21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ 16 Müdahale ve arkası Ekonomide dalgalanma giderek kabarıyor, yoksullaşma da giderek köpükleniyor. AKP’nin Merkez Bankası’nın başına uygun gördüğü Durmuş Yılmaz ise anlaşılması zor, kuşku dolu, kopuk kopuk açıklamalar yapıyor: ‘‘Henüz ortalıktaki toz duman yatışmış değil’’, ‘‘Müdahalemiz simetrik değil. Belirli eşikleri geçince müdahale ederiz gibi değil’’, ‘‘Olasılığın nasıl cereyan edeceğini bilemem...’’ Aslına bakarsanız, özerkleştirilerek uluslararası piyasanın aktörü haline getirilmiş olan Merkez Bankası’nın Başkanı bir şeyi itiraf ediyor. Geçen hafta Malatya İnönü Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin düzenlediği ‘‘Ulusal Bağımsızlık İçin Türkiye İktisat Politikaları Kurultayı’’nda reddedilen şeyi itiraf ediyor: Tepeden tırnağa çaresiz bırakılmayı, bağımlılığı... İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun kurultayı açış konuşmasında çizdiği çerçeveyi yani: ‘‘Büyük oranda zengin ülkelerin, çokuluslu şirketlerin çıkarlarına uygun bir şekilde alınan kararlar sonucu; Cumhuriyetimizin ilk yıllarında kurulan KİT’ler özelleştirme adı altında ya üretimden çıkarıldı ya da yabancılaştırıldı. Bankaların yüzde 26’sı yabancı sermayenin eline geçti. Ulusal sanayi ve ulusal tarımımız uluslararası güçlerin hâkimiyeti sonucu ulusal özelliğini kaybetti. Kamu yatırımları önemli ölçüde azaltıldı.’’ Gözlerimizin önünde yaşananların arkasındaki geri plan Prof. Hilmioğlu’nun şu tümcesinde saklı: ‘‘Tamamıyla dış odakların kontrolünde böylesine bir ekonomik yapı, her tür siyasi ödüne açıktır.’’ Ceza ertelemesi Kültürsüzlüğe doğru Müzeler boşaltılıyor, müzelerdeki yazılar Talibanvari yöntemlerle silinmeye kalkışılıyor ve müzeler ile kütüphaneler ‘‘yerel’’e devrediliyor. Tasarı, Meclis komisyonunda... Sözde Kamu Yönetimi Reformu Tasarısı ile yapamadıklarını gıdım gıdım yasalaştırıyorlar. Ulusal müzeler ve kütüphaneler il özel idarelerine, belediyelere devredilecek. Çağdaşlaşma; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşma hedefi tersine döndürülecek. Kitaplar, müzeler; tüm Türkiye’ye sinsice yayılan gerici, donuk, küflü, içine kapanık, ortaçağcı kasaba kültürüne, taşra çoraklığına teslim edilecek... Yakın geçmişte kimi yazar ve sanatçılarımızla çocukluklarına ilişkin röportajlar yapmıştık. Halkevleri’nin kapatılış dönemini hep sokak ortalarına atılmış kitaplar, çamura bulanmış ciltlerle anımsamışlardı. Bir yok ediliş, yıkım süreciydi o. Aynısı yaşanmak üzere... Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hasan Hüseyin Akbulut, yapılmak istenenin Cumhuriyetin yarattığı uygarlığı, ulusal kültürü silmek olduğunu vurgularken İran’dan bir örnek verdi: ‘‘Humeyni’nin iktidara gelir gelmez yaptığı ilk iş, orkestranın sazlarını yakmak olmuştu...’’ Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen’i, idari yargı kararını uygulamaması nedeniyle açılan bir davada ‘‘yargı kararlarını süresinde ve aynen uygulamamanın kamu adına takibi gereken bir suç olduğu’’ gerekçesiyle 5 ay 20 gün hapis cezasına çarptırdı. İsen’in cezası, ‘‘bir daha suç işlemeyeceği kanaati’’ ile ertelendi. İsen’in benzer suçu işlediği iddiasıyla açılan başka davalar ise sürüyor... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Kahvenin Misyonerleri ‘‘Kahve misyonerliğinin’’ ne olduğunu, ‘‘espresso’’ ve ‘‘Made in Italy’’ ile özdeş bir alameti farikaya dönüştüren ‘‘Illy fabrikasını’’ bir grup Türk gazeteci gezerken öğrendik. Sekiz gazeteci, merkezi Trieste’de olan fabrikaya adım attığımız anda; ‘‘bir fincan kahve’’ etrafında nasıl bir ‘‘katma değer’’ yaratılabileceğini, yarı hayranlık, yarı kıskançlık duyguları arasında yaşadık ve gördük. Bir fincan kahvenin hatırı... ‘‘Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır!’’ sözü bizim... Gelin görün ki günümüz dünyasında, ‘‘bir fincan kahveyi’’, belleklere yerleştirmeyi başaranlar Türk değil, İtalyanlar. Bunu kıskandık. Ancak öte yandan ‘‘bir fincan kahve’’ üzerine konan ‘‘tutku’’ ve ‘‘özene’’ de hayran kaldık... ‘‘Illy’’lerin dedesi bu işe 1930’larda başlamış. Dededen dümeni teslim alan 2. ve 3. kuşak, ‘‘kahveciliği’’ yalnız ‘‘endüstriye’’ dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda bir ‘‘kültür’’, ‘‘sanat’’ ve ‘‘dizayn’’ simgesi haline getirerek dünya çapında bir ‘‘marka’’ yaratmış. Son on beş yılda gerçekleştirilen bu dönüşüm, ‘‘Illy’’yi, dünyanın dört bir yanında ‘‘Made in Italy’’ ile bütünleştirmiş. Brezilya’dan, Rusya’ya... ‘‘Made in Italy’’ dendiğinde ilk akla gelen markalardan biri artık ‘‘Illy’’. Ne oluyoruz? Eski DSP Genel Başkanı Rahşan Ecevit’in, yabancılara toprak satışı ile ilgili basın toplantısında verdiği kimi çok önemli ayrıntılar her nedense gazetelerde yer bulamadı. Medyanın es geçtiği Rahşan Ecevit’in açıklamalarından birkaç alıntı yapalım: Sınır köylerimizden alınan bilgilere göre Kilis Elbeyli’den Şanlıurfa Harran’a kadar yüksek fiyatlarla araziler alınmış ve ‘Bizlere lazım olana kadar sizler ekip biçin’ şeklinde sözleşmeler imzalanmıştır. Ayrıca 245 adet mesken alınmıştır. Tapular Doğu kökenli vatandaşlarımıza ait görülmektedir. Arkasında ise İsrailli bir şirket vardır. Ermenistan sınırında bulunan KarsAkyaka sınır kapısı bölgelerinde topraklarımızın neredeyse yüzde 20’si yabancılara satılmış durumdadır. Sınıra yakın olan ev, arazi ve tarlaların neredeyse tamamı artık yabancıların ellerindedir. Yunanlılar; 14 bin 500 kişiyle Çanakkale, Trakya, İstanbul, İzmir, Dikili ve Kuşadası’nda 4 bin 175 dekar arazi almışlardır. Satın aldıkları arazi ve taşınmaz malların yüzde 90’ı İstanbul ilimizdedir. Şimdi ticari şirketler kuruyorlar, yerli bankaları satın alıyorlar ve Karadeniz ile ilgilenmeye başladılar. İngilizler; Fethiye, Didim, Kuşadası, Kaş, Kalkan, Datça’da 32 bin dekar arazi almışlar ve Uzunada’yı da 1871 tarihli bir tapuya dayanarak ele geçirmeye çalışıyorlar. Rockefeller Vakfı da Türkiye’nin pilot bölgelerinde Türk gençlerine Osmanlı dönemi azınlık tapularının araştırmasını yaptırmış ve araştırma sırasında gençlerin elde ettiği belge ve kayıtlara el koymuştur. Bu bir istihbarat çalışmasıydı. Amerika’daki eski Osmanlı azınlıklarının torunları, Amerikan mahkemelerinde dava açmaya başladılar. Amerikan sigorta şirketleri bu davaları şimdiden sigorta etmiş durumdadır. Amerika’nın desteğiyle oluşturulmuş bu Yunanistan ve Ermenistan uyruklu grubun hedefi, Türkiye’de topluca toprak ve tazminat talebinde bulunmaktır. Rahşan Ecevit’in söyledikleri doğrudur, değildir, bilemeyiz; ama bir eski parti lideri ve başbakanın eşinin verdiği bu çarpıcı bilgiler, ürkütücü iddialar yok sayılabilir mi hiç? Kimse ‘‘Ne oluyoruz?’’ deme gereği duymuyor mu? O kadar mı teslim olduk? Markalaşmak: Vizyon, misyon, strateji Bunu ‘‘Yallah! Bir ‘Made in Italy’ markası yaratalım!’’ diye yola çıkarak yapmamışlar. Başlangıçta yapmak istedikleri şey sadece ‘‘kahvenin en iyisini ve en mükemmelini’’ yaratmakmış. Bunun için bilinen tüm kahve çekirdeklerini denemişler. Sonunda en rafine olduğunu düşündükleri ‘‘Arabica’’ kalitesinde karar kılmışlar. ‘‘Illy’’ kahveleri için 9 farklı ‘‘Arabica’’ çekirdeğini harmanlamışlar. Derken en gelişmiş ‘‘espresso makineleri’’ ve kahvenin kokusunu en iyi muhafaza eden ‘‘paketleme tekniklerini’’ icat etmişler. Bu işler için dünya üniversiteleriyle işbirliği yapan bir ‘‘araştırma laboratuvarı’’ kurmuşlar. ‘‘Illy ailesine’’, ‘‘kahvenin misyonerleri’’ lakabını kazandıran girişimler bunlar olmuş. Genç kuşak ‘‘Illy’ler’’, bu başarılarla yetinmemiş. ‘90’lara girerken kendilerine ‘‘global bir misyon’’, ‘‘strateji’’ ve ‘‘vizyon’’ biçmişler. Espresso kültürü ve piyasasını ‘‘biricikleştirmek’’ misyonunu, ‘‘küreselleşmek’’ stratejisi ile birleştirirken, vizyonlarını da ‘‘kahve endüstrisinde referans olmaya’’ endekslemişler. ‘‘Mümkün olan en iyi kalite kahve, yenilik, dünya çapında kimlik ve uluslararası skalada varlık göstermek...’’; sahip çıktıkları misyon, strateji ve vizyona yön vermiş. Kahve ihracatı için en elverişli ‘‘ambalajları’’ düşünürken şirketin ‘‘logosundan’’ ‘‘özel Illy kahve fincanlarının dizaynına’’ kadar; damak tadından estetiğe dek ‘‘fark yaratmanın’’ peşine düşmüşler. Bu amaçla ‘‘sanat ve dizayna’’ açılmışlar. Ünlü sanatçılarla genç tasarımcılara yalnız ‘‘Illy markası’’ ile özdeşleştirilen ‘‘kahve fincanları’’ sipariş etmişler. Her yıl belli sayıda üretilen ve satışa sunulan ‘‘dizayn Illy fincanları’’, artık ‘‘koleksiyon objeleri’’. Ünlü seriler ve artık örnekleri bulunmayan ‘‘fincanlara’’, astronomik rakamlar ödeyenler var. Biz Bizi Sevmiyoruz (Neden?) DENİZ BANOĞLU Ne zaman dış dünyayla başımız sıkışıp derde girse ya da siyaset arenasında Türkiye dar boğaza sokulduğunda ‘‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’’ der, kestirip atarız. Alışkanlık haline gelen bu deyiş, bana kalırsa çoktan değişti, daha doğrusu bu deyişi değiştirmeliyiz; çünkü AB, küreselleşme, insan hakları, demokratikleşme, düşünce özgürlüğü ile değiştirilmeye ya da yeniden tanımının yapılması için(!) olağanüstü çaba gösterilen laiklik, Kemalizm, ulusalcılık gibi kavramlar nedeniyle tam bir kafa karmaşasının yaratıldığı günümüz Türkiye’sinde, ‘‘Türk’ün düşmanı yine Türk’ün kendisidir’’ demek daha yerinde ve doğru olur. Çünkü, artık Türk’ün Türk’e dost olması şöyle dursun, Türk’ün kendisi kendisine tam bir düşman kesilmiştir. Evet sözün özeti, ‘‘biz bizi sevmiyoruz.’’, ‘‘biz bize düşmanız’’, ‘‘biz bize düşman hale getirildik’’. Burslu öğrenci olarak iki yıl bulunduğum Almanya’da tanıdığım gerek öğrenci, gerekse iş çevrelerinde rastladığım kimi Batı hayranlarının (ki içlerinde gazeteciler de vardı), ülkelerini ve insanlarını yabancı topraklarda nasıl aşağıladıklarına tanık olduktan yıllar sonra, bu kez mesleğim nedeniyle izlediğim ulusal ve uluslararası üst düzey toplantılarda, medyada, yayın dünyasında çoğunluk aynı durumla karşılaştım, karşılaşmaktayım: İç ve dış sorunlarıyla Türkiye’yi, eleştirel boyutları aşan bir bilinçli saldırıyla yermek. Bunca toplantının yakından bir izleyicisi olarak ben, başka hiçbir yabancı ülke bilim adamı, akademisyen, basın mensubu ya da sanatçısının, bizdekiler gibi ülkesini ve insanını, tarihini, sorunlarını vb. Türkler kadar eleştirel değil, saldırıya varan boyutlarda küçümsediğine tanık olmadım. Sanki otoriter, baskıcı, bir zamanların komünist ya da faşist rejimlerinin hüküm sürmekte olduğu bir ülkeyiz de, aydınlar ya da kendilerine aydın sıfatını yakıştıranlar, içeriden ülkesinin duvarlarını yıkmak için var gücüyle gayret harcıyor. Kimi kalemiyle, kimi romanıyla, kimi akademik gücüyle... Yazarı, çizeri, akademisyeni, üniversitelisi, üniversitesizi, aydını, aydınsızı, sivil toplum örgütleri ile koro halinde Türkiye’nin adeta üzerine çullanmış durumdalar. Çılgın Türkler’in yazarı Sayın Turgut Özakman’ın değindiği gibi, durum Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasındaki yıkıcı, çirkin muhalefeti çoktan geride bırakmış durumda. Türkiye adeta içeriden bir ihanet kuşatması altında. Psikolog ya da toplumbilimci değilim ki, ‘‘bizim bizi neden sevmediğimizin’’ analizini yapabileyim. Bu nedenle, bu ‘‘sevgisizlik ve düşmanlık’’ ruh halinin tahlilini uzman kişilere bırakıp, gördüklerimin, sadece ülkem adına, üzücü olmaktan öte, özür dileyerek ifade edeyim, utanç verici olduğunu söylemekle yetineceğim. Yoksa bir kadın avukatın, yaklaşık iki bin meslektaşının sırtlarında avukat cüppeleriyle protesto yürüyüşü yapmalarına, İstiklal Caddesi’nin bir yerinde, günlük kıyafetiyle seyirci kalarak ‘‘Sizler kontrgerillaya hizmet ediyorsunuz’’ diye bağırmasını nasıl izah edebilirim? ‘‘Ben KürtTürk kardeşliğine inanmıyorum, kendim için Kürt milliyetçisiyim diyebilirim’’ şeklinde, düşünce özgürlüğünü kullanarak kendini ifade eden bu avukat hanım için, bir yandan kimi basın ve kalemşorlar sayfalar dolusu övgüler düzerken, diğer yandan da sanki ‘‘amansız hastalığa tutulmuş yoksul biri ya da özürlü olması nedeniyle mesleğinden uzak kalmış bir ünlü sanatçı’’ imiş gibi, (üstelik uluslararası ödüller almış olduğu halde) kendisi için destek konserleri düzenleniyor ve halktan destek adına paralar toplanıyor. Aman Tanrım demekten başka söz bulamıyorum. Sonra görevi ve misyonu Türk ekonomisini, toplumsal durumunu irdelemek olan bir sivil toplum kuruluşu (TESEV) AB’den aldığı paralarla, ülkenin başka sorunu yokmuş gibi, modaya uyup, Ruhban Okulu’nun açılmasını gündeme getirirken, buna karşı olan kimilerini ve Türk zihniyetini yeriyor. Bir başka STK, uyum içinde birlikte yaşama adına, Osmanlı yemeklerinin aslında Osmanlı değil, etnik kökenli olduğuna dair bildik kişilerle bir ciddi(!) panel düzenliyor. (Ne kadar önemli bir konu!) Bir romancımız, düşünce özgürlüğü adına, soykırım iddiasında olan Ermenilere hoşgörülü davranmamız gerektiğini ısrarla vurgularken, Ermeni diasporasının düşmanca tutumunu göz ardı edip, onların da barışa el uzatmaları gerektiğine değinmiyor. AB yetmiyormuş gibi, içeriden de orduasker düşmanlığı yapılıyor. Türk sözünü kullanmak, Türk olduğunu söylemek utanılacak hale getiriliyor. Romancılarımız, akademisyenlerimiz yabancı ülke platformlarında ve dış basında Türkiye karşıtı söylemlerle bir gurur tablosu(!) sergiliyor. Ama şaşırmamak gerek.. Bir ülke ki, başındaki siyasi irade, Türkiye’nin çağdaşlığın simgesi Kemalizmi hâlâ ‘tutucu ideoloji’’ diye damgalıyor, varoluş nedenimiz, değiştirilemez ‘‘laiklik’’ ilkesini, bir Meclis Başkanı (görev ve sorumluluklarını aşarak) yeniden tanımlamak gereklidir diyebiliyorsa, elbette kimilerimiz de, AB’den yükselen Kemalist, laiklik ve daha da ileriye giderek ordu karşıtı seslere katılarak, işbirliği, gönül ve düşünce birliği yapar. Çünkü bu karşıtlık birilerini, hiç de o sıfata yakışmadıkları halde ‘‘kahraman’’ yapar, dış ülkelerde itibarını arttırır, içeride de ‘‘ayrıcalıklı, marjinal olma’’ konumunu sağlamlaştırır (Örnekleri çok). Türkiye’nin toprakları satılıyormuş, Dubaililerle, Araplarla işbirliği içinde, paralar dışarıya akıtılarak tarihi İstanbul gökdelenler cenneti haline getiriliyormuş, imam hatip mezunları bürokrat kademelerini sarmalıyormuş, Lozan tartışma gündemine oturtulup, Avrupa haritalarında doğu bölgesi Kürdistan olarak gösteriliyormuş, Cumhuriyetin sanat, kültür, eğitim, felsefesi çöpe atılıyormuş. Türkiye dış güçlerce neredeyse bölünme noktasına getiriliyormuş (vb. daha niceleri)... kimin umurunda? Onlar illa da demokrasi (kendilerine), illa da düşünce özgürlüğü (kendilerine), insan hakları (kendileri için) peşindeler. Bu karşıtlık, bu düşmanlık, ülkede yaratılan kamplaşma sona ermediği ‘‘biz bizi sevmediğimiz, biz bize düşman olduğumuz’’ sürece, kaybeden ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.. Tehlikeli bir yol ayrımındayız, olaylara, gelişmelere geniş açıdan bakmasını öğrenmemiz gerek. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Kültür, sanat sponsorluğu Kültür ve sanat ‘‘sponsorluğuna’’ çok önem veren ‘‘Illy’ler’’, yeni yazarlara da yol açmaya çalışıyor. Trieste kahvehanelerinin tezgâhlarında mesela, ‘‘espresso’’nuzu yudumlarken kısa zamanda göz atabileceğiniz 1015 sayfalık küçük kitapçıklar buluyorsunuz. Kahve teması etrafında yazılmış küçük hikâye kitapçıkları bunlar. ‘‘Illystroies’’ (İlly öyküleri) adı altında yayımlanan kitapçıklar; ‘‘genç yazarlara’’ hızlı ve hoş bir tanıtım fırsatı sağlıyor. Klasik reklamdan çok, tanıtımını böyle değişik yöntemlerle yapmayı yeğleyen ‘‘Illy’’, 130 ülkede ‘‘günde 6 milyon fincan kahve’’ içiriyor. ‘‘Knowhow’’ını da, fabrikasının çatısının altında kurduğu ‘‘Kahve Üniversitesi’nde’’ (www.unicaffe.it); kahve meraklıları ve otelcilik, restoran işinde çalışanlara öğretiyor. Dünyanın her yerinde aynı özellikleri taşıyan ‘‘Illy Bar’’lar da kahvehaneler ‘‘markanın’’ önemli bir diğer ayağı. İstanbul’da bir ‘‘Illy Bar’’ açmak istiyorsanız, Rio de Janeiro’dan Berlin’e milim değişmeyen, aynı konsept ve dekorda bire bir ortamı yaratmak zorundasınız. Konsepti, Illy geliştiriyor ve belli bir rayiç karşılığında size satıyor. Kahveyi efsaneye dönüştüren ‘‘Illy’’ bu arada tabii para basıyor. Kahvenin ‘‘Ferrari’’si olarak anılan şirketin (2004’teki) konsolide gelirleri 205 milyon, net kârı 8 milyon Avro! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 17 Haziran www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Alçakgö1 nüllülük. 2/ Soyundan ge 2 linen kimse... 3 Manda yavrusu. 3/ Mısır 4 unu, tereyağı 5 ve peynirle 6 yapılan bir tür 7 bulamaç... Bir cetvel türü. 4/ 8 Yüksek birine 9 sunulan bilgi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ya da dilek. 5/ Şen, ra1 V A R A G E L E hat... Ankara’nın SinT E K E can ilçesinde arke 2 A T E Ş K Ü P olojik bir vadi. 6/ El 3 R E D İ F li şiniklik tahıl ölçe 4 A Ş İ Y A N R E F A V O R İ ği... Güneş doğma 5 G NO T A M dan önceki alaca ka 6 E T R AMP A ranlık. 7/ İçi kremalı 7 L E K bir tür pasta... Gele 8 E K Ü R İ P A Y cek. 8/ Güneyden 9 E P E MA Y A esen yel... ‘‘Doğar midelerden nur topu ihtilaller’’ (F.N. Çamlıbel). 9/ Osmaniye ilinde bir baraj. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İpleri örerek, düğümleyerek yapılan bir el sanatı. 2/ İskambilde koz... Küçük lüle durumunda ve kıvrımlı saç. 3/ Hiçbir ülkenin uyruğunda olmayan kimse. 4/ Donuk renkli... İcraat. 5/ Bayındırlık... Değiştokuş, takas. 6/ Japon mafyasına verilen ad... Nazi partisinin askeri polis örgütü. 7/ ‘‘ atına binmiş çalım satıyor’’ (Türkü)... Yasal olmayan cinsel ilişki. 8/ Posta sürücüsü... Hayvanın bir yanındaki yük. 9/ Engel... Aziz Nesin’in bir tiyatro oyunu. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle