25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 AĞUSTOS 2006 CUMA 4 HABERLER Muhaliflere göre KandilParis arasında yaşanan rant ve egemenlik çatışması ihbarlara yol açıyor DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Lübnan’a Asker Göndermeli miyiz? Soğuk Savaş’ın, süper güçlerden birinin sahneden çekilmesiyle sona erdiği dönemin başlangıcında, bir gün bir toplantıda, deneyimli bir yabancı diplomat şunları söylemişti: Ah o Soğuk Savaş döneminde her şey ne kadar da kolaydı. Sonra sözünü açtı: Her iki taraf için de, her şey siyah beyaz kadar açıktı, karar vermek de bugünkü kadar güç değildi. Bugün her olayı kendi içinde irdeleyip, karara varmak gerekiyor. Dün bu sütunda, bölgeyi doğru okumanın yöntemlerini ele almaya çalıştık. Bugün de, yukarıdaki gerçeklerin ışığında, Türkiye Lübnan’da oluşturulacak BM Barış Gücü’ne asker versin mi, vermesin mi konusunu irdelemeye çalışalım. Türk kamuoyunda bu sorun ile ilgili ‘‘göndersin, hiçbir şekilde göndermesin, duruma bakarak karar verilsin’’ diyenler olmak üzere, üç görüş var. Olaya kafadan dalarak, ABD’nin emperyalizmini, İsrail’in insanlık dışı politikasını kınayarak, ‘‘hiçbir koşulda asker gönderilmesin’’ demenin bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Türkiye, bölgedeki gelişmelerden etkilenen bir ülkedir. Bu durumda, bölgede barışın yerleşmesi konusunda kendisine bir rol düşecekse, yerine getirmek zorundadır. Tabii ki, burada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gibi, acul bir biçemle ‘‘Gecikirsek, bölgedeki iddiamızı kaybederiz’’ yollu bir mesaj vermek aklımızdan geçmiyor. ??? Sayın Gül’ün bu konudaki açıklamasının talihsiz olduğunu söyleyebiliriz. Dış politikaya yön verenler (gerçekten yön veriyorlarsa eğer) gerçekçi olmalıdırlar. Türkiye’nin bölgedeki iddiası nedir? Kendi güney sınırlarında neler olacağı ona mı soruluyor? Bizim sınırlarımızı da değiştiren haritalar yapılırken, Ankara’ya dönüp, ‘‘Bunu nasıl çizelim, ne dersiniz?’’ mi deniyor? Ya da Hizbullah ya da İsrail, ‘‘Aman, kötü batağa saplandık, gel bize arabulucu ol!’’ mu diyorlar? Ya da Türkiye, PKK’ye karşı sınır ötesi operasyona girişen bölgesel bir güç müdür? Türkiye’nin bölgedeki ‘‘iddiası’’nın ne olduğu, bu sorulara vereceğiniz yanıtlarla ortaya çıkacaktır. Ama şurası açıktır ki, Sayın Gül’ün savıyla gözü kapalı asker göndermek çok kötü sonuçlar verebilir. O zaman Dışişleri bürokratları ile TSK’nin de benimsediği yolu tutarak, koşulları irdeleyip bir karara varmak daha doğru olur. Eğer Lübnan’daki BM gücü, temelinin ilk harcı atılmış bir barışın korunması, koşullarının güçlendirilmesi, gelişmesi için katkıda bulunmasına yardım edecekse, Türkiye de buraya asker gönderebilir, hatta mutlaka göndermelidir. ??? Şimdi koşullara bakalım: Birleşmiş Milletler bölgede de dünyada da saygınlığı kalmamış Güvenlik Konseyi’nin yapısı gereği, ABD’nin politikasına karşı tavır alması olanaksız bir kurumdur. Bu durumda bu kurumun oluşturacağı güç, bütün tarafların desteğiyle nasıl bir çalışma