25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Lübnan’da İsrail ve İran Türkkaya ATAÖV PENCERE revli uzmanları ve (son olarak Lübnan’da da görüldüğü gibi) sivil halkının kendi de vardır. Sorunun yıllarca ve acılarla karmaşık biçimde sürecek savaş yerine barışçı yoldan çözümü için önümüzde gene yıllar sıralanıyor. Konuyu bu yazının amacına getiren nokta şu ki, İran’ın elinde, Irak koşullarından farklı olarak, geniş tepki olanakları bulunmaktadır. ABD ya da İsrail’in ansızın vurmak isteyeceği ilk darbe başlarda onların zaferiymiş gibi görünebilirse de (Irak örneğinde bile gözlemlendiği üzere) işin bir de sonucu belirleyecek olan sonrası var. İran’ın ulusal gücünü oluşturan öğelere ek olarak, bölgeye yabancı çıkarlarla ters düşen halkların ya da güçlerin umulan tepkiyi göstermek için örgütlenmeleri ve kapsamlı olduğunca sürekli eyleme geçmeleri doğal sayılır. Bunun içinde Lübnan’daki kimi kuruluşlar da vardır. Bana kalırsa, ABD ve onun bölgemizdeki vurucu ileri karakolu İsrail, ileride İran’dan yana çıkacak ve Lübnan’da yeşeren kimi güçleri daha şimdiden orada zayıflatmak ya da yok etmek istemektedir. Lübnan’da bugün yaptıklarının bir önemli nedeni budur. Bu durum komşumuz İran’a ileride müdahaleye bir altyapı kolaylığı oluşturması olabilir. Kanımca, Lübnan’daki İsrail eylemine bu açıdan da bakmak gerekir. Beyrut Yarası İMPARATORLUĞUN kaybedilen topraklarında kalmış öyle kentler var ki, cumhuriyet Türkiye’sinde bile bazı gönüllerde hâlâ kanayan birer yaradırlar. Beyrut bunlardan biri. Nedendir, tam olarak bilinmez. Aslına bakarsanız, Türklüğü ağır basan bir kent olmamış hiçbir zaman. O açıdan bir Selanik ya da Halep sayılmaz. Unutulmazlığı, belki de, tam tersine kozmopolitliğinden ileri geliyor olabilir. Gerçekten, Osmanlı’nın hem kendi çok kültürlülüğünü hem de Batı’nın etkisini neredeyse eşit oranlarla tattığı bir yerdi orası. Frenklerin ‘‘Levant’’ dedikleri bütün coğrafya için hep böyle olagelmiş sayılmaz mı? Öyle bir havası vardır ki kentin, Müslüman ya da Hıristiyan, Arap ya da Ermeni, Maruni, Dürzi, Avrupalı ya da Afrikalı, herkes kendini orada bir başka hisseder, o kozmopolit atmosferde asıl kimliğinin eridiğini fark eder. ‘‘Lövantenlik’’ denen, galiba budur. Osmanlı Türk de oraya gittiğinde lövantenleşiyordu herhalde. Dün İskenderun gemisiyle Mersin’e ayak basanlara sormak gerekir: Aradan geçen bütün işgallere, çalkantılara ve yıkımlara karşın bugün de öyle değil mi orası? Kente ‘‘Şark’ın Paris’i’’ boşuna denmemiştir. irinci Dünya Harbi öncesinde Osmanlı donanmasının yok edilişinde de adı geçer Beyrut’un. Gerçi asıl felaket, Balkan Harpleri sırasında Yunanistan deniz gücünün çullanışıyla gelmiştir, ama Trablusgarp kapışmasında İtalya’nın verdirdiği kayıplar da göz ardı edilemez. Almanya gibi İtalya da ulusal birliğini geç tamamlayabildiği için, dünyanın Avrupalılarca paylaşılmasına da geç kalmıştı. Gözü, Osmanlı’nın Trablusgarp Vilayeti’ndeydi, yani bugünün Libya’sında. 1880’lerden başlayarak büyük devletlerle yaptığı anlaşmalar sayesinde orayı ele geçirme müsaadesini almıştı. Onların vaktiyle yaptıkları gibi, o da ‘‘asayişin sağlanması ve gayrimüslimlerin korunması’’nı bahane ederek o toprakların kendi işgaline açılması için 27 Eylül 1911 günü ültimatom verdi. İkinci Meşrutiyet’te İngiliz amirallerin gözetimiyle toparlanmaya başlayan Osmanlı donanması yaz manevralarını bitirip Beyrut’a demirlemiş, fakat ültimatom üzerine İstanbul’a dönmüştü. Bu arada, yollu savaş gemisi inşa etme ünleri şimdi bile süren İtalyanlar hızlı destroyerlerle Osmanlı donanmasını hırpalamaktan geri kalmamışlardı. Tokat, Hamidiye, Alpagut torpidobotları ile Kastamonu, Ayıntap, Refahiye, Ordu, Bafra gambotları batırılmıştı. Asıl zarar, yaşlı, ama yenileştirilmiş Avnillah hafif kruvazörüyle Ankara torpidobotunun Beyrut limanında kıstırılmasıyla geldi. Giuseppe Garibaldi ve Francesco Ferrucio zırhlılarının teslim ültimatomları kentin valisince reddedilip Osmanlı gemileri top ateşi açınca, İtalyanlar ikisini de liman içinde batırdılar. Olayı rıhtımdan seyreden 140 kadar sivil Arap da ateş arasında kalıp öldü. Başkaları vuruşurken seyretmek Beyrutlulara hiç yaramıyor. K B omşumuz İran’a karşı, kimi açık kimi gizli, birtakım komploların yöneltildiğini üzülerek görmekteyiz. Bunların daha sonra vurulması tasarlanan bir darbenin hazırlık aşamaları olma olasılığı kaygılarımızı daha da arttırıyor. Bu yazıda yalnız günümüzde herkesin konuştuğu Lübnan olayının kanımca az bilinen bir yanına değinmek istiyorum. Bana kalırsa, değineceğim nokta İsrail’in Lübnan’a müdahalesinin öne çıkarılmayan önemli bir nedenidir. Dünya kamuoyu İsrail’in Lübnan’a silahlı müdahalesi ve bunun sonuçlarıyla bilgilendirilmiş sayılır. Bunun uluslararası hukuk açısından bir değerlendirmesini ve başka olaylara ne yönden benzeyip benzemediği tartışmasını şimdilik bir yana koyalım. Bunların dışında, olayın kamuoyunun dikkatine sunulmayan ve kanımca gizlenen önemli bir yanı da var ki, bu durum daha farklı, kapsamlı ve kaygı verici bir amacın varlığından ayrıca kuşku duyuruyor. Bu amacın İran’la doğrudan bağlantılı ve bu komşumuza askeri müdahale bir gün yapılacak olursa buna bir hazırlık olması olasılığı da vardır. Koşullar el verirse, ABD’nin, İsrail’in ya da her ikisinin birlikte İran’a askeri müdahalesinin gündemde bir yeri var. Barış, adalet, hak, hukuk ve güvenlik gibi doğru bildiğimiz tüm ilkeler adına bunun olmaması, bölge devletleri başta olmak üzere, herkesin sorumluluğunu ve zamanlı tepkisini gerektirir. Afganistan, Irak ve son olarak da Lübnan örneğine bakarak, müdahaleye hazırlananların İran halkını ve tüm dünyayı ne gibi yabanıllıklarla karşı karşıya getireceklerini kestirmek zor değil. Ancak sözü, asıl değinmek istediğim noktaya hemen getirmek istiyorum. En başta çevremizde onarılmaz yaralar açacak olan böyle bir müdahalenin belirli hedefleri ve buna karşı İran’ın da yaygın tepkileri olacak. ABD’nin (daha uzaktakileri saymazsak) İran yakınlarında on üç ülkede kullanmak isteyeceği askeri üsleri vardır. Bunlar Afganistan, Bahreyn, Irak, Katar, Kuveyt, Kırgızistan, Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan, Tacikistan, Türkiye, Özbekistan ve Umman’dır. Hint Okyanusu’nda ve Britanya egemenliği altında Diego Garcia üssü de eklenebilir. Bunlardan Bahreyn ve Katar gibilerinde birer ama pek yakında yer alan Irak ve Kuveyt’te yedişer üssü vardır. Türkiye’deki üslerin bu amaçla kullanılmamasını kesin tavrımız olarak sürdürmemiz gerekir. Ayrıca Körfez’de ABD’nin 5’inci Filosu tetiktedir. İçinde (tümü Cruise füzeleriyle donatılmış) 1 kruvazör, 2 destroyer ve 1 saldırı denizaltısının koruduğu Nimitz sınıfı iki uçak gemisinde (36’sı FA18 ‘‘super Hornet darbe’’ türünden) kanatları sabit en az 72’şer savaş uçağı ile 6’şar helikopter bulunuyor. Bu savaş araçlarının saldırı hedefleri arasında yalnız (barışçı amaca yönelik de olsa) nükleer teknoloji merkezleri, deneme reaktörleri, değişim laboratuvarları ve pilot fuel zenginleştirme fabrikaları değil, İran’ın savunma üsleri, füze geliştirme merkezleri, kıyı topçuları, savaş gemileri, buralarda gö Lozan Zafer mi, Hezimet mi?.. Lozan’ın 83’üncü yıldönümü de dinci kesimlerde bundan öncekiler gibi yaşandı. Allah rahmet eylesin Necip Fazıl sorardı: ‘‘ Lozan zafer mi, hezimet mi?..’’ Yanıtını da verirdi: ‘‘ Elbet hezimet!..’’ Bu yıl da İslamcı gazeteler göreneği bozmadılar!.. ‘‘Osmanlı tarihi uzmanı’’ Mısırlıoğlu diyormuş ki: ‘‘Lozan muazzam bir imparatorluk mirasının hanı yağmasıdır. Türk’ün şahsında İslamdan intikam alınarak, bütün bir İslam dünyasının başsız bırakılmasıdır.’’ Dincilerin dünkü ve bugünkü hallerine baktıkça insanın yüreğine acıma duyguları doluyor... Birinci Dünya Savaşı’nda Müslüman Osmanlı’yı İngilizlerle birlikte arkadan vuranlar kimlerdi?.. Müslüman Araplar değil mi!.. ? Lozan zafer mi?.. Hezimet mi?.. Yanıt çok kolay: Yıkılmış Osmanlı İmparatorluğu’nun yok olmuş sınırlarına bakarsan hezimet... Sevr’e bakarsan zafer!.. Lozan’ın 83’üncü yılında bile ‘‘Lozan zafer mi hezimet mi’’ diye sayıklayan zavallı dinciler, Ortadoğu’nun haline bir göz atsalar, yeter... Bugün bile eski Osmanlı sınırları içinde kalan Irak’ta Arap Arap’a Şiilerle Sünnilerin birbirlerini yediklerini, Müslüman Kürtlerin sınır ötesine atlayıp Müslüman Türkleri dişlemeye çalıştıklarını görmeyenlere ne demeli?.. Müslüman Müslümanın kurdudur. ? Lozan, Mustafa Kemal’in zaferi.. İsmet Paşa’nın zaferi.. Türk’ün zaferi.. Dinci takımının Lozan’a karşı çıkması bir türlü akıllanamadıklarını gösterir... Ortadoğu bugün cehennem... Hezimet hezimet üstüne.. 83 yıl önce varoluşumuzun dünya hukukunda belgeleştiği günü anarken bugünkü rezillik ortamında Lozan’a saldırılması, Türkiye’de kimilerinin Müslümanlığa da layık olmadıklarını vurgular... Lozan Birinci Dünya Savaşı’nın ‘mağlup devletler’ cephesinde ‘tek galip devlet’in imzaladığı biricik antlaşmadır. ? Bugün dünyaya ve Ortadoğu’ya bakan aklı başında bir Müslümana en çok gerekli olan nedir?.. Akıl!.. Zincirinden boşanmış emperyalizme karşı direnebilmek için Müslümana akıl gerek... Kör inanç öyledir ki Lozan’ı bile ‘hezimet’ sayar... Müslüman şu günlerde hem birbirini yiyiyor, hem de tarihinin en büyük ‘hezimet’ini yaşıyor. Filistinli Kara Gözlü Çocuk Erdal ATICI aç gündür o kara gözlü Filistinli çocuk gözlerimin önünden gitmiyor. Televizyon kanallarının birinde haberlerde gördüm. İlkyardım ekipleri yıkılmış binadan çıkarıyordu. Korku içinde büyüyor gözleri. Apar topar çıkarılmış yıkılan binadan. Ayağında terliğin biri yok. Yüzü gözü toz duman içinde. Dizleri kanıyor. Ne yağan bombalara, ne ateşe ne de akan kana anlam verebiliyor... O kara gözleriyle bütün dünyaya bakıyor. Müslümanım, Hıristiyanım, dinliyim, dinsizim diyenlere. Bize bakıyor, size bakıyor, dağ başlarına, bulutlara, denize, denizde güneşlenen çocuklara, beş yıldızlı otellerde tatil yapanlara, çalışanlara, okuyanlara, yazanlara bakıyor. O Filistinli kara gözlü çocuk, bir buçuk milyar Müslümana bakıyor; Suudisine, Mısırlısına, Tunuslusuna, Afganına, Hin K distanlısına... AB ülkelerine bakıyor. Hani, insan hakları diye ortalığı birbirine katan ülkelere. ‘‘Neredesiniz’’ diyor. Kendini anlatıyor anlamadığımız bir dilde. Bütün dillerde ortak olan ‘‘kardeş’’, ‘‘anne’’, ‘‘baba’’ diyor. Uzakları gösteriyor ve ağlıyor... Yatağa başımı koyduğum anda karşıma dikiliveriyor. Yıkılan binaları, savrulan eşyaları gösteriyor. Birlikte topluyoruz yıkıntılar içinde. Oyuncaklarını birlikte arıyoruz. Günlerdir gözlerimden gitmiyor o Filistinli çocuk. Baktığım her yerde onu görüyorum. Ne körmüş Birleşmiş Milletleri, Avrupa Birliği, IMF’si, NATO’su, nato kafalısı, ne körmüş! O Filistinli kara gözlü çocuk Filistin’de, Beyrut’ta öyle çıplak ayakla durdukça, başına bomba yağdıkça, evleri yıkıldıkça gözlerimin önünden gitmeyecek! İLAN YOZGAT 1. ASLİYE HUKUK (İŞ) MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2004/435 KARAR NO: 2006/638 Davacı S.S.K. Genel Müdürlüğü vekili Av.Fatih Yorulmaz tarafından davalı Osman Koç ve arkadaşları aleyhine açılan Rücuan Alacak davanın yapılan yargılaması sırasında verilen karar gereğince; Davacı S.S.K. Genel Müdürlüğü tarafından davalı Hür Sigorta A.Ş’ne karşı açılan davanın REDDİNE, Emrullah Susam mirasçıları ve Feridun Turan hakkında usulüne uygun açılmamış bir dava bulunmadığından bu konuda BİR KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Osman Koç hakkındaki davanın KABULÜ ile, 165.828.424 TL ’nin 30.05.1991 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte işbu davalıdan alınıp davacıya verilmesine, ilişkin verilen 15.06.2006 tarihli hüküm dahili davalılardan Feridun TURAN adına karar yerine kaim olmak üzere ilan olunur. 11.07.2006 (Basın: 35845) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle