14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 ŞUBAT 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 1961 yılında kurulan TİP, işçi ve aydının sesi oldu; emperyalizme, gelir adaletsizliğine karşı çıktı 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Tarihimizin demokrasi anıtı (Fotoğraflar: Cumhuriyet Arşivi) TİP’in 1979 yılında Sultanahmet Meydanı’nda yapılan mitinginde Genel Başkan Behice Boran konuşuyor. Bugünkü Gensoru Parlamento bugün Anavatan Partisi’nin, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu hakkındaki gensorusunu görüşecek. Aritmetik yapısı belli, çalışma kuralları parti disiplini ile çelik çember içine alınmış olan 22’nci dönem Yasama Meclisi’nde ezici çoğunluğu elinde bulunduran AKP milletvekillerinin, bugünkü gensorunun da, bırakınız ilgili bakan hakkında bir güvenoyu konusu yapılmasına izin vermelerini; gündeme bile almaya gerek görmedikleri, dünden belli olan bir olgudur.. O halde, gensoru sahibi parti, bugünkü önergeyi bir oyalanma aracı olarak mı veriyor? Kesinlikle hayır demek gerekiyor bu soruya. Anavatan Partisi Meclis Grubu, Hrant Dink cinayeti ile bir aya yakın bir süreden beri medyanın gündeminin ilk sırasında yer bulan bir sorunun, devletin güvenlik örgütünün, özellikle de polisin, Abdülkadir Aksu’nun bakanlığı sırasında nasıl kangrenleştiğini sergilemek amacıyla yola çıkmış olmalıdırlar. ANAVATAN Grubu’nun önergesi, sadece son Dink suikastı ile ilişki kurmakla kalmıyor. Hablemitoğlu’nun öldürülmesine kadar uzanan çeşitli cinayetlerde emniyet örgütünün izlediği çalışma haritasını da irdeleyerek, Aksu’nun bu olaylarda bilinçli ve yanlı bir tutum izlediğini de ileri sürüyor. ? TİP, 13 Şubat 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kuruldu. TİP’le, ilk kez işçi sınıfı ve emekçi kesimleri ülke yönetiminin en temel organlarından biri olan yasama alanında, TBMM’de kendini ifade etme olanağını buldu. Sadece işçi ve emekçilerin Meclis’teki sesi olmasının da çok ötesinde, yaptığı güçlü ve etkili muhalefetle ülke ve toplum sorunlarına yeni açılımlar getirdi. TİP, siyasal çalışmalarını salt parlamento içinde yapmakla sınırlı tutmuyor, toplumun örgütlenmesine ve parlamento dışı muhalefet odaklarının oluşmasına büyük önem veriyordu. Örneğin, 13 Şubat 1967 tarihinde, TİP’li sendika önderleri tarafından kurulan DİSK, böylesi bir çalışmanın ürünüydü. SÖNMEZ TARGAN Buyurun tek partinin istikrarını Seçmen, beş yıl önceki seçimde AKP’yi tek başına iktidara taşımanın, özellikle ekonomide istikrar açısından kendisine sağlayacağı getirileri öncelikle değerlendirmiş olmalıdır. Ama o getirilerin karşısında, bir de tek parti çoğunluğunun Meclis içerisindeki denetimi en aza indirmiş olmak gibi, çoksesliliği değersiz kılan bir başka yönü var. İktidar adeta astığı astık kestiği kestik sözünü çağrıştıracak kadar bol elbiseler içinde hareket edebiliyor. Gensoru kurumu, bakanların hataları, basiretsizlikleri saptansa bile, milletvekillerinin oyları ile düşürülmelerini engelleyecek bir parti içi karar ile işlemez hale getirildiği için, yürütme erkine bağlı bürokrasiyi oluşturan kadrolarda hesap verme korkusu, hep başka baharlara ertelenebiliyor. O yüzden de mesela Danıştay saldırısı sırasında, kamuoyunu yanıltmayı amaçlayan haber çarpıtmalarına çok çarpıcı bir örnek olarak adlandırılacak olan Genelkurmay Başkanlığı önündeki o sözüm ona bilgi alışverişi olayının nasıl sonuçlandığı bile şu anda bilinmiyor. S ınıf savaşımında erke ulaşmanın tek yolu siyasal parti örgütlenmeleriyle olasıdır. Sendikalar, oda ve meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri çok etkili birer toplumsal güç olma özelliğine kavuşsalar dahi, bunların biri ya da bütünüyle siyasal erke tırmanmaya olanak yoktur. Ama bu örgütlenme modelleri, kendilerine yakın duran siyasal örgütlenmelere kadro ve siyasal malzeme hazırlanmasında önemli roller üstlenebilirler. Bu nedenle, partilerle ve bugün yaygın adıyla kullandığımız sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini birbirine karıştırmamak gerekir. Siyasal partiler, kendilerine oy ve destek veren kitle tabanları ne denli geniş ve büyük olsa bile, sonuçta bir sınıfı temsil eden siyasal örgütlenmelerdir. Sadece siyasal erki eline geçirmek için değil, temsil ettikleri toplum kesimlerinin ideolojik ve politik dünya görüşlerinin yaşamın tüm alanlarında boy atması amacıyla özgün ve örgütlü bir savaşım da verirler. Eğer bunu yapamıyorlarsa, bırakın erk sahibi olmayı, muhalefet görevi bile yapamıyorlar demektir. Başka bir anlatımla, siyasal savaşımını parlamento sıralarında yapmakla sınırlı tutan, fakat yaşamın içinde olmayan partilerin bugün içine düştükleri durum ortadadır. TİP’i anlamanın zamanı ve merkez sağ partilerinin bu anlamdaki kanalları ise genellikle sivil toplum örgütleri ve kendilerine yakın duran vakıflardır. Yeniden Türkiye’ye dönersek, TİP’ten sonra bu gerçeği en iyi kavrayan ve uygulayan parti AKP olmuş ve asıl bu nedenle aldığı oy oranı düşük olmasına karşın, gelmiş, siyasal erk koltuğuna oturmuştur. Bunda, zaten var olan ve daha da önemlisi, kültürümüzün geçmişten günümüze uzanan tarihsel kalıtının doğal ürünleri olan dinsel kurumları (vakıflar, camiler, imam hatip okulları, Kuran kursları, öğrenci yurtları, dine dayalı meslek birimleri ve tarikat yapılanmaları) siyasete yönlendirmekte gösterdiği başarı payının büyük olduğunu kim yadsıyabilir?.. Daha da ötesi, yukarıda vurguladığımız dinsel yapı ve kurumları, seçimlerde kullanılan potansiyel birer oy depoları olarak da değil, salt kendi siyasal örgütlenmesi ve yönetim birimlerine kadro hazırlayan birer eğitim yuvaları olarak kullanmakta gösterdiği beceriyi de buna eklememiz gerekir. Ahlaksız haberler... Yine mesela, Genelkurmay Başkanlığı’na atanacağı günlerde Orgeneral Büyükanıt için, bazı bakanların özel cep telefonlarına kadar iletilebilen o “ahlaksız haberler”in kaynağının kimler olduğu hakkında kamuoyuna bilgi verilmediğinin üstünde durulmuyor. Başta Başbakan olmak üzere, sırası ile İçişleri Bakanı ve icranın öteki üyeleri, bu alacakaranlık tablodan zerre kadar tedirginlik duymayınca, senaryolar elbette birbiri ardına ve çeşitli versiyonlar ile internet gazetelerinin gündemlerinde yer alıyor. Bugünkü gensoru görüşmelerinde de, çok muhtemeldir ki hem Sayın İçişleri Bakanı, hem de iktidar grubu sözcüleri, Erdoğan hükümetinin özellikle güvenlik örgütlerinin birbirleri ile karşılıklı işbirliği anlayışı içerisinde nasıl çalıştığını ileri süren düşsel tablolar çizeceklerdir. Oysa özellikle polisi, yine İçişleri Bakanlığı bünyesinde bulunan jandarmayı da sarsmak amacı ile Ogün Samast olayında ortaya atılan dedikodulardan habersiz görünmek isteyeceklerdir. ANAVATAN ve CHP sözcüleri, Abdülkadir Aksu’nun nezaretindeki İçişleri Bakanlığı’nın, sadece kendi iktidarları açısından politize edilmeyi sağlayan çalışma alanı olmakla bırakılmayarak, cemaatleşmek ve tarikatlar arasındaki çekişmelerde de yer almak amacı ile de dikkatle örgütlenmiş olduğunun örneklerini Meclis tutanaklarında belgeleyebilirlerse, bu emekleri hiç değilse önümüzdeki yasama dönemi için, Meclis soruşturması çalışması yapacak olan milletvekilleri için yeşil ışık yakmış olur. Keser döner sap döner sözü, elbette bir gün bu iktidar için de geçerli olacaktır. ALMANYA’DAKİ ACI ÖRNEK Siyasal örgütlenme, bilinç ve sabır isteyen, kararlılık gösterilmesi gereken bir savaşımdır. İdeolojik dünya görüşü toplumun geniş kesimlerince benimsenmemiş olsa bile, kendi siyasal çizgisinde tutarlı olan partilerin şu ya da bu biçimde bir gün iktidara geldiklerine tarihte tanık olunmuştur. Bunun en canlı örneği, 1930’lu yıllar Avrupa’sında yaşanmıştır. Ne Almanya’da, ne İtalya’da ne de İspanya’da faşizmin öyle fazla bir kitle tabanı olmamasına karşın, siyasal parti olma gerçeğini çok iyi kavradıkları ve uyguladıkları için iktidar olmuşlardır. İsterseniz bu acı gerçeği bir Alman sosyal demokrat aydının belirlemesiyle özetleyelim: Bu aydın, “Almanya’da faşizm sadece güçlü olduğundan değil, karşısında olması gereken demokrasi güçlerinin dağınıklığı ve örgütsüzlüğü nedeniyle iktidara gelmiştir” diyor. A NTİDEMOKRATİK YOLLARLA KAPATILDI D AĞINIKLIK, İLKESİZLİK AKP’Yİ İKTİDAR YAPTI Türkiye’de de AKP’nin aldığı oy oranı ne olursa olsun ki insanlarımız hep bu oransal duruma takılıp kalıyorlar karşısındaki güçler tarihinde hiç olmadığı denli dağınık, ilkesiz ve tutarsız oldukları için bugünkü gericilik siyasal erkin başına gelip oturmuştur. Öte yandan, her fırsatta adeta yaygarasını kopardığımız demokrasi anlayışımızda da bir çarpıklık olduğunu kabul etmemiz gerekecek. Her biri bir sınıfın temsilcisi olan siyasal partilerin tümünün kendini parlamentoda ifade edemediği bir toplumsal düzende, yüksek seçim barajlarıyla uygulanan yasaklama duvarları yıkılmadıkça, bugün AKP gitse bile yerine daha riskli bir siyasal yapılanmanın oturmayacağını kim garanti edebilir? TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 1965 yılında yurttaşa sesleniyor. A MECLİS’TE EMEĞİN SESİ OLDU Bu açıdan bakıldığında, Türkiye, tarihinin en demokratik dönemini 60’lı yıllarda yaşadı dersek yanlış söylemiş sayılmayız. Örneğin, bu yıllarda ilk kez işçi sınıfı ve emekçi kesimler bağımsız siyasal örgütüyle, Türkiye İşçi Partisi (TİP) olarak ülke yönetiminin en temel organlarından biri olan yasama alanında, TBMM’de kendini ifade etme olanağını buldu. 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekiliyle (Ali Karcı, Rıza Kuas, Tarık Ziya Ekinci, Yahya Kanbolat, Mehmet Ali Aybar, Çetin Altan, Sadun Aren, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Yunus Koçak, Yusuf Ziya Bahadınlı, Muzaffer Koran, Şaban Erik, Kemal Nebioğlu, Behice Boran) parlamentoya giren TİP, Cumhuriyetin kuruluşundan o güne varana değin ilk kez işçi ve emekçilerin sesini Meclis’e taşımış oldu. Sadece işçi ve emekçilerin Meclis’teki sesi olmasının da çok ötesinde, yaptığı güçlü ve etkili muhalefetle ülke ve toplum sorunlarına yeni açılımlar getiriyordu. nımsanacak olursa, 60’lı yıllar, gezegenemizde soğuk savaşın en yoğun biçimde yaşandığı yıllardı. Türkiye bu savaş ortamında, kendini kapitalist kampın rüzgârlarına kaptırmış, siyasal anlamda değilse bile, ekonomik alanda emperyalizmin yarı sömürgesi bir ülke durumuna düşmüştür. İşte bu dönemde, adeta Kurtuluş Savaşı’nın coşkusunu çağrıştıran bir kararlılık içinde TİP’in yürüttüğü muhalefet, Meclis duvarlarını da aşarak toplumun en geniş kesimlerinde yankı buluyordu. Yazının başında da vurguladığımız gibi TİP, siyasal çalışmalarını salt parlamento içinde yapmakla sınırlı tutmuyor, toplumun örgütlenmesine ve parlamento dışı muhalefet odaklarının oluşmasına büyük önem veriyordu. Örneğin, 13 Şubat 1967 tarihinde, TİP’li sendika önderleri tarafından kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), böylesi bir çalışmanın ürünüydü. Bu oluşumun siyasal ve tarihsel niteliğini daha iyi kavrayabilmek için, her iki oluşuma önderlik yapmış kişileri anımsamakta yarar var. Bu kişilerden Kemal Türkler, TİP ve DİSK’in kuruluşlarında yer almış, birincisinde başkan yardımcısı ikincisinde ise genel başkan olarak görev yapmış çok değerli bir siyaset ve sendika insanıdır. Yine DİSK’in kurucuları arasında yer alan Lastikİş Başkanı Rıza Kuas ile Gıdaİş Başkanı Kemal Nebioğlu aynı zamanda TİP milletvekilleri olarak parlamentoda görev yapmaktaydılar. Yine TİP ve DİSK’in kuruluşunda yer alan İbrahim Güzelce de seçkin bir işçi önderiydi. Çoğu kez eleştiri konusu edilen, fakat bizce son derece doğru ve gerekli olan TİP’in bu tutumu, aslında düzen partileri için de geçerli bir durumdur. Bugün sağda olan partilerin tümünün sermaye kuruluşları ile bağları ve bunlarla olan içlidışlı ilişkileri bilinen bir gerçektir. Çünkü, yaşamın içinde derinlemesine örgütlenmeyi başaramamış ya da bu konuda özel bir çabası olmayan partilerin, bırakın siyasal erke sahip olmayı, uzun süre ayakta kalmayı dahi sağlayabilmesi bir hayaldir. PARTİ VE SENDİKA Toplumsal yaşamın içinde siyaset yapmak, iktidar olmanın da önemli koşullarından biridir. Özellikle, Avrupa ülkelerindeki siyasal partilerin kaynak ve proje üretmelerinin en temel basamakları buralardan geçilerek hazırlanır. Örneğin, işçi sendikaları, Avrupa sosyal demokrat partilerinin ideolojik beslenme kanallarıdır. Avrupa merkez Ama, burada birçok aydınımızı yanıltan ilginç bir çelişkiye de değinmemiz gerekecek. İnanç özgürlüğü adı altında soyut bir demokrasi bakış açısıyla bu durumu masum ve meşru bir gelişme gibi görmek ya da göstermek isteyenler, böylesi dinsel motifler üzerine kurulmuş ve ne yapısında ne de geleneğinde demokrasi ve katılımcı bir tutum bulunmayan ki bulunması da dinen mümkün değildir AKP’nin daha güçlü bir yapıya kavuştuğunda, örneğin, Çankaya kalesini de eline geçirdikten sonra ideolojisinin doğal bir sonucu olarak totaliter bir yönelişe geçmeyeceğini garanti edebilirler mi? Avrupa’da faşizmin siyasal erke gelmesinde, özellikle, aydın kesimlerin böylesi bir yanılgı ve aymazlığa düşmesinin payının büyük olduğu unutulmamalıdır. Evet, yazımıza son noktayı koymadan bir kez daha anımsatalım ki, 13 Şubat 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulan TİP, işte böylesi bir siyasal bakış açısının ve katılımcı demokrasi anlayışının siyasal tarihimizde ilk ve en önemli örneklerinden biridir. Kazandırdıkları ve toplum bilincine kattıkları ile adeta bir demokrasi anıtı gibidir. 60’lı ve 70’li yıllarda Türk siyaset sahnesinde iki kez yer alan ve her ikisinde de antidemokratik uygulamalarla kapatılan TİP’in tarihinden bugünün politikacılarının, bilim insanlarının, aydınlarımızın ve gençlerimizin öğreneceği çok şeyler olduğu kanısındayım. Demokrasi adına inanç özgürlüğünü öne çıkarıp açık ya da örtülü siyasallaşmış İslamı savunma tuzağına düşenler, geçmişte TİP’e ve Türk soluna en fazla saldıranların bu kesimden geldiğini ne çabuk unuttular. Oysa bugün savunulması ve yollarının açılması gereken; siyasal yaşamda örgütlenmeden yoksun bulunan ve sayısı milyonlarla ifade edilen emekçiler ordusudur. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net Dil Derneği’nden Cumhuriyet’e 2 ödül ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dil Derneği’nin Yalova depreminde yitirilen DilciEğitimci Beşir Göğüş anısına ve Türkçe kullanımına özen gösteren kişi ve yayınlara verdiği ödülleri, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Dil devriminin 75., Dil Derneği’nin kuruluşunun da 20. yılının kutlandığı 2007’de, Göğüş’ün 92. doğum günü şerefine verilen ödüller için düzenlenen törene, Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, Beşir Göğüş’ün kızı Dilek Göğüş Ülgüray, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Necdet Adabağ, eski Türk Dil Kurumu Başkanı Şerafettin Turan ile derneğin yeni ve eski yöneticileri katıldı. Beşir Göğüş Ödülü’nü Yrd. Doç. Dr. Tahir Kahraman alırken Türkçenin doğru ve güzel kullanımına özen gösterenlere sunulan 6 ödülden 2’si ise Cumhuriyet’in oldu. Gazetemizin her hafta cuma günü yayınlanan Cumhuriyet Ankara eki ve Cumhuriyet yazarlarından Işık Kansu ödüle değer görüldü. Beşikçi yargıç karşısında ? İstanbul Haber Servisi Sosyolog, yazar İsmail Beşikçi, basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ettiği gerekçesiyle yargılandığı davada savunma yaptı. Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya katılan Beşikçi, bir yazının içinde suç var mı diye okunmaması gerektiğini vurgulayarak, “Yunanistan ya da Bulgaristan’da her gün Türk asıllı çocuklara ‘Yunanlıyım, varlığım Yunan devletine armağan olsun...’ dedirtilse, Türkiye’de buna şiddetle karşı çıkılmaz mı?” dedi. Esmer dergisindeki “Konuşmadık bastırdık” başlıklı yazısı nedeniyle hakkında dava açılan Beşikçi’nin 4.5 yıla kadar hapsi isteniyor. CHP’den otogar ziyareti ? İstanbul Haber Servisi Esenler’deki Büyük İstanbul Otogarı esnafının sorunlarının yerinde görülmesi ve giderilmesi için CHP Genel Merkezi tarafından oluşturulan komisyonda yer alan milletvekilleri Nu rettin Sözen, Halil Akyüz, Sırrı Özbek ve İstanbul Otogar Esnafları Derneği Başkanı Nevin Taşırlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Mesut Pektaş’la görüştü. Sözen, esnafın mağduriyetini ilettiklerini söyleyerek “İstanbul otogarı bir an önce İstanbullulara yakışır hale getirilmeli” diye konuştu. CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle