17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7ARALIK 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Fransa Demokrasi? Fransız siyasi sınıf için, bugüne kadar yalnızca “ayak direyerek” kerhen destek verdiği bir şeyi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini, bütünüyle gündemden düşürmenin yeni yöntemi mi? PENCERE menistan ile Türkiye arasındaki ilişki neden bizi ilgilendiriyor? Başkalarına kendi tarihlerini dikte ettirmek gerçekten Fransa’ya mı kaldı? Hele Fransız tarihi kendi trajik episodları karşısında büyük bir zafiyet gösterirken… Fransızların bu kararı Türkler ve Ermeniler arasındaki gerilimi azaltmaya ne kadar katkıda bulunacak? Gerçeği söylemek gerekirse milletvekillerimizin birçoğu haritada Ermenistan’ın yerini bile bilmekte zorlanır. Belki bu yasa Ermenilerin yarasına küçük bir merhem olabilir, ama Fransızların işine fazla yarayacağı söylenemez. Çünkü Fransa’nın Ermenistan’daki yatırımları Rusya, İran, Belçika, Almanya, İsrail, Amerika, hatta Türkiye’nin bile çok gerisinde. Dolayısıyla tüm bunlar timsah gözyaşlarından öteye gidemez, tıpkı bombalanan Lübnanlılara Fransa’nın gösterdiği dostluk sözcükleri gibi… Öyleyse ne? Yoksa bu, siyasi sınıf için, bugüne kadar yalnızca “ayak direyerek” kerhen destek verdiği bir şeyi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini, bütünüyle gündemden düşürmenin yeni yöntemi mi? Bu, problemin içinden ustalıkla sıyrılmak, üstüne üstlük “sözde” erdem paltosuna sarınarak sıyrılmak anlamına gelmiyor mu? Bu yaklaşık 30 yıldan beri Batı Avrupa’yı, özellikle de Fransa’yı etkisi altına alan bir patolojinin yeni bir dışavurma biçimi mi yoksa? İstersiniz bunu mazoşizm, kendinden nefret etme ya da en basitçe depresyon diye tanımlayalım. Görülüyor ki bu patolojiyi güçlendiren bir olgu da, Amerika’dan ithal edilip benimsenen ve kendi etnik grupları, dinleri ya da kültürlerine göre bir araya gelen insanların oluşturdukları, adına topluluk denen gruplara özel hakların, imtiyazların verilmesi. Bunalım içinde olan bir devletin imtiyazlar elde etmesi için en etkili argümanlardan biri de, tarihsel süreç içinde belli bir dönem mağdur ya da kurban durumunda olmasıdır. Evet mağdurlardan özür dilenir. Ancak kurbanların aynı zamanda cellat rolüne soyunmaları ne kadar doğrudur? İşte burada yasa bu rolleri donduruyor. Tarih öyle bir olgudur ki, örneğin Yahudileri tek mağdurlar olarak ayıramazsınız… Nürnberg davalarındaki hükümler ve inkâr suçu, diğerlerinden tecrit edilmiş halde kalamaz. Kınanması gereken bir diğer suç daha vardır: Ayrımcılık. Köleliğin kurbanı olduğu varsayılan Afrikalı Siyahlardan sonra, sömürgeciliğin kurbanı olan Mağrip ülkelerinin vatandaşları... Ve şimdi de Fransa’daki Ermenilerin seslerini duyurma zamanı... Peki bana söyleyin, bu tablonun içinde Türkiye ne yapıyor? Aslında Türkiye bir şekilde Fransa’nın aynası. Fransa kendi geçmişinin ağır günahının karşısında kendini suçu hissediyor ya da bazı bakımlardan Türkiye bize benziyor. Afrika’nın kuzeyinde Türkiye’nin hâkimiyetinin ardından onun izlerini sürdüren biz değil miyiz? Türkler de bizim gibi Arapları sömürgeleştirdiler ve üzerlerinde hâkimiyet kurdular. Ve güncel siyasi mazoşizm perspektifinden bakıldığında bu çok kötü. Arabistanlı Lawrence’ın kötü tanıtımından beri, Türkler tarihin kötüsü, özellikle de bizim otoritelerimizin “resmi kurbanlar olarak tanımlamak istedikleri toplumlar” karşısında çok çok kötüler. Aslına bakarsanız Araplara kıyasla Ermeniler cephesinde daha az kötüler. Kendinden nefret etme sorunundan mustarip olan Fransızlar, belki de bu yüzden Türklerin neden kendileri gibi pişmanlık duymadıklarını bir türlü anlamıyorlardır. Avrupa’ya hoş geldiniz! (*) Ines V. Petit, Fransız tarihçi ve sanat tarihçisi. Ecole Nationale de Chartes ve Ecole du Louvre’den mezun olan Petit, Avrupa ortaçağ sanatı ve özellikle de 15. yüzyıl resim sanatı konusunda uzman. Aynı zamanda güncel jeopolitik sorunlarla da ilgilenen Petit’in http://geopolis.overblog.net adlı internet sitesinde görüşleri yer alıyor. ‘Alçaklara Kar Yağdı mı?’ Hasan Pulur’un Milliyet’teki “Alçaklara Kar Yağdı mı?” başlıklı yazısını okuyunca, ister istemez geçmiş yıllara döndüm. Ta, Hasan’ın Kabataş Lisesi’ndeki öğrencilik günlerine!.. Hasan Pulur, Hilmi Yavuz, Demir Özlü’nün çıkardıkları “Dönem” dergisindeki yazılarını anımsadım... Sevgili Behçet Necatigil’in öğrencileriydiler. Ama yazarlık, şairlik yolunda olduklarını görmüş, kısa sürede başarı kazanacaklarını düşünmüştüm. Hasan, önce “Vatan”da gazeteciliğe başladı, polis ve adliye muhabiriydi, başarılı bir muhabirlik deneyiminden sonra, şairlikle birlikte yazarlık, derken köşe yazarlığı!.. Elli yıla yakın bir süredir çeşitli gazetelerde, Hürriyet, Milliyet vb. çok okunan, çok sevilen, yurt ve ulus gerçeklerini yansız, dürüst bir anlayışla, akıcı bir üslupla okurlarına anlatan bir sanatçıyazar... Önemli bir niteliği de; Atatürk devriminin, Kemalist atılımın önde gelen bir savunucusu... ??? “Alçaklara Kar Yağdı mı?” ibretle okunacak bir yazı! Daha düne kadar, AB’nin koyu övgücüsü olanların, AB’nin bize karşı düşmanca tutumunu görerek uyanmaya başlamalarını sergileyen bir yazı!.. Her şey, önceden belliydi. AB bizi hiçbir zaman arasına almayacaktı, ama AKP kafasının işine geliyordu bu aldı almadı sürecini uzatarak özlediklerini gerçekleştirmeye girişmek... Hasan Pulur gibi Atatürk çizgisini savunan, AKP’nin kötü niyetli hesaplarını bir bir sergileyenlere “angut” gibi sözlerle sataşanlar, açık açık hakarete varan sözlerle okur önünde küçük düşürmeye çalışanlar için 19 Ağustos 2003 günü bu sütunda bakın ben ne yazmışım: “Türkiye’nin bilinçli aydınlarına, yazarlarına, Tayyip kafasının ülke için büyük bir tehlike olduğunu belirtenlere ‘hödükler’ diyebilen bir insana, akıl dengesini yitirmiş bir kişi olarak bakmak gerekmez mi? Geçmişteki kişiliğiyle tüm bağlarını koparması kendi bileceği iş, ama bugünkü tutumu, bir dengesizlik ya da gerçek bir angutluk örneği...” “Angut Olan Kim?” başlıklı yazımı bir kez daha okurlarıma sunmak isterdim. Bu konu uzatılırsa onu da yapmam gerekecek. Kendisi gibi düşünmeyenlere angut, hödük vb. küfürlerle saldıranların kim olduğunu yeni kuşakların bilmesinde bir yarar olur mu bilmem! Ama o çizgiden bu çizgiye atlayarak daldan dala, çıkardan çıkara koşanları sergilemek de gerekmez mi? ??? Hasan Pulur’un yeni bir kitabı çıktı! “Olaylar ve İnsanlar”. Daha önceki, yine aynı adı taşıyan kitapları gibi, bu da basın dünyamızın en etkili bir yazarının toplumla, yaşamla, biraz da kendisiyle ilgili anıları!.. Bugün Yazının Boyu Serbest... Bizim gazete, az sayfasına karşın, reklam değil haber ve yazı bakımından tüm ‘refiklerimiz’e fark atar... Ancak Allah eksik etmesin son dönemlerde reklamlarda bir artış izleniyor... Aşağıdan haber veriyorlar: İkinci sayfa kapalı!.. Demek ki bizim yazı başka sayfaya taşınacak... Yarım sayfa reklam var... Demek ki yazının boyunu kısa tutacaksın... Ancak kimi zaman aymazlığa düşüyoruz, gereğinden uzun tutuyoruz yazıyı... O zaman aşağıdan talimat geliyor: Yazıyı kısalt!.. ? Dün gene yarım sayfa reklam vardı, biz de yazıda ipin ucunu mu kaçırdık, yoksa satırları altüst edip alelacele kısaltmaya mı kalktık?.. Meğer öyle değilmiş.. Yazıişleri Müdürümüz Güray Öz dedi ki: Satırların yinelenmesi teknik bir nedenden ötürü; sizin suçunuz değil... Şu tümce iki kez çıkmış: “ ... ‘Küreselleşme’nin içeriği belli olmuş, ‘Yükselen Değerler’ alçalmış, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kurulamamıştır...” Ertesi günü vah vah diye dövünürken bir dost dedi ki: İyi ki iki kez çıkmış; tümce keşke beş, on kez yinelenseydi. Neden?.. On beş yıl gibi kısa bir sürede ortaya çıkan bu büyük gerçeğin kim farkında?.. Çöküşün altı ne kadar çizilse azdır!.. Tarihte yaşanan her büyük olayın fiyaskosu kolayca sergilenemez; Sovyetler yıkılıp da yerine küreselleşme adı altında ‘Yeni Dünya Düzeni’ tezgâhlanınca ne dediler?.. Çok değil 15 yıl öncesini anımsayın!.. “Tarihin sonu!..” demediler mi?.. ? Afganistan’ı, Ortadoğu’yu, İsrail’i, Filistin’i, Lübnan’ı, Amerika’nın ta kendisini, AB üyesi İngiltere’yi, savaşları, terörü, irticayı, vahşeti, çocuk ve kadın katliamlarını, Irak cehennemini gösterip ne söyleyebilirler: ‘Tarihin sonu’ bu mu?.. ‘Yeni Dünya Düzeni’ bu mu?.. “Küreselleşme” bu mu?.. ‘Batı’nın utanmazlığı, ses duvarını çoktan aştı, televizyon veya internet az geliyor, basın denen araç neye ve kime yarıyor bilinemez.. ? Evet, dünkü yazıyı yarım sayfa reklama göre ayarlamak kolaydı... Bugünkü yazıyı kısaltmaya gerek yok... Tersine bugünkü yazıyı aynı konuya ayırmak, artık gözle görülür, elle tutulur bir aşamaya ulaşmış ‘Yeni Dünya Realitesi’nin bir kez daha ‘tescili’ için yararlı olacaktır. Ines V . PETIT (*) İ nsan hakları ve özgürlüklerin beşiği olarak kabul edilen bir ülke olan Fransa’da bir düşünce polisinin var olduğunu ve zamanını Fransızların ne düşündüğünü, ne yazdığını ve ne söylediğini izlemekle geçirdiğini bilmek endişe verici değil mi? Bu sansürcülerin demokratik erdemlerinin cilasını şöyle hafifçe kazıyınca sınavdan sınıfta kaldıkları ve yüzlerinde beliren kötü gülümsemenin, Bay Clinton’ın bir stajyerinin elbisesindeki lekenin nedeni ortaya çıktığında Amerikalıların yüzünde beliren kötü ifadenin aynısı olduğu belli. Bu yeni Orwellien dünyanın düşünce suçluları 2. Dünya Savaşı’nın toplama kamplarını inkâr etme ile sınırlı değil, öyle de olsa inkâr, bu sansürcülerin ortaya attıkları iddiaların aksine çok daha ender ve marjinal. Ancak şu bir gerçek ki, erdemli antifaşizmin oluşabilmesi için faşizmin rolünü çok iyi oynaması gerekiyor... İşte Fransız parlamentosu tarihsel anılara ilişkin yeni yasaları oyluyor. Bunların sonuncusu 1915’teki Ermeni soykırımı üzerine. Ne yazık ki soykırım olmadığını ifade eden herkes, bundan böyle 1 yıl hapis ve 45 bin Avro para cezası ile cezalandırılacak. Fransız yasaları ve yargı kurumunun güncel işlerliliği doğrultusunda bu tür suçluların fazla bir şansı yok. “Uygun olmayan düşünceler listesi” ise dürüst bir yurttaştan neredeyse azılı bir suçlu yaratacak şekilde.... Şimdi sırada Uruguay yerlilerinin soykırımına ilişkin yasa var. Kuzey Amerika yerli kabilelerinin toptan yok edilmesini, Sovyet rejiminde ölen milyonlarca insanınki, Kızıl Kmerlerin soykırımı, Çin Kültürel Devrimi, 19891992 yılları arasındaki Osetya katliamı ve daha diğerleri var... Peki bu yasalara ilişkin enflasyon hakkında tarihçi ne düşünüyor? Tarihçi için referans alacağı olgu, yasalar değil, yalnızca tarihsel gerçeklerdir. Tarihçi ulaştığı kaynaklarla topladığı şahitlerden aldığı bilgileri karşılaştırır, analiz yapar ve bu sürekli olarak sürer gider. Öyleyle nasıl bir yasa olayları düzenleyebilir ve buna karşı çıkanları hapis cezasına çarptırabilir? Bu kişiler tarihsel araştırmanın inceleme araştırma kaynaklarından değil midir? Nasıl bir yasa, tarihi steril hale getirir ve sonuçta tarihsel araştırmanın kendisini yasaklamaya kadar vardırır işi? Araştırma özgürlüğünün ötesinde, yurttaşın özgürlüklüleri içinde kendisine uygun olduğunu düşündüklerini tutun ki saçma ve eşekçe olsa bile– serbestçe ifade edebilmesi bulunmuyor mu? Türkiye, Fransa’nın aynasında Peki bizim milletvekillerimizi hangi sinek ısırdı? Öncelikle şunu tanımlamalıyız ki Fransız milletvekilleri yararlı olmayı severler. Ancak bir süreden beri yalnızca Brüksel tarafından onaylanan yasaların kayıtlarını alıp takip etmeyi iş edinmiş durumdalar. Avrupa düzenlemelerini Fransız yasalarına adapte etmenin ötesinde bir şey yapmıyorlar. Bu yüzden ara sıra varlıklarını ispat etme ihtiyacı hissediyorlar. Yasalar hiç bu kadar hacimli, bu kadar kötü yazılı olmamıştı; öyle ki yasa yürütücüler bile bir şey anlayamaz haldeler. Ancak Fransız milletvekillerinin bu ani kaprislerinin derin nedenleri de var. Er İLANEN TEBLİGAT KADIKÖY 6. İCRA MÜDÜRLÜĞÜNDEN ÖRNEK 45 ÖDEME EMRİNİN İLANEN TEBLİĞİDİR ALACAKLI: GÖNÜL ŞANLI VEKİLİ: AV . FATMA DEMİRAY BORÇLU: MUSTAFA REŞAT ŞANLI BORÇ MİKTARI: 33.074,93YTL Yukarıda adı, adresi yazılı alacaklıya olan borcunuzdan dolayı İlamlı icra takibinde; Üsküdar l. Aile Mahkemesi’nin 2003/470 E.2006/364 Karar sayılı dosyasından tarafınıza tebliğ edilememiştir... Zabıtaca yaptırılan tetkik ve tahkikatta da adresinizin tespiti mümkün olmadığından ödeme emrinin ilanen tebliğine karar verilmiştir. İşbu ilanın gazetede neşri tarihinden itibaren yukarıda yazılı borç ve masraflarını Kanuni 7 günlük süreye 15 gün ilavesi ile 22 gün içinde ödemeniz, borcun bir kısmını veya tamamını alacaklının takibine karşı bir itirazınız var ise ve bu ödeme emrinin gazetede ilan tarihinden itibaren Kanuni 7 günlük süreye 15 gün ilavesi ile 22 gün içinde açıkça ve sebepleri ile birlikte İİK.nun 62 maddesi hükmü gereğince dilekçe olarak İcra Tetkik Mahkemelerine bildirmeniz, itirazınızın kabulüne dair karar getirmediğiniz takdirde cebri icraya devam olunacağı, itiraz edilmediği ve borç ödenmediği takdirde yine 25 gün içinde İİK.nun 74. maddesi gereğince mal beyanında bulunmaz veya hakikate aykırı beyanda bulunursanız hapisle cezalandırılacağınız hususu ilanen tebliğ olunur. 04.12.2006 (Basın: 60461) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle