25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 MART 2006 CUMA 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr İnci Aral’ın 6 yıllık bir aradan sonra yayımladığı yeni öyküleri ölüm ve yalnızlık üzerine YAZI ODASI SELİM İLERİ Ruhunuz hiç öpüldü mü? NENA ÇALİDİS İstanbul Anılarında Bir Şair (3) Oktay Rifat’ın çok etkileyici, trajik romanı Bir Kadının Penceresinden yayımlandığında; edebiyat çevrelerinde, roman kişilerinden birinin, Asaf Hâled Çelebi’den yola çıkılarak yazıldığı çokça söylenmişti. Çelebi, Oktay Rifat için bir esin kişi oldu mu, bilmiyoruz. Öyleyse, Oktay Rifat’ın Asaf Hâled’i gerçek bir aydın gibi alımladığını söyleyebiliriz. Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nde şairi şöyle yorumlar: ‘‘DoğuBatı kültürlerini bağdaştırarak, ilhamını Asya tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski Doğu edebiyat ve masallarından alan, egzotik şiirleriyle tanındı. Kendi deyişiyle, ‘hayatta olduğu gibi, somut malzemeyle soyut bir âlem’ yarattı; bir hayal ve duygu şairi değil, bir intution (sezgi) şairi oldu.’’ Necatigil’in yorumuyla Kemal Sülker’inki birbiriyle enikonu çelişen yorumlar. Öte yandan, Kemal Sülker, dönemi şöyle betimliyor: ‘‘1945 Mayıs’ında Almanya teslim olmuş, Türkiye Haziran 1945’te iç politikada yeni değişimlere yönelmiş, 1 Temmuz 1945’te çok partili düzene adım atılmıştı.’’ Om Mani Padme Mum şairi bütün bunlardan gerçekten habersiz miydi? Yoksa, Necatigil’in saptadığı, özetlediği değerleri yarına mı söylemek istiyordu? ‘‘dağın içinde ne var ki güm güm öter ya senin içinde ne var ferhâaad’’ Asaf Hâled Çelebi’nin şiiri ve düzyazısı güncel yorumlarla değerlendirildi: 1980’ler. O yıllarda şair, bir romanda daha karşımıza çıkacaktı: Kurtlar. ??? Peride Celal, Kurtlar’da, Çelebi’yi 1940’ların İstanbul’unda yaşatıyordu. Yeşilin, bahçenin, denizin silinmediği bir İstanbul. Şaire gelince, sevimli, duyarlı bir yalnız adamdı Kurtlar’da. Bununla birlikte, gözümün önünde hep 1940’lı yıllar, faşizm, savaş, savaş sonrası, geleceği meçhul çok partili dönem. Türkiye, bugünkü panoramasına usul usul yol alıyor. Şiiri anlaşılmamış, Orhan Veli’nin şiiriyle birlikte sarakaya alınmış Asaf Hâled, bir dönem suskunluğu yeğliyor. Aslında ne sola ne sağa yaranabilmiş... Oktay Rifat’tan iz sürersek, Bir Kadının Penceresinden’ki Nüvit, yaklaşan tehlikeyi en çok gören kişidir. Haldun Taner’in anılarındaki Asaf Hâled, bir kültür adamı olarak belirir. Haldun Taner, onun yalnızlığını da söyler. ‘‘sandukalarda yazılar var kendi kendini okuyor kendi kendini okuyan yazılar’’ Belki şair de kendi iç dünyasını okuyordu. Doğu ve Batı kültürleriyle besleyerek. 2001’de, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda, İnci Enginün şu değerlendirmeyi kaleme getiriyor, Asaf Hâled Çelebi etrafındaki değişik yargıları bir bakıma noktalıyordu: ‘‘Asaf Hâled Çelebi’nin ‘kültür şiiri’ hatıra T.S. Eliot’u getirmekle birlikte, ben onun daha yerli kaynaklar üzerinde düşündüğünü sanıyorum. O, sese verdiği önemi, sesleri anlamlarından arındırarak kullandığını belirtmiştir. Tekerlemelere duyduğu ilgide soyutlama kadar sesin gücü de bulunmaktadır. Kültürsüz insanların bu gibi uygulamaları şaşırtma amacı güden gariplikler saymaları mümkündür. Nitekim Asaf Hâled Çelebi’nin şiiri, şairin kılık kıyafeti, davranışlarıyla da birleştirilerek garipsenmiştir.’’ Öneriler: Sergi / Matah, Balkan Naci İslimyeli, Milli Reasürans Sanat Galerisi, Teşvikiye. Son öykü kitabı altı yıl önce yayımlanan, ardından iki roman yayımlayan İnci Aral, şimdi yeni bir öykü kitabıyla, ‘Ruhumu Öpmeyi Unuttun’la (Epsilon Yayınları) çıkıyor okurlarının karşısına. Kitabın hareket noktası yaşanmış bir öykü olan ‘Pembe Kayışlı Saat’. Usta yazar öyküye dönüşü için şunları söylüyor: ‘‘Öyküden vazgeçemiyorum, vazgeçmeyeceğim de. Bir yazar birçok türde ürün verebilir. Ben 30 yıldır öykü, roman, deneme; her üç türde de ürün veriyorum. Çoğu kişi ‘Öyküye geri mi döndün?’ diyor, dönmek diye bir şey yok. Anlatacağınız konuya bağlı olarak yazacağınız türe karar veriyorsunuz. Benim için bu konu öykülerle daha iyi anlatılabilirdi.’’ İnci Aral dört yaşında mantardan zehirlenip ölümden dönmüş. Küçük yaşlarda anne ve babasını yitirmiş. Onun için de ölümün soğuk nefesini ve ölüm nedeniyle bir evin, var olan düzenin bozulmasını yakından yaşamış. Bütün bunların yanı sıra geçirdiği büyük bir hastalık da ölümle yüz yüze gelmesine neden olmuş. Bu öykü kitabı, yaşadıklarının bir dışavurumu olabilir mi diye soruyoruz yazara: ‘‘Bütün bunlar biriktirdiklerim, ama bir yandan da sürekli benimle yaşayan şeylerdi. Ölümle ilk karşılaştığım andan bu yana, ölüm düşüncesini gizlice içimde taşıyarak yaşadım. Yaşım ilerledikçe de daha yoğun düşünmeye başladım. Ölüm kalıtımsal bir durummuş gibi hep çok erken öleceğimi düşünüyordum ama şu an umduğumdan fazla yaşamış durumdayım. Galiba biraz da bu güvenle beni bunca yıl yormuş bir konuyla hesaplaşma içine girdim.’’ ‘İnsan çok kırılgan’ ? ‘‘Ölüme yaşamın doğal bir sonucu olarak bakıyorum. İnsan çok kırılgan, her an bir biçimde ölebilir. Ölümden kendi adıma korkmuyorum, ama insanın sevdiklerini kaybetmesinin ne dayanılmaz bir acı olduğunu biliyorum. Ben bu kitapta ölümün bize değme, hatta çarpma biçimlerine bakıyorum ve konuyla temel insanlık hali olarak ilgileniyorum. Asıl üzerinde durduğum nokta ise ölümün büyük bir yalnızlık oluşu. Hem giden için, hem geride kalanlar için çok büyük bir yalnızlık.” dar kaybetmeye katlanamadığımız o insanları ve anları geri çağırıyor, yeniden yaşıyoruz. Bu yüzden de ölümden sonrasıyla ilgili gerçeküstü hikâyeler, yanılsamalar ortaya çıkıyor. Bunların mistik ya da gizemli bir açıklaması yok. Bize nasıl geliyorsa öyleleri ki zaten doğrudan doğruya bizim sınırları aşabilmemizle ilgili durumlar. Bu aşkınlık insanı avutan, yokluğu ve acıyı belli bir süreçte bir ölçüde azaltan bir şey. Hikâyelerimi yazarken böylesi kayıplar yaşamış insanlar için anlattıklarım bir teselli olsun istiyordum. Çünkü ben ölümün yarattığı yıkımları değil, ne kadar dayanıklı olduğumuzu, hayal dünyamızın sınırsız zenginliğini ve gerçeğe katlanabilmek için onu nasıl değiştirip yeniden üretebildiğimizi vurgulamaya çalıştım...” Temel sorunsal zaman Aral ölümün onu korkutmadığını söylüyor ve ekliyor: ‘‘Ölüme yaşamın doğal bir sonucu olarak bakıyorum. İnsan çok kırılgan, her an bir biçimde ölebilir. Ölümden kendi adıma korkmuyorum, ama insanın sevdiklerini kaybetmesinin ne dayanılmaz bir acı olduğunu biliyorum. Ben bu kitapta ölümün bize değme, hatta çarpma biçimlerine bakıyorum ve konuyla temel insanlık hali olarak ilgileniyorum. Asıl üzerinde durduğum nokta ise ölümün büyük bir yalnızlık oluşu. Hem giden için, hem geride kalanlar için çok büyük bir yalnızlık. Tabii ki giden insanın bunu hissetmeyeceğini biliyorum, ama yine de kavramsal olarak ölmenin yalnızlığı çok hüzün verici bir şey. Geride kalanlarımızsa bu yalnızlıkla baş etmek için birtakım yollar arıyoruz.’’ İnci Aral şu sözlerle açıklıyor bu süreci: ‘‘Kaybettiğimiz sevdiklerimizi bir şekilde ya şatmaya devam ediyoruz. Onların yokluğunu kabul etmek kolay değil. Bu nedenle de bazı kaçışlar yaşıyoruz. Ben bunlara yanılsama diyorum. Rüyalarımızda, yitirdiğimizle birlikte olabiliyoruz. O duyguyu, onunla aramızdaki sıcaklığı birebir yaşıyoruz. Çünkü bellek bir kucaklaşma anının duygusunu saklayabiliyor. Biz, özlemlerimiz ve belleğimizin bu muhteşem gücüyle sonsuza ka Kitapta ölüm bir geçiş anı olarak ele alınıyor. Buna bağlı olan bir diğer kavram ise zaman. ‘‘Zaman benim bütün yazdıklarımda temel sorunsal. Zamanın farklı algılanma ve kavranma halleri ölümü anlatırken kendiliğinden bir kez daha ortaya çıktı. Hikâyelerime fantastik boyutlar katan bir öğe olarak zamanla istediğim gibi oynadım, onu dilediğimce daraltıp genişlettim ya da durdurdum. Böylece hoş bir tekinsizlik duygusu yarattım. Kuşkusuz hikayelerimin gerilim dozuna ve edebi yönüne yine çok özen gösterdim. İyi hikâyenin tutkuyla ve çok okunduğunu, okurların öykülerimi özlediklerini biliyordum.’’ İnci Aral, kitabındaki kahramanları şöyle tanımlıyor: ‘‘Bu insanlar bir ölçüde eksik, bir tarafları doymamış insanlar. Eksik olan sevgidir. Yani ben daha çok, yeterince sevilmemiş, tenleri öpülüp de ruhları öpülmemiş kişilerin ölümle ilgili deneyimlerini anlattım. Varlıkyokluk, bedenruh, rüyagerçek eksenlerinde gelişen bu tür deneyimlerden sonra, bu insanlar, kendilerini sorgulayarak ya da farklı sonuçlara vararak tamamlanmış oluyorlar. Yaşam ölüm diyalektiğinden ortaya çıkan bir bütünlük bu, aslında. Onun için yazdıklarım umutsuz, karamsar hikâyeler değil. Tersine, farklı koşullarda ve kesimlerden insanların kendi ruhlarını ve sınırlarını keşfetme yolculukları...’’ ? ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ’nde 19.30’da İDSO konseri. Şef: Ionescu Galati. Solist: Roberto Abbondanza. (0 212 251 56 00) ? CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU’nda 20.00’de Borodin Dörtlüsü konseri. (0 212 232 98 30) ? BABYLON’da 23.00’te !DelaDab konseri. (0 212 292 73 68) CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle