27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Y eniden Kurulan Oyunda Kıbrıs’ın Önemi Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP Parti Meclisi Üyesi PENCERE Dinci İktidar Devlete El Koyarsa... Bir süreden beri Avrupa demokrasilerinde görülmeyen tartışmalar Türkiye’de çok partili rejimin gündemine oturmuştur; bu nedenle ülkemizde Hükümet ile Devlet karşı karşıyadır... Hiçbir Avrupa devletinde Cumhurbaşkanı ya da Başbakanın eşi tesettürlü ya da türbanlı olur mu olmaz mı tartışması yoktur... Eskiden Türkiye’de de böyle bir tartışma yoktu... Hiçbir Avrupa ülkesinde ‘Laiklik mi dincilik mi?’ tartışması yoktur... Türkiye, anayasasına göre laik bir Cumhuriyettir... Ne var ki bugün ülkemizde en sıcak, çatışmalı, belalı tartışma laiklik üzerinedir... Bush yönetimi Türkiye’de ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ni öngörüyor... Amerika ‘Ilımlı Hıristiyan Devleti Modeli’ni bir Avrupa devleti için öngörebilir mi?.. Hiçbir Avrupa devletinde Hükümet Devlet çatışması yoktur; hele bu çatışma laiklik üzerine bir çelişkiden kaynaklanıyorsa sorun büsbütün garipleşir... Türkiye’de ise Devlet Hükümet çatışması artık gözle görülür, elle tutulur durumdadır... Hiçbir Avrupa devletinde kadınlara tesettürü öngören siyasi parti yoktur... Avrupa’da siyasal partiler kadınlara tesettürü önermenin ya da dayatmanın ‘İnsan Hakları Bildirisi’ne aykırı düşeceğini bilirler... AB ya da Avrupa ülkelerinde, kilise hukukunu devlet düzenine dönüştürmek isteyen dinci politikanın esamisi okunmaz. Bu siyaset, ortaçağın geri gelmesi demektir. Böyle bir siyaset Aydınlanma Çağı’ndan geriye dönüş anlamına geldiği için ciddiye alınmaz, toplumda yankı bulmaz... Avrupa, dinciliği 1789 Devrimi’yle tarihe gömdü... Faşizm defterini İkinci Dünya Savaşı ile kapattı... ? Dincilik ile faşizm aynı şey değildir; birbirinden farklı iki olgudur... Dinci düzen, kilise ya da cami hukukunun devlete ve kişiye uygulanmasıdır... Faşizm, dinciliği tarihe gömmüş bir toplumda sermaye diktasıdır... Dincilik ‘ortaçağ’dır... Faşizm 20’nci yüzyıl ürünüdür... Demokrasi faşizmle bağdaşmaz... Ama, dincilikle hiç bağdaşamaz... Laiklik demokrasinin altyapısıdır. Dincilik laikliği yenilgiye uğratırsa, demokrasinin canına okunmuş, faşizmden de beter bir rejim kurulmuş demektir.. ? Dincilik Türkiye’de ‘takıyye’ yöntemiyle kurnazlık stratejisini uygulayarak iktidarı ele geçirmiştir... Hükümet ile Devlet bunun için karşı karşıyadır... Dinci iktidar devleti de ele geçirdiği zaman Türkiye’de faşizmden de beter bir karanlık düzen egemenleşecektir. ‘Acı’nın Yazarıydı! ‘‘Anında Görüntü’’... Muzaffer Buyrukçu’nun öykülerinin baş özelliğiydi... Yaşantımız anlarla geçer. Bir an öncesi bile tek başına bir anlam taşır bilene, duyana... Silinip gitse de izi kalır. Saniyeler, dakikalar, saatler!.. Bir bir uçup gider. Kimi zaman anımsanır bir şeyler, sonra hepsi unutulur... Muzaffer Buyrukçu, artık yok! Nice şair, yazar gibi!.. Yazgıları budur, hepimizin yazgısı budur; an an yaşamak, yaşadıklarını kâğıtlara dökmek. Hepsini mi? Ancak yaşam kırıntılarıdır sizlere, bizlere ulaştırılanlar. Bütünüyle gider yaşam kendi bildiğinde... Muzaffer Buyrukçu!.. Der demez anılar gelir. Orhan Kemal’li dostluklar, konuşmalar, tartışmalar, içki sofraları, söyleşiler. Kahveler, meyhaneler, tavla oyunları... Anında görüntüleri bir fotoğraf objektifi gibi saptamalar, bir ses alıcı gibi kalıcı kılmalar... Yoksul bir aile çocuğuydu. Zor koşullarda yoğrularak yetişen bir yazar... Her satırında, her gözleminde acı vardır. Gerçek yaşamın ta kendisi... Taşlıtarla gibi İstanbul’un yeni yeni oluşmaya başlayan yörelerinin insanları, yaşantıları, daha da çok acıları... ‘‘Acı’’, ‘‘Korkunun Parmakları’’, ‘‘Bulanık Resimler’’, ‘‘Kavga’’, ‘‘Heryer Karanlık’’, ‘‘Bin Hüzün’’, ‘‘Cehennem’’ gibi romanlar, öyküler, ‘‘Arkası Yarın’’, ‘‘Sayılı Günler’’, ‘‘Anında Görüntü’’ gibi günceler. Sait Faik, Türk Dil Kurumu, Orhan Kemal ödülleri... Muzaffer Buyrukçu, Sabahattin Ali, Orhan Kemal çizgisini başarıyla sürdürdü. Kenar kent insanlarının yaşantısını duydu, öyle yazdı. Öykücü yalnızca bir objektif midir? Daha çok bir yorumcu, bir uyarıcı, bir bilinçlendirici mi? Boşuna yazılmaz kimi öyküler, vakit geçirtmek, oyalamak için değil, okuyucuya ‘‘Al işte senin içinde dışında yaşadıkların bunlar; anlamanı, duymanı, çözümlemeni kolaylaştırmak için yazıyorum’’ demek değil midir biraz da... Buyrukçu’nun her öyküsü, kitaplarının adından da belli olduğu gibi, ‘acı’nın, ‘acı’ların göz önüne getirilmesidir, duyana duymayana sunulmasıdır. Ben o acıyı Buyrukçu’nun öykülerinde, romanlarında tatmış olanlardanım. Buyrukçu daha çok, daha derin, daha kalıcı yapıtlar verecekti, vermeliydi. Bu toplum ona bu hakkı, bu olanağı, düzenli bir yaşam güzelliğini tanımalıydı. Kitaplarıyla, yazdıklarıyla!.. Kaç yıldır hastaydı. Hastaneler, evler, zorluklar, yoksulluklar içinde ölümü beklemek miydi son yılları... Birkaç ay önceki telefon konuşmalarımızı anımsıyorum: ‘‘Beni Avrupa’ya göndersinler’’ demişti. Oysa yerinden kalkamayacak durumdaydı. Beklenen, edebiyat, sanat dünyasının onun bu zor günlerinde yanında olmasıydı. Geçmişteki çok sanat adamı gibi o da bir kenarda unutulur gibiydi. Sessizce çekti gitti. ‘‘Anında Görüntü’’ler bıraktı bizlere!.. Yaşantısının, çevresindeki dostların, arkadaşların, sanatçıların anlarının öyküsünü kuşaklara bırakarak... Yaşam dolu nice öyküsünü de yazınımıza armağan ederek... N ewsweek dergisinde yer alan makalede, Türkiye’de AB üyeliğine desteğin hızlı bir şekilde düştüğü, AKP’nin AB sürecinden siyasal çıkar sağlayamayacağını gördüğü ve Recep Tayyip Erdoğan’ın milliyetçiliğe döndüğünden söz edilirken İngiliz Milletvekili Hannan’ın ‘‘Artan sayıda insan, TürkAB üyeliğinin gerçekleşmeyeceğini fark ediyor, ancak illüzyona sarılıyor’’ sözlerine de yer verilmiş. Geldikleri günden itibaren, AB sözcüğünü dillerinden düşürmeyen ve Kıbrıs’ta çözüm diyerek sorunu AB kıskacına iten politikalar izleyen AKP’nin AB aleyhtarı bir tutuma resmen girmesi durumunda başından beri izlediği yanlı politikasından doğan açılımların hesabını vermesi gerekir. Ancak AB’ye tutunarak politika üretemeyen bir AKP, varlığını sürdürmeyi tamamen türban ve dini duygular üzerinden yürütürse kendisini destekleyen ve bu iktidardan nemalanan sözde laik kesimlerin desteğini yitirebileceğinin hesabını yapacaktır... Geriye ne kalıyor? AB ile ilişkilerde izlediği tavizkâr politikalar, kimlikle ilgili açtığı çatışmacı parantez, medeniyetler uzlaşması başlığında, farklılıklara vurgu, Kıbrıs konusunda çözüm diyerek çıktığı yolda Rum kesiminin elini güçlendirmesi, yeniden tırmanışa geçen PKK terörünün bilançosunun giderek ağırlaşması nedeniyle kendisinin sebep olduğu milliyetçiliğin tırmanmasından yararlanmak?!. Milliyetçiliğin yükselişini oya dönüştürmeyi düşünecek son parti bile değildir AKP. Yenilerde sarıldıkları milliyetçi söylemler oranında hesap verme yükümlülükleri doğacaktır. Tek parti iktidarı olma keyfiyetiyle ‘‘Ben yaptım oldu’’ mantığı ile hareket ederken, uyarılara kulak vermezken, birden izlenen politikanın yörüngesini değiştirmeleri, seçim yatırımından başka algılanamaz kuşkusuz. Cumhuriyetin temel kazanımlarını hedef alan söz ve kadrolaşma hareketlerinden sonra Atatürk’ü dillendirmeye başlamaları toplumda ters etki yapıyor. AKP’nin inandırıcı bir söylemi başından beri yoktu. Ancak bazı çevreler, Hannan’ın yerinde tespiti ile bir illüzyonu ülkeye kabul ettirebildiler. İllüzyon yok oldu mu, ol madı mı? Bunu zaman gösterecek. Milliyetçi söylemleri her dile getirişlerinde, Kıbrıs konusunun boyunlarına kolye olarak asılmasını hak ediyorlar. Geldiklerinden bu yana neleri başkalaştırdılar?.. Leyla Tavşanoğlu’nun 30 Temmuz 2006’da Mehmet Ali Talat ve KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la 6 Ağustos 2006’da yaptığı söyleşilerin başlıkları dönemsel faklılıkların özeti gibi. Talat, ‘‘Rumlar sorumluluklarını üstlensin’’; Denktaş, ‘‘Kıbrıslı Türkler dik dursun’’ diye seslenmiş. Talat, KKTC’deki kimi sivil toplum kuruluşlarının, ‘‘Kuzey Kıbrıs’a uygulanan izolasyonların sorumlusu Türkiye’dir’’ sloganıyla yaptıkları basın toplantısı hakkında görüşünü soran Tavşanoğlu’na, açıklamayı yanlış bulduğunu ‘‘...doğru bir görüş değildi. Halbuki hele bugünkü Türkiye böyle bir eleştiriye layık değil. Hiç kimse kusura bakmasın. Tarihçiyseniz ya da siyasetçiyseniz ve geçmişi eleştirmek istiyorsanız tamam, onu yapabilirsiniz. Ama bugünkü Türkiye’yi şaibe altında bırakacak ve eleştirecek bir tutum takınmak pek insafla bağdaşmaz’’ sözleriyle ifade etmiş. Kusura bakmayalım mı? ‘‘Hiç kimse kusura bakmasın!..’’ Anımsadınız değil mi? Erdoğan’ın sözü. Talat kendisinin orada varlık nedeni ile Türkiye’deki hükümet arasındaki bağı aynı sözcükler ve aynı eleştiri kabul etmez tavırla ortaya koyarken Kıbrıs konusunda beklentisini Rum kesimine yönlendirmiş görünüyor. Tıpkı ‘‘AB sözünde dursun!’’ diyerek kandırıldığını itiraf eden Türk hükümeti gibi... Her ikisi için de kusura bakma ve bu kusurları sorgulama hakkımız olduğu gibi, karşı tarafın elini güçlendirdikten sonra, onların olumlu adım atması beklentisi içine girmelerini okuyucuların yorumuna bırakıyoruz. Onlar bekleyedursun, Rum kesimi AB sopasıyla, limanlarınızı açın baskısını arttırırken, Yunanistan 12 mil şarkısını söyleyerek Ege’ye hâkim olma düşünü terk etmediğini anımsatıyorlar. TalatErdoğan ikilisinin KKTC konusunda beklentilere odaklandığı süreçte Denktaş, hem kendi halkına hem de Türkiye’ye uyarıcı mesajlar verirken Annan Planı’ndan duyduğu endişeyi şu sözlerle dile geti riyor: ‘‘Annan Planı’na evet oyu çıktığı gün biz büyük bir üzüntüye kapıldık. Bunun neden yapıldığını anlayamadık. Sonradan Sayın Erdoğan neden yapıldığını anlattı. ‘AB rica etti. Sakıncalarını bildiğimiz halde kabul ettik ve kabul ettirdik. Ama AB sözünde durmadı’ demiştir. ....Sayın Korutürk’ün, ‘Kıbrıs’tan çekilirsek Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar’ sözü yerine gelir. BakuTiflisCeyhan boru hattıyla İskenderun’a petrol akmasının bir anlamı kalmaz. Çünkü o petrolün taşıyıcıları tamamıyla Rumlar, koruyucusu da Kıbrıs’ta konuşlanmış olan RumYunan kuvvetleri olacaktır. Türkiye’nin denizlere açık bir ülke olması, İskenderun’un önem kazanmasıyla daha da önem kazanmıştır. Bu görevi Türkiye’nin rahatlık ve huzur içinde yapabilmesi için Kıbrıs’ta da bir ayağının bulunması lazımdır. 1960 anlaşmasındaki garantörlük, Türkiye’ye bu hakkı kalıcı surette vermiştir. Annan Planı’ndaki 650 kişilik alayı geçici şekle sokarak bu haktan da vazgeçilmiş olunmaktadır. Dolayısıyla ‘Annan Planı’ndan vazgeçtik. Annan Planı ölmüştür’ demezsek sonuçta Girit misali buradan çekileceğiz, ama 2030 yıl sonra.’’ Denktaş’ın Talat’a ve Erdoğan’a mesajları var: ‘‘...CTP liderliğinin hangi çizgiden nereye geldiğine bakarsak memnun olmamız lazım. Ama bir adım daha atmaları gerekiyor. Yeminlerine sadık kalarak ‘Devlet temel olacaktır’ demeleri, yani konfederasyonda ısrar etmeleri gerekir...’’ ‘‘...Sayın Erdoğan ilk defa olarak, Kıbrıs Türklerinin azınlık olmadıklarını ve olamayacaklarını söyledi. Egemenlikten söz etti. Bu sözleri Rum tarafını ayağa kaldırdı. Dolayısıyla sözleri gereken yere vurdu ki ses çıkardı. Bu sözleri çok eskiden söylemiş olsaydı Rumlar bu kadar mesafe almazlardı. İnşallah bu hizada dururlar...’’ Seçim sürecinde geri sayıma geçmiş Türkiye’de, AKP’nin milliyetçi, Atatürkçü (!) çıkışları, popülist söylemleri artacağa benziyor. Dış gözlemciler bile olayın farkında. Denktaş’ın ‘‘Bu sözleri çok eskiden söylemiş olsaydı Rumlar bu kadar mesafe almazlardı’’ deyişi, Kıbrıs’ta gelinen sürecin bir özeti sanki... Ve Kıbrıs, yeniden kurulan oyunda çok önemli bir başlık... Leyla Tavşanoğlu’nun iki söyleşisi; iki ayrı dönemi, görüş ve tutum farklılıklarının yol açtığı sonuçları kıyaslamak için önemli bir tarihi belge. Kalemine sağlık. Hasankeyf Nasıl Kurtarılır? Prof. Dr. Tümer URAZ astlantı sonucu son beş yıl içinde 3 kez Hasankeyf’e gitme olanağını buldum. Uzun bir dönemden beri tartışılan baraj konusu, nihayet Başbakan’ın temel atma töreniyle yeni bir şekle girdi ve toplumun yüreğine su serpmek için de “tarihi varlıkların” ayrı bir yere taşınacağı yönünde söz verildi. Hasankeyf’in bulunduğu yöre, iki elin avuçiçini birleştirerek oluşturacağımız çukurluğa benzer biçimde bir arazi yapısına sahiptir. Gerçekten bu avuçiçi çukurluğun ön tarafı herhangi bir şekilde kapatıldığında oldukça önemli bir düzeyde su birikintisinin sağlanacağı kolayca anlaşılmaktadır. Oluşacak bu su birikintisi, yani baraj (!) R Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 511 94 94 Abone: 0 212 513 83 00 BİZİM GAZETE Hasankeyf’i camisiyle, minaresiyle, köprü ayakları ve kalesiyle (tasa atılmış bir cisim görünümünde) en derin yerinde tutacaktır. Yalnızca Türkiye için değil, tüm insanlığın da önemli bir kültür varlığı sayılan değerlerin başka bir yere taşınması nasıl olur? Bir gidişimde “bilmem hangi” ağanın, başka bir yere taşınmış olan konağına bizi götürdüler. Olayı anlatan genç rehber, “bu konağın taşlarının tümü numaralanarak bilmem nereden nereye taşındığını ve birleştirilerek binanın oluşturulduğunu” söyledi. Böyle bir söyleme, 40 kişilik grup içinden ilk itiraz benden geldi. Çünkü taşlar çok yeniydi ve çok düzgün bir şekilde kesilmişti. Şimdi düşünelim: Hasankeyf’in Dicle üzerine kurulmuş olan köprü ayakları, camisi, minaresi; her babayiğidin kolaylıkla çıkamuyacağı yükseklikte bulunan kale kalıntıları ve eşine başka bir yerde rastlanmayacağını bildiğim kapı üstü motifleri, ne tip bir taşımayla buradan alınabilir? Geçenlerde gazetelerden birinde “Hasankeyf köpükle kaplanıp taşınacak” diye bir haber okudum. Tam toplumumuza uygun bir öneri! Bekleyelim, çok daha orijinal taşıma şekilleri ortaya çıkacaktır! Türkiye’nin bu konuya kafa yoracak insanları (ve tabii uzmanları) var. Onların dediklerine kulak verip bir yol seçilmelidir. Tek başına elektrik üretimi ve birkaç on yıllık gereksinim için bu varlığımız heba edilmemelidir. Olur olmaz ko nular üzerinde ülkemize değişik alanlarda uzmanlar davet edilmekte ve görüşler alınmaktadır. Bana göre bu konu da dünyaya açılmalıdır. Hasankeyf’i görüp duygulanmamak mümkün değil. Ama müzelerini Nasrettin Hoca’nın türbesine dönüştüren bir toplumda, bu duygu kaç kişide uyandırılabilir? Temel atma töreni öncesinde, sabahlayarak eylemlerini ortaya koyan duyarlı insanlarımızı kaç gazete yazdı? Sayın Emre Kongar’ın bir sözcüğü, “kafakarıştırıcılar” ifadesi çok hoşuma gitmektedir. Şimdi de bir siyasetçimiz, “Barajın su seviyesi 31 metre aşağıda tutulursa Hasankeyf kurtulur” önerisinde bulundu. Korkarım biz değişik kafakarıştırıcılarla uğraşırken baraja su verme zamanı gelir geçer. NOVITAS Turizm Doğu Karadeniz (Uçakla) Edirne Bolu Abant Yedigöller Tekneyle Boğaz turu Klasik GAP (Uçakla) Ramazan Bayramı Turları Hitit Dünyası (Amasya Çorum) Kastamonu Safranbolu Sinop Klasik GAP (Uçakla) Hindistan Nepal : : : : : : : : : 02 08 Eylül 09 10 Eylül 16 17 Eylül 17 Eylül Pazar 20 24 Eylül 21 24 Ekim 21 25 Ekim 21 25 Ekim 21 31 Ekim DENİZ Cruise & Ferry Lines İstanbul İzmir İzmir İstanbul Feribot biletleri acentemizde satılmaktadır. İstanbul günübirlik turlarımızı acentemizden sorunuz. Tel: 0 212 251 28 08 (pbx) novitas?novitas.com.tr www.novitas.com.tr CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle