21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Erdoğan’ın Bilinçaltı Başbakan yüksek yargı organlarına karşı dikkatsiz ve çok kırıcı oluyor. Hemen anımsarsak, bir önceki Yargıtay Başkanı Özkaya’nın yargı yılını açış konuşmasındaki ‘‘... sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerle İslami devlet kurmak heveslileri aynı amaçta birleşiyorlar’’ cümlesine karşı ‘‘çirkin ve olumsuz bir yaklaşım’’ nitelemesini yaptı. Başbakan neden sinirlendi? Yargıtay Başkanı’nın yukarıdaki tanımlamasında ‘‘çirkin’’ olan neydi? PENCERE toplantıda, Erdoğan’ın bir kenara itilmemesini, ABD’nin çıkarları için bir süre daha kullanılmasını istedi. Ya da bu anlama gelecek sözler ettiği basında günlerce yazıldı. Buna karşı Erdoğan’dan hiçbir tavır yok... Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, kendisinin bu derece aşağılandığı bir durum karşısında nasıl susabilir? Başbakan Müsteşarı Ömer Dinçer’i de ne olursa olsun korumaya azmetmiş bir tavır sergiliyor. Başbakanlık Müsteşarlığı bürokrasinin en üst makamıdır. Kimi zaman birçok bakandan daha önemlidir. Ama bu kişinin kitabında ‘‘bilimsel aşırma’’ yaptığı, bilim adamları tarafından saptandı. Bu yetmezmiş gibi, bu kişinin ‘‘Cumhuriyetin Müslüman bir yapıya devredilmesinin zorunluluk olduğu, bunun zamanının geldiği’’ hakkında kendi imzasıyla yazdığı makale artık herkes tarafından biliniyor. Kendisi de dolambaçlı yola sapmadan ‘‘bu düşüncelerinin arkasında olduğunu’’ söyledi. Başbakan bu sözleri söyleyen Dinçer’i hâlâ Başbakanlık Müsteşarı olarak tutuyor. Böyle şey olur mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel direklerine karşı olan bir kişi, devlet bürokrasisinin en üst noktasında nasıl tutulur? Erdoğan, AİHM’nin türbanı reddetmesi kararında da aynı tavırları sergilemişti. AİHM’nin hem kararına karşı çıkıyor, hem de ‘‘Din ulemasına sordular mı’’ gibi Avrupa’daki tüm ilgilileri kuşkulandıran sözler söylüyordu. Erdoğan bu önemli karara karşı verdiği yanıtta da bilinçaltındaki aynı ‘‘dinsel referans’’ kaynağına dönmüştü. Liderlik KİMİ yorumculara göre, Sayın Başbakan Cumhurbaşkanlığı’na aday olacağını açıklamıştır. Arkadaşlarımız, Makedonya dönüşünde uçakta söylediklerinden bu sonucu çıkarıyorlar. ‘‘Cumhurbaşkanında aranması gereken nitelikler’’in neler olduğu sorulmuş kendisine, o da ‘‘liderlik, ülkeyi temsil, toplumun tamamını kucaklama, herkese eşit mesafe, gerginlik yaratmama, birlik ve beraberlik zemini hazırlama, koordinasyon’’ diye yanıt vermiş. Nedense, en suskun adamlarımızın bile dili çözülüyor uçak yolculuğunda. Dokuzon kilometre yükseklerde uçmanın verdiği baş dönmesi mi, çevreyi sarıp yanlardan uzanan, koltuk arkalarından sarkan gazetecilerin ısrarlarına, patlayıp sönen flaşların şavkına dayanamayışın ivmesi midir nedir, hazretlerin dili hemen açılıyor. Tayyip Erdoğan da, devlet başkanında aradığı nitelikleri saymakla yetinmemiş, bir de şunları eklemiş: ‘‘Türkiyemizi özellikle temsilde ve ülkemizde barışa, sevgiye, birliğe, beraberliğe, dostluğa zemin hazırlayacak, bu zemini iyi koordine edecek, tabii ki bir lider özelliği olan insan olması...’’ ‘‘Liderlik’’ sözünü iki kez edişini ve AKP başkanı oluşunu göz önünde tutanlar, Erdoğan’ın kendisini geleceğin devlet başkanı saydığını düşünüyorlar. ma, sormaz mısınız: Gerçek lider, dolaylı yolla da olsa, lider olduğunu söylemek gereğini duyar mı? Atatürk’ün, Heyeti Temsiliye Reisi, Meclis Reisi, Başkumandan ve Reisicumhur Mustafa Kemal olarak, kendisi için ‘‘lider’’ sözünü ağzına aldığını hiç duydunuz mu? Liderin kazandığı liderlik vasfını başkaları kabul eder ve söyler. Seçim sisteminin garabeti ve öbür partilerin sünepeliği sayesinde vurmuş bir piyangonun belediye başkanlığından karışık yollarla birdenbire hükümet başkanlığına taşıdığı kişiye liderlik payesi biçmek pek kolay olmuyor. aldı ki, Sayın Başbakan’ın kişiliği de, kendince ‘‘Cumhurbaşkanlığı için gerekli’’ sayılan ölçütlerle karşılaştırıldığında hayli tartışmalı görünmektedir. Ülkeyi temsil ve toplumun bütününü kucaklama! Kayıtlı seçmenden sadece dörtte birinin oyuyla koltuğa oturan bir kişinin temsil niteliği ve her fırsatta vatandaşlarını tersleyişin kucaklayıcılığı mı? Sayın Başbakan, karikatür davası dolayısıyla, bir mahkememizin ‘‘birçok insanımızın evlerini ve yaşamlarını paylaştıkları sevimli yaratıklar’’ dediği kedilerin bile kalbini kırmış sayılmaz mı? Herkese eşit mesafe, gerginlik yaratmama, birlik ve beraberlik! Bunları da kapalı Kızılcahamam toplantılarında azarlanan AKP’lilere sormak gerekmez mi? Koordinasyon! AB’ye bir an önce üye olmanın ödün cömertliği ile Kıbrıs politikasında gelinen köşeye sıkışmışlık harika bir eşgüdüm görüntüsü değil midir? Gidişat Açık ve Seçik... İki bilim adamı 23 ilde 1846 kişiyle yüz yüze görüşerek bir araştırma yapmışlar... Araştırmanın adı: ‘‘Türkiye’de sosyal tercihler...’’ Gazetelere yansıyan bölük pörçük bilgilerden birkaçına göz atmakta yarar var... ? Konuşulanlardan yüzde 31’i diyor ki: Lisede kızerkek aynı sınıfta okumamalı.. Yüzde 46 Çocuğumu imam hatip lisesine gönderirim.. Yüzde 61 Kızım Müslüman olmayanla evlenemez.. Yüzde 49 Ramazanda lokantalar açılmasın.. Yüzde 29 Sorunlar AB’ye üye olarak çözülür.. Yüzde 65 Devlet memuru türban takabilmeli.. Yüzde 68 Öğrenciler türban takabilmeli.. Yüzde 67 İmam nikâhsız evlilik, evlilik sayılmaz.. Yüzde 51 Türkiye’nin çıkarları için insan hakları ihlal edilebilir.. Yüzde 40 Askeri yönetim daha iyi.. Yüzde 42 Turistler Türkiye’nin ahlakını bozuyor.. Vesaire... (Araştırmayı Prof. Ersin Kalaycıoğlu ile Doçent Ali Çarkoğlu 1846 kişi üzerinde çalışarak yapmışlardır.) Peki, bu sonuçlar bir demokratik bilinci mi yansıtıyor?.. ? Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan (ve kavganın gerçek nedenlerini örten) Haçlıİslam çatışmasından güç alan dincilik siyaseti Türkiye’de gün geçtikçe ağır basıyor... Laik Türkiye Cumhuriyeti bir yanı kanlı savaşlara dolanmış bu ağır süreçte kaynayıp gidecek mi?.. Bugün kesin olarak şunu söyleyebiliriz ki laik Cumhuriyetin ‘halk’ ve ‘devlet’ güçleri bu gidişata seyirci kalırlarsa, yenilgiyi de hak etmiş olacaklardır. ? Ankete katılanların yaklaşık yüzde 70’i diyor ki: ‘‘ İmam nikâhsız evlilik, evlilik sayılmaz...’’ Peki, erkek karısına ‘boş ol’ dediği anda bıçak gibi kesilip noktalanan şeriat nikâhı nasıl nikâh sayılıyor?.. Yüzde 67’nin yüzdesini bir yana bırakalım, yurttaş bu konuda okul öğretiminden geçerek bilgi ve fikir sahibi olabiliyor mu?.. Yoksa tarikat ve cemaatte şartlanıyor mu?.. İşin püf noktası burada!.. Çağdaş öğretimden geçmeyen, ama, dincilik propagandasında şartlanan yurttaşların gün geçtikçe çoğaldığı bir toplumda demokrasinin geleceği, yani ‘istikbali’ yoktur!.. ? Türkiye bir eğik düzeyde hızla kayıyor... Tarikat ve cemaatlerin toplum modelini oluşturdukları hiçbir ülkede çağdaş demokrasi kurulamaz... Ne kadar seçim yapılırsa yapılsın nafiledir... Demokrasi ‘insan, kişi, birey, yurttaş’ rejimidir... ‘Kul’ ya da ‘mümin’ rejimi değildir!.. Alev COŞKUN D A ört ay sonra 4’üncü yılını dolduracak olan AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan’ın davranış biçimi ve karakteri belli oldu. İktidara gelince, AKP’nin yepyeni bir parti, Erdoğan’ın yepyeni bir lider olduğu, AKP ve lider kadrosunun eski politik geçmişlerini, bağnaz dinci görüşlerini terk ettikleri belirtiliyordu. Görsel ve yazılı basının köşelerini tutan kimi yazarlar, AKP ve Erdoğan’ın yelkenini şişiren rüzgâr olmuşlardı. Hele AB yolunda kimi yasa değişiklikleri yapılınca, bunun ne derece büyük reformlar olduğu belirtiliyordu. Erdoğan eski ‘‘Milli Görüş zihniyetiyle’’ ilişkisini kesmişti, gömleğini değiştirmişti, o ilerici ve reformistti... Ne var ki, iktidarın 4’üncü yılına çok az kaldığı bugünlerde bu balonlar sönmeye başladı. Erdoğan her konuşmasında, her davranışında düşünce yapısını, bilinçaltındaki kimliğini açığa çıkarmaktadır. Onu ödünsüz destekleyen, alkışlayan köşe yazarları bile desteğini çekmiş görünüyorlar... AKP iktidarının üç önemli hedefi artık açıkça ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: 1. Devlet kadrolarının ele geçirilmesi: Başbakan bu hususu başbakanlığının ilk aylarında ‘‘Bizim vücut dilimizden anlayan bürokratlar’’ deyişini kullanarak tanımlamış, bu gibi kişilerin göreve getirileceğini vurgulayarak açıklamıştı. Şimdi devletin bütün kadroları AKP militanları ve özellikle imam hatip kökenlilerle dolduruldu. Eşi türbanlı olmayan önemli bir makama gelemiyor. En çarpıcı örnek, en son Merkez Bankası Başkanlığı’dır. 2. MÜSİAD’da örgütlenen İslamcı sermayenin güçlendirilip her türlü devlet ve yerel yönetim olanaklarından yararlandırılması AKP’nin en önemli politikasıdır. Buna bağlı olarak, yerel yönetimlerden bakanlıklara kadar ihaleler açıkça akraba, eş, dost, partililere verilir duruma geldi. AKP milletvekilleri bile bu durumdan şikâyet etmeye, tuz koktu demeye başladılar. ‘‘Ali Dibo’’ adı verilen kayırma ihaleleri gazetelerin manşetlerini süslemeye başladı. AKP kendi finanskapitalini yaratma uğraşısı içinde bulunuyor. 3. AKP ve Erdoğan için her şeyden önemli konu ‘‘türban’’ın kamu alanına yerleşmesi ve AKP’nin arka bahçesi olan imam hatip mezunlarına üniversitenin her dalına girme hakkı verilmesidir. Başbakan, kendisi için hazırlanan konuşma metninden uzaklaşınca ya da parti kongrelerinde yaptığı konuşmalarda, bir başbakana yakışmayacak söylemlere başvuruyor. Başbakan bu konuşmalarda genel olarak çok gergin, sinirli. Anlaşılıyor ki Başbakan çok yoğun ve yorgun. Her konuyu kendisinde topladığı için, refleks cevaplar, ağızdan kaçan yanıtlar, fevri tepkiler veriyor. Örneğin Başbakan yüksek yargı organlarına karşı dikkatsiz ve çok kırıcı oluyor. Hemen anımsarsak, bir önceki Yargıtay Başkanı Özkaya’nın yargı yılını açış konuşmasındaki ‘‘... sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerle İslami devlet kurmak heveslileri aynı amaçta birleşiyorlar’’ cümlesine karşı ‘‘çirkin ve olumsuz bir yaklaşım’’ nitelemesini yaptı. Başbakan neden sinirlendi? Yargıtay Başkanı’nın yukarıdaki tanımlamasında ‘‘çirkin’’ olan neydi? Kuşkusuz en son ve en çarpıcı örnek, Danıştay’daki son cinayetten önce yeni seçilen Danıştay Başkanı’nın konuşmasını ‘‘Bunları her yıl dinliyoruz’’ diyerek hafife almaya yeltenmesidir. Erdoğan’ın bilinçaltı Erdoğan’ın bilinçaltında yatan düşünce ve duygular, kanımca en açık bir biçimde Fransa’da Paris varoşlarında çıkan kalkışma hareketine verdiği yanıttan anlaşılır. Gençler harekete geçmişler, gösteri yapıyorlar. Fransa’da yetkili kişiler, ekonomistler, politikacılar, sosyologlar henüz bir şey söylemeden Erdoğan bu kalkışmaya teşhisi koydu ve bu hareketin ‘‘türbanın yasaklanmasından kaynaklandığını’’ söyledi. Erdoğan bilinçaltındaki türban sorununu böylece dışavuruyordu. Bir bakıma da Fransa’ya ‘‘Türbanı yasaklarsanız işte bunlar başımıza gelir’’ demek istiyordu. Kuşkusuz bu sözler anında Avrupa TV’lerinde ve basınında yer aldı. Fransa Başbakanı, Erdoğan’a yanıt vermek zorunda kaldı. Olaylar durulunca varoşlarda başlayan bu kalkışmanın tamamen ekonomik nedenlere dayandığı, iş güvenliğini zedeleyen bir yasanın hükümet tarafından Meclis’e gönderilmesiyle tetiklendiği, türbanla hiçbir ilgisinin olmadığı anlaşıldı. Ama Erdoğan’ın bilinçaltındaki bu sekter dinsel yaklaşım da not edildi... Avrupa’da Erdoğan için, kafalara kuşku düştü... 23 Nisan bayramında TBMM Başkanı Arınç, 21 yaşındaki bir genci Meclis kürsüsünde konuşturdu. Atatürk Cumhuriyeti’nin temellerine saldırılar sürdü. Arınç, ‘‘Egemenlik kayıtsız koşulsuz milletindir’’ ilkesine saldırı niteliğinde sözler etti, Erdoğan da bunlara katıldı. Ne yazık ki bunlar bardağın taşmasına neden oluyor. Üç önemli hedef TÜSİAD’ın görüşleri Bu bağlamda haziran başında (2.6.2006) TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Ömer Sabancı ve Mustafa Koç’un ortaya koyduğu görüşler son derece önemlidir. Genç Sabancı ve genç Koç kimliği ve TÜSİAD sorumluluğu ile hükümete çağrı yapmıştır. Şöyle ki: Yapılan her eleştiri hükümete karşı düzenlenmiş bir komplo olarak görülmektedir. Gündem laiklik ekseninde cepheleşmeye yol açacak konularla dolduruluyor ve yersizzamansız bir biçimde dini referanslı tartışmalar yapılıyor. Bizden olanlarolmayanlar çizgisi hükümet tarafından her gün derinleştiriliyor. TÜSİAD Başkanı Sabancı, ayrıca çok önemli bir tespit yaparak ‘‘laikliğin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal yapısına ve tüm toplumsal hücrelerimize derinlemesine nüfuz etmiş ve özümsenmiş bir yaşam biçimi’’ olduğunu belirtmiştir. Başbakan’ın, bunlara karşı ‘‘hortumları kesildiği için’’ böyle konuştukları biçiminde yanıt vermesine ne demeli? Siyasal yaşamda epeyce bilgi birikimi ve deneyimi olan bir kişi olarak, bu gerginlik haliyle hükümet etmenin çok zor olduğunu görüyorum. Başbakan’ın Kasımpaşalı kültürüyle yetişmiş olması, onun olaylara devlet geleneği çerçevesinde yaklaşmasını engellememelidir. Kurumlar arasında diyalog kurmak, gerginliği yatıştırmak, kısaca toplumu yönetmek, başbakanlara düşer... Ama demokrasi kültürü özümsenebilmişse... K Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi Mutlak koruma içgüdüsü Erdoğan’ın diğer bir niteliği, kendisine yakın olanları mutlak koruma altında tutmak istemesidir. Vefalı olmak başka şey, devlet yönetiminde hatalı hareket edenleri, ne olursa olsun bu bendendir, deyip korumak başka şeydir. Bunun en güzel örneği Zapsu olayıdır. Erdoğan’ın yakın danışmanı Zapsu, ABD’de bir BİZİM GAZETE tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 511 94 94 Abone: 0 212 513 83 00 Esas No: 2006/11 Davacı Dilek Kıray Tütüncü tarafından davalı Bülent Tütüncü aleyhine açılan boşanma davasında verilen karar gereğince, Sultandere Mah., Süzen Sok., No: 4, Blok K. 1, D: 5 Eskişehir adresinde olduğu bildirilen Davalı Bülent Tütüncü’nün belirtilen adreste bulunmadığı, yapılan araştırmalara rağmen tebligata yarar açık adresinin tespit edilemediğinden, duruşma günü ve saatinin ilanen tebliğine krarar verilmiş olup, Eskişehir ili, Merkez Şeker Mahl., C. 51, Hane No: 16’da nüfusa kayıtlı Abdullah ve Nazeli oğlu Eskişehir 01.07.1978 doğumlu, davalı Bülent Tütüncü’nün duruşma günü olan 27.07.2006 günü saat 10.15’te Mahkeme salonunda hazır bulunması veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesi, ilanın yayınlanmasına müteakip 15 gün sonra adı geçene tebliğ edilmiş sayılacağı, aksi taktirde duruşmanın yokluğunda yapılacağı ve karar verileceği hususu ilanen tebliğ olunur. (Basın: 29540) ESKİŞEHİR 1. AİLE MAHKEMESİ’NDEN ŞARKIŞLA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2002/132 Karar No: 2003/80 Davacı Nurdane Kiziroğlu tarafından davalı Ünal Kiziroğlu aleyhine açılan ‘‘boşanma’’ davasının yapılan açık yargılaması sonunda verilen karar gereğince, Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda ‘‘...Sıvas ili, Şarkışla ilçesi, Kandemir Mah. cilt 2, hane 49, BSN: 47’de nüfusa kayıtlı Veli ve Gülkız’dan olma 4.8.1964 doğumlu Nurdane Kiziroğlu ile yine aynı yerde nüfusa kayıtlı Hazim ve Zekiye’den olma, 06.01.1960 doğumlu Ünal Kiziroğlu’nun 4721 sayılı MK 166/1 maddesi gereğince boşanmalarına’’ karar verilmiş, davalıya tüm aramalara rağmen tebliğ edilemediğinden ve adresi meçhul sayıldığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiş olmakla, davalı Ünal Kiziroğlu’na ilan tarihinden itibaren yasal süre içinde temyiz etmediğinde kararın kesinleşeceği ilanen tebliğ olunur. 16.12.2003 Basın: 64235 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle