12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 AĞUSTOS 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ Aleviler, bir zamanlar ‘İslam âlimleri’ tarafından ‘putperestten daha kâfir’ olarak nitelendirilmişlerdi 9 FRANSIZ VALİ YÖNETTİ Yüzyıllarca zulüm gördüler uraya kadar Nusayri inanışının ne denli zengin olduğundan, ne çok kültürü barındırdığından söz ettik ama onlar egemenler tarafından yüzyıllar boyu ‘‘sapkın’’ olarak kabul edildiler, bu yüzden zulüm gördüler. Alevi olmayanlar tarafından ‘‘dinsiz’’, ‘‘Arap uşağı’’ diye aşağılandılar. Arapçada ‘‘çiftçi, toprakla uğraşan kişi’’ anlamına gelen Fellah kelimesi bile aşağılanma unsuru oldu. Nusayriler, Sünni kesim din adamları tarafından haksız tanımlara ve suçlamalara maruz kaldılar. Kendilerine ‘‘Haşşaşin’’ diyen de vardır, Haçlılara destek verdiklerini söyleyenler de. Hatta, 14. yüzyılda, seçkin bir Sünni Müslüman din âlimi olan İbni Teymiyye, Alevilerin Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve diğer pek çok putperestten daha kâfir olduklarını ve onlara savaş açmanın Allah’ı memnun edeceğini belirten bir fetva vermişti. Ayrımcılığa maruz kalan Suriye Alevileri, yüzyıllar boyunca, kentli Sünnilerin ve Hıristiyan toprak ya da mülk sahiplerinin topraksız serfleri, ırgatları ya da yanaşmaları olarak yaşamışlardı. Faik Bulut’un, ‘‘Nusayriler/Bin Yemin’’ başlıklı yazısından: ‘‘... Osmanlı tahrir defterlerinde ise ‘Garipler Cemaati’ olarak kayda geçmişlerdi. Osmanlı zamanında Nusayrilerin mal mülk sahibi olması, Kuran satın alıp okuması bağnazlar tarafından adeta yasaklanmıştı. Çarşıya bile inemezlermiş. Aleviler Kuran elde edebilmek için Hıristiyan din adamlarını devreye sokarlarmış. Nusayri din adamlarının sarıkları önce arkadan ateşle tutuşturulur; sonra ateşi söndürme bahanesiyle ayaklar altına alınıp çiğnenirmiş. Nusayri selamını almamak için yüzlerini çevirenler; omuz atıp geçenler varmış.’’ Osmanlı’nın politikası B . yüzyılda, seçkin bir Sünni Müslüman din âlimi olan İbni Teymiyye, Alevilerin Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve diğer pek çok putperestten daha kâfir olduklarını ve onlara savaş açmanın Allah’ı memnun edeceğini belirten bir fetva vermişti. Ayrımcılığa maruz kalan Suriye Alevileri, yüzyıllar boyunca, kentli Sünnilerin ve Hıristiyan toprak ya da mülk sahiplerinin topraksız serfleri, ırgatları ya da yanaşmaları olarak yaşamışlardı. (10981188) gelişmesini sürdüren Batınî heteredoks akımlar, özellikle Memluklar (12501517) ve Osmanlılar döneminde (15171918) yoğun baskıya uğradılar. İşte bu dönemlerde Sünnileştirme politikası başladı. Mısır’daki İsmaililerle savaşan 4. Memluk Sultanı I. Baybars (12231277), Suriye’yi ele geçirdikten sonra, buradaki Batınî akımlara karşı da savaş açtı. Nusayriler üzerinde ilk defa yoğun ve sistematik bir dini asimilasyon politikası uygulandı. Fransız yazar Jacques Weulersse’nin de 1940’ta yayımlanan ‘‘Le Pays des Alaouites (Alevi Devleti)’’ adlı yapıtında ifade ettiği gibi, lanetle anılan Memluk Sultanı Kalavun döneminde (öl. 1290) baskılar daha da arttı, Batınî mezhepler yasaklandı ve Nusayri köylerine zorla cami yaptırıldı. Suriye, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethiyle Osmanlıların egemenliğine geçti. Gerek Yavuz Sultan Selim (1516 Halep 14 katliamı), gerekse II. Abdülhamid (18421918) döneminde aynı asimilasyon politikaları sürdürüldü. Bütün bölgelerde camiler inşa edildi, buralara Nusayri imam ve müezzinler atandı. Osmanlı döneminde, Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında kapatılmasına dek Yeniçerilerle ilişkili olan Bektaşi tarikatının temsilcileri aracılığıyla belli bir nüfuz söz konusu olsa da, 16. yüzyıldan itibaren, Alevilerin belirli aralıklarla katledildiğine dair kayıtlara rastlanmaktadır. Aleviler, ne askeri örgütlenmeye ne de yönetimle ilgili görevlere kabul ediliyorlardı. Takıyye yapmak zorundaydılar Lazkiye Alevi Hükümeti uriye, 1920 yılında Fransız mandasına girdi. Manda yönetiminin ilk yıllarında Fransızlara karşı ciddi bir meydan okuma, kırsal kesimden, özellikle de Alevilerin yaşadığı dağlık bölgelerden geldi. Cebelü’n Nuseyriyye’de tam bir anarşi hüküm sürüyordu ve burası bölgenin denetimi ‘‘insaflarına kalan’’ asi Alevi çeteleriyle doluydu. 1922’de ise Fransızlar tarafından Suriye Devletleri Federasyonu kuruldu. Fransızlar Suriye ve Lübnan’da yerleştikten sonra elde ettikleri bu iki bölgeyi beş parçaya ayırdılar. Lübnan Cumhuriyeti, Suriye Hükümeti, Lazkiye Alevi Hükümeti, Cebeldürüs Hâkimliği, Bağımsız İskenderun Sancağı Hükümeti. Aralık 1924’te, Suriye’de nüfus oranları yüzde 12 ile yüzde 14 arasında değişen Aleviler, Federasyon içinde kendi devletlerini kurdular. Lazkiye’nin başkent olduğu bu devlet, 2 sancak ve 8 kazadan oluşan idari bir yapıya sahipti. Alevi devleti, bir Fransız vali tarafından yönetiliyordu. Aleviler Ülkesi ya da Lazkiye Alevi Hükümeti olarak da adı geçen Alevi devletinin ömrü, Suriye 1936’da bağımsızlığını ilan edene kadar sürdü. Aleviler, çoğunlukla mezheple ilgili nedenlerden dolayı birleşme konusundaki endişelerini ifade etmişlerdir. Zaten Suriye’nin Bağımsızlık Anlaşması Fransa tarafından hiçbir zaman onaylanmadı ve manda yönetimi 1943 yılına kadar sürdü. Bağımsızlıktan sonraki ilk yıllarda Suriye yönetimi, mezhepçiliği ortadan kaldırma ve tek bir ulus fikrini yerleştirme yönünde, hararetli ve acımasız çabalar içine girdi. Alevi ve Dürzilerin yaşadığı bölgelerde çıkan ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi İskenderun Sancağı, Suriye Devletleri Federasyonu’na bağlı olan Halep Devleti içinde yer almıştı. 1936 yılında Suriye’nin bağımsızlığı söz konusu olunca, halkın çoğunluğu Türk olan İskenderun Sancağı önce Hatay devleti olarak bağımsızlığını ilan etti, 1939’da sancak resmen Türkiye’ye katıldı. İki ay içerisinde yaklaşık 10 bini Alevilerden oluşan 50 bin mülteci Suriye’ye gitti. Cumhuriyet ile ayrımcılık azalıyor S Frankların egemenliği döneminde de Bu kadar baskı ve ayrımcılık gören Nusayriler, yüzyıllar boyu ibadetlerini gizli sürdürdüler, dışa kapalı yaşadılar. Hatta yaşam alanı olarak dağlık yerleri seçtikleri bile söylenebilir. Yani saklanmak ve bazen de takıyye yapmak zorunda kaldılar. ‘‘Alevi Kimliği’’ adlı kitapta şöyle denilmekte: ‘‘ ...Suriye Alevi liderleri, mitolojik gnostisizmle ya da geleneksel Şiilikten sapan herhangi başka bir muhalif inanç ya da uygulamayla aralarında herhangi bir yakınlık olduğunu şiddetle reddetmektedir. Örneğin, 1973 yılında yapılan resmi bir açıklamada, 80 din görevlisi, kutsal kitaplarının Kuran olduğunu, Müslüman olduklarını ve Şiilerin çoğunluğunu, yani On İki İmam temelli Şiileri takip ettiklerini ve bunların dışında kendileri için söylenen sözlerin kendilerinin ve İslamiyetin düşmanları tarafından uydurulmuş yalanlardan ibaret olduğunu beyan etti. Ne var ki Suriye’deki diğer grupların şüphelerini ortadan kaldırmak için gizli kitaplarını yayımlamaları istenince, bunu reddettiler. Bu durumu, siyasi açıdan mazur görülen takıyye uygulamasından farklı bir şey olarak görmek çok zordur.’’ Almanya’da tanışıp evlenen Asker çiftinin Antakya sevgisi onları kentin güzelliği için proje üretmeye itiyor Roma Köprüsü yeniden yapılsın ralıklarla otuz beş yıldır Antakya’da yaşayan seramik sanatçısı ve ressam Christine Asker, 1943 yılında Çekoslavakya’da doğdu. Alman kökenli ailesi II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Ya Almanya’ya ya da ABD’ye göç etmek zorundaydılar. Ailesi her şeyini bırakıp Almanya’ya göç etti. Christine daha 2 yaşındaydı. Savaş bitmişti ama yoksulluk ve açlık devam ediyordu, patatesi bile zor buluyorlardı. Münih ile Stuttgart arasında bulunan AaalenOberkochen’de büyüyen Christine, seramik tasarımcısı olarak çalıştığı işyerinde Gazi Asker ile tanıştı. Antakyalı bu yakışıklı genç, 1965 yılında Almanya’ya çalışmaya gelmişti. Christine işe aynı trenle giderken, Gazi’yi sürekli bir şeyler okurken görüyordu. Aynı trenle gidip gelseler de aynı işyerinde çalıştıklarını çok sonraları fark ettiler. Sonra karnaval zamanı bir eğlencede karşılaştılar. Âşık oldular ve evlendiler. Ve ver elini Antakya... Antakya’ya ilk geldiğinizde ne hissettiniz? Biz Antakya’ya gelmeden eşimin ailesine haber vermedik. Gazi Bey’in annesi bizi görünce yalınayak koşarak karşıladı beni, öptü, bağrına bastı. Bir de ilk geldiğimde beni bir okulun müdürü ile tanıştırmışlardı. Müdür benim için bir şey yapmak istedi. Vazosundaki çiçekleri çıkarıp bir demet yaptı ve bana uzattı. İşte Antakya’daki ilk izlenimlerim, aynı zamanda onu sevmemdeki ilk adımlar oldu. Bir Türkiyeli ile evleneceğinizi duyunca ailenizin tepkisi ne oldu? Aslında hem olumlu hem olumsuz tepkiler aldım. 1967 yılında evlendikten sonra annemi getirmiştim. Annem, buradaki yaşamı çok beğendi, çok sevdi. ‘‘Burada güneş her şeyi altınla kaplıyor’’ demişti. Uyum sorunu yaşadınız mı? Bir yere gittikten sonra bazı şeyleri değiştirmeye çalışmak A Christine, seramik tasarımcısı olarak çalıştığı işyerinde Gazi Asker ile tanıştı. Antakyalı bu yakışıklı genç, 1965 yılında Almanya’ya çalışmaya gelmişti. Aynı trenle gidip gelseler de aynı işyerinde çalıştıklarını çok sonraları fark ettiler. Sonra karnaval zamanı bir eğlencede karşılaştılar. Âşık oldular ve evlendiler. yanlış, topluma uyum sağlamak gerekiyor. ‘‘Gül yüzlü, yakın olmak’’ lazım. Kendime şunu söyledim: ‘‘Çevreyi değiştirmeye çalışma, mutsuz olursun.’’ Antakya’da iyiye giden şeyler var. Örneğin, sokaklar daha temiz. Sorunlar da yok değil ama Antakya’nın gelecekte hak ettiği yere geleceğine inanıyorum. Farklı inanışlar arasında ne gibi benzerlikler gördünüz? Bir gün baktım kayınvalidem yumurta boyuyor. Alevilerin Paskalya’ya benzer bir bayramı var... Sonra Hz. Meryem’e büyük saygı var... Burada her tarafta bir hikâye var... Her gün Habib Neccar Dağı’na bakıyorum ve düşüncelere dalıyorum... Antakya için sürekli bir şeyler yapma çabasında olan Christine Asker, günlük Antakya gazetesine siyasi karikatürler çizmiş, Mehmet Ali Solak’ın yayımladığı aylık Güney Rüzgârı dergisi için eski Antakya’yı resimlemiş. ‘‘Dance of the Culture’’ adlı bir gösteride, ‘‘Defne ve Apollo’nun Hikâyesi’’nin dekorunu hazırlamış. Bu gösteri sadece Antakya’da değil, 2003 yılında İpek Festivali kapsamında Halep kentinde de sahnelenmiş. Christine Asker’in resmini yaptığı yerlerden birisi de 1972’de ‘‘sakat bir şehircilik anlayışına’’ kurban edilerek yıkılan Roma Köprüsü. Asker çifti, Kosova Savaşı sırasında yıkılan ve daha sonra Türkiye’nin desteğiyle aslına uygun olarak yeniden yapılan Mostar Köprüsü’nü örnek gösteriyor ve ‘‘Roma Köprüsü de yeniden yapılsın’’ diyor. Christine Asker’in eşi Gazi Bey’in asıl işi terzilik, ancak uzun süre bir ayağı Almanya’da yaşamış. Fakat orada kalmayı istememiş. ‘‘İnsan orada robotlaşıyor. Burada hâlâ samimiyet var, hürmet var’’ diye konuşuyor. Asker çiftinin iki yetişkin oğlu var. Evde Türkçe, Almanca ve Arapça konuşulduğu için çocukları her üç dili öğrenmişler. Çiftin küçük oğlu Cemil Asker, Antakya ile ilgili düşüncesini sor duğumuzda farklı bir noktaya temas ediyor. ‘‘Antakyalı olmak zor. Yatırım az. Gücü olanlar dışarıya yatırım yapıyorlar. Bir havalimanı bile yok’’ diyen Cemil Asker, Antakya’da inanç turizminin aktif hale getirilmemesinde Antep lobisinin engellemesinin yattığını ileri sürüyor. Antakya’nın bağlı olduğu Hatay, milletvekili sayısı yüksek bir il ancak Cemil Asker’e göre siyasiler bireysel davranıyor, çabaları ise yetersiz. ‘‘Güneş’in Altına Boyadığı Topraklar’’ yazı dizisiyle Aleviliğin az bilinen kolu Nusayriliğe şöyle bir değinmiş olduk. Birkaç güne sığacak bir konu değildi çünkü. Gönlümüz, aynı topraklarda KAYNAKÇA yaşayan insanların birbirlerini doğru ve yeterince tanımalarından yana. Önyargıları yıkmanın başka yolu yok. Son söz ise Hz. Ali’den olsun: ‘‘... İnsan sadece küçücük bir bedenden oluşmuyor; koskoca bir evren insanda gizlidir. İnsan açıklayıcı bir kitap gibidir; harfler, içteki sırları açığa vuran vasıtalardır. Hayatta affedilmeyecek en büyük günah, insanın insana eziyetidir... İnsan insanın kardeşidir, ister razı olsun, ister olmasın...’’ BİTTİ Alevi Kimliği, Editörler: T. Olsson, E. Özdalga, G. Raudvere, Çev: Bilge Kurt Torun, Hayati Torun, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Mart 1999. Bulut, Faik, ‘‘Nusayriler/Bin Yemin’’, Atlas Dergisi, Sayı 100, 2001. Cumhuriyet Pazar Dergi, 9 Nisan 2006, sayı 1046. Demir, Ataman, Çağlar İçinde Antakya, Akbank, 1996. Ekinci, Oktay, ‘‘Uygarlıkların İzinde’’, 13 Ekim 2005, Cumhuriyet. Griswold, William J., Anadolu’da Büyük İsyan 15911611, Çeviri: Ülkün Tansel Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000. Gülçiçek, Ali Duran, Nusayri Aleviler, www.hbektas.gazi.edu.tr, 2005. Hitti Philip K., History of the Arabs, Revised: 10th Edition, Palgrave Macmillan, London, 2002. Holt, P.M., Haçlılar Çağı, 11. Yüzyıldan 1571’ye Yakındoğu / The Age of the Crusades The Near East from the Eleventh Century to 1517, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999. Kaygusuz, İsmail, Nusayrilik ve Nusayriler Üzerinde Kısa Değinmeler, www.alevikonseyi.com. Keser, İnan, Nusayriler, Arap Aleviliği, Chiviyazilari, İstanbul, 2002. Güney Rüzgârı, sayı 39, 56, 62, 63, www.aleviyol.com www.hacibektas.com Osmanlı döneminde Alevilere yapılan ayrımcılık Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de ve Suriye’de nispeten azalmıştır. Son yetmiş yıl boyunca, Türkiye ve Suriye Alevilerinin siyasi nüfuzunun arttığını söyleyebiliriz. Gazeteci Mehmet Ali Solak’a göre Antakya ve çevresinde Atatürk’e sevgi ve sempati çok yüksek, hatta onun ilahi bir güce sahip olduğuna inananlar var. Solak, ‘‘Hz. Ali’nin M. Kemal Atatürk olarak karşımıza çıktığına inananlar var... Çünkü O, Alevilerin kul ve köle olmaktan kurtulup birey olmasına giden yolu döşedi... Aleviler Cumhuriyet öncesi bırakın insan gibi yaşamayı, köleydiler, ırgattılar... Arap ağaların yanında ‘Arap uşağı’ olarak tanımlanırlardı... Aleviler Atatürkçü sistemi ve Cumhuriyeti desteklediler, zaten kaybedecekleri bir şey yoktu ve ideolojik mücadele böyle başladı...’’ Solak, Alevilerin sol partilere olan desteğini ise ‘‘Sol ideolojiler ezilmişler üzerinden daha kolay sürdürülüyor” şeklinde yorumluyor. Suriye’de ise 1940’lardan itibaren, pek çok hırslı Alevi genci orduya ya da Humus Askeri Akademisi’ne girdi. 1970 yılında darbeyle iktidara gelen ve kendisi de Alevi olan Hafız elEsad, çok fazla sayıda Aleviyi, Baas Partisi’nin güvenlik birimlerinin en üst mevkilerine ve ordunun kilit noktalarına getirdi. O zaman, her üç askeri akademi öğrencisinden ikisi ve ordudaki yüksek rütbeli subayların yarısından fazlası Alevi kökenliydi. Azınlıklar ve kırsal orta sınıfın alt kesimlerinin yanı sıra, köylülerin eğitim görmüş oğulları ve özellikle de Aleviler, ‘‘yeni’’ Suriye toplumunun önemli kesimlerini oluşturdular. Baas Partisi içinde ağırlıkta olsalar da rejimi sert bir dille eleştiren Alevilerin sayısı da az değildir. Pek çok entelektüel Alevi, laik muhalefet partilerinde, özellikle de Alevilerin hâkimiyetindeki Komünist Eylem Partisi’nde aktif olarak çalışmaktadır. Bu arada, Alevilerin statüsünü pek çok yönden yükseltmiş olsa da, Baas Partisi Arap milliyetçiliği üzerine kurulu bir parti olduğundan sadece Alevilerden değil, herhangi diğer bir azınlıktan bahsetmek Suriye’de tabudur. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle