25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 AĞUSTOS 2006 CUMA 6 İNCELEME Mustafa Kemal’in yetişmesinde derin izleri ve etkisi olan Tevfik Fikret’i anıyoruz BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Doksan bir yıl sonra ORHAN KARA VELİ Bir Savaşın Ertesinde... Bir ayı aşan bir savaş, Lübnan’ı yakıp yıktı, binden fazla insanın canına mal oldu. Bu unutulmayacak dramatik olay, sona erdi. Ardından, alışık olduğumuz aşamaya gelindi. Bir ‘‘Barış Gücü’’ yaratmak! Birleşmiş Milletler, Lübnan’ın güneyinde, uluslararası geçici bir Barış Gücü’nü, bir an önce ortaya koymanın çabasında: 15 bin asker gerekiyormuş; komutada Fransa olacakmış; bir de, Hizbullah’ın silahsızlandırılması sorunu. Gözler, şimdi bizlere çevrilmiş durumda: Başlarda, Başbakan ile Dışişleri Bakanı’nın arabuluculuk girişimleri oldu, ama ciddiye alan olmadı; Türkiye’nin bölgedeki tarihsel ağırlığı da kullanılamadı. Şimdi Barış Gücü’ne asker isteniyor. Muharip güç olmayacağına göre, olsa olsa jandarma olacağız; Başbakan Erdoğan da, Türk askerinin Afganistan’da olduğu gibi, halka insani yardım yapacağı; Mehmetçiğin ayrıca okul, hastane, köprüler başta olmak üzere, acil ihtiyaç olan imar faaliyetlerini üstleneceğini söylemiş. Açık ki, gururumuzu kurtarmak içindir bunlar! Ancak, gururumuzu kurtarmak, asıl Cumhuriyet’in uzağa bakan ve haysiyetli dış politikasına dönmekle mümkündür. 15 Ağustos tarihli Milliyet’te, Metin Münir’in ‘‘Dış Politikanın Sisler Bulvarında’’ başlıklı yazısı pek önemlidir. Yazar, ‘‘Erdoğan’ın gönlünde İslamî aslanlar yatıyor’’; ‘‘Erdoğan’ın tutumunda Türkiye’nin Ortadoğu konusundaki temkinli dış politikasına ters unsurlar var’’ dedikten sonra, ilginç makalesini şöyle bitiriyordu: ‘‘Tayyip Erdoğan’ın dış politikası Türkiye’nin dış politikası değildir. Tayyip Erdoğan’ın dış politikasıdır. Bu politikanın Abdullah Gül’ün bile dış politikası olduğunu sanmıyorum.’’ Eklemeliyiz de: Emperyalizmin, Ortadoğu için yeni bir harita çizdiği bir ortamda, Türkiye’nin, onun Cumhuriyet’inin geleceğine daha da dikkatli olmalıyız; ve iktidarda olanların kimliği de pek önem kazanmıştır. Bilmiyoruz, anlatabiliyor muyuz? ? 1617 Ağustos günleri, 1964 yılından beri her yıl Hacıbektaş’ta, binleri bir araya getiren tarihler olmuştur. O günler hümanist, ilerici ve demokrat düşünceli insanlar, Hacı Bektaş Veli’nin çevresinde toplanır, günümüzü sorgulayıp geleceğe yeniden bakarlar. Daha 13. yüzyılda, o büyük Anadolu ulusunun söylediği, ne kadar da güzeldir ve anlamlıdır: Her ne arar isen insanda ara, Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir. O ülkenin iktidarına, bugün dinciler, şeriatçılar doluşmuştur. Ve öte yandan, ANAP’lılar, MHP’liler gülücükler yolluyorlar Alevilere ve Bektaşilere. Ve böyle bir ortamda, Aleviler ve Bektaşiler cephesinde çatlaklıklar görülüyor. Doğru mu? Doğru ise, Pir Sultan Abdal, mezarından doğrulup haykıracaktır: Gelin canlar bir olalım! ? 16 Ağustos günlü gazeteler, ‘‘DİSK’in Kurucusu İşçinin Omuzlarında’’ diye yazıyordu: Kemal Nebioğlu ölmüş! Nasıl da anlamlı anılar çağrıştırıyor bu haber! Kemal Nebioğlu, meslek yaşamına işçi olarak başladı; sonra sendikacı oldu. 1961’de Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunda rol oynadı ve 1965’te parlamentoya girdi. 1967 yılında da, DİSK’i kuran 5 sendikacıdan biri oydu; 1992’de DİSK Genel Başkanı seçildi. 80 yaşında hayata veda eden Nebioğlu, birkaç gün önce, son yolculuğuna, haklarını savunduğu işçilerin omuzlarında alkışlarla uğurlandı. İşte Kemal Nebioğlu! İşte onurlarla dolu bir yaşam! Nur içinde yatsın! airliğinin, yazarlığının ve ressamlığının yanı sıra bir amatör mimar da olan Tevfik Fikret’in planlarını çizip neredeyse elleriyle yaptığı ve ‘kuş yuvası’ anlamına ‘Âşiyan’ adını verdiği evinin çevresi, Rumelihisarı’nın, Boğaziçi’nin bu güzel köşesi, zamanla ‘Âşiyan’ diye anılır olmuş. Yamaçlara uzanan, yakınlardaki biraz bakımsız mezarlık bile ‘Âşiyan’ diye bilinmiş. Şair Nigâr Hanım’lardan ‘Medine müdafii’ ünlü Fahrettin Paşa’lara kadar kimler yatmıyor ki burada?.. İşte, Fikret’in çok sevdiği Âşiyan’ına tırmanan dik yokuşla sayısız taş basamağın sessizliği, geçen yılın 19 Ağustos günü, sabah saatlerinden başlayarak alışılmamış bir canlılık ve hareket yaşadı. Birbirlerine destek olarak ya da bastonlarına dayanarak yürüyen yaşlılar, gencecik çiftler ve coşkuyla merdivenlerde koşuşturan çocuklar... Yağmura karşın Ş Üstelik, ‘ahmak ıslatan’ türünden aralıksız bir yağmura aldırış etmeden. Âşiyan’ın önündeki, Fikret’in elleriyle düzenlediği bahçeye ulaşanların sayısı çok geçmeden üç yüz kişiyi, belki daha da fazlasını bulmuştu. Batı müziği yapan bir ‘dörtlü’ karşılıyordu onları. Yanı başındaki Boğaziçi Üniversitesi’nin (eski Robert Kolej) bahçedeki banklara oturup irili ufaklı tekneleri seyreden öğrencileri, o sabahki kalabalığa bir anlam vermeye çalışıyor olmalıydılar. Belki farkında değillerdi ama takvimler o gün 19 Ağustos tarihini gösteriyordu. ‘Artık yıkılıyorum’ İnsan melek olsaydı cihan cennet olurdu ...... Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer ...... Hak bellediğin yola yalnız gideceksin ...... Varsın bulunmasın bilecek nâm ve şânını ...... Dâimâ önde, dâimâ yukarı ...... Düşmek, etrafı görmemektendir ...... Sen yoruldukça yol uzar, artar Çalı dişler, taş ağrıtır, yırtar ...... Evet sabah olacaktır. Sabah olur geceler ...... ‘Aydınlanma’... işte asrımızın emellerinin ruhu ...... Zafer biraz da hasar ister ...... Sen zanneder misin ki ‘benim’ hep elemlerim Heyhat! Ben günlerin dertlerini inlerim ...... Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır ...... Bütün âlem kuvvetin esiridir mutluluğu okunuyordu huzurlu yüzünde... Bu kadar canlı, rahat ve güzel bir ölü yüzü daha önce belki de hiç görülmemişti...’’ Gelmiş geçmiş en başarılı öğrencisi ve müdürü olarak, külleri üzerinde adetâ yeniden yarattığı Galatasaray’ın Mezunlar Derneği ile Türkiye Yazarlar Sendikası eşzamanlı bir tören düzenlemişti, Fikret’i doksanıncı ölüm yılında anmak için. Dış ve iç güçlerin elbirliği ile ülkemizi yeniden ortaçağ karanlığına sürüklemek istediği günümüzde yüzlerce insan, sözbirliği etmişçesine çevresinde toplanmıştı. O yağmurlu ve biraz kasvetli günde Fikret’in ışığı aydınlatıyordu sanki ortalığı. Herkes, birbirine, Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in yayımladığı Fikret’le ilgili o güzel, çarpıcı ve uyarıcı mesajı görüp görmediğini soruyordu. Tarihimizin en karanlık ve umutsuz döneminde bir Tevfik Fikret ışığı parlamamış olsaydı, belki bir Mustafa Kemal’imiz de olmazdı. ‘‘Ben inkılap ruhunu Fikret’ten aldım...’’ diyen gencecik Mustafa Kemal Paşa, yurdu kurtarmak için Anadolu’ya çıkma kararını bile, anısını bir kez daha yaşamak için 19 Ağustos 1918 günü Âşiyan’a giden yokuşu tırmanırken açıklamıştır. Fikri hür, irfanı hür bir şair Fikret, ‘‘Kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat’’ mı demişti, işte O da ‘‘Bağımsızlık benim karakterimdir...’’ diyordu. Fikret, ‘‘Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim’’ diye mi haykırmıştı, işte Mustafa Kemal de daha 1924’te öğretmenlere hitaben ‘‘... Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenizi ister...’’ diyor ve ekliyordu: ‘‘... Fikret’in Tarihi Kadim’i yok mu, işte o dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır...’’ İlginç bir rastlantı: Mustafa Kemal’in yetişmesinde derin izleri ve etkisi olan Tevfik Fikret de ‘‘Ölümün artık yaklaştığını hissediyorum...’’ dediği son günlerinde Mustafa Kemal’i ‘keşfetmişti’. O’nun Çanakkale savaşlarındaki başarı haberlerini heyecanla izliyor ve ‘‘Ah... Gelibolu’daki şu miralayı bir görebilsem!.. Tanıyabilsem!..’’ diye hayıflanıyordu. Ağabey kardeş yaşlarında idiler. Birbirlerini hiç görmediler ama aralarında sanki gizemli bir bağ; bir aydınlık, çağdaşlık, yurtseverlik ve uygarlık köprüsü vardı. Ülkemizin bilinçsiz, bilgisiz, birikimsiz ve aydınlıktan yoksun ellerde yeniden karanlıklara sürüklenmek istendiği günümüzde, Atatürk’ü ve O’nun esin kaynağı Tevfik Fikret’i anlamaya, yaşatmaya ve fikirlerine sımsıkı sarılmaya her zamankinden fazla gereksinme duyuyoruz. ‘Türk Aydınlanması’nın büyük ismi ve öncüsü; Mustafa Kemal’in, İlhan Selçuk’a göre ‘çok şey borçlu olduğu’ esin kaynağı; ‘karanlıklarda bir ışık gören ve o nura doğru yurttaşlarını götürmeye çalışan...’ Tevfik Fikret, doksan yıl önce o sabahın erken saatlerinde ölmüştü: ‘... Artık yıkılıyorum... yavrum... yavrum...’ diyerek ve cam fanuslu saat 02.20’yi gösterirken, Âşiyan’ın deniz manzaralı bir odasında. ‘‘... Sırtüstü yatıyor ve hiç de ölmüşe benzemiyordu. Sakalı tıraşlı, gözleri kapalıydı. Ba Tarihimizin en karanlık ve umutsuz döneminde bir Tevfik Fikret ışığı parlamamış olsaydı, belki bir Mustafa Kemal’imiz de olmazdı. şının altındaki yastığın kılıfı ve göğsüne kadar çekilen örtü gibi Boğaziçi’ni seyrettiği pencerenin perdeleri de bembeyazdı. Etrafı, bahçesinde yetiştirdiği çiçeklerle bezenmişti. Kısa kollu geceliğinden taşan kolları, ölüm döşeğindeki bitik bir adamınkinden çok hâlâ güreş tutabilecek bir eski ve güçlü pehlivanınkileri düşündürüyordu. Sanki ölmemişti de sıcak bir ağustos gününün esintisinde öğle uykusuna yatmış gibiydi. ‘Vicdanla inandığı’, ‘ulvi ve münezzeh’, ‘kudsî ve muallâ’ ‘kudreti külliyesine’ kavuşmuş olmanın FikretAkif kavgası T evfik Fikret’in din ve inanç konularındaki farklı yaklaşım ve felsefesi ile bir Amerikan eğitim kurumunda, üstelik Türk edebiyatı üzerine dersler vermesini doğru bulmayan Mehmet Akif (Ersoy), kendisi hakkında bilinen tek eleştirisi bile olmamış çağdaşı Tevfik Fikret’e alışılmadık ağırlıkta bir dille sataşmaktan ve ‘hükümeti’ ona karşı sessiz kalmakla suçlamaktan çekinmemiştir: Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi Vurur bu darbeyi isterse. Çünkü haddine mi Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek? Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk! ...... Dehâların çoğu ekzantrik ya hani, Bu ‘personaj’da var bir deli kılıklı mani! ...... Şimdi Allah’a söver, sonra biraz bol para ver, Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder! Akif’in, edebî düzeyden ne yazık ki yoksun bu sataşmasına Fikret’in 2 yıl bekledikten sonra, 1914 Kasımı’nda ‘Tarihi Kadim’e Zeyl’le (Eski Çağlar Tarihine Ek) verdiği yanıt, onun yüksek insan niteliklerini, açık kalp Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer: Atatürk’ün esin kaynağı ‘‘İnsan aklının ve bilimsel düşüncenin yüceliğini benimseyen ve yazın tarihimizde unutulmaz yeri olan Tevfik Fikret, onurlu yaşamı ve seçkin yapıtlarıyla Ulu Önder Atatürk’e esin kaynağı olmuştur. Fikret’in, çağdaşlığın gerisinde kalan düşünce ve yaşam biçimlerinin yanı sıra, siyasal ve toplumsal kurumlara yönelik eleştirel tutumu Türk ulusunun, daha güzel günlere kavuşmak için verdiği savaşımda yol gösterici olmalıdır.’’ Sayın Sezer’in bu çok anlamlı mesajı 20 Ağustos’ta çoğu gazetede hiç yer bulmazken bazı yayın organlarının da tepkisine yol açmıştı. Bunlardan Vakit gezetesi ‘Sezer’in övdüğü adama bak’ manşetiyle Cumhurbaşkanı’na saldırıyor ve onu ‘kendisi ateist, oğlu da papaz olan’ Tevfik Fikret için övgü dolu ifadeler kullanırken Mehmet Akif’i ‘hatırlamamakla’ suçluyordu. Kavgalı babaların talihsiz çocukları ek çocuğu ve oğlu Haluk’un yükseköğrenim için gittiği Amerika’da din değiştirmesini ve sonunda bir presbitaryen kilisesinin başrahibi olmasını da Tevfik Fikret’e fatura etmekten çekinmemişlerdir. Kimi kalemler, şair öldükten yıllar sonra din değiştiren Haluk’u babasının Hıristiyanlığa ittiği yalanını bile öne sürmüşlerdir. Bunlar arasında, edebiyat tarihçisi geçinip, yüksek makine mühendisi ve üniversitede profesör Hüseyin Haluk Fikret’in Hıristiyanlığı seçmekle yetinmeyip iki oğlunu da ‘kendisi gibi papaz yaptığı’(!) yalanını ortaya atanlar bile vardı. Oysa Gill ve Haluk Fikret çiftinin çocukları olmamıştı. 1959’da Vatan gazetesi adına Amerika’da iken Haluk’un izini bulmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştım. Geçen yıl Fikret üzerine çalışırken ziraat mühendisi Fikret ve seksen beşindeki eğitimci eşi Ali Kaygı çifti ile tanıştım. Kazandıkları bursla ve çocuklarıyla birlikte Amerika’ya giden Kaygı’lar, Haluk Fikret’le yakın ve sıcak bir dostluk kurmuşlar ve çok satışlı bir gazetenin 1962 yılında ve birinci sayfadan ‘Papaz Haluk’ tanımlamasıyla okuyucularına adeta teşhir ettiği Haluk Fikret’in ne T ? Tevfik Fikret’i gözden düşürmek ve unutturmak için her yolu deneyenler, dilinin eskiliğini, dinsel felsefesini ve karabaskı döneminin baş aktörü Abdülhamit’e karşı girişilen bir suikast teşebbüsünün başarısız oluşu karşısındaki tavrını da eleştirmişlerdir. Kimi kalemler, şair öldükten yıllar sonra din değiştiren Haluk’u babasının Hıristiyanlığa ittiği yalanını bile öne sürmüşlerdir. denli saygın, sevilen ve bilge bir insan olduğunu görmüşlerdi. Türkçesi fena değildi. Babasının kimi şiirleri hâlâ ezberindeydi. Türklüğünü unutmamış ve uzun süre Türkiye’ye dönmek ve burada bir iş bulup eşiyle birlikte yerleşmek için her yolu denemişti. Ne ki bazı yakınları yazdıkları mektuplarla onu bu kararından caydırmışlardı? ‘‘... Sakın gelme!’’ demişlerdi, ‘‘Oralarda din değiştirmişsin. Gelirsen burada seni tükürükle boğarlar!..’’ Aydın bir çift olan Kaygı’lar, ellerindeki bütün kayıt, belge ve fotoğrafları bana verdiler. Bu sayede, ‘Haluk’un Bayramı’nın, ‘Vedası’nın, ‘Amentüsü’nün, ‘Defteri’nin yanında Haluk’u nihayet ve gerçek kişiliğiyle tanımış olduk. 1893 İstanbul doğumlu Haluk, 72’nci yaş gününe beş gün kala Florida’nın Orlando kentinde öldü. Amerikan gazeteleri ölüm haberini ‘‘... başını defne liliğini, eksilmez coşkusunu ve ne denli ‘fikri hür, irfanı, vicdanı hür bir şair’ olduğunu gözler önüne serecek özellikler taşımaktadır: Ben ki, üç beş pulu tercihinden Protestanlara zangoçluk eden Şairim... Kesin bilgi kürsüsünün ziyneti, İslam dininin yorumcu şairi ‘Molla Sırat’ hazretlerine edebî Saygılarımı sunarak Tereddütsüz diyorum ki: Zangoçluk Sıfatına lâyık bulunduk; ...... Bana anlatma o güzel dini, Bilirim ben de senin bildiğini; yapraklı bir tacın süslediği büyük Türk ...... şairi Tevfik Fikret’in oğlunu kaybetBilmeden, görmeden inan ettim, tik’’ diye verdiler. Nefsimi dinime kurban ettim; Yüksek mühendis, üniversite hoca...... sı, işadamı ve başrahip olarak ‘Türk’ Anladım çünkü hakikat başadını onurla taşımıştı. Seçkin ve sayka, gın bir iyi niyet elçisiydi Türkiye’nin, Başka yoldan varılırmış Hakama Türkiye’nin bundan haberi olmaka. mıştı. Fikret’in ‘papaz oğlu’ idi, o ka...... dar. Oysa yaşadığı yerde olay oldu ölüŞimdi cennete cehenneme aldırmü. Cenazesine altı yüz kişi katıldı. Memadan zarı başında üç rahip onun seçkin ve Süzerim evreni hayran hayran! saygın kişiliğini anlatan konuşmalar ...... yaptı. Müminim: Varlığa imanım var, Onun ölüm haberini yorumsuz duHer kanat bir meleği açıklar yuran Türk gazetelerinden biri, MilliPeygamberlere göstermem ilgi, yet, bir başka Türk şairinin oğluna ait Bir örümcek götürür Hakka ölüm haberini ise şöyle veriyordu: beni... ‘‘... Şair Mehmet Akif Ersoy’un oğKitabım tabiatın kitabı. lu Mehmet Emin Ersoy dün, İstanbul Bendedir iyinin de kötünün de Tophane’de bir kamyon kasası içinde sebebi... ölü bulunmuştur. Devamlı alkol alan ve bir kalp krizi sonucunda öldüğü an...... laşılan Mehmet Emin Ersoy’un cenaTaşırım coşkun yüreğimde zesini kaldıracak bir makam bulunİnsanın aşkını da elemini de... madığından ceset uzun süre sokakta kal...... mıştır. Üç yıl önce eşi ölen Ersoy, kenDini Hakk bence bugün dini dini uyuşturucu maddeye vermişti ve Hayat. uzun süredir Tophane’nin arka sokakSen ne dersin buna, Ey ‘Molla larında yaşıyordu...’’ Sırat’? CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle