05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 ARALIK 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER KKTC’nin devlet başkanı Mehmet Ali Talât nihayet doğru bir söz etti. Brüksel’de konuşurken, “Yunanistan son yıllarda Türkiye’ye karşı yumuşa- mış görünüp Rum kesimini Türki- ye’nin önünde ciddi engel olarak kul- lanıyor; oysa Rum kesiminin arkasına saklanmadan hareket etmesi, Kıbrıs sorununun çözümü açısından önem- lidir” demiş. Oh be! Nihayet, bir-ikisi dışında ge- lip geçmiş Türk devlet adamlarınca hiç söylenmeyeni o söylemiş oldu. Siyasi- lerimiz özellikle Öcalan olayı ve Mar- mara depremi sonrasında Yunanis- tan’ca takınılan ikiyüzlülüğü sezmemiş olamazlar. “Bu denli safalak olanımız çık- maz” deniyorsa, o zaman böyle bir gerçekliği anlamamış gözükmenin dip- lomatik hikmetini anlamak da mümkün değildir. Acaba Atina’nın insanlarla alay eder- cesine sık sık vurgulamayı ihmal etme- diği “AB için Yunan desteği”nden me- det ummak mı söz konusudur? Barışçı görünüp Batı dünyasından “aferin” almak mı? Böyle düşünenler, müzakerelerde yıllarca Rumları temsil eden Glaskos Klerides’in “Bir Dönemin Anıları: 1993-2003” adlı kitabına bak- malıdırlar. Yeni çıkan ve Türkçesi de ya- yımlanan bu kitabı okuyanlar, Atina ve Rum tarafınca güdülen temel taktiğin Türkleri sürekli “uzlaşmaz” göstermek ol- duğunu öğrenecekler ve Denktaş’la ya- nındakileri suçlayıp AKP’yi “uzlaşıcı” ta- nıtmanın yanlışlığını anlayacaklardır. Her neyse, şimdi Sayın Talât bile ger- çeği gördükten sonra, en azından Kıbrıs konusunda artık daha gerçekçi davranmanın zamanı gelmemiş midir? Bütün “kriterler” karşılansa ve koşul- lar yerine getirilse bile AB’ye tam üye- liğin ihsan edileceğini beklemek ve Kıbrıs’taki Türk tutumunu tam üyelik önünde kalan tek engel olarak görmek, Ankara’yı yönetenleri zaman zaman şöyle bir yanlışa itebiliyor: Sanılıyor ki, hem haklı hem güçlü sayılmamız gere- ken bir davayı bırakma ve ülkenin gü- venlik stratejisini tehlikeye atma pa- hasına Kıbrıs’tan geri adım atılınca AB kapıları birdenbire açılacaktır. Oysa, bu boş hayalin, Türkiye açısından ek- sik ve yanlış bir “çözüm”e yol aç- maktan öteye, AB sevdalılarının elin- den günü geldiğinde kendi amaçla- rı için kullanabilecekleri değerli bir “koz”u da almış olacağı bilinmelidir. Her şey artık açıkça görüldüğüne ve adada ciddi olarak savunulabilecek tek gerçekçi çözüm “birbirini resmen ta- nıyıp karşılıklı saldırmazlık ve işbirliği pak- tı imzalamış iki bağımsız devletin yan ya- na yaşaması” olduğuna göre, Sayın Talât şimdi Avrupa kapılarında niçin hâ- lâ bir şeyler aramaktadır? Rumların ikna edilmesini ve Türkleri lütfen bağırlarına basmalarını mı? AB’nin işine gelecek bir çözümün bir an önce sağlanmasını ve kendi toplu- munun Rumlarla birlikte Türkiye’siz bir AB’ye kabul edilmesini mi? Daha da önemlisi, yadellerdeki bu yal- var yakar oluşlar anavatandan kimin ica- zetiyledir? “Anavatan” diye bir yer yok mudur acaba? PENCERE İnsan Haklarına Nasıl Ulaşılır?.. Aralık ayının 10’u ‘İnsan Hakları Günü’dür; her yıl kutlanır, üstüne yorumlar yapılır... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Bir- leşmiş Milletler Örgütü, İnsan Hakları Evrensel Bil- dirisi’ni 1978 yılında benimsedi. Türkiye 10 Mart 1954’te Bildiri’yi imzaladı. Ancak doğaldır ki bu olayın bir de geçmişi var... Ve geleceği olacak... Birleşmiş Milletler’in bildirgesi 1789’a, Fransız İhtilali’ne dayanıyor... Fransız İhtilali’nde yayımlanan bildirgenin 1’in- ci maddesi’nin ilk tümcesi ne diyor: “- İnsanlar hukuksal olarak doğuştan özgür ve eşittirler ve öyle kalırlar...” Aydınlanma Devrimi’nin ürünüdür bu tümce... 1948 tarihli BM Bildirgesi’nin 1’inci maddesi- nin ilk tümcesi de bu gerçeği yineleyip vurgular: “- Tüm insanlar özgür, onur ve haklar bakı- mından eşit doğarlar.” ‘Aydınlanma’ insanların özgürlüğünü ve eşitliği- ni sağlayan insanlık devrimidir; ama, ne yazık ki bu- gün bile İslam coğrafyasında geçerli değildir... Kuranıkerim’de kadın-erkek eşitliği var mı?.. Kuran’ı okuyan bu sorunun yanıtını bilir: Yok... Peki, bu durumda İnsan Hakları Bildirisi daha 1’in- ci maddesinde Kuranıkerim’e ters düşmüyor mu?.. Aklı başında her kişi bu gerçeğin farkındadır; ama, çoğu kişi de bu gerçeği açık seçik konuş- maktan ve yazmaktan kaçınır... İnsan Hakları Bildirisi, dinci şeriata karşı, Hı- ristiyan coğrafyasında laikliğin gereği ve sonucu olarak ortaya çıkmış, demokrasiye yönelişin mantıksal omurgasını oluşturmuştur. Ya İslam coğrafyasında ‘fiilen’ durum nedir?.. Müslümanlık haritasında insan haklarını, laik- liği, demokrasiyi ara ki bulasın... Atatürk Türkiyesi, İslam’da büyük bir devrim gerçekleştirerek, Kuranıkerim’in kimi ayet ve sureleri yerine insan haklarının ‘olmazsa olmaz’ kurallarını benimsedi... İçerde ve dışarda Atatürk devrimine karşıt bir koalisyon devreye giriyor; çoğunlukla Türki- ye’nin geleceği için yapılan ‘tahminler’ olumsuz mu olumsuz... Diyorlar ki: - Türkiye gelecek yıllarda daha muhafazakâr, daha İslamcı, daha dinci bir siyasetin egemen- liği altına girecek... Olabilir... Ancak bunun ne demek olduğunu da bilmek gerek... Türkiye’nin ‘muhafazakâr İslamcı’ bir yapıya kay- ması ABD’nin, AB’nin umurunda değildir; zaten Atatürk Cumhuriyeti Batı’ya karşı savaşla kurul- du; kendi dışlarındaki dünyayı emperyalist göz- lüklerle izleyenler bir Müslüman toplumun laik- leşmesini neden istesinler ki... Ancak Türkiye toplumu, halkı, ulusu, insan hak- larına kavuşmak istiyorsa laik Atatürk Cumhuri- yetini gözü, canı, cananı, hayatı, mematı gibi ko- rumalıdır... İnsan gibi yaşamanın bir başka yolu yoktur. “S uyu ısınmaya başla- dı”; birinin ya da bir durumun yanlõşlõğõna dikkat çekmek ve artõk sonlan- masõna yakõn bir noktaya gelindi- ğini anlatmak için kõsa ve öz bir kullanõmdõr. Son zamanlarda öyle çok şey için söylenebilir ki; iktidar, emperyalizm, tek kutuplu dün- ya… Hepsinin “suyu ısınmaya başladı” fakat ben başka bir õsõn- madan söz etmek istiyorum: Kü- resel õsõnma. Çok fazla duyduğumuz ve hak- kõnda çok az şey bildiğimiz bir “ısınma” türü. Atmosfere salõnan gazlarõn sera etkisi yaratarak at- mosfere yakõn noktada ve okya- nuslarda yarattõğõ yapay bir õsõn- madõr. Sanayi Devrimi’nden önce milyonda 280 olarak hesaplanõyor karbondioksit. Ve önceki seneler- de de seviyesinde bir değişiklik ol- muyor, fakat 1958’de yapõlan ilk ölçümde 315 çõkõyor. Bilim insanlarõ “yılda yüzde 2’lik artış devam ederse Sanayi Devrimi öncesinin 2 katına çıkı- lacak ve bu yüzyılın sonuna ka- dar 2 ya da 3 derecelik artış ola- cak” bilgisini sunuyorlar. “Kar- bondioksit sürümlerinin yaklaşık yarısı atmosferde asılı kalıyor. Bu nedenle “küresel ısınma, şimdi durdurulsa bile etkileri önümüzdeki yüz yıl devam ede- cek” diyorlar. BM’nin raporunda; artõ 2 derecelik artõş, su sõkõntõsõnõn baş göstereceğine işaret ediyor, mercan kayalõklarõnõn ve canlõ tür- lerinin yüzde 30’unun yok olaca- ğõ eşliğinde… Bu kadar vahim bir tablo karşõ- sõnda duyarsõz kalmamõza anlam Isõnan Suyun Küreselleşme Etkisi Eda KILINÇARSLAN AÇI MÜMTAZ SOYSAL Öyleyse, Niçin? Arkası 17. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle