19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 MAYIS 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Hazine 8.5 milyar YTL ’lik yüklü borç ödemesi, Merkez Bankası ise faiz kararıyla sınav verecek 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Piyasaları terletecek hafta NECDET ÇALIŞKAN Ders Almak! Bu cumartesi, 27 Mayıs, 1960’ta Demokrat Parti’nin askerler tarafından ülke yönetiminden uzaklaştırılmasının 46. yıldönümüdür. Seçimle gelen bir yönetimin askeri bir hareketle yerinden edilmesi, kuşkusuz onaylanamaz. Yine de, 27 Mayıs’a, nedenleri ve sonuçlarıyla bakmanın, bugünün siyasal gidişinin algılanması açısından çok yararı vardır. ??? Olayın öncesi, iktidardaki Demokrat Parti’nin (DP), adım adım, baskıcı bir yönetime yönelmesidir. Muhalefete oy verdiği için Kırşehir ili cezalandırılır, ilçe yapılır; gazete ve dergiler kapatılır, yayın yasaklarıyla basın özgürlüğü iyice kısıtlanır; besleme basın yaratılır; siyasete yolsuzluk karışır; din dersi ortaokullarda zorunlu kılınır; muhalefetin toplantılarına saldırılar düzenlenir; memurlar, iktidar partisi tarafından oluşturulan ‘‘Vatan Cephesi’’ne kaydedilir; bu cepheye üye olanların adları radyodan okunur; iktidar partisi içinde bu gidişe karşı çıkanlar, uyarı yapanlar partiden atılır; ‘‘Nifak Cephesi’’ olarak nitelendirilen muhalefeti ve basını sorgulama ve giderek yargılama amacıyla Meclis’te ‘‘Tahkikat Komisyonu’’ kurulur. Hukukun temel evrensel ilkelerini göz ardı eden, Meclis çoğunluğunun her şeyi yapabileceğini düşünen ve örneğin, milletvekillerine ‘‘Siz isterseniz hilafeti geri getirebilirsiniz’’ diyen bir anlayış hükümet etmekte; ülke baskıcı bir karanlığa sürüklenmektedir. Ülkenin demokrasiden, özgürlükten, laiklikten, hak ve hukuktan yana güçleri, özellikle de basın, üniversite ve kamu çalışanları, bu karanlık gidişe karşı çıkar; uyarılar yapar. Temel hak ve özgürlüklerle, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü ve üniversite özerkliği gibi siyasal haklar savunulur. Hızlanan ekonomik ve toplumsal değişim, bu isteklere ekonomik ve sosyal hakların da eklenmesi sonucunu verir. Bu olumsuz gidişe karşı çıkışın öncülüğünü, tüm ilerici, laik ve demokrasiden yana kesimleri ve öbür siyasal partileri yanına almayı başaran CHP yapar. ??? Kısa bir sürede hazırlanarak halkoylamasına sunulan 1961 Anayasası, bu ülkenin şimdiye dek sahip olduğu en demokratik anayasadır. Anayasa, yalnız temel hak ve özgürlükleri güvence altına almaya çalışmakla kalmaz, bunların temelini oluşturan ekonomik ve sosyal hakları da ilk kez ülkenin yasal yapısına yerleştirir. Türkiye, sol ile tanışır. Sosyal adalet, dönemin çekici kavramıdır. Toplusözleşmeli, grevli sendikal hakların tanınması; sosyal güvenlik; çalışma, eğitim ve sağlığın yurttaşın hakkı olduğunun anayasal kayda alınması; siyasi partiler ve seçim konusunda katılımcı bir anlayışla yapılan demokrasiyi geliştirici düzenlemeler; yargı bağımsızlığını ve yargı erkini yürütme karşısında güçlendirecek kurumsal düzenlemeler, 1961 Anayasası’nın başlıca köşe taşlarıdır. Daha sonra, 1965’te işbaşına gelen ve DP’nin devamı olduğunu vurgulayan hükümet, anayasa ile ülkeyi yönetemeyeceğini dile getirmeye başladı. Anayasa uygulanmadı; dinamitlendi. İç ve dış koşulların toplumu yeniden bir çatışma ortamına sürüklemekte olduğu gerekçesiyle, 12 Mart 1971’de, 1961 Anayasası’nı budamayı amaçlayan ikinci askeri hareket yapıldı. İzleyen yıllardaki ağır siyasal ve ekonomik çalkantılar da 12 Eylül 1980 faşizan rejimini getirdi. Tüm demokrasi söylemlerine, bu yöndeki yasal düzenlemelere ve aradan çeyrek yüzyıl geçmiş olmasına karşın, ülke, 12 Eylül rejiminden bir türlü kurtulamıyor. Tersine, yeniden karanlık bir gidişin korku ve kaygıları, toplumun ufkunu karartıyor. ??? Tarih, ders almak için vardır. En başta iktidardaki AKP olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinin, özellikle de Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in öldürülmesinden sonra, başta 27 Mayıs olmak üzere, geçmişten gerekli dersleri çıkarmaları gerekir. Ders alma gerekliliği, yaşamsal bir önem kazanmaktadır. Onca acı deneyimden sonra laikliğe dayalı rejimin demokratik süreçlerin işletilmesiyle korunması kesin bir zorunluluktur. Uluslararası para trafiğinin gelişmekte olan ülkelerin tersine dönmesi ve Türkiye’de artan siyasi gerilimle birlikte piyasalarda yaşanan dalgalanmalar, bu hafta da yatırımcılara zor günler yaşatacak. Döviz: Geçen hafta yabancılar ile açık pozisyonu olan bankaların dövize olan talebi, doları 1.50 YTL ’nin, Avro’yu ise 1.90’YTL’nin üzerine ta şıdı. Kısa vadede doların 1.451.55 aralığında hareket etmesi beklenirken uluslararası piyasalardaki olumsuz beklentilerin artması durumunda doların 1.60 YTL’yi de geçebileceği belirtiliyor. Faiz: Cuma akşamı kapanışta yüzde 15.41 ile bu yılın en yüksek seviyelerine çıkan bono faizlerini etkiyecek en önemli gelişme, Hazine’nin ihaleleri. Perşembe günkü Merkez Bankası’nın (MB) faiz kararına bağlı olarak bono faizlerinin yüzde 1416 arasında dalgalanacağı tahmin ediliyor. Borsa: 39 bin 644 puanla bu yılın en düşük noktasına gerileyen İMKB’de Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı ile ilgili gelişmeler ve IMF’nin 3 gün gecikmeli olarak bugün sona ermesi beklenen görüşmelerinden gelecek sonuçlar takip ediliyor. Piyasa da ‘‘olumsuz’’ haberlerin artması durumunda endeksin 39 bin puanın da altına inmesinin olası olduğu belirtiliyor. Bu hafta piyasaların yakından izleyeceği gündem maddeleri şöyle: 22 Mayıs Pazartesi (bugün): 5 yıl vadeli YTL cinsinden değişken faizli tahvil ihalesi. 23 Mayıs Salı: Hazine, 23 ay vadeli YTL cinsinden iskontolu tahvil ihalesi yapacak. 24 Mayıs Çarşamba: 7 milyar 839 milyon YTL’si piyasaya, 711 milyon YTL’si de kamu kurumlarına olmak üzere toplam 8 milyar 550 milyon YTL’lik iç borç geri ödemesi yapılacak. 25 Mayıs Perşembe: MB Para Politikası Kurulu toplantısı. Yaşanan koşullar nedeniyle yüzde 13.25 olan gecelik faizlerde yeni bir indirim beklenmezken ‘‘faiz arttırımının bile gündemde’’ olabileceği belirtiliyor. Vergide tek numara geliyor BODRUM (AA) Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Gelir Vergisi Yasası’nda değişiklik yapılacağını, bu konudaki çalışmaların sürdüğünü bildirdi. Gelir Vergisi Başkanlığı tarafından Bodrum’da 29 ilin Vergi Dairesi Başkanları ile yapılan toplantıda konuşan Unakıtan, ‘‘Kayıt dışı ekonomiyle mücadele etmeye kararlıyız. Türkiye’de kayıt dışı problemi çözülmeli. Bu süreçte vatandaşlık numarasıyla vergi numarası aynı olacak. Yapılan çalışmalar artık son aşamaya geldi. 1520 gün sonra bu çalışma hayata geçecek’’ TBox’ın ihracat yaptığı ülkeler 20’yi de aştı Kutudan çıktı, dünyaya sığamadı ADANA (AA) Türkiye’nin ilk sıkıştırılmış giysi koleksiyonu olan Boyner Holding’e bağlı TBox, dünya markası olmak için hedef büyüttü. Yılın 4 aylık döneminde 450 bin ürün satışı gerçekleştiren firmanın, geçen yıl 410 bin adet olan ihracat rakamını da yüzde 200 oranında arttırarak 1 milyon 300 bin adede çıkartmayı hedeflediği bildirildi. TBox Genel Müdürü Dilek Şensoy, firma olarak geçen yıl yaklaşık 1 milyon 500 bin adet ürün satışı yaptıklarını söyledi. Yılın 4 aylık döneminde ise yaklaşık 450 bin adet ürün sattıklarını belirten Şensoy, yıl sonu ciro hedeflerinin 30 milyon YTL olduğunu ifade etti. Şensoy, yurtdışında şu anda ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Almanya, Avusturya, İngiltere, İrlanda, İtalya, Yunanistan, İsviçre, Ukrayna, Romanya, Bosna Hersek, İsrail, Dubai, Endonezya, Singapur, Filipinler, Costa Rica olmak üzere 20 ülkeye ihracat yaptıklarını anlattı. Yurtdışından ürünleri için oldukça fazla talep olduğunu belirten Şensoy şunları söyledi: ‘‘2006 yılı hedeflerimiz arasında ihracat yaptığımız ülke sayısını arttırmak yer alıyor. Pazara yeni giriş yapmayı planladığımız ülkelerse İspanya, Polonya, Hollanda, Portekiz, Tayland, Malezya. Geçen sene 410 bin adet ürün ihracatı yaptık, bu sene yaklaşık 1 milyon 300 bin adedi hedefledik. Yani yüzde 200 gibi bir büyüme hedefimiz var.’’ [email protected] DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ 19 Aralık’ta, Türkiye’ye dışarıdan bakan, biraz da ‘‘paranoyak’’ bir gözlemcinin (PG) ilginç öngörülerini aktarmıştım. Geçen hafta içinde Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi kırılmalar, benim kavrama gücümü aşınca, yine PG ile konuştum. PG, şimdi, ‘‘AKP döneminin artık kapandığına’’ inanıyor; Başbakan’ın ‘‘sokak şamatası’’ olarak nitelediği protestolara büyük önem veriyor. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA özellikle kadınların özgürlüklerine bir tehdit olarak görüyorlar.’’ Sanırım benzer bir gelişmeyi, piramidin en altında da görmek olanaklı. Bu kesim hem yoksulluktan hem de AKP’nin kültürel/dini alanlarda vaatlerini yerine getirememesinden şikâyetçi. PG’ye göre bu sonuncusu, ‘‘AKP içindeki oportünist/liberal kesimle, tabandaki radikal çevreler arasındaki bağları iyice zayıflattı. Böylece otonom hareketlerin, uluslararası radikalizmden (El Kaidecilikten) etkilenmesinin ya da düş kırıklığından kaynaklanan bir nihilizmin önü açıldı. Provokasyonlara açık bir ortam oluşturdu’’. erginy?tr.net Bir ‘Paranoyak Gözlemci’nin Notları kullanım tarihi geldi. Türkiye’deki medya da, bu yüzden AKP’yi terk etti’’ diyor PG. PG’ye göre, bu gelişmelerin arkasındaki sınıfsal dinamikleri de görmek gerekiyor: ‘‘İktidar blokunun, tek başına hükümet kurabilecek, ABD destekli, AB’ci bir parti olarak AKP’ye açtığı kredinin arkasında, ekonomide istikrar, Kürt sorununda yeni açılımlar, AB sürecinde ilerleme, IMF programlarında süreklilik beklentisi vardı. Ama, bir AKP hükümetinin, ‘ılımlı İslamın’ iktidara yaklaşmasının, yan etkileri öngörülemedi.’’ ‘‘Örneğin’’ diyor PG; ‘‘AKP ile birlikte yükselen sermaye gruplarının, holdingleşen cemaatlerin ekonomik ve kültürel talepleri karşılandığı ölçüde, ülkenin geleneksel iktidar blokunun lider fraksiyonu giderek sıkışmaya, AKP’ye karşı ikili bir tutum geliştirmeye başladı: IMF söz konusu olunca destek, daha fazla güçlenmesini önlemek için köstek’’. ‘‘Kimi büyük sermaye gruplarının aniden ulusalcı refleks göstermeye başlamasının, uluslararası dostlarının, aniden radikal İslam tehlikesinin ayırdına varmalarının arkasında sanırım bu dinamik var’’ diyor PG ve ekliyor: ‘‘Ordunun ve bürokrasinin üst kademesinin devletin ‘kurucu ilkelerinin’ tehlikeye girmeye, İsrail gibi müttefiklerin Türkiye’nin siyasal İslamın eline geçmeye başladığından yakınmaya başlamaları da AKP’nin yalnızlaşma sürecini hızlandırdı.’’ ‘‘Sınıflar piramidinin ortasında da AKP’ye tepki var’’, ‘‘Ülke içi talebe ve ihracata dayalı kesimler (ithalata, taşeron üretime dayalı olanların aksine) işsizliğin iç talep üzerindeki etkilerinden, kredilerin giderek alınamaz, ödenemez hale gelmesinden, kur politikasından yakınmaya’’ başladılar. ‘‘Kentli orta sınıflar ise giderek ağırlaşan ekonomik koşulların yanı sıra, AKP’nin uygulamalarının laik demokratik düzene, ulusal bağımsızlığa, nihayet yaşam tarzlarına, Kesişme gerçekleşti PG, Türkiye’de ekonomik, siyasi ve jeopolitik kriz eğilimlerinin kesişmeye başladığını savunuyordu; şimdi kesişmenin tamamlandığına inanıyor. Şimdi, ‘‘IMF reçetesinden kaynaklanan ekonomik kriz eğilimlerini, yine IMF reçetesiyle çözmeye kalkmanın ateşe benzin dökmek olacağını’’ söylüyor. ‘‘Ancak’’, diyor, ‘‘büyük sermayenin, kendi programlarını (örneğin, SSK Yasası) kabul ettirebilmek için hâlâ IMF sopasının arkasına saklanmaya gereksinimi var.’’ PG, ABD’nin bölgedeki varlığının Türkiye açısından bir jeopolitik krize yol açacağına inanıyordu. ‘‘Şimdi, Rusya’nın enerji piyasalarındaki gücü belirginleşti; ABD’nin İran karşısında seçeneklerinin sınırlı olduğu anlaşıldı; Irak’ta bölünme dinamikleri artık geri döndürülemez bir aşamaya, Kerkük patlama noktasına geldi’’ diyen PG, böylece ‘‘Türkiye’nin bölgede aktif bir rol oynamaya zorlandığına’’ inanıyor; ‘‘Bu zorlamaya direnen kalmadı, bile bile lades olacak’’ diyor. ‘‘Türkiye’nin sınıra büyük çaplı güç kaydırmış olması, krizin kapıya dayandığını gösteriyor.’’ PG’ye göre ‘‘Siyasi kriz çoktan başladı’’; ‘‘Hükümet zaten dış desteğini, dolayısıyla sebebi hayatını yitirmişti’’. ABD yönetiminde güç dengeleri realistlerden yana değişti; Ortadoğu’da ‘demokratikleştirme’, sivil toplum örgütleri yoluyla rejim değişikliği modeli terk ediliyor; ordu ve medya aracılığıyla istikrar arayışı öne çıkıyor. ‘‘AKP gibi ‘hibrid’ oluşumların son ‘Sokak şamataları’ deyip geçmeyin... Ancak PG’ye göre AKP’nin kaderini, büyük kentlerdeki orta sınıfların tavrı belirleyecek. Nasıl yani diye soruyorum, ‘‘Bunlar bugüne kadar hep en umarsız kesimi oluşturmadı mı’’? PG’ye göre: ‘‘İlk örneklerini 1980’lerde Filipinler’de ve Güney Kore’de gördüğümüz yeni bir olgu söz konusu. Kentli orta sınıfların protesto gösterileri, Kore’de askeri rejimi, Filipinler’de Marcos’u devirdi. 1989 ‘devrimleri’, orta sınıf talepleriyle, 1789’u anımsatan ‘özgürlük ve dayanışma’ sloganlarıyla gerçekleşti. Geçenlerde Tayland’da seçimleri, oyların yüzde 50’sinden fazlasını alarak kazanan Thaksin, kentli orta sınıfların eylemleri karşısında istifa etmek zorunda kaldı. Fransa’da hükümetin iş yasasını gerileten öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu kentli orta sınıftan gelmiyor mu? Küreselleşme karşıtı, savaş karşıtı eylemlerde de ihmal edilemez bir orta sınıf varlığı söz konusu değil mi? Nihayet, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Lübnan’daki ‘renkli devrimlere’ bakınız. Bunlar hem sosyolojik hem de kültürel açıdan kentli orta sınıfın damgasını taşımıyorlar mı?’’ Ben tam itiraz etmeye hazırlanırken PG, bir kaşını havaya kaldırarak bu kez bir teorisyen edasıyla ekledi: ‘‘Sosyalizmin ‘yenilgisi’, ‘Gösteri toplumunun imaj ekonomisinin egemenliği ve yeni teknolojilerin getirdiği iletişim kolaylığı çok önemli! Bu kesim genellikle iyi eğitimli, konuşmayı seviyor; yeni teknolojileri, cep telefonu, internet, fotoğraf, video, müzik (imaj yaratma araçlarını) en etkin biçimde kullanabiliyor. Dahası, kent orta sınıfları, toplumun, küreselleşmeye, bu yolla gelen tüketim kültürünün etkilerine, bireysel özgünlük ‘kültüne’ en açık kesimini oluşturuyor. Bu nedenle bu kesim özgürlük, bağımsızlık, çağdaşlık gibi kavramları, içeriklerini de fazlaca sorgulamadan kolaylıkla benimseyebilir ve savunabilir. Bu kesim hareket etmeye başladığında, meydanları, TV ekranlarını kolaylıkla doldurabiliyor. Çıkardığı gürültü, eylemini koordine etmedeki becerisi, sanat ve medya alanından aldığı doğrudan destek (üyeleri zaten bu kesimi oluşturuyor), bu kesimin hızla kendini, ‘Gösteri toplumu’ içinde, (medyanın vazgeçilmez katkısıyla) toplumun bütününün yerine ikame etmesine olanak sağlıyor. Hükümetler, bir süre sonra, bu basıncı göğüsleyemiyor, sonunda, kulaklarına fısıldanan ‘önerilere’ uyarak iktidarı terk ediyorlar.’’ PG, ‘‘Perşembe günkü olayların Türkiye’de de bu kesimin hareketlenmeye başladığını, eğer bu hareketlilik, abartılı bir şiddete yol açmadan, ‘Gösteri toplumunun’ kuralları içinde belli bir süre sürdürülebilirse, toplumsal desteği, dağınık, örgütsüz ve yüzde 30’larda dolaşan AKP’nin bu basınca dayanamayacağından’’ kesinlikle emin. Ancak PG, AKP’nin yerine kimin/neyin aday olduğunu çok merak ediyor; bu konuda çok iyimser değil... PG’nin yanından ayrılırken; ‘‘İlginç fikirler, ama ne de olsa, sürece dışarıdan bakan bir gözlemci, üstelik de paranoyak eğilimleri var’’ diye düşündüm. Olup bitenlerin mutlaka çok daha basit bir açıklaması vardır... CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle