14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 MAYIS 2006 PAZARTESİ 4 HABERLER ATO Başkanı Aygün, azınlık vakıflarının çok büyük bir güç haline getirildiğini söyledi: 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK Tasarı dinamit lokumu gibi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Vakıflar Yasa Tasarısı’nın yasalaşmasıyla azınlık vakıflarının bağış toplamalarının ve mülk alıp satmalarının önündeki engellerin kaldırıldığını belirterek ‘‘Azınlık vakıflarının hak talep ettiği binlerce mülk arasında Ayasofya ve Fatih Camisi de bulunuyor. Yasa tasarısı dinamit lokumu gibi. Azınlık vakıfları çok büyük bir ekonomik ve siyasi güç haline getiriliyor’’ değerlendirmesinde bulundu. Aygün, yaptığı yazılı açıklamada, Atatürk’ün ‘‘devlet için tehdit oluşturacak ölçüde güçlenmelerini önlemek’’ amacıyla 1936’da azınlık vakıflarının Saldırganlık... Önce Cumhuriyet gazetesini üç kez bombalama, sonra da Danıştay 2. Dairesi’nin toplantısını basarak başkan ve üyelerini kurşuna dizme. Saldırganlık apaçık ortada ve kanlı sonuçlarıyla bütün topluma yönelik açık bir tehdit. Saldırganlık, üzerinde çok araştırma yapılmış bir sosyal psikoloji konusudur. Bu çalışmalara kısaca bakıldığı zaman bile olayı aydınlatan nedenlere ulaşılabilir. Saldırganlığın nedenlerinin başında ‘‘öğrenme’’ gelmektedir. ‘‘Öğrenme: İnsanlarda saldırganlık büyük ölçüde onların ne öğrendiğine bağlıdır. Bir çocuğa saldırganlığın kabul edilebilir olduğunu öğreten her şey onda saldırganlığı genel olarak arttıracaktır; saldırganlığın yanlış olduğunu öğreten her şey de tam tersi bir etki yapacaktır. Ancak saldırganlıkla ilgili öğrenmelerin çoğu bundan daha özgüldür. İnsanlar, bir durumda saldırmayı, bir başkasında saldırmamayı; bir kişiye saldırmayı ama bir başkasına saldırmamayı ve belirli bir türden engellenmeye karşı saldırmayı ama başka bir çeşit engellenmeye karşı saldırmamayı öğrenirler.’’ (SOSYAL PSİKOLOJİ, FreedmanSearsCarlsmith, 1993) Bu bilimsel gerçeğe göre bu saldırganlara ‘‘kime, kimlere, nereye, neden saldırmalarının doğru olduğunu’’ acaba ‘‘kim, kimler nasıl öğretiyor?’’ Bu olaylarda yapanlar kadar yönlendirenler ve yaptırmaya özendirenler de suçlu olmuyor mu? ‘‘Pekiştirme: Böylesi bir öğrenmeyi sağlayan ilk süreç pekiştirmedir. Belirli bir davranışı ödüllendirildiğinde bir bireyin o davranışı gelecekte yineleme olasılığı artacaktır; cezalandırıldığında ise bu olasılık azalacaktır.’’ (aynı yapıt) Sürekli olarak bir gazeteye, bir kuruma, kurumlara yönelik sözel saldırılar, aşağılamalar, hedef göstermeler işte bu tür pekiştirmelerdir. Saldırganlığın meşrulaştırılmasıdır. Saldırganlığın ödüllendirilmesidir. ‘‘Taklit: Bir çocuk diğer insanları saldırgan davranırlarken ve saldırganlıklarını kontrol ederken gözler ve onları kopya eder. Sözle saldırmayı, bağırmayı, sevmeyi, eleştirmeyi, şiddete başvurmayı, insanlara yumruk ya da taş atmayı, binaları havaya uçurmayı öğrenir. Ayrıca, eğer hoşgörülebiliyorsa bu davranışlardan her birinin hangi durumlarda hoşgörüldüğünü öğrenir.’’ (aynı yapıt) Saldırganlığın bu nedeni, özellikle lider konumunda olan kişilerin davranışlarının nasıl yol gösterici olduğunu, hangi davranışlara nasıl yön verdiğini açıklamaktadır. Eğer bir grubun ya da kesimin lider kadrosu saldırganlığın örneklerini gösteriyorsa orada bu tutumun örnek alınması toplum psikolojisi açısından gidilmesi gereken bir yol olmaktadır. Şimdi bu bilgilerin ışığında olaylara bakıldığı zaman hemen görülecektir ki bu tür saldırılar ‘‘münferit olaylar’’ ya da ‘‘meczup, çılgın, aklını kaçıran kişilerin işleri’’ değildir. Bu saldırılar belirli ideolojik temeli olan, belirli bir kesime bağlı kişilerin öğrenilen, pekiştirilen, liderlerinde örneklerini gördüğü girişimleridir. Bunların yapılmasının bu kişilere söylenmesine gerek de yoktur. Elbette bu tutumlar böylesi işleri düzenlememişlerdir ama tutumları, davranışları ve sözleri ile yarattıkları saldırgan ortam çeşitli kişilere farklı etkiler yapacaktır. Onun için de bu olaylardaki sorumluluk görünenle sınırlı kalmayacak, görünenin arka planını da kapsayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir sınavdan geçmektedir. Bu havanın en kısa zamanda değişmesi zorunludur. Aksi takdirde hiç kimse can güvenliğinden emin olamayacaktır. Cumhuriyetin bütün kurumları el ele vermeli ve harekete geçmelidir. Eğer bu tehlike karşısında da bütünleşilmezse herkesin kendi can derdine düşmesi kaçınılmazdır ve hiç beklenmeyen her şey olabilir. Hükümetin sorumluluğu büyüktür. Büyük Millet Meclisi’nin duruma el koyması gerekir. Türkiye bu zor dönemeci kendi büyüklüğüne yakışır biçimde geçmek zorundadır. Elbette bu dönemeç de zor da olsa aşılacaktır. Ve ‘‘Türkiye Cumhuriyeti ebediyen bağımsız, laik ve uygarlık yolunda yaşayacaktır’’. email: erdalatak?superonline.com erdalatak?gmail.com www.erdalatabek.com ? Azınlık vakıflarının hak talep ettiği binlerce mülk arasında Ayasofya ve Fatih Camisi’nin de bulunduğunu belirten Aygün, tasarının yasalaşması halinde misyonerlik faaliyetlerinin de hız kazanacağını öne sürdü. mülk edinmelerini yasakladığını anımsattı. Vakıflar Yasa Tasarısı’nın bu haliyle yasalaşmasıyla azınlık vakıflarının bağış toplamaları ve mülk alıp satmalarının önündeki tüm engellerin kaldırıldığını anlatan Aygün, ‘‘Böylece azınlık vakıfları çok büyük bir ekonomik ve siyasi güç haline getiriliyor. Bu yasa tasarısı dinamit lokumu gibi’’ değerlendirmesinde bulundu. Lozan Antlaşması’nın azınlıkların mal edinme haklarını ‘‘dinsel, hayri, sosyal ve eğitsel ihtiyaçlar’’la sınırlandırdığını belirten Aygün, Yasa Tasarısı’nın bu koşulu da ortadan kaldırarak Lozan Antlaşması’nı deldiğini bildirdi. Aygün, söz konusu Yasa Tasarısı’nın yasalaşması halinde misyonerlik faaliyetlerinin de hız kazanacağını öne sürdü. şunları kaydetti: ‘‘Azınlık vakıflarının üzerinde hak talep ettiği binlerce mülk arasında Ayasofya ve Fatih Camisi de bulunuyor. Bu yasa kapsamında ikisi de elimizden çıkabilir. 1920’lerde 8 milyon gayrimüslim ve 19 tane vakıf bulunurken, bugün 150 bin gayrimüslim ve 161 azınlık vakfı var. Bunların 78’i Rum vakfı. Türkiye’de 1800 civarında Rum yaşıyor. Her 23 Rum’a bir vakıf düşüyor. Türkiye’nin tapu kadastrosu tamamlanmadığı için ortada kime ait olduğu bilinmeyen pek çok gayrimenkul Batı Trakya’daki Türkler AB’nin baskısıyla 161 azınlık vakfına gayrimenkullerinin iade edileceğini kaydeden Aygün, açıklamasında bulunuyor. Özellikle İstanbul’da mülkiyeti tartışmalı binlerce bina bulunuyor. AB ‘Bu yetmez. Üçüncü şahıslara geçen malları da iade edin’ diyor. OsmanlıTürk vakıflarının da Avrupa’nın dört bir yanında malları bulunuyor. Biz neden Osmanlı vakıf malları için talepte bulunmuyoruz? AB, Batı Trakya’daki Türk azınlığın hakları konusunda neden bu kadar duyarlı değil? Batı Trakya’da Türkler ikinci sınıf insan muamelesi görüyor. Türk adını kullanmaları engelleniyor. Kamulaştırma yoluyla arazileri ellerinden alınıyor. Müftülerini seçemiyorlar. AB Batı Trakya’daki insan haklarına aykırı bu duruma neden müdahil olmuyor?’’ KÖŞK’E BAŞVURDU TUĞLUK HaberSen, TRT için inceleme istedi ? TRT’nin yasa ve anayasadan uzaklaştığını belirten HaberSen Cumhurbaşkanlığı’na başvurarak Devlet Denetleme Kurulu’nun harekete geçirilmesini istedi. FIRAT KOZOK ‘Çözüm yolu diyalog’ DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Demokratik Toplum Partisi (DTP) Diyarbakır İl Örgütü’nün 1. Olağan Kongresi’nde, AKP’ye Kürt sorununun çözümü için cesaretli olunması çağrısı yapıldı. Demirok Tesisleri’nde gerçekleştirilen kongreye DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DTP’li ilçe ve ilk kademe belediye başkanları, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile kalabalık bir partili grubu katıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir konuşmasında kendisi hakkında açılan soruşturmalara değinerek, ‘‘Bana iki emanet verilmiştir. Biri Allah’ın bana verdiği candır, onu da ancak Allah benden alabilir. Diğeri ise halkın bana teslim ettiği iradedir. Onu da ancak halk benden alabilir. Onun dışında beni görevden almakla, beni cezaevine almakla bu travma çözülmez’’ diye konuştu. Baydemir konuşmasını Kürtçe tamamladı. DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk ise Kürt sorunu karşısında sürekli çözümsüzlükte ısrar edildiğini savundu. AKP’ye seslenen Tuğluk, Kürt sorununun çözümü için cesaretli adımlar atılması çağrısı yaptı. Tuğluk şöyle devam etti: ‘‘Şiddet hiçbir zaman çözüm olamaz. Kürt sorunu operasyonlarla çözülemez. Sorun, Kürtlerin muhataplarıyla oturmakla çözülür. Diyalog ve demokratik çözüm için yine çağrıda bulunarak cesaretli olmalarını istiyoruz. Kürtler savaş istemiyor. Artık acı içinde yaşamak istemiyor. Ortak vatanda ortak ve özgür birliktelik istiyor.’’ ANKARA HaberSen, AKP iktidarıyla birlikte TRT’de yaşanan değişimi Cumhurbaşkanlığı’na şikâyet etti. Sendika, Devlet Denetleme Kurulu’nun TRT konusunda görevlendirilmesini istedi. HaberSen Genel Başkanı Esin Yelekçi Cumhurbaşkanlığı’na yaptığı başvuruda, ‘‘Ocak 2004 tarihinden itibaren kamuoyuna yansıyan gelişmeler, TRT’nin anayasa ve yasalarla belirlenen çerçeveden uzaklaştığını ve TRT’nin ehil olmayan kişilerce yönetildiğini göstermektedir’’ dedi. TRT haber bültenlerinde ve programlarında toplumun farklı kesimlerinin istemlerinin yansıtılmadığını ve tek taraflı yayınlar yapıldığını belirten Yelekçi, ‘‘Özellikle haber bültenlerinde tüm muhalif kesimlere sansür uygulandığı, eylem ve etkinliklerine yer verilmediği belgelerle sabittir’’ görüşünü dile getirdi. Kurumdaki kadrolaşma ve harcamaları anımsatan Yelekçi, bazı programlara yönelik sansür uygulamalarına değindi. Son olarak kurum tarihinde görülmemiş bir şekilde tüm TRT kanallarının 3 saat boyunca karardığını anımsatan Yelekçi, şunları kaydetti: ‘‘Ekranlarda sayıları hızla artan dini yayınlar, toplumun çeşitli kesimlerince kaygıyla izlenmektedir. Çeşitli kademelere atanan üst düzey yöneticilerin belirli sürelerle görevden alınıp yerlerine yenilerinin atanması, eğer bir yönetim zaafı ise inceleme altına alınmalıdır. Yok eğer yönetim zaafı değilse, basında da sık sık dile getirildiği gibi, kendi yandaşlarının yüksek ek göstergelerle emekliliğe hak kazanmaları için yapılmış manevralardır ve görevin kötüye kullanılması nedeniyle hukuksal işlem başlatılmalıdır. TRT ekranları ve radyoları, 2 yıldır AKP hükümeti dışındaki tüm siyasi kesimlere, muhalefete kapatılmıştır. Sansür, olağanüstü dönemleri aratır boyutlara gelmiş, Köy Enstitüleri’nin programda konu edilmesi engellenmiş; Uğur Mumcu’nun sözleri, Aziz Nesin’in öyküleri yasaklanmıştır. Turgut Özakman, nedensiz biçimde yasaklı listesine konmuş, bu nedensiz yasağa uymayan kişiler görevlerinden alınmıştır. Hatta, İstanbul Radyosu’nun yöneticileri barış konulu bir programı sansürlemek istemiş, sansüre boyun eğmeyen bir yapımcıya kınama cezası vermişlerdir. Bu tablo, TRT gibi halkımız ve ülkemiz açısından önemli bir kurumu her geçen gün yıpratmakta, güvenilirliğini azaltmaktadır.’’ Yelekçi, TRT yönetiminin 12 Ocak 2004 tarihinden bu yana yaptığı çalışmaların DDK tarafından denetlenmesini istedi. Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe, deniz üssüne karşı İskenderun’da protesto gösterisi yaptı. TKP, ABD askerlerini izlemek için komite kurma kararı aldı ‘Deniz üssü’ne protesto AKIN BODUR İSKENDERUN Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe, ABD’nin İskenderun Limanı’nı deniz üssü olarak kullanmak istemesini protesto etti. Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı Aydemir Güler ABD askerlerinin İskenderun’daki faaliyetlerini izlemek için bir komite kuracaklarını söyledi. Amerikan askeri, İskenderun Limanı’nı haziran ayından itibaren deniz üssü olarak kullanmak için hazırlıklarını sürdürürken, önceki gün Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe Atatürk Anıtı önünde ‘‘İskenderun bizimdir. İşgalci ABD’yi istemiyo ruz’’ mitingi düzenledi. ‘‘İran’a saldırıya ortak olma, kalleşlik yapma!’’ yazılı dev pankartın asılı olduğu alanda büyük çoğunluğu genç 3 binden fazla kişi toplandı. ‘‘İskenderun Limanı satılık değil’’, ‘‘Yurtsever Cephe’den ABD’ye geçit yok’’, ‘‘Genelkurmay , hükümet, adımına dikkat et’’ sloganları atan kitleye yönelik bir konuşma yapan Yurtsever Cephe İskenderun Temsilcisi Nergis Örs miting çalışmalarının DYP’li İskenderun Belediyesi’nce engellenmek istendiğini belirtti. Asker İnisiyatifi Temsilcisi emekli yüzbaşı Murat Pabuç da ‘‘İskenderun’a kurulacak ABD Deniz Üssü’nden komşularımıza, Arap, Kürt ve Türk halkına ölüm taşınacak. Olay bu kadar basit’’ dedi. MİHR Vakfı, İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerini ‘cehennemlik’ diye nitelemişti Gülünç şikâyete OMÜ’den ret ? Fakülte öğretim üyeleri, ‘‘Yapılan suç duyurusunu ciddiye almak, söz konusu vakfa adeta güç katarak bu uygulamanın, vakfın laikliği başka biçimlerde kötü kullanmasına sebebiyet verebilecektir’’ dedi. CEMİL CİĞERİM SAMSUN ABD’de ‘‘University Of Allah’’ adlı üniversite kuran MedeniyetİrfanHayırRef (MİHR) Vakfı’nın, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi’ndeki görevli tüm öğretim üyelerinin ‘‘cehennemlik’’ uygulamalar içinde olduğu gerekçesiyle kamu davası açılması istemi üzerine başlatılan soruşturma tamamlandı. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma yetkisinin OMÜ Rektörlüğü’nde olduğunu belirterek görevsizlik kararı verdi. Bunun üzerine Rektörlük soruştumayı yürütmesi için Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bilal Dündar’ı görevlendirdi. Prof. Dr. Dindar, iddialar üzerine başta İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Zümrüt olmak üzere fakültedeki tüm öğretim görevlilerinin yazılı ifadele rini aldı. Zümrüt ve tüm öğretim görevlileri ifadelerinde, ‘‘Yapılan suç duyurusunu ciddiye almak, söz konusu vakfa adeta güç katarak bu uygulamanın, vakfın laikliği başka biçimlerde kötü kullanmasına sebebiyet verebilecektir. Laiklik ilkesi ile ne olduğu belirsiz İslamı yanlış öğretenleri sorgulayacak ve yargılatacak bir vakfın isteğinin ciddiye alınması kabul edilemez’’ dediler. Öğretim gö revlileri ifadelerinde ayrıca İlahiyat Fakültesi’nde YÖK tarafından onaylanan program çerçevesinde eğitimöğretim sürdürüldüğünü vurguladı. Dekan Prof. Dr. Dindar, yazılı ifadelerin ardından yaptığı inceleme sonucunda iddiaları doğrulayacak kanıt bulunamadığını belirtti. Dindar’ın hazırladığı fezleke üzerine toplanan OMÜ Disiplin Kurulu da şikâyetin dayanağı olmadığına karar verdi. Yargıtay Onursal Başsavcısı Savaş ‘Ölüm tehditleri alıyorum’ DUISBURG (AA) Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş, Duisburg Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından düzenlenen toplantıda ölüm tehditleri aldığını belirterek ‘‘Ve bunlar artarak devam ediyor’’ dedi. Danıştay üyelerine saldırının Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik olduğunu belirten Savaş, ‘‘Memleketin ve Cumhuriyetin korunması için, Atatürk ilke ve devrimlerinin korunması için birlik içinde olunması gerekir. Türkiye Batılı dostlarına boyun eğmemeli, yoksa bize baskı oluştururlar’’ diye konuştu. Vural Savaş, Danıştay’ın son türban kararları alınınca hedef haline geldiğini belirterek ‘‘Yakın koruma tahsis edilseydi bu olay olmazdı’’ dedi. Türkiye’de gerçek bir demokrasinin bulunmadığını savunan Savaş, ‘‘Vatandaşın yüzde 60’ı mevcut hükümetten memnun değildir. Azınlık oylarıyla hükümeti ele geçirmişlerdir. Böyle bir partinin Cumhurbaşkanlığı’nı ele geçirmesi felaket olacaktır’’ diye konuştu. Savaş, Türkiye’nin AB’ye girmek için büyük bir çaba harcadığına işaret ederek ‘‘AB’ye üye olmadan Gümrük Birliği’ne üye olan Türkiye’yi uyutmuşlar. Almanlar en büyük hedefin entegrasyon olduğunu söylüyorlar, aslında istedikleri şey, asimile etmek. Kimse bunun farkında değil’’ görüşünü savundu. Alparslan Arslan isimli katil sanığının yakalanması tesadüf müydü? Bir arkadaşım sabah telefon edip bu konudaki yorumumu sordu. Aslında bir gözüpek polis, son dakikada kapı önünde üzerine atlayıp yakalamasaydı, şimdi Türkiye belki de başka bir noktada olacaktı. Cumhuriyet’e üç gün üst üste bombaları atanlar yakalanamamıştı. Eğer Danıştay saldırısı sırasında katil sanığı yakalanmasaydı, Cumhuriyet’e saldırının faillerinin de öyle kolay kolay ortaya çıkmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü polisin üzerinde yürüdüğünü söylediği izler pek de bu örgüte çıkacak gibi görünmüyordu. Bence, katliam şebekesinin ipuçlarının ele geçirilmesi ve belli başlı faillerinin yakalanması yeni bir durumdur. Katilin üzerine atlayan polisin cesareti belki de çok şeyin ortaya çıkması için önemli bir başlangıç olabilir. Cumhuriyet’e ve Danıştay’a saldıranlara baktığımız zaman ekibin ülkücümilliyetçi bir ideolojik ve örgütsel zemine dayandığı Örgütümüzü Tanıyalım artık şüphe götürmeyecek kadar açık bir hale geldi. Alparslan Arslan’ın saldırı öncesi sürekli telefonla konuştuğu Muzaffer Tekin’in kimliği, kaldığı villa üzerinde derin derin düşünmemizi gerektiren bilgiler içeriyor. Tekin’i, İstanbul Göztepe’deki apartmanın yöneticisi İlyas Hacıhaliloğlu, Milliyet gazetesine şöyle anlatıyor: ‘‘Başörtüsüyle ilgili bir tavrı yoktu. Kızı ile eşinin başı açıktı. Hatta kızı oldukça açık ve modern giyinir. Kendisini Atatürkçü bilirdik.’’ Apartmanın girişindeki Türk bayrağının hafta başında Tekin tarafından asıldığı öne sürüldü. ??? Deneyimli gazeteci Faruk Bildirici ise Muzaffer Tekin’in babasının bizim kuşağın yakından tanıdığı bir isim olduğunu ortaya çıkardı. Bu isim, gazeteci İlhami Soysal’ı kaçırıp dövenlerden Yarbay Salih Raci Tekin’di. İlhami Soysal, o yıllarda Genelkurmay başkanı olan Orgeneral Cemal Tural aleyhinde yazı yazdığı için kaçırılıp dövülmüş ve tehdit edilmişti. Bu saldırıyı yapan ekibin Özel Harp Dairesi’nin alt örgütü olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu’na bağlı olarak çalıştığı söylenmişti. Bu konu üzerinde daha ciddi araştırmalara gerek olduğu bir gerçekti, ancak olay örtülmüştü. Muzaffer Tekin’in arandığı için saklandığı tripleks villanın fotoğrafları gazetelerde yer aldı. Emekli astsubay ve lüks bir villa, bunun da ilgi çekici olduğunu söyleyebiliriz. ??? Katil sanığı Alparslan Arslan’ın ve azmettirici olduğu iddiasıyla yakalanan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in evlerinden çıkan dokümanların neler olduğunu Sabah gazetesinden Erdal Şimşek yazdı. İşte Arslan’ın evinden çıkanlar: Türk Solu dergisi, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği’ne ait Türkeli dergisi, İleri dergisi. Tekin’in evinden çıkanlar da şunlar: AKP’nin Teslimiyet Belgeleri, Annan Planı’na Hayır başlıklı MHP’ye ait broşürler, İstihbarat ve Gerilla elkitabı, Yeni Hayat dergisi. ??? Ülkemizde son 40 yıldır siyasi cinayet ve bombalamalara tanık olduk. Bunların birçoğunun devlet içindeki bazı güçlerle ilişkisi olduğuna ilişkin ipuçları ve belgeler ortaya çıktı, ancak hiçbir zaman sonuna kadar gidilemedi. Her siyasetçi büyük olayların arkasından ‘‘Nereye kadar gidilecekse oraya kadar gidilir’’ türünden sözler söyledi. Ancak daha sonra umut kırıcı sonuçlar ortaya çıktı. Bilgiler ve belgeler buharlaşıp kayboldu. Yeni bir katliam ve cinayete kadar bu böyle gitti. Bu kez de ortaya serilen bilgiler umut verici. Ancak nereye kadar? Örneğin Muzaffer Tekin isimli emekli yüzbaşı kimin adamı? O kime bağlı çalışıyordu? Kendi kendine durduğu yerde ‘‘durumdan vazife çıkardığı’’ söylenebilir mi? Onun arkasını araştıracak, daha güçlü odaklara doğru ilerleyebilecek bir demokrasi ve hukuk gücüne sahip miyiz? Bir yerlerinden bir şeyler yakalandı. Tetikçiler ve ilk kademe örgüt ortaya çıkarıldı. Acaba buradan ikinci katmana atlanabilecek mi? İşte şimdi Türkiye yeni bir sınavdan daha geçiyor. Şu bizim örgütün ne menem bir örgüt olduğu daha net aydınlatılabilecek mi? Bu süreç Türkiye’nin yakın geleceğiyle ilgili. Cinayet şebekeleri çökertilirse, bunların devlet içindeki bağları aydınlatılırsa, Türkiye daha güvenli bir ülke olur. Türkiye, hukuk devleti olma yönünde adımlar atabilir. Eğer bu becerilemezse demokratik, laik hukuk devleti aramaya devam ederiz. Örgütün izini sürmeye devam edelim. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle