23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Montrö Boğazlar Sözleşmesi Tartışmaları II PENCERE Şaşkınlar Ülkesi... Bizim takıyye partisi AKP’nin iktidarıyla şeriatçı Arap dünyasının sultanları arasındaki al takke ve külah ilişkileri ses duvarını aştı... Elhamdülillah şirket mirket, holding molding kesimindeki ‘‘stratejik ortaklıklar’’a diyecek yok!.. Ya Arap sultanlarıyla pıtrak gibi açılıp gelişen aşna fişneye ne diyelim?.. İslamcılığın böylesi pek lüks oluyor, Arap’ın görgüsüzlüğü üzerine yükselen şatafatın nafile namazını kılmak, alçakgönüllü Müslümanlığın erdemine ters düşüyor... ? Katar Şeyhi Hamid bin Halife oğlunu binbir gece masallarına yakışır bir düğünle evlendirdi... Başbakanımız RTE’nin eşi Emine Hanım ile Amerika’da yaşayan kızı Sümeyye bu düğüne katıldılar... Emine Hanım, danışmanları ve korumalarından oluşan 11 kişilik bir ekiple Katar’ın başkenti Doha’daki Ritz Carlton Oteli’nde ağırlandı... Emine Erdoğan düğün öncesi ellerine motifli kına yaptırmıştı... Katar’ın başkenti Doha’yı gezmeye çıkarken de lilâ rengi bir türban takmış, aynı renkte uzun ceketli ve etekli bir elbiseyle yine aynı renkte bir ayakkabı giymişti... Peki, düğünde ne giymişti?.. Vallahi bilmiyorum, gazetelerde bu konuda bilgi yok!.. Çünkü düğün haremselamlık üzerine yapılmış, fotoğraf çekilmesin diye önlemler alınmış... Katar şeyhliği tam İslamcı, şeriatçı, dinci... ? Emine Hanım yoksul ve düşkün İslam coğrafyasındaki zengin ve görgüsüz Katar şeyhliğinde düğüne katılırken Türkiye’de Diyarbakır hop oturup hop kalkıyordu... Emine Hanım’ın kocası Recep Tayyip Bey de sıkıntı içindeydi; ülkede huzuru kundaklamak isteyenlere karşı televizyonda konuşuyordu... Ne diyordu?.. ‘‘Terör bu topraklarda zemin bulamaz!..’’ Ekliyordu: ‘‘Türk milleti var olma mücadelesini ‘Ya istiklâl, ya ölüm’ diye kazandı...’’ Ve altını çiziyordu: ‘‘Tek millet.. Tek vatan.. Tek bayrak olarak sonsuza dek birlikte olacağız...’’ Ama, Sayın Başbakanımızı dinleyenlerin aklına daha önceki söylemi geliyordu... Ne demişti RTE: ‘‘Camiler kışlamız.. Kubbeler miğferimiz.. Minareler süngümüz.. Müminler askerimiz..’’ Vaktiyle böyle konuşup şimdi ‘‘milletvatanbayrak’’ nutkunu atan RTE, dönmüş müydü?.. Yoksa takıyye mi yapıyordu?.. ? Türkiye, şaşkınlar, ne dediğinden habersizler, ne yapacağını ve nasıl davranacağını kestiremeyenlerin yönettiği bir ülkeye dönüştü... Ne olur kendimize gelelim!.. Türkiye’nin Gölgesinde KIBRIS’A dikkat: Anadolu’nun güneydoğusunda olduğu gibi, güneyinin deniz ötesinde de Türkiye Cumhuriyeti’ne ters düşen bir şeyler olmakta. Onların olmasını sağlayan özgürlük ve demokrasi ortamının yine bu Cumhuriyetçe sağlandığı unutularak. Ankara’da kurulan yeni Türk devleti Lozan’da diretmeseydi, bugünün güneydoğusu da İngiliz mandası altındaki Irak’a bağlanacak, sonrasında Saddam rejiminin ve şimdiki Amerikanİngiliz işgalinin altına düşecekti. Bugün Irak Kürdistan’ının yarım yamalak özerkliğine aldanılmamalı: Amerikanİngiliz egemenliği, düpedüz bütün Irak üzerine çöken emperyalist işgalden başka bir şey değil. Diyarbakır’daki kıpırdanışlara öncülük edenler bunu nasıl unuturlar? Kıbrıs’ın kuzeyi de 1974 harekâtıyla Türkiye’nin askeri güvencesi altına alınmasaydı, şimdi çoktan Yunan egemenliği altına düşmüş, bugünün siyasal kadroları, iktidarı ve muhalefetiyle, dış sürgünde bir yerlere sığınmış olacaktı. AB’yi arkalarına alıp Türkiye’den koparak Rum şemsiyesiyle Avrupalı olmaya heveslenenlerin de bunu unutmaması gerek. Elbet, çizilen bu paralelde birbirine uymayan, hatta özde farklı olan yanlar bulunabilir. Ama, ortak bir nokta var ki, o da Türkiye Cumhuriyeti’nin özveriler pahasına sağladığı özgürlük ve demokrasi nimetinin değerini bilmeyiştir. on aylarda Kuzey Kıbrıs’ta olanlar hayli ilginç: Orayı yönetenler, zaman zaman, Türkiye’nin yeni uzlaşma paketini de aşan ödünlere kalkışmakta, Ankara’nın tutumunu daha da zayıflatıcı sözler etmekteler. Örneğin, ‘‘Türk askerinin çekilmesini sağlarız, Maraş’ı bırakırız; AB’nin yarım yardımını Rum yönetimi eliyle uygulanacak da olsa kabulleniriz’’ türünden sözler devlet başkanlığını da elinde bulunduran iktidar partisindekilerin ağızlarındadır. Bu sözlerden hemen sonra Ankara’dan gelen yalanlamalar fayda etmemekte, teslimiyetçi tutumlar yine sürüp gitmektedir. Tuhaf olan, her defasında bu tutumların Türkiye’yle uyum içinde sürdürülmekte olduğu izleniminin verilmesidir. Geçmişte Annan Planı’nın kabulündeki uyumun bile, ‘‘Türkiye ile’’ değil, aslında ‘‘Türkiye’deki iktidar’’la uyumdan ibaret olduğu unutuluyor. Anadolu’yu bilenler ve görenler, halkta Kıbrıs’a bakışın Lefkoşa ve Ankara’daki iktidarlardan farklı olduğunu, kimsenin adadan vazgeçme ve asker çekme yanlısı olmadığını da bilirler. aha da tuhaf olanı, Kuzey Kıbrıs’ta CTP iktidarını eleştirerek Annan Planı’nda anayasaya aykırı yönler bulup hukuk yollarına başvurmak isteyenlerin sanki Türkiye’ye ters bir davranışa kalkışmışlar gibi bir izlenim içine düşmüş ya da düşürülmüş olmasıdır. Oysa, gerçek durum bunun tam tersidir: Bilmelidirler ki, kendileri bu eleştiri ve girişimlerinde, asıl Türkiye’yle ve anavatanın halkıyla tam uyum içindedirler. T D S İÜ ürkiye uzun süre çevresel sorunlarla da tek başına bırakıldı. Başta İstanbul Tuna Nehri’nin kirletici etkisi altında kaldı ve bundan Karadeniz ve boğazlar zarar gördü. Gemi balast sularıyla gelen başta taraklımedüz olmak üzere yabancı türlerden Karadeniz’deki balık avcılığı olumsuz etkilendi. Indipendenta kazasında 94 bin ton, Nassia’da 30 bin ton petrol denize döküldü ve İstanbul halkı adeta bir petrol denizinde yüzdü. Yanan gemilerde bir çok denizci öldü. 55 millik bir alan petrol kirliliği altında kaldı. Hâlâ bu kazaların olduğu bölgelerde deniz dibinde birikmiş, lodos veya poyraz havalarda kıyıya vuran katılaşmış petrol artıklarına rastlamak mümkündür. Bu bölgenin çok tehlikeli bir su yolu olduğunu sadece biz denizciler değil, bütün dünya denizcilik uzmanları kabul etmektedir. Sözleşmenin imzalandığı dönemde 50’nin üzerindeki balık av dalyanından günümüzde sadece 3 tane kaldı ve geleneksel balıkçılık alanları adeta tanker/petrol otoyolu haline geldi. İstanbul halkının nefes alacağı boğazlardan her gün artarak geçen yüzlerce paslı, çirkin ve standart dışı gemi yüzünden hepimiz rahatsız olmaya başladık. Birçok çevresel sorunu, mal ve can kayıplarını adeta sineye çektik. Ama sözleşmeyi dengeli bir şekilde uyguladık. Rusya’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusundaki pozisyonu birçok bakımdan önemlidir. Çünkü dünya piyasalarına tek güvenli petrol sevkıyatı yapacağı yer Türk boğazlarıdır. Ve boğazların kapasitesi ve fiziki koşullarının zorlandığını Rus yetkililer de bilmektedir. Bu gerçeği de gören Hazar Boru Hatları Konsorsiyomu’nun gündeminde BurgazDedeağaç ve Kıyıköy/İbrice limanı gibi alternatifler var ve bu projeyi hızlandırmak için çaba gösteriyorlar. Uluslararası Denizcilik Örgütü’nde (IMO) yapılan son tartışmalar Rusya Federasyonu’nun petrol hammaddesi naklinde Baltık ülkelerinin engelleriyle karşılaştığını gösteriyor, çünkü özel duyarlı deniz alanları ve Marpol konusunda yapılan yeni düzenlemeler başta Kuzey Denizi, Baltık Denizi ve Batı Avrupa sularında deniz kirliliğini azaltmak ve tehlikeli yükleri güvenli taşımak için ek önlem olarak çift cidarlı tankerleri öne çıkarıyor, her ne kadar Rusya Federasyonu bu Prof. Dr. Bayram ÖZTÜRK Su Ürünleri Fakültesi Dekanı kadar geniş bir deniz alanının koruma bölgesi ilan edilemeyeceğini itiraz etse de Erika ve Prestige gibi deniz kazaları AB ülkelerinde belli bir dayanışma ve deniz koruma anlayışını beraberinde getiriyor. Diğer yandan, Rusya’nın dünya sahnesinde yeniden başrol oynama çabaları, yeni donanma hazırlaması veya Karadeniz donanmasını Akdeniz’e çıkarması gibi kararları da boğazlar sözleşmesine engel olabilir. Ancak ne olursa olsun sözleşmenin ruhu başta Türkiye ve diğer Karadeniz ülkelerinin güvenliğini göz önünde bulunduracak şekilde hazırlanmıştır. Aksi takdirde, 18. maddenin değiştirilmesi için Karadeniz ülkelerine özel bir hak tanınması boşuna olamaz. Zaten bu boğazdaki geçiş her yönü ile kendine özgü (Sui generis) bir nitelik taşır. Transit geçiş sorunludur O zaman ne yapmalı? Öncelikle boğazlarda halen uygulanan geçiş rejimi zararsız geçiştir ve sözleşmenin feshi durumunda transit geçiş şartlarının ülkemiz tarafından kabul edilmemesi gerekir. Çünkü bu geçiş rejimi kıyı devletine veya boğaz devletine geçen gemiler üzerinde daha az yetki vermektedir. Yani, transit geçiş boğaz devletinin aleyhinedir, Bu nedenle transit rejimin teamül kuralı haline gelmesine engel olmak için buna teknik bakımından itiraz etmeli ve hiçbir şekilde geçişteki boşluğun transit geçiş hükümlerine göre doldurulmasına izin verilmemelidir. Bu konudaki kararlığımızı test etmek isteyenler için yapılabilecek birçok şey var zaten. Transit rejimde üstten uçmak başta olmak üzere denizaltılar da sualtından geçmek hakkına sahiptir ki bu asla kabul edilemez. 1774’ten, yani Rus gemilerinin Karadeniz’de Osmanlı Devleti’nden izin almadan geçiş yapma hakkı kazanmasından beri Türk boğazlarındaki egemenlikle ilgili tartışmalar incelenirse, yani son 232 yılda sorunun çözümünde hukuki argümanların veya adaletin değil, güç dengeleri ve dünya politik dengelerinin olaylara yön verdiği görülür. Dolayısıyla günün birinde bu konuda masaya oturmak zorunda kalırsak sadece uluslararası hukuk metinlerinden medet ummak yetmez. İçinde bulunulan güç dengelerini iyi değerlendirmek ve kendi ulusal gücüne inanmış, her şeye hazırlıklı bir tutum gerekmektedir. Bununla birlikte sorunu daha iyi analiz edebilmek için kısa bir süre içinde bazı ev ödevlerimize hazırlanmamız gerekmektedir. Örneğin, a) Olası yeni sözleşmeden hangi devlet, hangi beklenti içinde ve Türkiye daha sağlam bir sözleşmeyi nasıl başarabilir? Türkiye’nin ve Türk boğazlarının askeri, ekonomik ve ekolojik güvenliği daha iyi nasıl sağlanabilir? İran’ın Hürmüz Boğazı’nı olası bir krizde mayınlaması ve bölgede petrol sevkıyatını engellemesi halinde Türk boğazlarındaki petrol taşımacılığı ve uluslararası deniz ticareti bundan nasıl etkilenir? b) AB ülkeleri içinde ciddi deniz ticaret filosuna sahip olan ülkelerin Montrö Sözleşmesi’ni sulandırıp eski rejime dönüş beklentilerine karşı ne yapılmalı? c)Avrupa Birliği de Karadeniz’de Amerika’nın yapmak istediği gibi enerji yollarını kontrol etmek istemiyor mu? Bu AB hayali uğruna söz konusu sözleşmenin sulandırılmasına ve ulusal egemenliğimize halel getirebilir mi? d)AB üyesi bir ülkenin Karadeniz’e girerek ‘megali idea’nın ara hedeflerini gerçekleştirmek istemesi ve Türkiye’yi güneykuzey doğrultusunda kuşatması planları halinde ne yapmak lazımdır? e) Güney Kıbrıs, bütün hukuksuzluğa karşın AB üyesi yapıldığına göre 1967 yılından beri Montrö imzacısı olduğuna ilişkin iddialar Annan planı çöpe gittiğine göre ne olacak? f) Rusya Federasyonu’nda gelecek seçimleri kim kazanabilir? Başkan Putin’in yeniden aday olması konusundaki tartışmalar nereye gider? Rusya’nın Amerika’yı kızdıran toparlanması ne kadar devam eder ve bundan sorun nasıl etkilenir? Boğazlardaki trafiğin Türkiye tarafından yönetilemez olduğunu iddia eden yeminli Türkiye karşıtı lobiler nasıl kontrol altına alınabilir? İstihbarat toplamak amacıyla Karadeniz’e geçmek isteyen bazı ülke gemileri ne amaçlıyorlar? Dünya kamuoyu Türk boğazlarından geçen tehlikeli yükler için ne kadar bilgi sahibi ve derdimizi gerektiğinde nasıl anlatarak kamuoyunu yanımıza alabiliriz? Dünyada bilinen petrol ve doğalgaz yataklarının yüzde 75’iyle çevrili Türkiye doğal bir enerji adası olması nedeniyle gemi taşımacılığında artık açık denizlerde de deniz kuvvetlerimize ve sahil güvenlik kuvvetlerine yeni görevler düşmez mi? ABD Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmak isterse stratejik ortaklık(!) bundan nasıl etkilenir? Kerç Boğazı da Rusya’nın dağılmasından sonra artık uluslararası su yolu olduğuna göre Azak Denizi’nin statüsü ne olur? VolgaDon kanalında zorluklar çıkaran Rusya bunu ne kadar devam ettirir? Akademik çevrelerin bu ve benzeri sorulara olası cevapları bulmaları önümüzü daha iyi görmemize yardımcı olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bazı büyük güçlerin 11 Eylül saldırılarından sonra Malaka Boğazı’nın güvenliğini sağlamak adıyla yaptığı öneriler kıyı ülkeleri olan Malezya ve Endonezya’nın büyük tepkisine neden olmuş ve bu ülkeler bunu egemenliklerine bir saldırganlık nedeni saymışlardır. Bu nedenle, Amerika’nın Türk boğazlarının statüsünün değiştirilmesi konusundaki arayışları umarız başta Karadeniz ülkeleri tarafından ilgi görmez. Şüphesiz, boğazlarda tam egemenlik Türk devleti ve onun ulusunundur. Türk ulusu, Türk devletinin varlık ve hürriyetinin simgesi olan Türk boğazları için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu tarihte Çanakkale’de göstermiştir. Bu fedakârlığın, bedeli ne olursa olsun yarın da İstanbul Boğazı için geçerli olduğunu sanırım tüm NATO’daki dost ve müttefik ülkeler çok iyi bilmektedirler. Yeni müttefiklerimiz Bulgaristan ve Romanya da aynı eğitimlerde bu gerçeği öğrenmiş olmalıdır. ABD donanmasının girmediği tek deniz olan Karadeniz’e girmesi birçok şeyin değişmesi anlamına gelecektir. Ancak, kapalı bir deniz olan Karadeniz’e kıyıdaş olamayan yabancı güçlerin ne yapacağı sadece Türkiye’nin sorunu da değildir. ‘‘Karadeniz güvensiz bir denizdir ve ABD’nin hamiliğine ihtiyaç vardır’’ diye fetva veren sözde paragöz bazı akademik çevrelerin ve düşünce kuruluşlarının derin bilgilerini, ABD kamuoyunu üzüntü ve endişelere sevk eden Irak’tan nasıl çıkılabilir denklemi üzerinde yoğunlaştırmaları hem dünya hem de ABD halkının barışı özleyen annelerine yararlı olabileceği bu makalenin son mesajı olarak düşünülmektedir. Bu konuda daha fazla bilgi için okunacak temel kitaplar; Marmara Denizi, 2000. TÜDAV ayınları Hazar Petrolleri ve Çevresel Güvenlik, 2004. TÜDAV Yayınları International Straits Used for Navigation, 2002. TÜDAV Yayınları. KOOPC’DEN GENEL KURULA ÇAĞRI Kooperatifimizin 7. Olağan Genel Kurul Toplantısı 02 Nisan 2006 Pazar günü saat 14.00’te aşağıdaki gündemi görüşmek üzere Cağaloğlu, İstanbul Tabip Odası 4. kattaki Konferans Salonu’nda yapılacaktır. Ortaklarımızın katılmasını önemle rica ederiz. YÖNETİM KURULU GÜNDEM: 1. Açılış ve saygı duruşu, 2. Başkanlık Divanı’nın seçimi ve tutanaklara imza atma yetkisinin verilmesi, 3. Kooperatif Başkanı ve konukların konuşmaları, 4. Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu yazanakları ile 31 Aralık 2005 tarihli bilanço ve gelirgider çizelgesinin okunması, görüşmeye açılması ve ayrı ayrı onaya sunulması, 5. Yönetim ve Denetim Kurullarının aklanması, 6. Belediye’den alınacak arazinin görüşülmesi, niteliğinin ve yerinin belirlenmesi, kira ya da satın alınması konularında üst alış bedelinin tespiti, 7. 2006 yılı iş izlencesi, tahmini bütçe ve ödeme planının görüşülerek karara bağlanması ve ödemelerini yapmayanlara uygulanacak tutum ve yöntemin belirlenmesi, 8. Dilekler ve kapanış. CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle