Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
A
nõmsayalõm:
2008–2009 eği-
tim-öğretim yõ-
lõ sessizce açõldõ. İçin-
den on beş milyon öğ-
renci, altõ yüz elli bin
öğretmen, on altõ mil-
yon veli çõktõ. Doğrusu,
bugüne dek hõzla artan
nüfus ve uygulanan ek-
sik eğitim politikalarõ
nedeniyle eğitim ve öğ-
retimin sorunlarõ yõllar
genelinde büyüdü, iv-
mesi de düşüş gösterdi.
Üstelik bütün iyi niyet-
lere ve çabalara karşõn
hâlâ yedi milyon insa-
nõmõz okuma yazma-
dan yoksun. Bunlar
önemli bir anayasal hak
olan okuma yazma hak-
kõnõ kullanmamakta...
Ayrõca bu süreçte so-
kak çocuklarõ, madde
bağõmlõlarõ, pornocular,
kapkaççõlar, şiddet ey-
lemcileri, çocuk çetele-
ri her gün palazlandõlar.
Bizce bu bozulmanõn
ve soysuzlaşmanõn
önemli nedenlerinden
birisi de küreselleşme
ve yeni dünya düzeni-
nin değişik bir şekilde
Türk Milli Eğitimi’ne
yansõmasõydõ. Bu yan-
sõma ulusal kültürü, ulu-
sal dili, ulusal duyguyu
zamanla etkiledi.
Oysa eğitim ve öğre-
tim, yapõsõ ve işlevi ne-
deniyle ulusal olmalõy-
dõ. Çünkü eğitim her
ulusun sosyal ve top-
lumsal tarihinin bir par-
çasõ olarak geliştiği gi-
bi ulus yaşamõnda da
kesintisiz devam eden
bir süreçtir de.
Önemli olan bu sü-
reçte eğitim hizmetini
sadece varlõklõlarõn ve
seçkinlerin yararlana-
bileceği hak olmaktan
çõkarmaktõ. Zaten 1739
Sayõlõ Temel Öğretim
Yasasõ bireylerde Cum-
huriyeti, bağõmsõzlõğõ,
ulusal birliği, özgür-
lükçü ve çoğulcu de-
mokrasi kavramlarõnõ
geliştirmeyi ve benim-
setmeyi istemekteydi…
Bütün bu anlatõlanla-
ra karşõn, bugüne dek
eğitim ve öğretim prog-
ramlarõ bölgesel özel-
likler dikkate alõnarak,
yaparak ve yaşayarak
öğrenme ilkeleri ve
yöntemleri içinde ye-
terince sağlanamadõ.
Bazõ umut verici ça-
balar olduysa da bir tür-
lü ezberci öğretimden
uzaklaşõlamadõ. Bunun
sonucunda da 2007
ÖSYM sõnavlarõnda yir-
mi yedi bin öğrencinin
sõfõr aldõğõ açõklandõ.
Dilimizde Arapça,
Farsça ve Batõ dillerinin
etkileri sürdü. Özellik-
le Türkçemizin özgün,
güçlü, arõ, duru, yalõn
yapõsõ her derecedeki
okul kitaplarõna aktarõ-
lamadõ. Bir de konuşma
dilimize Batõ dillerinin
kaba sözcükleri girdi.
Okul kitaplarõnda ya-
zõm ve anlam yanlõşlõk-
larõ yanõnda bazõ söy-
lencelere ve safsatalara
yer verildiği görüldü.
MEB’nin hazõrlattõğõ
‘Yüz Temel Eser’ ile
ilgili yoğun eleştiriler
geldi. Bazõ tarih kitap-
larõnda da oynamalarõn
yapõldõğõ sezildi. Hatta
Ağrõ Dağõ’nõn adõ 11.
sõnõf coğrafya kitabõnõn
133. sayfasõnda Ararat
olarak yazõlmõştõ ki, bu
durum da düpedüz tarih
bilmezlikti.
Okul öncesi eğitime
kavuşmamõş çağ nüfu-
sumuzun hõzla yükseli-
şi önemli bir amaç iken
ancak (% 25) belli bir
sayõda çocuk velisinin
izniyle ve ücretini öde-
yerek bu olanaktan ya-
rarlanõyordu. Bu alanda
da kalkõnma planõ he-
deflerine ulaşõlamamõş-
tõ. Elli yõldõr bölgeler
arasõ dengesizlikler gi-
derilememiş, fõrsat eşit-
liği sağlanamamõş ve
öğretmen açõğõ bir tür-
lü doldurulamamõştõ.
Son beş yõlda biyoloji
öğretmenliğine 993, fi-
zik öğretmenliğine 230,
kimya öğretmenliğine
231, din bilgisi öğret-
menliğine 7758 atama
yapõlmõştõ ama açõk de-
vam ediyordu.
Eğitimin önemli ba-
samağõ olan Temel Eği-
timde öğrencileri geli-
şim düzeylerine göre
arkadaşlarõyla birlikte
çalõşmada, iletişim kur-
mada, öğrenmede, çev-
reye duyarlõ olmada ba-
şarõlõ olamadõklarõ kuş-
kusu vardõ. Ne üzücü-
dür ki bütün söylemle-
re karşõn zorunlu öğre-
tim on iki yõla çõkarõla-
mamõştõ.
Üstelik yurt genelin-
de de yetmiş bin derslik
açõğõ vardõ, ikili öğretim
ise devam ediyordu.
Ortaöğretimde, öğ-
renciler bilgi ve yete-
neklerine göre sosyal,
teknik ve mesleki alan-
larda yetiştirilirken zor-
lanõlmakta idi. Mesleki
Teknik alanõnda isteni-
len düzeyde öğrenci is-
tek ve akõmõ sağlana-
mamõştõ. Ara eleman
yetiştiren bu okullar ile
meslek yüksekokulla-
rõnõn önemi yeterince
algõlanamamõştõ.
İllerde ve ilçelerde
bulunan Rehberlik ve
Araştõrma Merkezleri
bedensel ve zihinsel en-
gelliler için yeterli ve
verimli konuma getiri-
lememiş, birer başvuru
bürosu olarak kalmõş-
lardõ.
Din eğitimi veren
okullarõn, bireyin inanç
düzeyini geliştiren, mo-
ral değerlerini arttõran
insan, ulus ve doğa sev-
gisini aşõlayan konum-
da olmasõ gerekirken,
laik cumhuriyete ve
Atatürk’e tepkiler za-
man zaman bunlardan
gelmekte idi. Din eğiti-
mi görenler ise MEB,
SB ve devletin diğer
kadrolarõna akõyorlar-
dõ.
Özellikle Türk Milli
Eğitimi’nin en büyük
lokomotifi olan öğret-
menler onur ve saygõn-
lõk kaybõna uğramõş,
yakõn geçmişte bir okul
müdürünün politikacõ-
nõn önünde diz çöküp
oturmasõ öğretmenlik
mesleği adõna çok inci-
tici olmuştur. Bugüne
değin de üniversiteleri-
miz yeni bir öğretmen
yetiştirme seçeneği or-
taya koyamamõşlardõr.
Ülkemizin sosyal,
kültürel ve tarihsel ya-
põsõna uygun öğretmen
yetiştirme programlarõ
hazõrlayamamõş, uygu-
layamamõşlardõr.
Eğitim bilimcilerinin
bilgileri yazdõklarõ ki-
taplarõn beyaz sayfala-
rõnda kalmõştõ.
Sonuç olarak eğitim-
de, Gazi Mustafa Ke-
mal Atatürk’ün çizdiği
yoldan kimse bizi dön-
düremeyecek, Türk ulu-
su güneşin, aydõnlõğõn
ve çağdaşlõğõn aktõğõ
yöne doğru akmaya de-
vam edecektir. 2008–
2009 eğitim-öğretim yõ-
lõnõn ulusumuz için, ço-
cuklarõmõz için sağlõklõ,
başarõlõ ve mutlu geç-
mesi en büyük dileği-
mizdir.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 11 EKİM 2008 CUMARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
‘Abes’ler
TERİM baştan aşağı Arapçadır, ama özellikle İn-
giliz ve Amerikalı hukukçuların dillerine doladıkları
Latince sözcükler gibi, artık yadırganmaz ol-
muştur. Yadırganmak ne demek, herkesin dilinden
düşmezleşmiştir.
Çünkü, ulus olarak vaktimizin çoğu “abesle iş-
tigal” ederek, yani boş, saçma sapan, olmaz iş-
lerle uğraşarak ziyan olduğundan hep o sözü kul-
lanırız.
Örnekler saymakla bitecek gibi değil.
Ö
rneğin, Kıbrıs’ta geçerli ve kalıcı tek çözüm ba-
ğımsız iki devletin birbirini tanıyıp barış içinde
yan yana yaşaması olduğu halde, şu ya da bu Rum
liderle masaya oturarak başka tür bir çözüm ara-
mak abesle iştigalin dik âlâsıdır. Çünkü, dört yüz
yıl Osmanlı yönetiminde kalmış ve yüz binlerce
Türk’ün vatanı olmuş bir adayı hâlâ ezeli “Elen”
adası saymak ve önce asker, sonra sivil bütün
Türkleri kapı dışarı etmek ada Rumları ile Yuna-
nistan’ın vazgeçilmez davasıdır.
Örneğin, AB’nin iki büyük kodamanı, yani Fran-
sa ile Almanya “asla olmaz” dedikleri, öbürleri de
“ancak şu koşullarla olur” diyerek bin bir bahane
buldukları halde, Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmak
için çırpınmak abesle iştigal etmekten farksızdır.
Çünkü, niyetler bozuk, en azından yarı-bozuk ol-
duğu için, Ankara’dan istenenlerin sonu gelme-
yecektir ya da gelse bile, o aşamada artık süngüsü
düşmüş, dişleri dökülmüş, yalvar yakar olmaktan
mecalsiz kalmış bir Türkiye, AB’nin ortak sömür-
gesi durumuna çoktan dönüşmüş olacaktır.
Irak sınırı kuş uçmaz kervan geçmez koca dağ-
lar ortasında kaldıkça, sınırın güney yanındaki aşi-
ret reisleri İngiliz ve Amerikalı petrol açıkgözleri-
nin gölgesinde Büyük Kürdistan kurma hayali bes-
lemeye devam ettikçe, kuzeyini yöneten iktidar,
“demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti”ni ya-
şatma azmi taşımadıkça, dağların şurasına bura-
sına karakol dikmek ve üstünden uçaklar uçur-
mak, abesle iştigal olmasa bile, olmayacak dua-
ya amin demek değil midir?
Çok daha köklü işler yapması gereken koca bir
devletin, parasını yarım yamalak işler için heder et-
mek ve taze canları bu tür çıkmazlar uğruna har-
camak istenmiyorsa, konuyu bir bütün olarak ele
almak gerekmez mi? Aşiret reislerine söz geçir-
meye yanaşmayan Amerika’yla ilişkileri yeni bir ze-
mine oturtarak sınır değişikliğini sağlamak ve sı-
nırın berisini yönetenleri de güneydoğu için ciddi
kapsamlı bir kalkınma planına zorlamak herhalde
abesle iştigal olmayacaktır.
Ne var ki, böylesine kritik sorunlar ortasındaki
bir ülkeyi yönetenleri şaibelerden arındırarak
inandırıcı kılmak, ancak dokunulmazlık konusunu
da ciddi bir çözüme bağlamakla başarılabilir. İç ve
dış yolsuzluklar ortamında yüzmeye başlamış bir
sistemi ayakta tutup, sorun çözdürtmeye ça-
lışmak da belki abesle iştigalin bir başka çeşidi-
dir ama, kirlilik yanı da bulunduğu için bir an ön-
ce eleştiri alanından çıkarılıp ceza hukukuna so-
kulması daha doğru olur.
mumtazsoysal@gmail.com
A
vrupalõlarõn Türki-
ye’yi bölme ve pay-
laşma hayalleri, Os-
manlõ Devleti’ni yok
sayan, onu başka
devletlerin yönetimine bõrakan ve
Osmanlõ topraklarõnõ aralarõnda
paylaşmayõ öngören 10 Ağustos
1920 Sevr
Antlaşmasõ’ndan bu yana süre-
gelmiştir. Ancak, milli mücadele-
yi kazanan Türk milleti, Ata-
türk’ün 29 Ekim 1920’de Türki-
ye Cumhuriyeti’ni kurmasõndan ve
TBMM’nin 24 Temmuz 1923’te
Lozan Barõş Antlaşmasõ’nõ imza-
lamasõndan sonra Türkiye’nin ba-
ğõmsõz ve eşit bir devlet olarak
uluslararasõ topluma kabul edil-
mesi ve Türkiye’nin, o günden bu
yana Atatürk ilke ve devrimlerine
bağlõ olarak verdiği bağõmsõzlõk
mücadelesi sonucu bu emellerine
bugüne dek ulaşamamõşlardõr.
Çünkü, Türkiye’de bugüne dek iş-
başõna gelen hükümetler, her şeye
rağmen, ulusal çõkarlarõmõzõ daima
siyasi çõkarlarõnõn üzerinde ve
önünde tutmuşlardõr.
Ancak 2002 yõlõnda AKP’nin,
dõş güçlerin de desteği ile yüzde 34
oy alarak, tek başõna iktidar ol-
masõndan sonra Avrupa Birliği,
hiçbir zaman elinden bõrakmadõğõ
Sevr oltasõnõn ucuna Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne üye olma iste-
ğini yem olarak takõp Türkiye de-
nizine sallamõş; siyasi ve kişisel çõ-
karlarõnõ ülke çõkarlarõnõn önünde
ve üzerinde tutan kimi siyasiler sa-
yesinde Türkiye bu oltaya takõl-
mõştõr. AB, oltasõna takõlan bu
balõğõ su içinde tutup yaşatmaya
devam etmek istemektedir. Çünkü
Türkiye üzerindeki emellerine an-
cak bu balõk sayesinde ulaşabile-
ceğinin bilincindedir. Hemen her
istediğini koşulsuz yerine getiren
bu balõğõ elinden kaçõrmak iste-
memektedir.
Kapatılma davası
Avrupa Birliği Parlamento-
su’nun AKP’nin kapatõlmasõ da-
vasõ ile bu kadar yakõndan ilgi-
lenmesinin ve Türkiye üzerinde
tehdide varan baskõlar kurmaya ça-
lõşmasõnõn temelinde yatan gerçek
neden de budur.
Yoksa Türkiye’de hangi parti ka-
patõlmõş hangi parti kurulmuş bun-
lar tamamen Türkiye’nin iç hukuki
meseleleri olup AB’yi doğrudan il-
gilendiren bir yanõ yoktur. Öte yan-
dan, her vesile ile Türkiye’nin
AB’ye tam üyeliğine karşõ ol-
duklarõnõ ifade eden kimi Avrupa
ülkelerinin, “AKP kapatılırsa
Türkiye’nin AB’ye üyeliğini as-
kıya alırız” tehdidi ise AB adõna
bir başka çelişkidir.
Bugün Cumhuriyetimizi yõkma,
birlik ve bütünlüğümüzü bozma ve
Türkiye’yi bölme planlarõnõ uy-
gulamaya koyan AB ülkeleri, iç-
teki işbirlikçileri ile birlikte, Cum-
huriyetimizin temel kaleleri olan
kurumlarõmõzõ, enerji kaynaklarõ-
mõzõ ve bankalarõmõzõ teker teker
ele geçirmeye başlamõşlardõr.
Dõş güçlerin, Türkiye’yi bölüp
parçalama emellerini kolaylaştõr-
mak amacõyla, çõkarõlmasõnõ iste-
dikleri ve Türkiye’ye dikte ettir-
dikleri bazõ yasalar, iç güçler ta-
rafõndan, demokratikleşme aldat-
macasõyla, halkõmõza benimsetti-
rilmeye çalõşõlmaktadõr.
Türk dõş politikasõ, Cumhuriyet
tarihimizin hiçbir döneminde, bu-
günkü kadar ulusal çõkarlarõmõzdan
uzak ve dõşa bağõmlõ olmamõştõr.
Dõş ve iç güçlerin bu sõkõ işbirli-
ğinde her bir tarafõn amacõ farklõ-
dõr. Dõş güçler Türkiye’yi bölme-
yi amaçlarken, iç güçlerin amacõ
ise, Cumhuriyet rejimini yõkõp ye-
rine dine dayalõ bir tek parti dik-
tatörlüğünü kurmaktõr. Bu amaç-
larõnõ gerçekleştirebilmek için ele
geçirmeleri gereken üç temel he-
defleri vardõr: Yasama, yürütme ve
yargõ. Son dönemde çõkarõlan AB
güdümlü yasalarla, bugün, bu üç
erk de AKP hükümetinin ege-
menliğine girmiş durumdadõr. Ya-
sama, yürütme ve yargõdan sonra
dördüncü kuvvet olan medyanõn da
büyük bir bölümünü zaten ele ge-
çirmiş olan AKP hükümetinin
bundan sonraki hedefi ise Silahlõ
Kuvvetlerimizdir.
Atatürkçü düşünce
Bugün Silahlõ Kuvvetlerimizi
ayakta tutan en önemli güç ise
‘Atatürkçü Düşünce’dir. O ne-
denle bir taraftan dõş güçler bir ta-
raftan iç güçler, önce toplumda
Atatürkçü düşünceyi ve Atatürk-
çülüğü zayõflatmak ve yok etmek
çabasõ içerisindedirler.
AB’nin resmi kurumlarõmõzdan
Atatürk resimlerinin kaldõrõlmasõ-
nõ istemesi; Milli Eğitim Bakanlõ-
ğõ’nõn öğrencilerin karnelerindeki
ve ders kitaplarõndaki Atatürk re-
simlerini kaldõrma girişimleri ve en
son olarak da, bazõ okullarõmõzdaki
yabancõ öğrencileri bahane ederek,
çocuklarõmõzõn her sabah derse
başlarken söyledikleri “Türküm,
doğruyum, çalışkanım...” andõ-
nõ yasaklama girişimleri bu çaba-
nõn ilk somut adõmlarõdõr.
Devletin kamusal alanõna türbanõ
bayrak; ve Çankaya resepsiyon-
larõnda da harem-selamlõk yapõl-
maktadõr.
Cumhuriyet mitingine katõldõ
ve öğrencilerine Atatürk fotoğraflõ
tişört giydirdi diye öğretmenleri-
miz cezalandõrõlmaktadõr. Devle-
tin önemli makamlarõna atanma-
larda “eşi türbanlı olma” koşulun
getirilmektedir. Laikliğin yerini,
adõm adõm, dine dayalõ bir yaşam
biçimi almaktadõr. Yabancõ ülke si-
yasetçilerinin ve bir kõsõm med-
yanõn adõnõ “Ilımlı İslam” diye
koyduğu yeni bir rejim Türki-
ye’de egemen kõlõnmaya çalõşõl-
maktadõr.
Sonuç olarak, Atatürk Cumhu-
riyetinin bütün kazanõmlarõ, bütün
değerleri bugün teker teker yok
edilmeye ve Türkiye ortaçağõn
karanlõk dönemine geri götürül-
meye çalõşõlmaktadõr. Tüm bu
olumsuz gelişmeler karşõsõnda tek
çaremiz, Türkiye’yi AB oltasõndan
kurtarmaktõr.
Ancak ne yazõk ki, toplumumu-
zun, ulusal çõkarlarõmõzõ bireysel
çõkarlarõnõn önünde gözeterek bu-
nu başarabilecek olan aydõn kesi-
mi de, Atatürk’ün söylediği gibi,
büyük bir aymazlõk ve sapkõnlõk
içindedir.
AB Oltasõna Takõlan Türkiye Balõğõ
Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
Tek çaremiz, Türkiye’yi AB oltasõndan kurtarmaktõr. Ancak ne yazõk ki, toplumumuzun, ulusal
çõkarlarõmõzõ bireysel çõkarlarõnõn önünde gözeterek bunu başarabilecek olan aydõn kesimi de,
Atatürk’ün söylediği gibi, büyük bir aymazlõk ve sapkõnlõk içindedirler.
Küreselleşmenin Türk Milli Eğitimi’ne Etkileri
Kemal OCAK Eski MEB Müfettişi
Eğitimde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yoldan kimse
bizi döndüremeyecek, Türk ulusu güneşin, aydõnlõğõn ve
çağdaşlõğõn aktõğõ yöne doğru akmaya devam edecektir. 2008–2009
eğitim-öğretim yõlõnõn ulusumuz için, çocuklarõmõz için sağlõklõ,
başarõlõ ve mutlu geçmesi en büyük dileğimizdir.
K
iminin oğlu, kõzõ;
kiminin annesi, babasõ,
kardeşi vb sağlõğõna
kavuşmak için organ bağõşõ
bekliyor. Bunun ne demek
olduğunu bekleyenler bilir.
Bugün sizin organ bağõşõna
ihtiyacõnõz olmayabilir ama
yarõn olmayacağõnõ kim
söyleyebilir?
Organ bağõşõ önündeki en
büyük engelin yanlõş dinsel
inançlar olduğunu söylemek
mümkündür. Ruh ile beden
ilişkisinin insan düşününde
açõklõğa kavuşturulmasõ gerekir.
Fiziksel ölümle birlikte
kemikler dõşõndaki
organlarõmõzõn havanõn oksijeni
ve böceklerce toprakaltõ
mikroorganizmalar marifetiyle
kimyasal değişime uğratõlarak
başka formlara (gaz, sõvõ veya
katõ) dönüştükleri ve bunlarõn
bizim irademiz dõşõnda canlõ
varlõklarca tüketildikleri de
bilinmektedir. Aynõ sonbaharda
düşen yapraklarõn toprağa
karõşarak yeniden bitkilerin
besin kaynaklarõndan biri
olduklarõ gibi...
Diğer dinlerin çoğunda, ister
inançtan ister zorunluluktan
(yer darlõğõndan, Hindistan’da
olduğu gibi) kaynaklansõn, ölen
şahsõn yakõldõğõ da biliniyor.
Ama “Ruhları da kayboluyor
mu” diye sorulursa herhalde az
çok okumuş bir kişi Nehru’nun,
Gandi’nin “anılarının”
ölmediğini açõklõkla ifade
ederler.
Şayet muhtaç insanlara yardõm;
dinimizce bir sevap işleme
unsuru olarak görülüyorsa
toprak altõnda yaşamdaki formu
kaybolacak olan bir organõmõz
neden ihtiyacõ olan bir insan
için yaşam kaynağõ olmasõn? Ki
işlenecek sevabõn değeri,
herhalde, başka ‘iyilik’
unsurlarõyla
karşõlaştõrõlamayacak kadar
büyük olacaktõr.
Batõl inançlara bağlõlõğõ
süregelen halkõmõzõn
aydõnlatõlmasõ için ilahiyat
fakültelerinin öğretim
üyelerinin konuyu önce kendi
aralarõnda tartõşarak halkõmõza
sunumuyla ilgili tam bir
anlaşma sağlamalarõ;
sonra da TV ekranlarõnda
halkõmõzõ aydõnlatmalarõnõn
toplumumuzu derinden
etkileyen sorunlardan birinin
çözülmesine yardõmcõ olacağõ
şüphesizdir.
Organ Bağõşõ ve Din Adamlarõmõz
Dr. İlhan AZKAN