yapabilecektir? Böyle bir misyon ancak, hem Lübnan’ın, hem Hizbullah’ın (bu aynı zamanda Suriye ve daha önemlisi İran demektir) hem de İsrail’in görevi; barışı kurmaya değil, korumaya yönelik olmak üzere, iyi tanımlanmış bu gücün varlığını ve işlevini kabul etmesiyle mümkün olacaktır. Böylesine bir kabulün anlam taşıması ise, ancak, Hizbullah’ın silahlarını bırakmayı kabul etmesi, İsrail’in de gerçekten ateşkese uymaya gönüllü olmasıyla mümkündür. Oysa şu anda durum bu değildir. Nitekim, bu güce en fazla askeri vermeye hazır olduğu söylenen Fransa’nın Dışişleri Bakanı Phillipe DousteBlazy, ‘‘Hizbullah’ın silahlarını bırakacağına dair kesin bir güvence olmadan, ülkesinin Lübnan’a tek bir asker bile göndermeyeceğini’’ açıkladı. Lübnan böyle bir misyona soyunmayacağını söylüyor Hizbullah, İsrail barış koşullarını yerine getirmeden silah bırakmayacağını açıklıyor. Peki bu durumda söz konusu güvenceyi kim verecek? Bu koşullar altında, gidecek güç, hangi kurulmamış barışı koruyacak ve de eninde sonunda çatışma kaçınılmaz olmayacak mı? Bu gerçeklerin ışığı altında acaba Türkiye, Lübnan’a asker göndersin mi, göndermesin mi? Ne dersiniz? PKK’ de iktidar kavgası MEHMET FARAÇ PKK muhalifleri, ParisKandil hattında örgüt içinde ‘‘rant’’ ve ‘‘iktidar savaşı’’ yaşandığını öne sürüyor. Geçen hafta yurtdışında yakalanan iki PKK yöneticisinin bu çatışma nedeniyle ‘‘ihbar edildiği’’, anlaşmazlığın Kandil’i yöneten Murat Karayılan ile Paris’te yaşayan Abdullah Öcalan yanlısı Rıza Altun arasındaki egemenlik mücadelesine dayandığı iddia ediliyor. PKK, AnkaraWashingtonSüleymaniye hattında geliştirilen üçlü mekanizmanın Kandil Dağı’na operasyon yapacağı endişesini yaşarken, örgüt içindeki huzursuzluğun Avrupa’daki kadrolar arasında da giderek büyüdüğü iddia ediliyor. PKK muhaliflerinin önde gelenlerinden Şükrü Gülmüş’ün web sayfasına da yansıyan iddialarına göre, Fransa’da faaliyet gösteren Urfalı İzzet Baykal ile Bingöllü Kadri Özmen ve taraftarları arasında büyüyen kavga, örgütün üslendiği Kandil Dağı’na dayanıyor. Muhalifler kavganın perde arkasını şöyle anlatıyor: ‘‘Kandil Dağı’ndan örgütü yönetmeye çalışan Murat Karayılan, Av ven ve Ayata’yı ‘‘ihbar’’ ettikleri gerekçesiyle Bingöllü Kadri Özmen’in üzerine yürüyor. Ancak bu iki kişinin Türk hükümetinin istemiyle tutuklandığı yolunda bağımsız kaynakların iddiaları da bulunuyor. Hemşeri çatışması Kaynaklar, bu olayın ardından Karayılan’ın, Özmen’i görevden aldığını ve yerine Baykal’ı getirdiğini söylüyor. Bingöllü PKK yandaşları ise hemşeri örgütlenmesine tepki göstererek örgütün faaliyetlerinden çekiliyor. Ancak PKK’yi yakından izleyenler, rant ve iktidar mücadelesinden kaynaklanan bu kavganın silahlı çatışmaya dönüşebileceği uyarısını da yapıyor. Örgüt muhaliflerinin bu iddialarına karşın PKK çevreleri suskun kalmayı tercih ediyor. Ancak son dönemde örgütte yaşanan kopma ve bölünmeler, Türkiye’nin sınır ötesi operasyon tehdidi, PKK muhaliflerinin Kuzey Irak’ta öldürülmesi, Kandil’deki örgüt içi infaz iddiaları ve Karayılan’ın yaralandığı yolundaki tartışmalar bile PKK’nin çok sıkıntılı bir süreçten geçtiğini kanıtlamaya yetiyor. ? PKK muhaliflerinin önde gelenlerinden Şükrü Gülmüş’ün web sayfasına da yansıyan iddialarına göre, Kandil’i yöneten Murat Karayılan ile Paris’te yaşayan Öcalan yanlısı Rıza Altun arasındaki egemenlik mücadelesi örgüt içindeki huzursuzluğun büyümesine neden oluyor. rupa kadrolarının yönetimini elinde tutan ve Abdullah Öcalan’a yakınlığı ile bilinen Rıza Altun’u tasfiye etmek istiyor. Karayılan, Altun’un yerine ‘Asya’ kod adlı Canan Kurtyılmaz ile Çukurcalı ‘Behzad’ kod adlı Nedim Seven’i getirince, başta Fransa olmak üzere örgütün Avrupa kadrolarındaki rahatsızlık tırmanıyor. Karayılan’ın Altun’a yönelik tasfiye operasyonuna tepki gösteren gençlik yapılanmasından bir grup da toplu olarak örgütten ayrılıyor. Örgütün özeleştiri istediği Rıza Altun ise Kandil’e gitmeyerek infaz korkusuyla ortadan kayboluyor. Ancak Canan Kurtyılmaz ve Nedim Seven, Urfalı örgüt mensuplarını stratejik konumlarda görevlendirirken, Altun yanlılarına baskı uygulanıyor.’’ Almanya sorumlusu olduğu belirtilen Muzaffer Ayata ise Mannheim’da tren garında geçen hafta yakalanıyor. Özgür Gündem gazetesinde yazılar yazan Ayata’nın Türkiye’de 20 yıl cezaevinde yattıktan sonra 1994’te Almanya’ya iltica ettiği ve Kırmızı Bülten’le arandığı belirtiliyor. Avrupa’da yıllardır ellerini kollarını sallayarak dolaşan iki yöneticinin art arda yakalanması kuşku yaratıyor. Çünkü PKK’nin Fransa’daki yapılanmalarından biri olan ‘‘Kürt Dernekleri Federasyonu’’ndaki bir toplantıya katılan Urfalı İzzet Baykal, Se İhbar mı?.. Örgüt muhaliflerinin iddiaları bunlarla bitmiyor. KandilParis hattında bu savaş yaşanırken, PKK’nin Avrupa sorumlularından ve 15 kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan ‘‘Behzad’’ kod adlı Nedim Seven (37) Belçika sınırındaki Erjsten’de otomobilinde, KONGRA GEL’in İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN D IŞİŞLERİ SÖZCÜSÜ TAN: Koordinatör atanmasını biz istedik namikzafer@yahoo.com ? Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, ABD’nin Türkiye’ye PKK konusunda bir koordinatör atamasını kendilerinin istediğini belirtirken, Türkiye’nin de bir koordinatör atamayı değerlendirdiğini söyledi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, ABD’nin terör örgütü PKK’ye ‘‘eylemlerini sona erdirme ve silahlarını bırakma’’ çağrısını içeren resmi yazılı açıklamasını ‘‘yadırgadıklarını’’ söyledi. Tan haftalık basın toplantısında PKK’ye ilişkin son gelişmeleri de değerlendirdi. Konuya yönelik üçlü düzeyde çalışmaların yürütüldüğünü ifade eden Tan, ‘‘Bazı olumlu adımlar attıklarını izlemekteyiz, ancak bunlar bizi tatmin etmekten uzaktadır. Bizler daha fazlasını, çok daha somut olarak beklemekteyiz” diye konuştu. Tan, PKK terörünün başlamasının 22. yıldönümünde ABD’nin yayımladığı ‘‘PKK’yi silah bırakmaya çağıran’’ mesajın anımsatılması üzerine ise ABD’nin Türkiye’nin PKK ile mücadelede en yoğun işbirliği yaptığı ülkelerden biri olduğuna işaret etti. Bununla birlikte, ABD’nin açıklamasını ‘‘bir ölçüde yadırgadıklarını’’ ifade eden Tan, ‘‘Biz bu şekilde malumun ilanına yönelik bir açıklama yerine daha ziyade daha somut adımlar atmasını beklerdik’’ diye konuştu. Tan, ayrıca Türkiye’nin PKK’ye karşı İran ile ortak operasyon yapıp yapmadığının sorulması üzerine operasyonel bir zeminde işbirliğinin mevcut olmadığını söyledi. Tan, PKK özel temsilcisine ilişkin soru üzerine, ABD’nin çok geniş müesseseler zincirinden oluştuğunu, bunlardan bir bölümünün de terörle mücadeleyle ilgilendiğini kaydederek şöyle konuştu: ‘‘Bu kurumlar arasında işbirliğinin sağlanması amacıyla bu şekilde bir yetkilinin atanmasının, esasen biraz da bizim talebimiz üzerine, ABD tarafından değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu ABD’nin aynı zamanda terörle mücadele konusuna atfettiği önemin de bir parçasıdır. Bunu en üst seviyede bir toplantı yaparak ve bizlerle bu toplantının sonuçlarını paylaşarak karar almışlardır.’’ Tan, koordinatör atanmasının hiçbir şekilde terör örgütünün muhatap alınması sonucunu doğurmayacağını da savundu. A VUKAT ERDİL’İ KONUŞTURMADILAR T KP İL BAŞKANI ÖZDEMİR TUTUKLANDI MHP genel başkan adayına Fındık mitinginden sonra canlı yayında saldırı sosyalist avı başladı MERSİN (Cumhuriyet) MHP Genel Başkanlığı’na aday olan avukat Abdülkadir Erdil, Kanal 2000 Televizyonu’nda canlı yayında olduğu sırada iki kişinin saldırısına uğradı. Televizyon yetkilileri, saldırının kendilerine yönelik olmadığı gerekçesiyle saldırganlardan şikâyetçi olmadı. Abdülkadir Erdil, önceki gün Kanal 2000 Televizyonu’na konuk olarak Nebahat Aktaş’ın sorularını yanıtladı. Erdil’in canlı yayında olduğu sırada televizyon merkezine gelen iki kişi, kapıdaki görevlilerin engellemeye çalışmasına rağmen canlı yayının gerçekleştirildiği stüdyoya girdi. Saldırganların stüdyoya girmesinin ardından canlı yayında ilginç olaylar yaşandı. Erdil’e ‘‘Konuşamazsın’’ diye tepki gösteren saldırganlar, canlı yayın stüdyosundaki masa ve sandalyeleri tekmelerle devirdiler. Bu arada yayını takip eden bir yurttaşın telefon ihbarı üzerine polis ekipleri televizyon merkezine geldi. Ancak televizyon yetkililerinin şikâyetçi olmaması üzerine saldırganlar gözaltına alınmaktan kurtuldu ve televizyon merkezinden ayrıldı. Televizyonun yöneticilerinden Nebahat Aktaş, ‘‘Saldırganların kendi başlarına bir şey yapmadıklarını, birilerinden emir aldıklarını düşünüyoruz ’’ diye konuştu. Kanal 2000 canlı yayını sırasında gerçekleşen saldırı, MHP’nin 2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında da gündeme gelen ‘‘töre’’lerini akıllara getirdi. Söz konusu dönemde, Cumhurbaşkanlığı’na aday olan Sadi Somuncuoğlu ve koruma memurları, TBMM bahçesinde MHP milletvekilleri tarafından dövülmüşlerdi. ERDOĞAN ERİŞEN asirmen?cumhuriyet.com.tr ORDU Ordu’da 30 Temmuz’da yapılan fındık mitinginden sonra 2 gün tutuklu kalan dört kişiden sonra bu kez de Türkiye Komünist Partisi İl Başkanı Uğur Özdemir ile bir parti üyesi tutuklandı. Yaklaşık 80 bin kişinin katıldığı fındık mitinginin üzerinden 19 gün geçmesine rağmen, tartışması sürüyor. Miting sonrası yaşanan ve 10 saat kadar süren yol kesme eylemi ile ilgili gözaltına alınan 38 kişi mitingden bir gün sonra serbest bırakılmıştı. Mitingden bir hafta sonra pazar günü yeniden gözaltına alınarak tutuklanan, aralarında Sosyalist Demokrasi Partisi İl Sekreteri’nin de bulunduğu dört kişi 2 gün sonra yeniden serbest kalırken, bu kez de miting günü bir grup tarafından linç edilmekten karakola sığınarak kurtulan TKP İl Başkanı Uğur Özdemir ile parti üyesi Özgür Demiröz tutuklandı. Fındık toplamakta oldukları bahçeden ifade vermek üzere Ordu Cumhuriyet Savcılığı’na gelen Özdemir ile Demiröz, savcının tutuklama istemiyle çıkarıldıkları 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından ‘‘Trafik güvenliğini tehlikeye sokmak, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili kanuna muhalefet’’ suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Olay üzerine TKP Genel Merkezi avukatlarından Nuray Özdoğan Ordu’ya geldi ve tutuklamaya itiraz etti. 1. Ordu’da devir teslim Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanan 1. Ordu Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, görevini Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün de katıldığı törenle Orgeneral Fethi Tuncel’e devretti. Görevi teslim eden Orgeneral Başbuğ ve teslim alan Orgeneral Fethi Tuncel tarafından Özkök’e tekmil verildi. Devir teslim törenine, yüksek rütbeli subayların yanı sıra İstanbul Valisi Muammer Güler, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım, İSTEK Vakfı Başkanı Bedrettin Dalan ile aralarında Ali Koç ve Erdoğan Demirören’in de bulunduğu çok sayıda işadamı ve davetli katıldı. (AA) Alevileri anlamak, aslında Türkiye’nin farklılıklarını anlamak, değişik kültür, inanç ve etnik yapıyı anlamak demektir. Alevileri anlamak, ülkemizi anlamak demektir. Hacı Bektaş Veli Şenlikleri başladı. Dünyanın dört bir yanından Aleviler Kırşehir’in Hacıbektaş ilçesinde toplandılar. Bugüne kadar yok sayılan, eziyet gören Aleviler son yıllarda kendi kimlikleriyle ortaya çıkmaya, haklarında yürütülen karalama ve baskı kampanyalarına karşı kendilerini savunma ve anlatma konusunda epeyce mesafe aldılar. Sıvas katliamında yaşananlar, Alevileri ayağa kaldırdı, binlerce yıllık birikmiş acılarını ve öfkelerini ortaya koydular. ??? Hacıbektaş şenliklerine her yıl çok sayıda siyasetçi de gidiyor. Gitmekle iyi ediyorlar. Gitsinler ve görsünler. O yok sayılan kültürün zenginliğini, hoşgörülü yaklaşımını anlamaya çalışsınlar. Aleviler son yıllarda kendi kimlikleriyle ortaya çıkarak ülkemizin kültü Hacı Bektaş’ı ve Alevileri Anlamak rel ve siyasi coğrafyasına önemli katkıda bulundular. Alevilik bir Rönesans yaşadı. Suskunluğu, yok saymayı aşacak bir dinamizm kazandı. Ancak binlerce yıllık bağnazlığı alt etmek kolay değil. Hâlâ ülkemizdeki din dersleri Sünni Hanefi inancının propagandası olarak yürütülüyor. Bugüne kadar Alevilerin itirazları karşılığını bulmadı. Din dersi kitaplarındaki geçmiş anlayış devam ediyor. ??? Alevilik, aslında Anadolu coğrafyasının binlerce yıllık birikiminin ürünü. Bu topraklarda yaşamış değişik kültürlerin, değişik boyların bir bileşkesi. Ancak, Alevilerin bu farklılığı ve zenginliği ne yazık ki yüzlerce yıl Sünni bağnazlığının baskısı altında kendisini geliştirip açıklayamadı. Türkiye, ancak değişik inanç ve kültürlerin bir arada yaşamasını sağlayarak gerçekten demokrasiye ulaşabilir. Irkçılığı, dini bağnazlığı aşarak bu noktaya ulaşabilir. Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu etkinliklerin başlangıcında şunları söyledi: ‘‘Düşmanının bile insan olduğunu unutmama anlayışı, gelişmiş toplumdan gelişmiş bireye gidişin öngörüsüdür.’’ Selmanpakoğlu, Alevi Bektaşi toplumun isteklerini ifade ederken de şu noktaların altını çizdi: Zorunlu din dersleri kaldırılmalı. Alevilik din derslerinde okutulmamalı. (Bu bir gerginliğe neden olabilir). AleviBektaşilerin yoğun olduğu yerlerde cemevleri yapılmalı ve bunlar yasal statüye kavuşturulmalı. Alevi köylerine cami yaptırılması durdurulmalı. Sıvas’taki Madımak Oteli insanlık müzesi haline getirilmeli. ??? Bu yıl 13. kez düzenlenen Uluslararası Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülü’nü arkadaşımız Miyase İlknur aldı. Buna çok mutlu olduğumu ifade etmeliyim. Sevgili Miyase, çok uzun yıllardır Alevi toplumunun dertlerini dile getirmek, bu toplumun sorunlarını kamuya iletmek ve Alevi kimliğinin tanınması için çaba sarf etmek noktasında önemli görevler yerine getirdi. Bu ödülü herkesten çok hak ettiğini biliyorum. Kendisini kutluyorum. Onunla gurur duyduğumuzu da burada sizlerle paylaşmak istiyorum. ??? Bir kitap: Fıstık Ahmet’in (Tanrıverdi) ‘‘Büyükada’nın Solmayan Renkleri’’ (Everest Yayınları) kitabını heyecanla okuyorum. Fıstık Ahmet doğma büyüme Büyükadalı. Elimizden yitip giden bir tarihi, azınlıkları ve değişik insanlarıyla bir kültürü bize aktarıyor. Her okuduğumuz öyküde farklı bir lezzet buluyoruz. İşte size kitaptan birkaç satır: ‘‘Ada’nın yaşayan en yaşlı insanı, hepimizin sevgilisi Koço Kalfa, babamın yaşıtı (1909) ve iyi dostu, Cemil Dayımın çilingir sofrası arkadaşıydı. Akranları birer birer terki dünya edince yedeklikten kurtulup Koço Kalfa’yla o sofralara oturup rakımızı yudumlarken, yarenlik etme şansı yakaladığım için kendimi mutlu addediyorum. Oğlu kuaför Niko ile Patera’nın antrenörlük yaptığı Acarspor’da beraber top oynadım. Koço Kalfa’ya ‘Ne zamandan beri Büyükada’dasın?’ diye sorulduğunda verdiği cevap düşündürücüdür: ‘Bizim buradaki yaşantımız senelerle değil asırlarla ölçülür!’ Koço Kalfa’nın soyadının Katakuzino olduğundan hareketle İstanbul’un fethinden yüz sene önce Bizans soyundan gelen Doğu Roma İmparatoru (13471354) Ioennes VI. Katakuzenos ile kan bağının olabileceği yukarıdaki cevabında mı saklıdır acaba dersiniz?’’ Ellerine ve kalemine sağlık Fıstık Ahmet... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle