03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 26 EKİM 2008 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL O Bir Evren Şairi... PENCERE 1923 Cumhuriyetinin Edebiyatı... Hafta başında düzenlenen Türk Dili Kurulta- yı’nda Başbakan RTE dinleyicilere dedi ki: - Şimdi size büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlar- ca’nın ‘Sanat’ adlı şiirini okuyacağım... Ve okudu... Ama, okuduğu şiir Faruk Nafiz’indi... Hececi akımın ürünü olan Faruz Nafiz’in şiiri ta- kır tukur ses veren vezin ve kafiye üzerine dü- zenlenmişti... Az buçuk mürekkep yalamış sıradan bir kişi bi- le bu şiirin Dağlarca’dan çok uzakta olduğunu anlayabilirdi... RTE bu kadarla da kalmadı, konuşmasında bir dizi edebiyatçımızın adlarını sıralayarak “Türk- çenin meyve veren, gürbüz güçlü dalları” diye vur- guladı ve dilimizin “hoyrat bir saldırı” karşısında olduğunu söyledi... Doğrudur... Peki, ama RTE’nin ve AKP’nin Türk dili ve ede- biyatı karşısındaki gerçek konumu nedir?.. Osmanlı’da edebiyat dinci fikriyatın ağırlığı al- tında ve divan şiiri kapsamındaydı... Tanzimat’tan sonra iş değişiyor, yeni açılım- lar yavaş yavaş gündeme giriyor... Osmanlı’yı aşan edebiyat, Cumhuriyetin Ay- dınlanma Devrimi’ni yaratacak tohumlanmayı da içeriyor... Namık Kemal ile Tevfik Fikret geleceğin ha- bercisidirler... Büyük kültür dönüşümünü 20’nci yüzyıl bo- yunca edebiyatımızda rahatça görebiliriz... ‘Mümin-mürit-kul’ diye vurgulanan insan, Ay- dınlanma Devrimi ile ‘birey-vatandaş-kişi’ olarak gündeme girdikçe, Cumhuriyet dönemi edebi- yatı uygarlık çapında değerini kazandı... Dil devrimi ise kaçınılmazdı... Dağlarca bu sürecin doruk noktasındaki eri- şilmez şairdir... RTE’nin kafası karışık... Çünkü şairlerin, romancıların, denemecilerin, öykücülerin, tüm edebiyatçıların yarattığı 1923 Cumhuriyetine karşıt bir iktidarın başındayken Dağlarca’nın şiirini okumak istiyor... RTE 1923 laik Cumhuriyetiyle birlikte Cum- huriyet edebiyatını da karşısına aldığının bilincinde değil mi?.. S anõrõm bir ay önceydi. KanalTürk’te, Sayõn Fa- tih Karaca’nõn yönetip, Sayõn Fikri Sağlar’la Bülent Orakoğlu’nun katõldõklarõ bir söyleşiye takõldõm. Takõldõm, çünkü böyle tartõşmalarõ dinlemem. Halkõ aldatmaktan başka bir amaçlarõ yoktur bu tür izlence- lerin. “Sayın Sağlar’ı nasıl tanıyo- rum” diye düşündüm kendi kendi- me! Toplumsal demokrat bir parti- nin genel sekreterliğini yapmõş, bakanlõk görevinde bulunmuş, ana ve baba tarafõndan “Kuvayi Milli- yeci” dedelerin torunu. İyi bir eği- tim görmüş. Konu: Ergenekon ve demokrasi. Bay Orakoğlu’nun ne söyleyeceğini kestirdiğim için, önemsemiyorum, ama Sayõn Sağ- lar’õn söyleyeceklerini ciddiyetle bekliyorum. Bir saati aşkõn süre dinledim tar- tõşmayõ. Sayõn Sağlar, öz olarak şunlarõ söyledi: “Bu ülkede, ulusal istencin yaşama geçirilmesini, de- mokrasinin yaşam biçimine dönüştürülmesini engelleyen bir devlet içi örgütlenme var. Birçok değerli insan öldürülüyor, ama katilleri bulunamıyor. Ergene- kon davası bu işleri çözecek. Er- genekon davası Atatürkçüler ve ilericilere karşı değildir. Darbe- cilere karşıdır. Darbeciler var ol- dukça, halkın egemenliği sağla- namaz.” Doğru söze kim ne der? Atatürk’ü anlayanlar, “ulusal is- tenç”in önemini yadsõyamazlar. Ama, Fikri Sağlar’õ ben nasõl anõmsõyorum? Kestirmeden söyle- yeyim: Sakat demokrasi mantõğõy- la. Kültür Bakanõ iken, gazetelere boy boy duyurular verirdi: Falan ya- zarõ, falan kitaplõğõmõzda okuyabi- lirsiniz. Bunlardan birisinde de Said-i Nursi’nin fotoğrafõ ile Nâzım Hik- met’in fotoğrafõ yan yana çõkmaz mõ? Sayõn Sağlar, bunlarõ, demokrasi adõna yapõyordu. Öyle özgürlükçü ki, her uçtan in- sanlarõ bir tutuyor! Kõsa yoldan söy- leyeyim: Halkõ gericiliğe iten her ya- zar ve yapõt, özgürlük düşmanõdõr. Said-i Nursi, bilime ve bilimsel dü- şünceye düşmandõr. Yapõtlarõ, kitaplõklarda bulunabi- lir, ama demokrasiyle yönetilen bir ülkenin Kültür Bakanlõğõ’nca halka salõk verilemez. Nâzõm Hikmet’le bir araya kesinlikle getirilemez. Sayõn Sağlar’õn darbecilere karşõ savaşõmõna kesin desteğim vardõr, ama tarikatlarla arasõnõn nasõl oldu- ğunu sormak isterim. O söyleşide, derin devlet ilişkilerinden çok ya- kõndõ. Ben de yakõnõyorum, ama bir şeyi duymak isterdim: Darbecilerin edimleri yüzünden, demokrasi gelişemiyor, çünkü hal- kõn istenci egemen olamõyor. Bura- ya değin beraberiz. Ama şunu ya- nõtlasõn derim: “Tarikatların yö- nettiği sandık, demokratik mi- dir? Tarikatların yönettiği san- dıktan çıkan oylar, ulusal istenci yansıtır mı?” Darbeciler, örgütsel olarak açõğa çõkarõlmalõ ve cezalan- dõrõlmalõdõr, ama tarikatlarõn sö- mürgecilerle el ele yönettiği san- dõktan çõkanlar da, Mustafa Ke- mal’in Cumhuriyeti’nin yönetimin- den gitmelidirler. Halkõn bunlarõ götürmesi için, ta- rikatlarõn sandõktan ellerini çekme- si zorunludur. Sayõn Sağlar, tari- katlara karşõ ciddi savaşõm vermez- se, demokrat olduğunu söyleyemez. Recep Tayyip Erdoğan, “Tanrı krallığı”ndan söz ediyor. Sanõrõm, Sayõn Sağlar’õn bunu anlayacak bil- gi birikimi ve siyasal deneyimi var- dõr. Erdoğan, yargõ organlarõnõ, “ule- ma”ya danõşmaya çağõrõyor. Yani, Cumhuriyet’in yargõçlarõ, kararlarõ- nõ verirken, şeriat bilginlerine danõ- şacaklar. Böyle bir demokrasi anla- yõşõ olur mu? Erdoğan, sõnõrsõz ikti- dar istiyor. Anayasa Mahkemesi bi- le, bu bayõn buyruğunda olmalõ! Sayõn Sağlar, bu büyük tehlikenin ayõrdõnda olmadan, salt Ergene- kon’a saldõrõyor. Gerçekten, birtakõm serüvenciler ve Cumhuriyetçilikle- ri kendilerince söylenenler vardõr. Onlar, başõmõza 12 Eylül belasõnõ aç- mõşlardõr. Recep Tayyip Erdoğan da bu bilinç dõşõ darbenin ürünüdür. Sö- mürgeci ABD’nin yönettiği Bay General’in, anayasal bir güç olarak başõmõza getirdiği bir kara güçtür Re- cep Tayyip. Dayanağõ da tarikatlar- dõr. Ulema ile sağlamak istediği ada- let, “Tanrı krallığı”nõ anõmsatõ- yor. Sanõrõm, en mutsuz krallõk, “Tanrı krallığı”dõr. Hatta, Tan- rõ’nõn çok mutsuz olduğu söylene- bilir. Çünkü, kurduğu egemenlik, yeryüzü “tiranlar”õyla lekelenmiş- tir. Erki onun adõna kullananlarõn el- leri kanlõdõr. Sayõn Sağlar, Mustafa Kemal’in, düşlemlerle (ütopya) il- gilenmediğini bilir. En kõsa yoldan cennet ülke yara- tõlamaz. Birleştirilmiş (postmodern) sermaye devletinde, sivil toplumun anlamsõzlaştõğõ görüngelerle karşõ- laşõrõz. Yurttaşlar, şu ya da bu yol- larla (askersel ve dinsel) siyasadan uzaklaştõrõlõrlar. Yurt yönetiminden uzaklaştõrõlan yurttaşlar, Tanrõ’ya yaklaştõrõlõrlar. Tarikatlarõn yönettiği sandõkta, halk- larõn temsilleri ve yasama sürecine katõlmalarõ söz konusu olamaz. Her yurttaşõn ilk savaşõmõ tarikatlar ol- malõ. Tarikatlarla Ulusal Egemenlik Vecihi TİMUROĞLU Ulema ile sağlamak istediği adalet, “Tanrõ krallõğõ”nõ anõmsatõyor. Sanõrõm, en mutsuz krallõk, “Tanrõ krallõğõ”dõr. Hatta, Tanrõ’nõn çok mutsuz olduğu söylenebilir. Çünkü, kurduğu egemenlik, yeryüzü “tiranlar”õyla lekelenmiştir. Erki onun adõna kullananlarõn elleri kanlõdõr. Sayõn Sağlar, Mustafa Kemal’in, düşlemlerle (ütopya) ilgilenmediğini bilir. En kõsa yoldan cennet ülke yaratõlamaz. Birleştirilmiş (postmodern) sermaye devletinde, sivil toplumun anlamsõzlaştõğõ görüngelerle karşõlaşõrõz. “Nasıl yaşamayı bırak nasıl Bir memleket mi bu, bir elbise mi ki Ben nasıl yok olabilirim anlamıyorum Dünya yok olabilir belki” “Çocuk ve Allah”ı daha çıkar çıkmaz almıştım. Tam yetmiş yıl önce!.. Nerdeyse kitabı ezberlemiştim. “Ka- pılar açılır ardına kadar”dan, “Senin saçların varsa altın gibi/ Benim de vardı eski- den”e kadar... Şiiri severdim. Yazmaya kalkışırdım. Birden bıraktım. On sekiz yaşındaydım. Bir daha heveslenmedim. “Ço- cuk ve Allah”, “Çakır’ın Des- tanı”, “Taş Devri” birbirini iz- ledi... 1945’te tanıştık. Yıl- lar yılı süren bir dostluk!.. Yaşadık, bir şiir havasında. Her yeni kitabıyla onun dünyasına ancak bir uzak izleyici olduğumuzu anla- yana kadar!.. Zamanlar geçti! Kitaplar dolusu anlatmak gerek. Onun şiir dünyasına bir gir- din mi kolay çıkamazsın! O bir şair, bildiğimiz şairler gi- bi, hem de en iyilerinden, en kişiliklilerinden. Ama o bambaşka bir şair! Şiirin altından girmiş, üstünden çıkmış, çıkmak istememiş, yazmış da yazmış!.. “Kardaş senin dediklerin yok”tan, “Savcı nedir dü- şündün mü?”ye, “Durun bir çağ değişmekte/ İnsan kuv- vetinden insan hakkına doğ- ru”ya, “Siz Ali bey Veli bey- fendi busunuz/ Gelecekler önünde suçlusunuz”a, “Ben Üçüncü Halim, siz kimsiniz/ Dağlar taşlar”a, daha ni- celerine, yüzlerce, binlerce dizelerle... Soyuttan somuta, düş- lerden gerçeklere, birey- den topluma, köyden ken- te, derken dünyaya evrene, hatta evren dışında, üstün- de çok değişik yaratılara... Uzun yıllar oldu görüş- meyeli... Kimdeydi suç? Bende mi!.. Ama o hep vardı, var olacaktı. Ölüm- süzdü, ölmek nedir bil- mezdi. “İnsan nasıl ölebilir/ Dünya bu kadar güzelken” diyen adam için yoktu öy- le şey!.. Şiirlerinde çok geçer ölüm, ölmek, ama bu ger- çek anlamda yaşamaktır, yaşamanın anlamını duy- mak, duyurmaktır... Ne de- mişti Ataç: “O öteki şairle- rimiz arasında bir şair değil, hepsinden ayrılıyor.. eskilere uymadığı gibi yenilere de uymuyor; konuları başka, kalıpları başka, aradığı baş- ka, dili başka. Bunların hep- sini de kendi yaptı, daha doğrusu durmadan yapı- yor... Bana öyle geliyor ki Fazıl Hüsnü Dağlarca sa- dece zamanımızın iyi, önemli şairlerinden biri de- ğil, yeni adamı yaratacak olanlardan biri, yeni bir an- layış getirenlerden biri.” Dağlarca’nın şiiri, sanatı öyle birkaç makaleyle, in- celemeyle çözümlenecek gibi değil... Cemal Süre- ya’nın şu sözleri onu de- rinliğiyle anlatır: “Dağlarca için asıl tehlike bir benzerinin ortaya çık- masıdır. Ama ortaya çıka- maz. O kadar ki ortaya çıksa bile o artık yeni bir şa- ir değil. Fazıl Hüsnü ola- caktır. Fazıl Hüsnü böylesi- ne yalnız, tek bir adamdır.” Dağlarca hep aramızda, yanımızda olacak! Bizden, bizlerden sonra da ... Yüz- yıllar, şiirini ötelere taşıya- cak... “İnsan dallarla bulutlarla bir/ Aynı maviliklerden geç- miştir/ İnsan nasıl ölebilir/ Yaşamak bu kadar güzel- ken”.. Anısına saygıyla..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle