07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ürküntünün Yansıması... Bize düşen görev; büyük Cumhuriyet’in çevresinde sımsıkı kol kolalıkla oluşturulmuş insan kalkanları germektir. Olay masum bir türban kavgasının çok ötesine geçmiştir. Cumhuriyet’in ve Atatürk’ü andıran tüm kurumların ve kavramların ortadan kaldırılmasına yönelik yaygın ve büyük boyutlu bir hücum görünüşü sergilemektedir. Cahilce Küstahlık Yelleri İDDİANAME’DEN beri söylenip yazılanlar, içte ve dışta cahillikle küstahlık karışımı acıklı, ama aynı zamanda kızdırıcı bir izlenim yaratıyor. Temel neden galiba şu: Dıştakiler belki biraz haklı olarak, içtekiler de ülkenin hukuk tarihi konusunda bilgi eksikliğiyle, Türkiye’deki Cumhuriyet rejiminin 1960’a gelinceye kadar “Meclis üstünlüğü”ne dayandığını, sonrasında da hukuk denetimine bağlı bir parlamentarizme doğru gittiğini bilmiyorlar. 1924 Anayasası’na göre, TBMM, biraz İngiliz parlamentosuna benzercesine, istediği her konuda istediği yasayı çıkarıp yürürlüğe sokabilirdi. Anayasaya uygunluk koşulunu kendince sağlayarak. İsterseniz, buna İngilizvari bir “Westminster parlamentarizmi” de diyebilirdiniz. Ama, 1961 Anayasası ulusal egemenliğin kullanılışını, anayasal esaslara uyma koşuluyla, başka organlara da vermiştir. Bunlar arasında, yasaların ve siyasal parti çalışmalarının anayasaya uygun olmasını denetlemekle görevli bir Anayasa Mahkemesi var. Başka birçok ülkede de görülen bu sisteme “denetimli parlamentarizm” demek de pek yanlış olmaz. elgelelim, siyasetçilerin çoğu böyle bir denetimi “siyasetin zayıflatılması” olarak görüyor. Örneğin, koskoca Başbakan, bu denetimi “milletin çıkarlarından ayrı bir devlet çıkarından söz etme” sayıp “Milletsiz devlet olmaz” sonucuna vararak Meclis iradesini “milletin çıkarları”yla özdeşleştirmekte, anayasaya uygunluk denetimini de “devlet çıkarları”nın savunması diye eleştirmektedir. Vardığı sonuç, “Siyaseti zayıflatmak, devleti zaafa uğratmaktır” diye özetlenebilir. Daha doğrusu, çok basılıp parasız olarak çok dağıtılan bir gazete onun demek istediklerini geçen günkü bir başlıkla böyle özetlemiş. Bilinçli çarpıtma mı? Demagoji mi? Yoksa, yargı denetiminin siyaseti anayasa sınırları içinde tutarak başka türlü müdahalelerden korumak anlamına geldiğini unutmak mı? ma hayır, yalnız siyasilere özgü bir tutum değil bu. Aynı gazetenin o günkü nüshası içte ve dışta çeşitli çevrelerin buna benzer görüşlerini yansıtan sütunlarla doluydu. Örneğin, İhracatçılar Birliği Başkanı parti kapatmalarının ve siyasal yasakların Türkiye’ye fayda sağlamadığını vurgulayıp “Enver Hoca’nın Arnavutluk’u olamayız” diyerek “Avrupa sürecine dört elle sarılmalıyız” demekteydi. Dört elle sarılıp AB sürecini sürdürmelerini beklediklerimiz ise meclislerinde ve medyalarında “Yargı süreci sürerse AB süreci sürmez” demekten başka bir şey söylemiyorlar. Böyle bir ortamda, oradan oraya savrulmak yerine Türkiye’yi Türkiye’den yönetmek için aklımızı başımıza toplamaktan başka çare var mıdır? Dıştan esen rüzgârlarla savrulmak, toplanacak akıl da bırakmayabilir insanda. Erhan KARAESMEN üyük Ata’nın bağımsızlık, ulusalcılık ve çağdaşlık kavramlarının hepsini birden hamur ederek oluşturduğu yüce toplumsal kurum Cumhuriyet’tir. Modern Türkiye arayışlarının ve özleminin belkemiği niteliğindedir. Elinizde tuttuğunuz bu güzel gazetenin adı da Cumhuriyet’tir. Keyifli bir sesteşlik yakınlığı vardır, bu iki oluşum arasında. Ancak, bağlantı sadece isim benzerliğinin çağrıştırdığı özdeşleşme ile sınırlı değildir. Gazete Cumhuriyet büyük toplumsal kurum Cumhuriyet’in kanadı altında yeşermiştir. Gücü yettiği kadar O’nu gözetmeye, arkalamaya ve desteklemeye çalışmıştır, çalışmaktadır. Bir dev kurum olarak Cumhuriyet’e her zamankinden daha fazla sahip çıkılması gereken bu karmaşık dönemde de gazeteye yine sahiplenici ve destekleyici görevler düşmektedir. İlhan Selçuk Abi başta olmak üzere sürekli yazarları, çalışanları ve konuk yazarlarıyla birlikte tüm camia, bunu yerine getirmek için elinden ve aklından geleni yapma yolundadır. Cumhuriyet gazetesine estirip sövgü yağdıranlar, bu camiadan duydukları neredeyse nefret boyutuna varacak huzursuzluğu sergilerken ürküntülerini de gizleyememektedirler. B kümeyi laikliğe karşı olma sloganı altında Atatürk düşmanlığında ve Cumhuriyet kurumuna olan nefrette birleştirmiş gibidir. Bu kin kusmanın yan kurumlara genişletilmesi ve yansıtılması, Silahlı Kuvvetler düşmanlığı olarak hemen ilk tepkilerde kendini ortaya dökmektedir. Cumhuriyet kavramı çerçevesinde demokrasinin de yoğrulmasıyla oluşturulmuş zinde ve bağımsız toplumsal öğelerin tümüne karşı da gizli bir savaş açılmıştır. den çıkarmayı uluslararası karmaşık planların bir parçası olarak düşünebilenler vardır. Dış dünyayla uyum sağlama bahanesi altında ulusal çıkarlardan ödün vermeyi planlayabilme ve uygulayabilme, vatan denen coğrafya üzerinde yaşayanları taraflara, gruplara bölüp onları birbirlerine düşürebilme gayretleri içinde bulunanlar gözlenmektedir. “Daha az sevgi” olarak adlandırılan ve kastedilen de zaten budur. Vatan denilen coğrafya parçası üzerinde yaşayanların, birlikte daha mutlu, kendi aralarında daha dingin var olabilme, ilerleme ve gelişmenin nimetlerinden ortaklaşa paylaşabilme arzuları ve hesapları, millet denen olağanüstü toplumsal oluşumu ortaya çıkarmıştır. Ümmetçiliktarikatçılık Vatan toprakları üzerinde bir millet olmak heyecan verici bir olaydır. Bunu ümmete çevirmek için gösterilen gayretler bu olayın insancıl ve toplumsal heyecanını azalttığı gibi ülke çıkarlarının karmakarışık yeni kavramlarla tanımlanması durumuna yol açar. Günümüz Türkiye’sinde oynanan iç içe oyunlardan birinin adı da ümmetçilik, tarikatçılık ve cemaatçilik değil midir, zaten? Cumhuriyet gazetesini bombalayanlar sadece nefret ettikleri, ama bir o kadar da ürktükleri fikirsel simgelerle hesaplaşma yolundadırlar. Ama asıl büyük hesaplaşma Cumhuriyet ile, Mustafa Kemal Atatürk ile olandır. Bu hesaplaşmada, biz, sayıca küçük ama vicdanı güçlü, aklı ve sağduyusu yerinde, bir çıkar kavgasından değil, bir vatan ve millet sevgisi dürtüsünden kaynaklanan hareketlilik içindeki diri ve zinde güçleri temsil ediyoruz. Karşıdaki grup (güruh) çeşitli silahlarla, düzmece yargı oyunlarıyla üzerimize daha sert gelmeyi deneyebilir, deneyeceğe benzemektedir. Birey olarak çözülmemizi ve kümeden küçük parçaların sökülüp gitmesini, bu yolla bir genel umacılık havasının yaygınlaştırılmasını sağlamaya çalışabilirler. Bize düşen görev her zamankinden daha sıkı durmaktır. Büyük Cumhuriyet’in çevresinde sımsıkı kol kolalıkla oluşturulmuş insan kalkanları germektir. Olay masum bir türban kavgasının çok ötesine geçmiştir. Cumhuriyet’in ve Atatürk’ü andıran tüm kurumların ve kavramların ortadan kaldırılmasına yönelik yaygın ve büyük boyutlu bir hücum görünüşü sergilemektedir. Çevremizin giderek daha fazla sarılmasına hazırlıklı olalım; bireyler, gruplar ve insan kümeleri olarak yılmama ve yıkılmamaya kararlı bir biçimde kendimizi sıkı tutalım. Sayımız az ama biz daha güçlüyüz ve onun için zaten bizden bu kadar korkuyorlar. Bu korku aslında vatan sevgisinden, millet sevgisinden ve insan sevgisinden duydukları büyük ürküntünün bir yansımasıdır. Basın ikiye böldürüldü Yargı kurumlarını, yükseköğrenim kurumlarını, yurtsever insanların vicdanı bir arada duruşlarının simgesi olan sivil toplum örgütlerinin ve kuruluşlarının en azından bir bölümünü hasmane tavır içinde karşıya alma yoluna gidilmiştir. Basın, “bizi destekleyenler ve bize karşı olanlar” ilkel ayırımcılığı içinde ikiye böldürtülmüştür. Bir kesim iş dünyasına büyük çıkarlar sağlama yoluyla ve iktidarın nimetlerinden yararlandırma düzeneği ile hiç de dindar olmayan, ama kendilerinden yana bir toplumsal tomurcuklanmanın içine girilmiştir. Vatan ve ülke sevgisi, ulusal onuru gözetme, Kemalist bağımsızlık arayışları bir yandan top ateşine tutulurken; öte yandan, basından ve medyadan iktidarın kontrolüne girmiş kesimlerin alaycı ve dudak bükücü betimlemeleriyle aşağılanır olmuştur. Aslında bu büyük ayrımı ve uzlaşmazlığı yaratanlar vatan ve ülke sevdalıları değildir. Ötekilerdir. Sevgi, bilindiği gibi, içinde akılcıl unsurlar barındırsa da duygusal öğeleri ağır basan karmaşık bir ruhsal oluşumdur. Kimin, neyi, nasıl, niçin ve ne kadar sevdiği soğukkanlı bir sayısallaştırmaya dökülerek kestirilemez. Vücudun çeşitli yerlerine birtakım teller takıp orada elektrikelektronik bazı işlemlerin yardımı ile fiziksel davranışla ilgili sayısal büyüklükler elde edilebilmektedir. Ancak, gönülsel karmaşıklık içindeki bir ruhsal davranışın ölçülebilmesi olanaksızdır. Sevginin azlığı, çokluğu, yoğunluğu, gevşekliği ancak davranışların gözlemlenmesiyle belli olur. Vatan ve ülke sevgisi gibi daha karışık katmanlar taşıyan bir hissiyat için de bu saptamalar geçerlidir. Sevgi ya da sevgisizlik adına, yapılan işlere bakılarak bir kanaat oluşturulabilir. Ülke topraklarının bir bölümünü göz G A Çökertmek istiyorlar Ama, asıl büyük hedefleri, asıl büyük korkuları, onları gece yarıları uykularından karabasanlarla uyandıran oluşum Atatürk yadigârı büyük kurum Cumhuriyet’tir. Gazeteye estirip savuranlar aslında o güçlü toplumsal belkemiğini çökertmeye çalışmaktadırlar. Günümüzdeki manzara, ülkesini ve vatanını sevenlerle daha az sevenler arasında derin bir uzlaşmazlık sergilemektedir. Tüm taraflar için kuşku ve belirsizlik dolu bir gergin bekleyişe girilmiştir. Burada tarafsızlık falan söz konusu değildir. Bizler Cumhuriyet koruyucularının, vatanını ve ülkesini sevenlerin, hem de çok sevenlerin yer aldığı kümedeyiz. Taraf olarak yerimiz açık ve net… Ülkesini ve vatanını daha az sevenlerin oluşturduğu kümede ise en ilkelinden bir dindarlık tavrı, aşiretçilik, cemaatçilik, tarikatçılık, kişisel çıkar kollama bencilliği, liberal ortacılık görünüşü altında mevcut iktidar kollayıcılığı kol koladır. Bu yan yana gelişte bir bağlayıcılık unsuru bulma gayretleri, bu kalabalık [email protected] ESKİŞEHİR 1. AİLE MAHKEMESİ’NDEN İLAN 2007/567 2008/173 Davacı Ali Ay tarafından, Zülfiye Ay aleyhine açılan boşanma davasının yapılan yargılaması sonunda: Kütahya, Körpe Köyü, 6 hanede kayıtlı, Kamil ve Vesile oğlu, 1957 d.lu Ali Ay ile aynı yerde kayıtlı Ahmet ve Rukiye kızı, 1961 d.lu Zülfiye Ay’ın BOŞANMALARINA, taraflar hakkında nafaka takdirine yer olmadığına dair, 6.3.2008 tarihinde karar verilmiştir. Davalı Zülfiye Ay’ın adresi tespit edilemediğinden, ilan tarihinden sonra 15 gün içinde temyiz yoluna başvurulmadığı takdirde, kararın kesinleşeceği ilanen tebliğ olunur. (Basın: 18361) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle