bu bakımdan önemsenmelidir ‘ayrıntı’ söylemi. Bu ‘ayrıntı’, hiç de ayrıntı gibi algılanmamalı!” Ayrıntı GÖRÜŞ EMRE ERTEM ‘Avrupa Kalesi’nin Yeni Bekçisi Türkiye mi? Türk vatandaşlarının Avrupa Birliği (AB) ülkelerine vize almaya mecbur kalmadan seyahat edip edeme- yeceği tartışmaları süredursun, Türkiye’nin Schengen süreci sessiz sedasız ilerlemeye devam ediyor. Bu sü- reçten kamuoyuna yansıyan tek gelişme “çipli” yeni pasaportlar olsa da Türkiye, aynı Gümrük Birliği An- laşması’nda olduğu gibi karar alma aşamasında söz sahibi olmadığı bir uygulamanın parçası haline gele- rek, “Avrupa Kalesi”nin (Fortress Europe) yeni bekçi- si olma yolunda hızlı adımlar atıyor. AB ile Türkiye arasında ağır aksak yürüyen tam üye- lik müzakerelerinin “Adalet, Özgürlük, Güvenlik” baş- lığı altında yer alan Schengen müktesebatının Türk ulu- sal mevzuatına uyumu ile ilgili çalışmalar, Türkiye’nin 2003 yılında belirlediği strateji çerçevesinde yürütül- mektedir. Bu strateji kapsamında “asker olmayan pro- fesyonel bir sınır polisi oluşturmayı taahhüt eden” Tür- kiye, 2005 yılı Mart ayından beri yürürlükte olan “Göç Ulusal Eylem Planı” çerçevesinde bu yönde önemli adımlar atmıştır. Türkiye’nin Schengen’e uyum kapsamında attığı adımların “ancak küçük bölümleri AB fonları tarafın- dan finanse edilebileceğinden”, bu sürecin ilk aşa- masında ortaya çıkacak 4 milyar Avro civarındaki ma- liyeti, Türk vergi yükümlülerinin cebinden karşılana- caktır. Her ne kadar bu yapılan çalışmalar sonucu Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vize almaya gerek kal- madan seyahat edebilecekleri ya da daha kolay vize prosedürleri ile karşı karşıya kalacağı bazı çevreler ta- rafından dile getirilse de, üyelik öncesi bu adımlar atıl- madan da, Avrupa Birliği “Komisyonun teklifi üzerine üye ülkelerin müzakerelerin herhangi bir aşamasında Türkiye’ye vize uygulamasını kaldırmaları yolu açıktır.” AB tam üye adayı Hırvatistan’ın yurttaşları vize almadan AB ülkelerine seyahat edebilmektedirler. Peki, AB, Türkiye’nin tam üyeliğin önkoşulu olma- yan, hatta Birleşik Krallık ve İrlanda gibi AB üyesi ül- kelerin dahil olmadığı Schengen sistemine entegre edil- mesine neden bu kadar fazla önem vermektedir? AB’nin bu konudaki ısrarını anlayabilmek için enteg- re sınır sistemi ile ne amaçlandığını ve Türkiye’ye en- tegre sınır sisteminde biçilen rolü incelemek gerek- mektedir. AB’nin merkez ülkeleri -özellikle Almanya- kendilerini mültecilere ve “kaçak” göçmenlere karşı ko- rumak için bir “cordon sanitaire” (güvenlik kuşağı) oluş- turma çabası içindedir. Bu yönde hem AB içerisin- de hem de AB’ye sınır olan ülkelerde çeşitli faaliyet- ler yürütülmektedir. Birlik içerisinde yapılan çeşitli düzenlemelerle, mül- tecilerin ya da “kaçak” göçmenlerin AB sınırlarına ilk girdiği ülkede tutulması ve yasal sürecin bu ülkeler- de devam etmesi ilkesi hayata geçirilmiştir. Örneğin şu an AB’nin doğu sınırı Polonya üzerinden Almanya’ya giriş yapan bir mülteci ya da “kaçak” göçmen, Po- lonya’ya geri yollanmakta ve yasal süreç bu ülkede ta- mamlanmaktadır. Geçerli vizesi ya da oturma izni ol- mayan yolcuların hava veya karayolu ile yolculuk yap- ması, ulaşım şirketlerine getirilen kısıtlamalar ve yük- sek cezalar nedeniyle imkânsız hale getirilmiştir. Tür- kiye ve Pakistan’dan Almanya’ya hava yolu ile seya- hat etmek isteyen yolcuların bilgileri daha havaala- nındayken Almanya’ya aktarılmakta ve yolcular fiş- lenmektedir. Konsular temsilciliklere mültecilik baş- vurusu yapılamayacağından, Birleşmiş Milletler tara- fından temel insan haklarından biri olarak ilan edilen mültecilik başvurusu yapma hakkı, AB üyesi ülkeler tarafından uluslararası hukuka aykırı biçimde fiilen or- tadan kaldırılmış olmaktadır. Ancak alınan bu önlemler AB üyesi ülkeler tarafın- dan yeterli görülmemiş, başta Libya, Ukrayna ve Tür- kiye olmak üzere çeşitli Afrika ve Doğu Avrupa ülke- lerinde mültecilerin ve “kaçak” göçmenlerin tutulacağı, yönetimlerinin yarı resmi kurumlar ve “sivil toplum ku- ruşlarınca” yürütüleceği kamplar kurulması planlan- maktadır. Bu kamplarla ilgili planlar 1 Eylül 2005 ta- rihinde yayımlanan strateji belgesi ile AB tarafından onaylanmış, Orta ve Güney Afrika ülkeleri ile AB sınırları dışında kalan Doğu Avrupa ülkelerinde pilot projeler uygulanmasına karar verilmiştir. 1951 Konvansiyonu’nu coğrafi kısıtlama koyarak im- zalayan Türkiye, şu an Avrupa kıtası dışından gelen mültecileri kabul etmemektedir. AB, ısrarla Türkiye’nin bu coğrafi kısıtlamayı kaldırmasını talep etmektedir. Türkiye, hazırladığı “Göç Ulusal Eylem Planı” ile bu kı- sıtlamayı kaldıracağını ilan etmiş ve başlangıçta ağır- lıkla Türkiye’nin doğusunda olmak üzere toplam 5000 kişi kapasiteli yedi adet mülteci/göçmen kam- pı kurma yükümlüğü altına girmiştir. Bu sürecin Türkiye’ye getireceği hukuki sorumlu- luklar, projenin finansal maliyeti ve karşı karşıya ka- lınacak etik problemler kamuoyunda tartışılmadan Av- rupa’nın kapı bekçiliğine soyunan Türkiye, sınır poli- si gibi hafif ateşli silahlar ile donatılmış yarı-askeri bir kolluk gücünün yaratacağı “demokrasi açığını” da göz ardı etmektedir. MERİÇ VELİDEDEOĞLU Başlık Fransız düşünür Vol- taire’den. Özgür düşüncenin yolunu kesen, aklı devre dışı bırakan her türlü tutuma karşı çıkan Voltaire’in, “Aydınlanma”nın ünlülerinden olduğu bilinir. Özellikle 18. yüzyıl Fransa- sı’nı saran dincilikle, aklın üs- tünü örten kilise kurumuyla “uzlaşma”ya yanaşmadan, dur durak bilmeden savaşıyordu. Dinde “Reform”u kabul eden İngiltere’ye bir bakıma imrenirdi. Reform’un getirdiği dinsel özgürlüğü, dini akıl bo- yutunda ele alıp -görece de ol- sa- eleştirme özgürlüğünü ya- şamak için, kendini İngilte- re’ye atmak istiyordu. Olumsuzluk içerse de İn- giltere’ye gitmesini sağlayacak neden, bir gün beliriverir. Her zaman yaptığı gibi, dü- şündüğünü dile getirme öz- gürlüğünü bu kez bir “aristo- krat”a karşı, onu süklüm pük- lüm edercesine kullanır. Rohan Şövalyesi küplere biner. Bu soylu olmayan “in- sancık”la düello yapacak de- ğildir. Ama “had”dini bildirir. Voltaire’i bir güzel dövdürür. Yine de bir “soyluluk” yapar, dövücülerine “Sakın ha, başı- na vurmayın” der. (*) Dövülmek yetmezmiş gibi, bir de Bastille’e konuk edilir. Uzun sürmez bu konukluk. İngiltere’ye sürgünü candan kabul edince salıverilir. İngiltere’de soluğu alan Vol- taire, tattığı özgürlüğün ürün- lerini vermeye başlar. Bunlar arasında yer alan “diyalog”la- rından biri de “Düşünce Öz- gürlüğü” adını verdiğidir. “Din”in yaşamın her alanın- da yaygınlaştığı, din bezir- gânlarının yönetimi ele geçir- diği Portekiz’in engizisyoncu kontu Medroso ile, düşündü- ğünü özgürce söyleyen İngiliz generali Boldmind’i karşı kar- şıya getirir ve onları konuştu- rur Voltaire bu diyalogda. Boldmind, dinsel baskıdan, kısıtlamalardan kurtarılmış öz- gür düşüncenin, insanı “mut- lu” ettiğini bildirir. Ardından, İs- panyolların da dinsel inançla- rını bir bir inceleyip “usa vur- ma”larını, böylece özgürce düşünebilme mutluluğunu ya- kalayabileceklerini dile getirir. Medroso ise: “İnsanlar dü- şünmeye başlarsa dinin yok olacağını”, hele dinin “akıl” aracılığıyla ele alınmasının, “dini bir hiç düzeyine indire- ceğini” söyler. Boldmind: “Buna inanılma- ması gerektiğini”, dinin “hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı- nı”, vurgulasa da Medroso di- renir. “Eğer herkes kendi kendine düşünecek olursa” bunun “ga- rip bir karmaşa” yaratacağını söyler. Ardından: “Lizbon’da biz tam bir sükûn içinde bulu- nuyoruz, yaşıyoruz” der. Boldmind: ama “bu sükûnet suskunluk içinde kürek çeken forsaların sessizliğidir” diye yanıtlar. Medroso’nun, bu “forsa ses- sizliği”nden “memnun” oldu- ğunu bildirmesiyle, diyalog noktalanır. Kısaca özetlemeye çalıştı- ğım bu diyaloğu, Konya’nın Balcılar beldesindeki kaçak Kuran kursu binasının çök- mesiyle ölen 17 “küçük” kızın haberini duyunca, ardından gelen “sessizliği” görünce anımsadım. Daha güneş doğmadan ka- ranlıkta uyandırılan bu küçük kızlar, yaşamlarını hiçe sayan bir “tarikat” düzeninin kurba- nı oluverdiler o gün. Güneş doğmuş olsa da “ka- ranlığın” içindeydiler gerçi. Bakıyorlardı, ama “görmeleri- ne” izin yoktu. Kendi sesleri- ni, anlamadıkları bir dilde, Arapça Kuran okurlarken du- yuyorlardı. Bu küçük kızları, onlara bi- çilen göreve, yani geleceğin “forsa”larını yetiştirecek an- nelik görevine, bu Kuran kurs- ları ile hazırlıyorlardı. Kızların babaları da tam bir “forsa” sessizliğindeydiler. Bü- yük bir olasılıkla onları büyü- ten anneleri de böyle bir kurs- tan geçmişti. Kendileri de. Üzüntüsüzce, “sessizce” kız- larını toprağa verdi bu baba- lar. Olup biten her şey Tanrı’nın isteğiydi. Onun için bu “forsa sessizliği”ni, dışardan başka- larının da bozmasını isteme- diler, kesinlikle. Peki, onları bu “kıvam”a ge- tiren baş “Medroso”lardan ne haber? Onlar Abdullah’laşıp, Recep’leşip, Bülent’leşip.. Ankara’da Meclis’e doluştular. Çankaya’ya tırmandılar. Ülkenin insanlarıyla, tüm ku- rumlarıyla “forsa sessizliği”ne bürünmesi için çalışıyorlar, engelleri bir bir elemeye uğ- raşıyorlar. Bu ara Boldmind’ler de çok değişti. Onlar da “ABD”leşti, “AB”leşti. Dahası bizim Med- roso’larla yolları kesişti; kol kolalar; kucak kucağalar... Yine de bu “forsa suskunlu- ğu” hiç delinemez mi? Kuran’ın Türkçeleştirilmesi- ne ne dersiniz? (*) S. Tanilli, Voltaire ve Ay- dınlanma, Cem Yayın. Bodrum SESSİZ SEDASIZ (!) ‘Forsaların Sessizliği!’ [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com8 Ağustos HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kõrmõzõ renkli ve iri tanelibirüzümcinsi.2/ Yunan mitolojisinde tutku tanrõçasõ... Tarõm bitkilerine ve orman ağaçlarõna büyük za- rar veren bir böcek. 3/ Cisimler tarafõndan yansõlananõşõğõngözde oluşturduğu duyum... Cevher ya da kayaç içinde kazõlan yüksek eğilimli galeri. 4/ Af- ganistan’õnbaşkenti.5/İşaret... Çiftkatlõvepamuklubirkumaş cinsi. 6/ Fazladan kõlõnan na- maz ya da tutulan oruç... Um- man’õn plaka imi. 7/ Rõhtõm- lardahalatbağlamayayarayan sağlam halka... Yüce, yüksek. 8/ Bir çoğul eki... Dağõn eteği. 9/ Mimar Sinan’õn başyapõtõ sayõlan, Edirne’deki cami. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Bir akvaryum balõğõ. 2/ Tanrõtanõmaz... Kõrgõzlarõn ün- lü destanõ. 3/ İskambilde dört işaretten her birine veri- len ad... Civcivlikten çõkõp yenilebilecek hale gelmiş ta- vuk. 4/ Olanaklõ, mümkün. 5/ Parola... Tatlõ sularda ya- şayan kefal balõğõ. 6/ “Dünyada sevilmiş ve seven --- bek- ler/Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler” (Y.K.Be- yatlõ)... Kemiklerin yuvarlak ucu. 7/ Gemilerde türlü iş- lerde kullanõlan bir tür demir halka... Orhan Hançerli- oğlu’nun bir romanõ. 8/ Libya’nõn plaka imi... Çevre, et- raf. 9/ Marmaris ilçesine bağlõ turistik bir köy. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 F Ü T Ü R İ Z M E Y A L E T A S R E N K H A L İ M D E K A D A N E M E R İ L Y A N E M R A K A M E R M A T İ N E E R E Z P İ K A K A Ç T E İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Nail Muzaç: “Laik cumhuriyeti yıkmak için 23 milyon lira mı gerekli ki bu paradan mahrum olunca yıkmaktan vazgeçecekler!” OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Nüfus cüzdanõmõ ve ehliyetimi 19.07.2008 tarihinden itibaren kaybettim. Hükümsüzdür. SALİH TURGAY UÇARSALİH TURGAY UÇAR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle