04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 EKİM 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Güleriz Ağlanacak Halimize... [email protected] CMYB C M Y B Sizi bilmem, ama ben Ergenekon davasının iddianamesini okumadım. 2500 sayfalık iddianamenin neresin- den başlayayım, neresinden çıkayım derken, ya gözüm korktu, ya da yıl- gınlık, belki de fazlasıyla “magazin”e bulandığından okuyamadım işte! Ama hata etmişim! Geçen hafta bo- yunca İlhan Selçuk’un, iddianameden alıntılar yaptığı yazılarını okudukça na- sıl eğlendim, nasıl güldüm anlatamam! Meğer amma da komikmiş! İlhan Abi’ye, okurların ve Cumhuriyet çalı- şanlarının “İlhan Abi” demesi bile önemli bir ipucu olarak iddianameye girmiş! Asrın davası dendi… Demokrasi ve hukuk sınavı dendi... İlk günün fiyas- kosundan sonra tüm medya duruşma koşullarına taktı. Tamam o koşullar da rezil bir vodvilden farksızdı ama ben- ce daha da vahimi işin içeriği! Sahi- den ne yargılanıyor? Bilen var mı? De- rin devlet mi? Devlet mafya ilişkileri mi? Yıllardır süregelen “faili meçhul” olayları, kayıplar, işkence mi? Yıllar- dır korunan asla ceza almayan gü- venlik birimleri mi? Silahlı Kuvvetler mi? Silahlı Kuvvetler’in bir bölümü mü? 12 Mart? 12 Eylül? 28 Şubat? Di- yarbakır? Malatya? Sıvas? Yoksa bugünkü iktidara karşı olanlar mı? Evet, yargılanan ne? Demokrasi sınavı dediğimiz aylardır süren gözaltıları, haklarındaki suçlamayı dahi bilmeden ölüme terk edilenler, yargısız infazlar mı? Almanya’da yayınlanan Spiegel dergisi, kısa bir süre önce Türkiye’yi kapak konusu olarak ele aldı. Kapak fotoğrafında biri saçları açık öteki kapalı iki güzel hatun, arkada cami ve Boğaz köprüsü… Klişe bir fotoğraf. Hele bir “Türkei” yazısı var ki evlere şenlik, Arap harflerini eski Türkçe yazıyı andırıyor… Olur böyle şeyler, takma kafaya de- dim kendime… Derken… Uçaktay- dım… Uçakta tüm yerli gazeteler ku- cağımdaydı… Hangisinde okuduğu- mu anımsamıyorum… Çok meşhur, çok ünlü New York Ti- mes’dan alıntı yapmışlar: New York Ti- mes’ın Türkiye muhabiri Sabrina Ta- vernise Türkiye’deki değişimden söz ediyor. Türbanlı genç kızların ne den- li bilgili ve kültürlü olduklarını anlatıyor. Ve örnek olarak şunu söylüyor: Marx dendiğinde laik, başı açık kızlar “Marks&Spencer” dükkânlarını an- larlarmış, oysa türbanlılar bunun ün- lü filozof Karl Marx olduğunu he- mencecik bilirlermiş! E pes yani, bu Sabrina Tavernise kimse, ona bir madalya takmalı, bu müthiş bilgilendirme için! Ne kadar akıllıca, bilgili, derinlikli, veciz ve sağ- duyulu ifade etmiş evladım! Bu ga- zeteci milletinden korkulur! Uçakta aldı mı beni bir gülme! Kahkahalarımı tutamıyorum. Sen çok yaşa emi Sabrina! Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nda, Başbakanın, Fazıl Hüsnü Dağlar- ca’nın sanarak Faruk Nafiz Çamlı- bel’den bir şiir okuması… Dinleyen- lerin yağcılık yarışıyla, ne dinledikle- rini bile bilmez oluşu… Yok, bu hiç komik değildi. Vahim olan yapılan yanlıştan çok sahtecilik! Bir de kimse zorlamıyor ki illaki şiir okusun diye… İllaki Dağlarca’yı bilir, tanır, sever, en azından değerini bilir görünmesi şart değil ki… Bunca ya- paylık, sahtelik niye? Behiç Ak’la hem güler, hem ağla- rım. Geçen hafta içinde az ve öz me- seleye damardan girmişti. İki adam karşılıklı konuşuyor Behiç Ak’ın karikatüründe. Biri diyor ki, “Sevdiğin kız, seninle evlenmek iste- miyor. Ama hukuken seninle evlenmek zorunda kalacak. Nasıl oluyor bu?” Öteki, pis pis sırıtarak yanıt veriyor: “Kıza tecavüz ettim!” Ne garip, ne korkunç bir ülke bu- rası! Namus bekçiliğine soyunan, en muhafazakâr, en dindar parti, AKP ik- tidarı, adeta tecavüzü teşvik ediyor! Medeni Kanun ve TCK’deki ev- lenme yaşının 14’e indirilmesi… “Re- şit olmayanla cinsel ilişkide”, suçun ce- zalandırılması için gereken şikâyet ko- şulunun 15 yaştan 14’e çekilmesi… Tecavüz edenin, mağdurla evlenme- si durumunda cezadan kurtulması… Eşe tecavüzde 7 yıla kadar olan ce- zanın 1 yıla indirilmesi… Bu yasa de- ğişikliği önerilerini getiren AKP! Bir de AKP’yi kapanmaktan kurtaran sözde kadınlara yönelik “pozitif ayırımcılık” ol- muş demezler mi! El insaf! Bu, pozitif ayırımcılıksa, ne- gatifi nasıl olur! Dikmen Gürün’ü kutluyorum Gazetemizin yazarı, tiyatro eleştir- meni Dikmen Gürün, benim arka- daşım! Ah insanın çok sevdiği bir ar- kadaşı üzerine yazması ne güçtür! (İl- timas mı yapıyorum? Duygularıma mı teslim oluyorum? Başkasının hakkını mı yiyorum?) Aptalca kaygılar yü- zünden asıl arkadaşınıza haksızlık edersiniz! Hele bu arkadaş çok yön- lüyse; yazarlığı, eleştirmenliği, yöne- ticiliği, müdürlüğü, hocalığı, akade- misyenliği... Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, belki çok emek verdiğimden benim “ço- cuğum” gibidir. Bu yıl tüm üyelerimi- zin katılımıyla “2008 Onur Ödülü”nü Dikmen’e, yani Prof. Dr. Dikmen Gü- rün’e verdik. “Tiyatro dünyasına katkıları, ala- nındaki başarıları ve topluma karşı so- rumlu bir akademisyen/ yönetici/ eleş- tirmen kimlikleriyle yaşamı boyunca ti- yatro dalında üzerinde yürüdüğü tu- tarlı çizgisini sürdürmesinden dolayı” verildi onur ödülü. Yönetim kurulumuz, Dikmen Gü- rün’ün “yıllardır Uluslararası İstanbul Ti- yatro Festivali’nin direktörü olarak dünya tiyatrosunun belli başlı toplu- luklarını, yorumcularını sanatsever- lerle buluşturması, yerli tiyatro toplu- luklarını ve sanatçılarımızı dünyaya tanıtmayı amaçlayan çalışmaları, genç tiyatrolara yeni açılımlar sağlaması, or- tak-yapımlarla uluslararası ilişkileri güçlendirecek zeminler oluşturması ve her geçen yıl çıtasını yükselten İstan- bul Tiyatro Festivali’ni dünyanın say- gın festivalleri arasına sokmasını” bu ödüle layık görülmesinin gerekçeleri arasında gösterdi! Elbet resmi açıklamada yer alma- dı ama İKSV’deki çalışmalarını ben ya- kından bildiğimden ona Onur Ödü- lü’nün yanı sıra, Emek Ödülünü, Sa- bır Ödülünü, Sağduyu Ödülünü, Ter- biye ve Nezaket Ödülünü, Hoşgörü Ödülünü, Sükûnet Ödülünü kısacası “Efendilik Ödülünü” de verdim! e-posta: [email protected] Faks: 0212. 257 16 50 58 yõl sonra Hõncal Uluç, kendi adõnõ taşõyan okulu açmak üzere doğduğu topraklara gitti Dünyakadarbüyükbirgün “Uçakta oturacağın koltuğun yerini ben seçtim; al bu biniş kartın” dediğinde, unu- tamayacağõm, neşeli, çok güzel bir yolculu- ğun başõnda olduğumu anlamõştõm. Koltuk numaramda “3A” yazõyordu ve Trabzonspor, bir gün önce oynanan maçta Galatasaray’dan 3 gol yemişti… Biniş kartõnõ bana uzatan da Hıncal Uluç’tan başkasõ değildi!.. TOÇEV’in onarõmõnõ yaparak çağdaş eği- tim hayatõmõza kazandõrdõğõ 181. okulun açõlõşõna gidiyorduk ve Kilis’in Hacõlar kö- yündeki bu okula “Hıncal Uluç İlköğretim Okulu” adõ verilmişti. Tam 58 yõl önce doğ- duğu topraklara geri dönüyordu Hõncal Uluç… Kilis’te geçen çocukluk günlerine yaptõğõ yolculukta heyecanlõ, mutlu ve bel- li etmemeye çalõşsa da hüzünlüydü. Dünya- yõ gezmiş usta gazetecinin hayatõndaki bu en önemli yolculuğunda, yanõnda Nebil Öz- gentürk, Ahmet Utlu, Ünal Ersözlü ve bir Trabzonsporlu olarak da ben vardõm… Hayat Bilgisi kitabõndaki köylere benzi- yordu Hacõlar… Küçük bir tepenin üstüne ku- rulmuştu ve insanda ressam olup, şövaleyi, tuvali, tabureyi bir tarlaya koyarak resmini yapma arzusu uyandõrõyordu. Hõncal Uluç’un adõnõ taşõyan okulun girişinde köylüler tara- fõndan sevgiyle karşõlandõk. Çocuklar çiçekler sundular Hõncal Uluç’a… Sõnõflara göre di- ziliydi çocuklar bahçede… Ve ben, 3. sõnõ- fõn sõrasõnda en arkaya geçtim! Kürsüye gelen bir çocuk şöyle başladõ ko- nuşmasõna:“Burada şu üç değer bir ara- dadır: Okul, öğrenci ve öğretmen”… Par- maklarõyla “3” yaparak bana gülümseyenin kim olduğunu söylememe gerek yoktur sa- nõrõm… Hõncal Uluç, Türkçeyi ilk Kilis’te tanõdõ. Gazetecilik hayatõnda onurlu, dürüst, çok oku- nan, yazõlarõ aranõlan bir yazar olmayõ ba- şardõ… Ressamlar imzalarõnõ tablolarõnõn sağ alt köşelerine atarlar… Hõncal Uluç’ta, Tür- kiye haritasõnõn sağ alt köşesine, Kilis’e yazdõrdõ adõnõ. Bu bir köy okulunun tabela- sõdõr ve bir yazarõn hayatõnda alacağõ en gü- zel, en büyük, en değerli ödüldür. Dağlarca aklımdaydı hep Hõncal Uluç İlköğretim Okulu’nun açõlõ- şõnda Dağlarca aklõmdaydõ hep… Onun “86” adlõ şiiri kaç kez geçti gözümün önün- den… Dağlarca’nõn ardõndan yazõlan yazõ- larda pek çok şiiri yer aldõ büyük şairin… Bense, “86” adlõ şiirini okudum sürekli ola- rak, Dağlarca’nõn toprağa verildiği günün he- men ardõndan, bir ilkokul bahçesinde… İş- te 86’nõn ilk kõtasõ: Dünya kadar büyük bir günüydü çocuklu- ğumun Mektebe ilk gittiğim o altõn sabah Omzumda kalmõştõ el sõcaklõğõyla Anamõn okşarken söylediği bir “Bismillah” Okula gittiği ilk günü anlatõr Dağlarca bu şiirinde… Oyundan büyük bir bahçede, ha- yal bile edemeyeceği büyüklükte beyaz bir binadõr okulu… Sõnõf arkadaşlarõ tanõmadõ- ğõ harfler kadar yabancõ ve çirkindir… Şöy- le devam eder şiir: İlk ders bir bayramõn sonu gibi soğuktu Gördük karatahtada “Hesap” denen ka- raltõyõ Ezberletti kendi numarasõnõ hoca, herke- se Ben de öğrendim iki haneli seksen altõ’yõ Sahi, kaçõmõz anõmsõyoruz ilk öğrencilik hayatõmõzdaki ilk numarayõ?.. “86”… Fazõl Hüsnü Dağlarca’nõn ilk numarasõ budur. Ses bayrağõmõz olan Türkçenin birbirinden güzel sözcüklerinden önce öğrendiği ilk şey bu numaradõr: 86… Dağlarca sürdürür şiiri: Oyunlar ve neşelerle geçti o gün Ve tatlõ rüyalar gibi bitti mektep Bilgimi düşürmeden eve götürmek için İçimden seksen altõ, seksen altõ diyordum hep Küçük dağlarca okuldaki ilk günün ar- dõndan eve gelince kâğõda 86 yazarak keser ve dolabõna yapõştõrõr. Ablalarõnõn görmesi- ni sabõrsõzlõkla beklese de hayal kõrõklõğõna uğrar!.. Çünkü, rakamlarõn yerini karõştõrmõş ve 86 yanlõşlõkla “68” olmuştur!.. Şair, şöy- le bitirir şiiri: Ki hâlâ yaşarõm bir ayrõlõkta o hayreti Dalarõm 86, 68 diye bazen Yer değiştirince başka şey olmak ne tuhaf Ne tuhaf ölümü duymak seksen altõdan! Kule Canbazõ’na ayrõlan yere sõğmayacak uzunlukta olan şiirin bir kõtasõnda Dağlarca, okul numarasõndaki rakamlarõn yerlerini şa- şõrdõğõ o günden sonra, aynõ dalgõnlõğõ sürekli olarak yaptõğõnõ yazar… Koca şair ölünce, ay- nõ yanlõşlõğõ gazeteler de yaptõ… Dağlarca’nõn yaşõ “94” olarak yazõldõ… Oysa Dağlarca “49” yaşõndaydõ!.. İTÜDEVLETKONSERVATUVARI Cihat Aşkõn konservatuvar müdürü oldu Kültür Servisi - İstanbul’un önemli simgelerinden biri olan İTÜ Türk Müziği Devlet Konser- vatuvarõ Müdürlüğü’ne günümü- zün önde gelen keman virtüözle- rinden Cihat Aşkın atandõ. İTÜ MİAM (Müzik İleri Araştırma- lar Merkezi) Eşbaşkanlõğõ görevini de sürdüren Aşkõn Türk müziğini 21. yüzyõla taşõmak adõna, yeni gö- revinde neler yapacağõnõ ve pro- jelerini anlatmak üzere 23 Ekim Perşembe günü bir olağanüstü ku- rul toplantõsõ düzenledi. Aşkõn top- lantõda eski yönetimde yer almõş birçok öğretim görevlisine de şük- ran plaketi sundu. Türk müziğinin milletimize ka- lan en önemli miras olduğunu an- cak uzun yõllar boyu kendini ye- nilik ve gelişmelere kapatarak, asõl değerini koruyamadõğõnõ söy- leyen Aşkõn “Bu göreve layık ol- mak milli bir vazifedir” dedi. Eğitimin kalitesini yükseltmenin başlõca hedeflerinden olduğunu söyleyen Cihat Aşkõn dõşa dönük- lük adõ altõnda özümüze yabancõ- laştõğõmõzõ, milli benlik ve şuuru zedelenmiş bir toplum haline gel- diğimizi belirtti. Ayrõca Aşkõn yaptõğõ konuşmada medyaya da göndermelerde bulunarak “Medya, eğlendiriciler ve sanatçıları ayı- rınız” dedi. Alman filmleri Türkiye’de Kültür Servisi - “Türkiye’de Alman Kültür Esintileri” çerçevesinde Goethe Enstitüsü’ndeki film gösterimleri devam ediyor. Bu akşam 19.00’da, yönetmenliğini Fatih Akõn’õn yaptõğõ ‘Temmuzda’ filmi sinemaseverlerle buluşacak. Film gösterimi yarõn 19.00’da “Nereden Gelip Nereye Gidersin Arkadaş?”, 31 Ekim’de “Haydutlar”, 7 Kasõm’da da “Cennetin Kapõsõnõ Tõklatmak” filmleriyle devam edecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle