24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 2007 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr DP Genel Başkanı olması beklenen Hüsamettin Cindoruk, hükümetin yönetim anlayışına sert çıktı: AKP’nin mutlakiyet dayatması SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU ‘Anayasa toplumsal uzlaşmayla oluşur’ 1995’te de benzer bir olay yaşamamış mıydınız? Evet. O sırada anayasada laikliği tarif eden 24. maddeyi çok tartıştık. RP önderleri laiklik tarifi için bir metin getirdiler. İnancı gibi yaşama hakkını eklemek istediler. Coşkun Kırca, Mümtaz Soysal ve ben, “Tamam. Ama, anayasa ve demokratik kurallar çerçevesinde, diyelim” dedik. Onu kabul etmediler. Sebebi de şu: İnancı gibi yaşama hakkı ikili hukuk, ikili eğitim getirecekti. Onlara karşı duramayacaktık. Bunun yapılması Tevhidi Tedrisat Kanunu’na (Öğrenim Birliği Yasası) da aykırı olmayacak mıydı? Hepsini değiştireceklerdi. İnancı gibi yaşama hakkını bu ülkede konuşuyorlar. Bir anayasaya inancı gibi yaşama hakkını koyduğunuz zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin laikliği ortadan kalkar. Bir anda şeriat mahkemelerine imkân sağlarsınız. Buna o zaman da itiraz ettik; şimdi de itiraz etmemiz gerekiyor. Bu anayasanın bir siyasi parti tarafından hazırlanmasını da yanlış buluyorum. Bu durumda bu siyasi bir anayasa olmuyor mu? Eğer sivil anayasa yapacaksanız, tabir buysa o zaman bütün sivillerin katıldığı bir anayasa yapmanız lazım. Sivil bir anayasa yapılıyorsa burada danışma kuruluna ihtiyaç yoktur. Burada yasama hakkına sahip olan kuruma ihtiyaç var. O da TBMM’dir. Bugün Türkiye’de yeni bir anayasaya değil, yenilenen bir anayasaya ihtiyaç vardır. Mevcut anayasanın zaten 60 maddesi yenilenmiştir. Yeni anayasa diyerek Cumhuriyetin özüne dokunacaksak bu çok büyük kargaşaya yol açar. Sayın TBMM Başkanı’nın inisiyatif alarak metni hem TBMM’de temsil edilen partilere hem de edilmeyen partilere açmasını bekliyorum. Türkiye Barolar Birliği, bir anayasa taslağı önerisi hazırladı. Başbakan, “Kale bile almaya değmez” diye tepki gösterdi. Bu nasıl bir anlayış, sizce? Çok yanlış. O zaman bir başkası da “AKP’nin hazırladığı taslak kale bile alınmaya değmez” der. başbakana düşen görev bu anayasa önerisini hazırlayanlara teşekkür etmektir. Sonra ortaya çıkan metinlerde uzlaşma, birleşme sağlanabilir. Anlayabildiğim kadarıyla Türkiye’nin gereksinim duyduğu anayasa AKP’nin hazırladığı değil. TBMM’nin yasama dışındaki bütün görevleri zayıflamıştır. Denetim, araştırma, soruşturma yapamaz haldedir. İktidara gelen kendini sonsuz kudretli görüyor. Size verilen yüzde 46 oy sizin hükümet etmeniz için verilmiştir. Devletin yapısıyla ilgili kararları TBMM verecektir. Peki, yüzde 10 gibi bir seçim barajı ne kadar demokratik? Bu baraj çok yüksektir. Şimdi bizde yüzde 10 baraj var. Ne oldu? Bağımsızlar TBMM’ye girdi. Arkasından dolandılar, partilere girdiler. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları siyasal partilerken bizde bağımsızlar vazgeçilmez unsur oldu. DYP’nin eski liderlerinden, eski TBMM başkanlarından ünlü hukukçu Hüsamettin Cindoruk’la İstanbul, İstiklal Caddesi üzerindeki yazıhanesindeyiz. İsmail Dümbüllü ve tuluat sanatına olan ilgisi konuşmamızda yaptığı esprilerle canlanıyor. DYP’nin başına geçmesi konusunda Türkiye’nin mutlaka liberal bir partiye ihtiyacı olduğunu, halkın da böyle bir partiye önemli ilgi göstereceğine inandığını söylüyor. AKP’yi “monark” (mutlakiyetçi, egemen) bir parti olarak nitelendiriyor. Hazırlanan anayasa taslağının laikliğin ve devletin temellerinin dibine dinamit yerleştirmeyi amaçladığına vurgu yapıyor. AKP Hükümeti’ni akıl ve dengeye davet ediyor. Kendisiyle ilgili olarak “80 yaşında, emanetçi, çanta taşıyıcısı” nitelemelerinde bulunan eski TBMM Başkanı Bülent Arınç için de kahkahalarla gülerek, “Sürçü lisan etmiştir. Biz bunlara siyasi dedikodu deriz” diyor. Türkiye’de siyasetteki seçeneksizlik nereye varır? CİNDORUK Bu durum daha monark (mutlakiyetçi, egemen) partileri ortaya çıkarır. En büyük tehlike odur. Demokraside çok partili hayatın temeli anafikirlerin temsil edilmesidir. Anafikirler temsil edilirse siyaset rekabete açılır. Zamanla siyasi parti sayısındaki azalma devam ederse rekabet koşulları siyasette azalır. Monark partiler de rekabeti daraltmak için tedbirler alırlar. Ya da yeni tedbirleri almazlar. Bugün Türkiye’deki durum da odur. Ortada, gerçekte hak ettiğinden fazla oy almış bir parti var. Bu iktidar partisi olmanın avantajını kullanıyor. Ana muhalefet partisini de zaman zaman yanına alıyor. Ana muhalefet partisinin de bir rekabet ortamı aradığını sanmıyorum. En basiti, en başta gelen faktör siyasetin finansmanı açısından Türk siyasi hayatında büyük boşluk olmasıdır. Dünyanın her ülkesinde siyasetin finansmanıyla ilgili ciddi önlemler var. Partilerin kullanabilecekleri enstrümanlar, adayların tespiti kanunlarla belirlenmiştir. Bunlar denetim altındadır. ABD’de Gingridge isimli çok değerli bir siyasetçi vardı. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı’ydı. Herkes onun cumhurbaşkanı adayı olacağını söylüyordu. 300 bin dolarlık seçim bütçesinde yasalara aykırılık yüzünden siyasi hayatı bitti. Ama Türkiye’de her türlü arkadan dolanmayla işler kotarılmıyor mu? Bizde kömür, erzak, deterjan, aklınıza gelebilecek her türlü tüketim maddesi dağıtılarak oy almaya çalışılıyor. Hele yoksul bir ülkede bu çok önemli bir haksız rekabet unsurudur. Haksız rekabete yasal engel şart Peki, bu tür haksız rekabetleri engelleyecek bir hukuk yolu yok mu? Var. Hatta TBMM Başkanı’yken ben bu konuda araştırma da yaptırdım. Mukayeseli hukuk açısından her ülkede ne var ne yok, hepsi araştırıldı. Bunlar TBMM arşivinde duruyor. Ama parti genel başkanları ve genel merkezleri aşamadık. Herkes bunu kullanmak istiyor. Öte yandan partiler seçim zamanlarında süper markete dönüyor. Hele belediye seçimlerinde bununla başa çıkmak mümkün değil. Bu bir başka yolsuzluk kaynağı. Çünkü o çeşit paketleri hazırlatmak için siyasi partiler müteahhitlere başvuruyorlar. Ya da belediyelere, kendilerine işi düşen insanlara bu tür sorumluluklar yüklüyorlar. O nedenle siyasetin finansmanıyla ilgili ka nun derhal çıkarılmalı, siyasetin finansmanında hem ilkeler hem denetim organları belirlenmelidir. Monark bir partinin kurduğu mevcut hükümet böyle bir şey yapar mı? Yapmaz. Ama yaptırılır. Hükümetler kendilerini sınırlayan yasaları kolaylıkla çıkarmazlar. Uygulamalar da yapmazlar. Ama ana muhalefet, başka partiler, kamuoyu hükümeti buna zorlayabilir. Yoksa bu haksız rekabet koşulları belediyeler eliyle de seçim zamanlarında iktidar partisine avantaj sağlıyor. Bunu mutlaka düzeltmek gerekir. Sonuçta demokrasi bu. Sizin DP’nin başına geçmeniz kesinleşti gibi... Siyasette hiçbir şey kesin değildir. Olasılığı var... DP siyasette bir alternatif haline gelebilir mi? Önce, DP’yi tarif etmek gerekiyor. Hangi DP? Nasıl CHP 1946’daki CHP değilse yeni bir DP ortaya çıkardığınız zaman bu da herhalde Tahkikat Komisyonu’nu kuran DP olmayacaktır. Bu, 194650 arasındaki özgürlük hareketini gerçekleştiren, cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı DP olacaktır. 1950’lerin DP’sinin ekonomik politikasını bugün uygulamak elbette mümkün değil. Yeter Ben orada kusur aramıyorum. Siyasi anlaşmazlık diye bakıyorum. Ne var ki o uzlaşmaya halkın gösterdiği ilgi bugün DP’nin yeniden gündeme getirilmesi ihtiyacını ortaya koydu. DP bu ihtiyacı doldurabilirse, o birleşmeleri, bütünleşmeleri yapabilirse bir başka partiye ihtiyaç kalmadan bu iş yürür. Ama DP bunu başaramazsa bu kulvarda mutlaka yeni bir parti kurulur. AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun tipik AKP’li olmadığı biliniyor. Halkın merkez sağdan beklentileri seçim döneminde bittiği için oylar AKP’ye gitmedi mi? Sadece o değil. AKP’yle CHP arasında sıkışmış halk, seçmen var. Halk bu iki tercihten birine yönelmek zorunda bırakılmaktan büyük sıkıntı duydu. MHP ise kendi kulvarında biraz radikal bir parti. Vatandaşın büyük kitle hareketini ona yönlendirmesi düşünülemez. Ben MHP’nin varlığından rahatsız değilim. Köklü bir geçmişi var. Ama kitle hareketlerini yönlendiremez. Hele DP’ye oy vermiş seçmen kitleleri hem AKP hem de MHP’den çekinebilir. Onun için DP’yi halka açık bir parti haline getirebilirsek mesele büyük ölçüde rayına oturacaktır. Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, ANAPDP birleşmesi yeniden gündeme gelebilir mi? Hukuken de, fiilen de gündeme gelebilir. Koşullarına bakmamız gerekiyor. Gerek duyuluyorsa ve koşullar devam ediyorsa niçin olmasın? Birleşmenin getirdiği faydalar vardır. Onlar anlatılabilir. Ve iki parti belediye seçimlerine birlikte hazırlanabilir. Bu birleşme şeklinde, seçim ittifakı, alan bölüşümü biçiminde olabilir. Hukukun imkânları oranında yapılabilir. Ama benim temennim birbirlerine benzeyen partilerdeki çokluğun kaldırılmasıdır. Bu tür siyasi partilerin ayrı ayrı kalması yanlıştır. İyi de, DSP ve CHP aynı listeyle seçimlere gitti. Ama sonradan CHP ve DSP’nin seçmeninin ayrı olduğu ortaya çıktı. Bunu nasıl izah edebiliriz? DSP’nin başarı unsurlarından birisi Ecevit faktörüdür. Bu çok önemlidir. Ben sol seçmenin DSP ve CHP arasındaki program farkının çok da ayırdında olduğunu sanmıyorum. Ama Ecevit’e olan güven, sevgi, saygı sol seçmeni böldü. Sol seçmenin bölünmesinde bence yüzde yüz Ecevit faktörü vardır. Ecevit’in vefatından sonra partinin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceğini, CHP ile DSP arasındaki farkı halka anlatmak çok zordur. Onlar da bir karar vereceklerdir. mücadelesi vermemiştir. Aksine, liderlerin talepleri doğrultusunda demokrasiye duyarsızlığını zaman zaman aşırı noktaya da getirmiştir. Sözünü ettiğiniz kanun geçerse yargıya personel kazandırmak gibi bir düşünceyle yargının eksik olan bağımsızlığını daha da eksik hale getirecekler. Yargıç ve savcı seçilmeyi insan unsuruna bıraktılar. Bunları insan faktörüne bıraktığınız zaman da dedikodular başlar. Daha acısı, bu mülakatı kazanan yargıç ve savcıların sırtında kalır. Onları zor durumda bırakırsınız. Onlar kürsüye çıktıkları zaman mülakatla geldikleri duygusu onlara başvuran taraflara siner. Ayrıca onlar da o duyguyu azaltmak için çaba harcasalar bile başarılı olamazlar; şüphe uyandırırlar. Yargıcı ya da savcıyı tayin ettiğiniz gün, o yargı ya da savcı mülakattan geçmiştir, şerhini yurttaş kafasına koyar. Bu da mülakattan geçmiş yargıç ya da geçmemiş yargıç ya da savcı ayrımını ortaya çıkarır. Çok da yanlış olur. Ekim ayında bir anayasa değişikliği için referandum yapıldı. Şimdi de yeni anayasa taslağı hazırlandı. Siz bu ikisini çelişkili bulmuyor musunuz? AKP orada bir kriz yaşadı. İki Cumhurbaşkanlığı metoduyla Abdullah P O R T R E HÜSAMETTİN CİNDORUK Yükseköğrenimini AÜ Hukuk Fakültesi’nde bitirdi. 1955 yılından itibaren avukatlık yaptı. Yassıada duruşmalarında Adnan Menderes ve DP yöneticilerinin üç avukatından birisi ve en genciydi. Siyasi yaşamını Adalet Partisi, Demokratik Parti, Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi’nde (DYP) sürdürdü. 1985’teki büyük kongrede DYP Genel Başkanlığı’na seçildi. Genel başkanlığı siyasi yasağı kaldırılan Süleyman Demirel’e bıraktıktan sonra 199195 arası TBMM Başkanlığı’na seçildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü üzerine 17 Nisan16 Mayıs 1993’te Cumhurbaşkanlığı’na vekâlet etti. Demirel’in cumhurbaşkanı olmasıyla DYP Genel Başkanlığı’na adaylığını koydu. Seçilemeyince bir grup arkadaşıyla DYP’den ayrılıp DTP’yi kurdu. DTP 28 Şubat sürecinde kurulan Mesut Yılmaz başkanlığındaki hükümete girdi. Cindoruk, DTP 1999 seçimlerinde Meclis’e giremeyince genel başkanlıktan istifa etti. siz kalabilir. Ama devlet sadece bir ekonomik organizasyon değil, aynı zamanda siyasi bir organizasyon. Ayrıca dünya koşullarına göre değişebilen bir organizasyon. 1989’dan sonra AGİT, o zamanki adıyla AGİT ve Paris Şartı’nın ortaya çıkmasıyla dünyadaki demokrasilerin temel ilkeleri bir araya gelmiş, tabanda birleşmiştir. Yeni DP, yeni çizgisiyle çağdaş, liberal, düşünceye açık, özgürlükçü bir partidir. Hak ve özgürlüklere dokunulamaz bir devlet anlayışı ortaya koyacaktır. Ama devlet ve cumhuriyetin özüne dokunmamak koşuluyla... 22 Temmuz seçimleri öncesi ANAP ve o zamanki adıyla DYP olan DP’nin birleşmeleri çalışmaları vardı. Bu tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı. Yapay bir engelleme mi oldu yoksa iki parti arasında doku uyuşmazlığı mı yaşandı? Bu sonuç hüzün vericiydi. Keşke uygulamaya geçseydi. Seçim tarihi erkene alınınca zaman kısaldı. Tam tartışılmadan hayata geçirilmesi istendi. Kongre takvimleri, uzlaşma açısından biçimsel olarak bitmiş gözüküyordu. Ama bu uygulama pratiğe dönüşmedi. DP’nin sizin önderliğinizde toparlanma girişimlerini eleştirdi. Sizin için “emanetçi”, “çanta taşıyıcı” gibi nitelemelerde bulundu. Bir de “80’lik Cindoruk’la hiçbir şey olmaz” gibisinden sözler etti. Bunu nasıl karşıladınız? Bizim siyasi hayatımızda TBMM başkanlarının birbirlerinin aleyhine konuşmamaları gibi bir teamül vardır. Buna eskiler “mücavere” derler. Çünkü TBMM Başkanlığı tarafsız bir kurumdur. O nedenle ben ona cevap vermiyorum. Ama bir düzeltme yapayım. Ben 80 değil, 74 yaşındayım. Bir de kimseye ne çanta taşıttım ne de çanta taşıdım. Bugüne kadar özgürce ve vatanseverce siyaset yaptığımı sanıyorum. Ben particiliği siyasi bir ibadet gibi görüyorum. Zaman zaman görev düşerse geliyorum, yapıp gidiyorum. Ayrıca, emanetçi olmak da çok önemli. Çünkü bizim peygamberimizin de sıfatı “emin”. Emin olmak ayıp değil. Ben Sayın Arınç’ın bunu zuhuren söylediğini tahmin ediyorum. Hepimiz siyasette hatalar yaparız. Sürçü lisan yapmış olabilir. Biz bunlara siyasi dedikodu deriz. Ben onların ahlaki tutumlarını, duruşlarını çok takdir ediyorum. CHP gibi barajları aşması çok kolay hale gelmiş, büyük bir muhalefet partisinden ayrılmak cesaret işidir. O baraj engeline rağmen DSP’ye hiç fire vermeden dönmelerini ben DSP’deki siyasi ahlak disiplini olarak görüyorum. Ama sonuçlarını bilemem. Anayasa Mahkemesi’nin yanlışı AKP Hükümeti’nin Türkiye’deki bütün anayasal kurumları ele geçirme çabası var. En son yargıya el attılar. Yargıyı siyasallaştırmaya çalıştıklarını gördük. Türkiye için demokratik hukuk devleti diyoruz. Demokratik hukuk devletinde bu davranışların önünü kesecek bir mekanizma yok mudur? Bu mekanizma halktır, seçmendir. Ama bence halkın sosyal ve hukuksal konularda bir çekingenliği var. Ya da umursamazlığı var, diyebiliriz. Sanıyorum, bu konularda büyük sıkıntılar yaşamadık. Bizim TBMM müthiş bir milli mücadele vermiştir. Ama bir demokrasi Gül’ü seçtirmeye giriştiler. Bunlar birbiriyle çelişti. Yanlıştı. Anayasaya da hukuka da aykırıydı. Ama Anayasa Mahkemesi biçim olarak bunu yetki alanının dışında gördü. O bence çok yanlış bir hadisedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin hukuksal olması yetmez. Ama toplumsal açıdan, Ccumhurbaşkanı için halkın hiçbir kuşku duymayacağı bir seçim yapılmalıydı. Toplumsal açıdan vatandaş, hukuksal açıdan devlet cumhurbaşkanını seçerken her türlü kuşkudan uzak olmalıdır. Cumhurbaşkanı, seçildiği gün cumhurbaşkanıdır. Sonradan kendisini ispatlamaya çalışması çok yanlıştır. Cumhurbaşkanı tarafsız, kaliteli olduğunu göstermek için uğraşırsa Cumhurbaşkanlığı kurumu zarar görür. Hükümetin monark parti yönetimi sizce Türkiye’yi gelecekte ne gibi güçlüklerle karşı karşıya bırakabilir? AKP’nin sıkıntısı ve yanlışı Cumhuriyet’e karşı bir duruş sergilemesi. Cumhuriyet, derken elbette tüm ilkelerine ve kurumlarına değil. Ama laiklikle ilgili tavrı kuşku yaratacak biçimde devam ediyor. ARABULUCULUK TASARISINA TEPKİLER SÜRÜYOR İSTANBUL ’DA ‘AİLE İÇİ ŞİDDETE SON KONFERANSI’ Kolcuoğlu: Hükümet çete gibi karar veriyor İstanbul Haber Servisi AKP hükümeti tarafından yargı sistemindeki yükü azaltmak ve hızlı, etkin işleyen bir yargı sistemi yaratmak gerekçesiyle hazırlanandığı iddia edilen “Hukuki Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk Yasa Tasarısı”na hukukçuların ve akademik çevrelerin tepkisi sürüyor. İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, AKP hükümetinin pek çok tasarıyı aceleye getirerek kabul ettiğini belirterek, “bir çete gibi karar verdiğini” dile getirdi. İstanbul Barosu ve Genç Hukukçular Derneği tarafından düzenlenen “Arabuluculuk Yasa Tasarısı” panelinin açılışında konuşan Kolcuoğlu, sistemin eksikliklerinin giderilmesi yerine hukuk dışı yöntemlerle yargının etkisiz hale getirilmeye çalışıldığını anlattı. Hükümetin yargı sistemini güçlendirmek amacıyla ortaya attığı arabuluculuk sisteminin illegal örgütlerin sayısını arttıracağını belirten Kolcuoğlu “Arabuluculuk, tarikatların cami kapılarında uzlaşma dağıtacağı sistemin, çetelerin baskıcı uygulamalarının önünü açacaktır” dedi. Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Selçuk Öztek de Türkiye’de arabuluculuk sistemine ihtiyaç olmadığını söyleyerek, arabuluculuk sisteminin ideolojik bir tercih olduğunun altını çizdi. Öztek, “Arabuluculuk gibi alternatif sistemler devletin en önemli unsurlarını küçültmeyi hedeflemektedir. Reform adı altında adalet ve milli güvenlik sistemleri daraltılmaya çalışılıyor. Arabuluculukla devletten ve yargıdan kaçıyorlar” diye konuştu. Tepki çeken heykeli yıktılar Alman asıllı heykeltıraş Olaf Metzel’in, Viyana’nın Karlsplatz bölgesindeki çevre yolu kenarına diktiği ve “Türk lokumu” adını verdiği “türbanlı çıplak kadın’’ heykeli kimliği belirlenemeyen kişilerce yıkıldı. Viyana’da yaşayan Türklerin tepkisini çeken heykel protesto edilmişti. Avusturya basınında yer alan haberlerde heykelin “Türkler tarafından ya da ortamı germek isteyenler tarafından da yıkılmış” olabileceği yazıldı. (Fotoğraf: AA) ‘Basın kadına yönelik şiddeti arttırıyor’ İstanbul Haber Servisi Bu yıl üçüncü kez düzenlenen “Aile İçi Şiddete Son” konferansında “Medyanın kendisi kadına şiddet uygular mı?” konusu ele alındı. Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen ve moderatörlüğünü Radikal Gazetesi köşe yazarı Haluk Şahin’in yaptığı konferansta kadın gazeteciler deneyim ve gözlemlerini aktardı. Cumhuriyet Pazar Dergisi editörü Berat Günçıkan şiddet konusuna, bir medya mensubu olarak kendisinin şiddete maruz kalıp kalmadığı, şiddet uygulayıp uygalamadığı ve okura nasıl bir şiddet uyguladığı açısından bakmak gerektiğini söyledi. Basın organlarının haberlerde kullandığı dille şiddeti arttırdığını ifade eden Günçıkan şöyle devam etti: “Araştırmalar Türkiye’de 50 bin medya mensubunun olduğunu söylüyor ve kadınlar bunun yüzde 30’larını oluşturuyor. Kadınların karar mekanizmalarında yer alma oranı ise yüzde 1.6. Kadınların bu kademedeki sayısının azlığı, medyada kullanılan haber dilini de etkiliyor” dedi. “Batman’da Kadınlar Ölüyor” adlı kitabıyla, ilde yaşanan intihar olaylaranı inceleyen Sabah gazetesi muhabiri Müjgan Halis de medyanın tiraj kaygısı ile yer verdiği haberlerin sonuçlarına dikkat çekti. Halis, medyanın ilgisinin ardından intihar olaylarının arttığını savundu. Cezayirli gazeteci Salima Tlemcani ise Doğu ülkelerinde kadın olmanın zorluğuna değinerek, medyanın bu zor durumu daha da tetiklediğini ve kadınların çok sayıda linç girişimine maruz kalmalarına neden olduğunu ifade etti. CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle