18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Kontes Kinsky ve Nobel ir Nobel daha geldi. Yarın ödüller dağıtılacak. Geçen yıl dikkatler B Orhan Pamuk üzerine toplanmıştı, bu yıl çekim merkezi Al Gore. Nobel Barış Komitesi belki ödülün yaratacağı yankıyla körleşmiş, sağırlaşmış, düşünce melekeleri dumura uğramış insanların uyandırılabileceğini, çevre duyarlığının artabileceğini düşündü. Devletleri yönetenler bir araya gelip çevreyi korumak üzere ortak ve acil bir eylem planı üzerinde anlaşamadıklarından, Nobel Barış Ödülü ile Alternatif Nobel Ödülü’nü kazananlara umut bağlamaktan başka çaremiz kalmadı. Ne yazık ki umut bağladığımız insanları da gene gözlerini hırs bürümüşler katledebiliyor. Hatırlatalım: Kendilerini çevreye, insanların iyiliğine adadıklarından dolayı Alternatif Nobel Ödülü kazanmış Endonezyalı ve Nijeryalı iki çevreci geçen yıllarda öldürüldü. 2000’de bu ödülü kazanmış olan Birsel Lemke ise Alman ajanı diye DGM’de yargılandı. İşimiz zor!.. Nobel’den söz edildikçe hep Alfred Nobel’i düşünürüm. Alfred Nobel’e aklımın takılmasının nedeni hakkında olumsuz çok şey yazılması. Kardeşi, dinamitle ilgili çalışmaları yürüttüğü laboratuvarda bir patlama sonucu öldüğünden Alfred Nobel suçlandı. Biyografik kitaplarda da kardeşinin ölümünden dolayı Alfred Nobel’in suçluluk duygusuna kapıldığı görüşleri ağırlık taşıyor. Albert Einstein’a göre de Nobel, suçluluk duygusuyla servetinin ödül olarak dağıtılmasını vasiyet etti. Biyografik kitaplardan çok ilginç bir Alfred Nobel portresi ortaya çıkıyor. San Remo’da öldüğünde yanında hizmetçisinden başka kimse bulunmayan Nobel ödüllerinin babası Alfred Nobel kitaplara göre özetle şöyle bir kişilik: Yaşamını kuvvetli bir patlayıcı bulmaya adamış anlaşılması zor bir insan. Bulacağı patlayıcının insanları öldürmek için değil, ekonomik kalkınma için kullanılmasını düşünmekteydi. Avrupa’da gelişmekte olan barış hareketiyle de ilgiliydi. Alfred Nobel’in bir dahi olduğunu herkes kabul S T O C K H O L M ediyor. Çok yönlüydü. Dahi bir mucit ve işadamı olmasının ötesinde büyük bir filantrop ve OSMAN İKİZ hümanistti. İsveççe, Rusça, Almanca, İngilizce ve Fransızcayı mükemmel konuşuyor, okuyor ve yazabiliyordu. Toplulukları etki altına alabilecek müthiş bir çekim gücü vardı; ancak bu yeteneklerini kullanmaya meraklı olmadığı gibi, topluluk arasına katılmayı sevmeyen, törenlerden, ziyafetlerden, yapay övgülerden nefret eden patalojik bir çekingenliği vardı. Edebiyatla ilgileniyor, şiir yazıyordu. Ödül verilmesini vasiyet ettiği fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barış ilgi duyduğu alanlardı. Yazmayı sever, mektuplarının kopyasını saklardı. Gizemli bir yaşamı vardı. Paris’te eczanede çalışan bir kıza âşık olmuştu. Ancak kız tanışmalarından kısa bir süre sonra ölmüştü. Belki ilk kez yakalandığı bu aşkın hüsranla sonuçlanması Nobel’i yıkmış, uzun süre kendini toparlayamamıştı. Bir süre sonra sekreter tutmak için gazeteye verdiği ilan üzerine karşısına Kontes Berta Kinsky çıktı. Berta Kinsky ile karşılaşmaları Alfred Nobel’in yaşamında dönüm noktası oldu. Ama mutluluk sadece bir hafta sürdü. İş gezisine çıkan Nobel dönüşünde sekreter masasını boş buldu. Kontes eski öğrencisiyle evlenmiş, Gürcistan’a göç etmişti. Ama Kontes Nobel’le ilişkisini mektuplaşarak sürdürdü. İyi bir entelektüel olan Kontes, OsmanlıRus savaşını yakından izleyerek kitap yazmaya başlamıştı. Nobel’e yazdığı mektuplarda savaşa karşı çıkmanın önemini vurguluyordu. Araştırmacılara göre Alfred Nobel’in barış hareketine ilgisi Kontes’in görüşlerinden etkilenmesiyle başladı ve Nobel önemli olduğuna inanarak vasiyetinde barış ödülüne de yer verdi. Barış mücadelesinin önemi konusunda Nobel’i etkileyen Kontes de “Dünya pasifistlerinin öncüsü” olduğu gerekçesiyle 1905’te belki de mimarı olduğu Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Yarın barış madalyası verilecek olan Al Gore’a mücadeleye daha da azimle devam etmesi için biri Kontes’in inatçılığını anlatsa nasıl olur? Slovenya’da yılbaşı geyiği... D ünyanın her ülkesinde yılbaşına doğru geyikler artar. Bu Ljubjana gibi kışı, zamanı gelince gardırobundan çıkarıp giydiği kürk mantosu gibi kendisine yakıştırmayı bilen şehirlerde daha belirgindir. En çok da minyatür yılbaşı çamlarının süslediği mahalle barlarında fark edilir. Slovenyalı oyuncu dostlarımla tiyatrodan çıktıktan sonra bir şeyler içmek için Jan’ın evinin yakınındaki bir bara girmiştik. Noel Coward’ın Tasasız Ruh’unu sahneliyorlardı; oyunun açılışına kalamayacağım için onları ancak provada izleyebilmiştim. Sonunda Slovence bir oyun izleyip kahkahalarla gülmeyi bile başarmıştım. Bu benim yeteneğimden çok, tiyatro sanatının mimikler ve jestlerle izleyicilere aktarılan evrensel bir dili olmasından kaynaklanıyordu. Slovenyalı dostlarımla olmaktan çok mutluydum. Ya da şöyle demek daha doğru olur; Srilanka’da tanıştığım Slovenyalılarla: Maja, Jan ve Jansen. Geçen yaz bir Budist tapınağında her birimizin bileğine beyaz pamuk iplikleri bağlanmıştı. Ancak sandığınız kadar kolay değildi bu tıpkı hayatlarımızın bağlı olduğu sözdü. Jan pek de onaylar gibi görünmedi kadar ince pamuk ipliklerini korumak... bunu. Onun yerine tekilasını kafasına dikti ve Maja’nınki duş alırken kopmuştu, “Slovenyalı olmak için çok cool’sun Jansen’inkini apandisit ameliyatı sırasında bebeğim” dedi. Müzikal bir tınıyla söylediği kesmişlerdi, sonunda Jan’la ikimizinki kalmış bu sözler nedense bir Leonard Kohen şarkısı ve aramızda bir çeşit bileklik kardeşliği tadı bırakmıştı kulağımda: “Slovenyalı olmak doğmuştu. Biz de iplerimizi korumak adına, için çok cool’sun bebeğim.” direnebildiğimiz kadar direnmeye söz Aslında biraz da hüzünlendim; güzel olan cool vermiştik. Hatta Jan provalar olmak ve öyle kalmak mıydı yoksa LJUBLJANA Slovenyalı dostlarımla kafaları çekip sırasında yönetmenden; “Şu tanrının cezası Budist bilekliğini sızmak mıydı? Bu ortaçağ şehrinde, ceketinin içine sakla! Unutma ki Ortadoğulu bir prenses edasıyla sen İngiliz bir taşra hekimisin...” salınıp duruyordum günlerdir. Beni fırçasını yemeyi bile göze almıştı. taçlandırarak taça atmıştı Jan: Ne Gecenin ilerleyen saatlerinde yaparsan yap bizden değilsin, çünkü ŞANSIN TÜZÜN grubumuz giderek büyümüş, Hint fazla iyisin! Masada çevrilen geyiğe Okyanusu’nun kıyısında kalan tatil yeniden döndüğümde, Maja, anılarımız Ljubjana’nın dondurucu “Hayatımda öpücük eksik!” soğuğunda sürrealist bir tabloya dönüşmüştü. diyordu. “Kimin değil ki?” dedi Irina. “Tamamıyla vakit kaybı...” diye homurdandı Birden Slovenyalı arkadaşlarımla Jansen. “Artık Paris Hilton’dan başka paylaşımımızın doruğa çıktığını hissettiğim öpüşen kalmadı” dedi Irina. “Evet” diye bir anda “Önceki hayatımda Slovenyalıydım herhalde...” diye mırıldandım. Bu aslında çok onayladı Jansen, “Güya öpüşmekten başka bir şey yapmıyormuş!” “Biz de öpüşmekten da düşünmeden öylesine ağzımdan çıkan bir başka her şeyi yapıyoruz” dedi Jan, “Birer tekila daha”. “Gördünüz mü?” diye sızlandı Maja, “Ben demiştim size, hayatımda öpücük eksik diye”... Jansen dirseğiyle Jan’ı dürttü, “Öp şunu da sussun!”. Jan, Maja’yı çenesinden kavrayıp okkalı bir öpücük kondurdu dudaklarına. Hepimiz alkışladık. Maja’nın topuklarını yere vurarak; “Bunu kastetmemiştim!” diye debelenmesini kimse umursamadı. Herkes bol öpücüklü bir yıl dileyerek kadeh kaldırdı. Ben içimden (çünkü dışımdan söylesem kimse anlamazdı, bunu ancak siz anlardınız) “Buselik makamından bir yıl diliyorum size...” diye geçirdim. Evrenselin içinden yöreselin bir ekmek hamuru gibi kabarıp boğazınızda bir yumru oluşturduğu anlardan biriydi işte: Buselik makamından bir yıl diliyorum size. Elime tutuşturulan son tekilanın bir keçi gibi sadece tuzunu yaladım: “Saat gece yarısını çoktan geçti ve yarın sabah yetişmem gereken bir uçak var...” “Söylemiştim” diye mırıldandı arkamdan Jan: “Slovenyalı olmak için çok cool’sun bebeğim.” Gırgır’dan çizgi roman’a giden bir serüven yayınevi tarafından kabul edilmesi de bu görüşünün haklılığını kanıtlamış. “Çizgi bulursanız, efsanevi roman pazarı büyük Gırgır’ın efsanevi olduğu için tanınmak biraz kapaklarında Şevket Yalaz, zaman alıyor. Yapılan Ergün Gündüz ve Gürcan albümün satılıp isminizin Özkan gibi isimlerle birlikte duyulması için uzun bir Gürcan Gürsel imzası sürenin geçmesi gerek. Ben mutlaka dikkatinizi de bu sabrı gösterdim ve şu çekecektir. Gürsel, 1988 anda hatırı sayılır miktarda okurum var” yılında Belçika’ya geldi. Bir çok dergiye kapak, diyerek sürdürüyor sözlerini. illüstrasyon ve karikatür Türkiye’de çizgi roman portre çalışmaları yapan ve dergisi denemelerinin uzun yurt dışında albümleri soluklu olamamasıyla ilgili olarak ise, “aslında büyük yayımlanan sayılı Türk çizerlerinden biri olan bir endüstri olan çizgi Gürsel’in çeşitli romana ikinci sınıf bir iş yayınevlerinden çıkan 28 olarak bakılıyor. Yatırım çizgi roman albümü var. yapılmıyor. Çizgi roman zahmetli bir iş, nakış gibi Çeşitli ülkelerde özellikle spor ve erkek dergilerine işlenir. Bunun fark edilmesi çiziyor. Son olarak Fransa’da için kaliteli kâğıda Fnac zincirinde imza günü basılması gerekir. Saman düzenlendi. Brüksel ve kâğıtta olmaz” değerlendirmesi yapıyor. Anvers’teki kitap fuarlarının ise vazgeçilmez isimlerinden Türk toplumunun çizgi biri. Çizgi roman romana yabancı olmadığını festivallerine ise özel olarak söyleyerek “çok güzel davet ediliyor. Karin hikâyelerle çizgi romanın iş yapacağına inanıyorum. Ceulemans ve Jan Magito’nun “Draw & Bir süre sonra Belçika’daki Shoot” adlı foto portre gibi endüstri olur” diyor. kitabında Belçikalı çizerler, Hoşgörü ve mizaha çizgi romancılar arasında yaklaşımları konusunda Gürcan Gürsel de yer alıyor. Belçikalılarla Türkleri “Elimden başka bir iş kıyaslamasını istediğimiz gelmediği için Gürsel, “Belçika B R Ü K S E L daha hoşgörülü. karikatürcü oldum. Aslında Karikatür eleştiri grafikerim, biraz sanatıdır. ucundan Toplumsal bir olayla ilgili kıyısından yaptım ama karikatür Gırgır mikrobu yapınca ERDİNÇ UTKU bulaşmış bir Türkiye’de küfür kere!” diye yiyorsunuz” diyerek başından geçen başlıyor söze. Belçika’da yaşamını sürdüren Gürcan ilginç bir olayı anlatıyor: Gürsel’i sadece Belçikalılar “Belçika’ya gelmeden çok değil, başta Hollanda ve kısa bir süre once Fransa olmak üzere birçok Türkiye’de bir gazetede Reklamcılar Derneği Avrupalı tanıyor ama Belçika’da içinde bulunduğu Başkanı’yla ilgili bir Türk toplumu henüz onu karikatür çizmiştim. tanımıyor. “Karikatürcülük Hakkımda hakaret davası dışında başka ne iş açtı. Fizana da kaçsan yapıyorsun, asıl işin ne” hoşgörüsüzlük peşini diye soranlar oluyor. kovalıyor. Ne yapıp edip benim Belçika’daki “Palyaço kılıklı bir herif sanıyorlar” diye dert adresimi bulmuşlar. İfade yanıyor. Küçükken sadece vermek için Belçika’da güzel resimler değil harita adliyeye çağrıldım. da çiziyormuş. Atlasa Belçikalı sorgu hâkimi bir taraftan soruları soruyor, bakmadan kalkıp tahtaya Avrupa haritasını denizleri, bir taraftan da gülüyordu, körfezleri, dağları, nehirleri karikatüre verilen tepkiyi kısaca tüm ayrıntılarıyla aklı almamış, komik tebeşirle çizerken bir gün bulmuştu.” Çizdiği en haritasını çizdiği Avrupa’ya sevdiği Gırgır kapağını ise geleceğini nereden bilsin ki! şöyle anlatıyor: “Cemil Cahit’in çok güzel bir Gürsel, Frankofon çizgi romanının çok zengin bir kapak esprisi vardı. kültür olduğunu ve çok İşverenin, işçiyi limon gibi kaliteli çizerlerin olduğunu ezip suyunu çıkarması ile bilerek gelmiş Belçika’ya. ilgiliydi. Çizgiyle anlatımı da güzel olmuştu. Bu “Ama ben de köklü bir mizah kültürüne sahip bir kapak aynı zamanda, ülkeden ve dünyanın Brüksel’de açılan Gırgır üçüncü büyük mizah sergisinde de ilgi görmüş, dergisinden geldim. birçok Belçikalı ‘bizim patronda bizi aynı böyle Dolayısıyla kendime ve çizgime güveniyordum” eziyor’ diye yakınmıştı.” diyor. Zaten başvurduğu ilk [email protected] ir gün 80’li yılların B Gırgır dergilerini karıştırma olanağı Güney Afrika’da, türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bir Güney Çin Kaplanı dünyaya geldi. Çin dışında gerçekleşen ilk doğum büyük ilgi uyandırdı. Laohu Valley koruma bölgesinde dünyaya gelen yavru yoğun gözetim altında tutuluyor. Şimdilik biberonla beslenen yavru kaplana, daha sonra nasıl avlanması gerektiği öğretilecek! Bu kaplanın doğumunun önemine değinen “Çin Kaplanlarını Koruyun” adlı örgütün kurucusu Li Quan, büyük tehlike altında olan bu kaplan türünden koruma altında 6070 tane, vahşi hayattaysa en fazla 30 tane bulunduğunu söylüyor. Soyu en fazla tehlike altında olan bu alt tür, dünyadaki en değerli kaplan türü olarak biliniyor. Güney Çin Kaplanları, kaplan türlerinin en küçükleri arasında yer alıyor. (Fotoğraf: REUTERS) Büyüyünce avlanacak... Grev, aşk seferlerini durdurdu A devreye sokmuştu... Tıpkı o ünlü TV lmanya genelinde yaşanan tren dizisi “aşk gemisi”ni çağrıştıran bu makinistlerinin haftalar süren “aşk treni” hikâyesi de nedir diye grevi, bir anda tren yolcularını, fena merak edebilirsiniz? Anlatalım. Geçen halde etkileyip şaşkına çevirdi. ekim ayının sonunda, demiryolları Günlerdir ülkede trenler aksıyor ve seyrekleşen yolcu sayısını arttırmak millet sinirli... Özellikle Münih’in ünlü için MünihNürnberg arasında çalışan merkez tren istasyonundaki kargaşa ve saatte 200 km. hızla seyreden hafta sonlarında bir âlem... Sırtında “speeddating” adlı bir seferde resmen kayak takımı ve sırt çantasıyla Alplerde bir tür çöpçatanlığa soyundu. Zira bu kayak yapmayı planlayan yolcularla, trende birbirleriyle tanışmak isteyen akrabalarının yanında Noel’i geçirmeyi bekârlar bir araya gelecekti... Trende kafasına koymuş yaşlıca Almanların olası “hızlı flörtleri” yaşamak isteyen tedirginliği yüzlerinden okunuyor günlerdir... Çok az maaşla çalışan 9 bin 53 yolcunun 10’ar dakikalık tanışma süreci bile Almanlara özgü bir 600 makinist ve 10 bin 300 demiryolu zorlama(!)yı çalışanının katıldığı grevler şu yansıtmıyor mu? sıralarda yavaşlar gibi gözüksede, bu MÜNİH Ancak nedense bu ay ortalarında süresiz genel grevlerin model hayli tuttu. gerçekleşme olasılığı da var. Münih Herkes tren Gar’ı ise hayli hüzünlü bugünlerde!.. istasyonlarında Hafta sonlarında yaşanan curcuna romantizmi aramaya Almanların alışmadığı türden bir koyuldu. Ancak koşturmacaya dönüşebiliyor! Her EROL ÖZKAN makinistlerin grevi köşe başına kondurulmuş güvenlik her şeyi allak bullak kameralarının gördüğü gerçek ise etti ve utangaç bekârlar treni kaçırmış yoksulluk ve telaşlı yolcu siluetleri oldular... Alman demiryollarıyla, olmalı... Para dilenen yoksullar, Makinistler Sendikası (gdl) arasındaki evsizler, Pakistanlı gazete satıcıları... haftalardır süregelen sürtüşme Futbol fanatikleri, eli teneke kutu biralı önümüzdeki günlerde daha büyük punklar ve daha yığın yığın insan patlamalara da yol açabilir. Sendikanın manzaraları... Öteden beri treni çok istediği yüzde 31’lik zam talebine seven millet olarak tanınan Almanlar, karşın Alman Demiryolları yüzde 8 13 son bilet zamlarından sonra kuruşları arasındaki ücret artışını teklif etmişti. bile hesap eder oldular... Peki, benzine gdl başkanı da daha da sertleşeceklerini yapılan fiyat artışlarına ne demeli! belirtmişti. İnatlaşma inanılır gibi değil. Artık Almanya’da yolculuklar da Alman Demiryolları’nın 75 milyar pahalandı! Ülkede her şeye zam Avro’luk zarara karşın ayak diremesi yağmuru var... İşte bu yüzden olacak ki makinistleri daha da kızdırıyor. demiryolları, tren yolculuğunu daha Pazar sabahları gazetelerimi aldığım cazip hale getirmek için durup istasyondan iki adım ötedeki Staohus dururken ortaya attıkları ve adına “aşk seferleri” dedikleri bir projeyi geçen ay Meydanı kar altında... O soğukta bile metronun merdivenlerinden ayrılmayan yaşlı kemancı amca morarmış parmakları ile Mozart keman konçertoları çaladursun, kar soğuğu keskin bir bıçak gibi adamı etkiliyor... Vitrinler abartılı Noel heyecanını yansıtıyor. Erken kararan gökyüzünün yarattığı hüzünleri ise bilmem anlatmaya gerek var mı? İnce ince kar atıştıran bir pazar ikindisinde ise düşler devreye girer daha çok... Ne benzin zammı, ne artan pahalılık ne de makinistlerin grevi gelir akla o saatlerde... Boş sokaklarda yürürken insan daha da yalnızlaşır... Sonra, oradan bir solukta oturduğum mahalleye gelip de evimin altına yeni açılan Yunan meyhanesi “filos”un önünde duraklayınca, insanın yüzünde bir gülümseme kendiliğinden yayılıverir... İçine 5 masanın zar zor sığdığı hasır sandalyeli salaş bir mekân burası... Meyhaneci Stefanos buğulanmış camı tıklatıp eliyle içeri girmemi işaret edince, girmeden edemiyorum... Maria ile Hristo ve karısı her zamanki yerlerinden doğrulup kadehlerini bana doğru kaldırıyorlar... Buzukici Yorgo ise saatlerce boş masalara Ege havaları ve Rebetikalar tıngırdatıyor... Adı Yunanca “dost” ya da “arkadaş” anlamına gelen Filos’un müşterileri ise hep Ege insanları... Kimi uzaklarda bıraktığı beyaz badanalı evini özlüyor, kimi Selanik’te bir sokağı, kimileri de küçük bir uzo kadehini yudumlayıp sevgilisini düşünüyor.. Ve Yorgo benim için “Yedikule”yi çalıyor... İstanbul doluyor içime. Meyhanenin kirli camlarında kar serpintisi ve fırtına ıslıkları... CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle