Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 KASIM 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Türkiye, 1999’dan bu yana IMF’den aldığı borç kadar ödeme yapmasına karşın, 2010’a kadar Fon’a çalışacak 13 EKONOMİ POLİTİK ERİNÇ YELDAN Ne faizi bitti, ne anaparası ANKARA (ANKA) Türkiye’nin, 1999 yılından bu yana toplam 36.1 milyar dolar dış borç kullanıp, 27.8 milyar doları anapara 4.8 milyar doları faiz, toplam 32.6 milyar dolar borç ödediği IMF’ye kalan borcunun ise sadece anapara olarak 11.6 milyar dolar düzeyinde bulunduğu belirlendi. Türkiye toplam 5 milyar dolarlık faiz ödediği IMF’den kullandığı borçlar için 3.3 milyar dolarlık da kur farkı üstlendi. Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre, Türkiye’nin 1999 yılından bu yıl eylül sonuna kadar IMF’den kullandığı kredi, toplam 36 milyar 121 milyon dolara ulaştı. Ancak Türkiye söz konusu kredinin büyük bir bölümümü de bu sürede geri ödedi. Türkiye’nin yaptığı toplam geri ödeme 32 milyar Kyoto Protokolü’nün ‘Ekonomisi’ Değerli okurlarım, Bu haftaki yazımda sizlerle Nicholas Stern tarafından geçtiğimiz ay sonunda İngiliz hükümeti için hazırlanan ve küresel ısınma tehlikesine karşı alınması gereken ‘‘ekonomik’’ önlemleri irdeleyen önemli bir raporu tartışmak istiyorum. ‘‘Mevsim Değişikliğinin Ekonomisi’’ başlıklı bu rapor(*), yayımlandığı günden bu yana Kyoto Protokolü çerçevesinde karbon salınımlarının azaltılmasını hedefleyen AB ülkelerinin ve çevre örgütlerinin tartışma gündemini oluşturmaya devam ediyor. Konunun öneminin farkında olmakla birlikte, ülkemizin ve Amerikan ekonomisinin yoğun ‘‘güncel’’ konuları, bu tartışmayı bu haftaya bıraktı. ??? Stern Raporu’nun ana vurgusuna göre 2050 yılına kadar gezegenimizin atmosferindeki karbondioksit yoğunluğunu 450550 milyon partiküler madde (ppm) düzeyinde tutmak için alınacak önlemlerin maliyeti şu anda dünya ekonomilerinin ürettiği toplam gelirin sadece yüzde 1’ine ancak ulaşmaktadır (bugünün fiyatlarıyla 651 milyar dolar). Oysa, söz konusu önlemlerin alınması gecikirse küresel ısınma neticesinde 2050’ye değin ortaya çıkacak olan çevre felaketlerinin, bulaşıcı hastalıkların ve ekonomik kayıpların maliyeti, dünya gelirinin yüzde 3.5’ini aşacaktır. Dolayısıyla Stern Raporu bir anlamda çevre politikalarının ‘‘ekonomik muhasebesini’’ gerçekleştirmekte ve umut dolu bir sonuca ulaşmaktadır: 2050 yılına kadar karbon yoğunluğunu 450550 ppm aralığında tutmak için gerekli harcamaların maliyeti, dünya gelirinin yüzde 1’i, herhangi bir önlem almadan küresel ısınmanın sürdürülmesi neticesinde ortaya çıkacak salgın hastalıklar, işgücü kayıpları ve çevre sorunlarının ekonomik maliyeti ise dünya gelirinin yüzde 3.5’i olarak tahmin edilmektedir. ??? Stern Raporu böylesi bir ‘‘olumlu’’ ve ‘‘umut dolu’’ sonuca ulaşmasına karşın, küresel ölçekte bu türden bir tasarımın gerçekleşmesi önünde önemli engeller olduğu gözlenmektedir. Sorunların başında karbon salınımlarının aslında az sayıda ülke tarafından gerçekleştirilmesi gelmektedir. En fazla kirletici 20 ülke, gezegenimizdeki toplam karbon emisyonunun yüzde 80’ini gerçekleştirmektedir. Bunların birkaçının dahi böylesi bir projede yer almaması (Çin ve ABD gibi), bütün önlemlerin boşa gitmesine yol açacaktır. Öte yandan, kanımca dünya ölçeğinde küresel ısınmaya karşı etkin önlemlerin alınmasını geciktiren (hatta önleyen) önemli bir diğer neden ise söz konusu önlemler paketinin yaptırım koşullarının yeterince açık ve caydırıcı olmayışından kaynaklanmaktadır. Örneğin, özünde bir Avrupa projesi olarak sürdürülen Kyoto Protokolü, her ülke ve endüstriyi somut karbon emisyon kotaları ile sınırlamaktadır. Ancak, Kyoto Protokolü, söz konusu kotaların uygulanmasını karbon vergileri ve karbon ticareti gibi piyasa araçları ile sürdürmeyi planlamakta ve dolayısıyla küresel ısınmayla mücadeleyi ‘‘pazar ekonomisinin kurallarına’’ havale etmektedir. Kyoto Protokolü altında her üye ülkeye belli bir karbon emisyon kotası tahsis edilmekte ve üye ülkelerin bu kotaları kendi üreticileri arasında ‘‘paylaştırması’’ beklenmektedir. Tasarıma göre eğer herhangi bir üretici ya da ülke kendi kotasını aşarsa, çevreyi daha az üreten diğer ülke ya da üreticilerden karbon kotası ‘‘satın’’ alabilecektir. Yani, Kyoto Protokolü küresel ölçekte bir karbon piyasası kurulmasını önermektedir. Karbon kotaları, bir kere tahsis edildikten sonra, dünya pazarında oluşacak fiyatlarda çok kirleten ülkeler tarafından ‘‘satın alınabilecektir’’. Böylelikle pazar ekonomisinin ‘‘etkin’’ kuralları altında toplam karbon emisyonunun kontrol altına alınabileceği düşünülmektedir. Ancak, bu tasarımın pratikte işletilmesinde önemli bir ‘‘hata’’nın geçtiğimiz sene içinde bizzat AB ülkeleri tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. AB hükümetleri 1 Ocak 2005’te yaptıkları karbon kotası tahsislerinde son derece ‘‘cömert’’ davranmışlar ve kendi üreticilerine ilgili kotaları yeterince ‘‘sıkı’’ dağıtmamışlardır. AB üreticileri mevcut karbon emisyonları altında dahi karbon kotalarını dolduramayınca gerçekleşmesi beklenen ‘‘karbon piyasası’’ yaratılamamış ve gerçekçi bir karbon fiyatı da oluşturulamamıştır. Financial Times’ta yer alan bir habere göre 2005’ten bu yana karbon fiyatları ton başına 9 Avro ile en düşük düzeyinde seyretmekte ve genç karbon piyasasının geleceğini de tehdit etmektedir.(**) ??? Gerçek şu ki, ‘‘karbon piyasasında’’ dolaşıma girmesi beklenen karbon kotası ticareti daha şimdiden uluslararası finans şirketlerinin iştahını kabartmaktadır. Nitekim, örneğin Financial Times’ın 20 Eylül tarihli bir haberine göre, uluslararası finans sermayesinin öncü derecelendirme kuruluşlarından birisi olan Morgan Stanley, çok yakında hızla gelişmesi beklenen karbon piyasasına 3 milyar dolarlık yeni bir yatırım kararı ile girmeye karar vermiştir. Uluslararası finans şebekesi, bundan önce de azgelişmiş ülkelerin kamu varlıklarının ‘‘özelleştirme’’ altında pazarlanmasını yürütmüş ve bir yandan da emeklilik sigorta birikimlerinde oluşan fonları kullanarak şişkinleşmesini sürdürebilmiş idi. Öyle anlaşılıyor ki kapitalizmin artan rekabeti altında daralan küresel finans sermayesi, şimdilerde yepyeni bir piyasaya kavuşmanın telaşı içindedir. Küresel ısınma tehdidine karşı ‘‘kapitalist pazar ekonomisinin mantığına sadık’’ bir çevre politikası ne kadar gerçekçidir? Ve son bir gözlem: Küresel ısınmaya karşı Kyoto Protokolü’nün hedeflerini bayrak edinen çevre örgütleri gerçekten neyin çıkarlarını savunduklarının farkında mıdır? (*) ‘‘The Economics of Climate Change’’, www.hmtreasury.gov.uk (**) Financial Times, 31 Ekim 2006. Rüşvetin en yaygın olduğu 5. ülke Türkiye Uluslararası Saydamlık Örgütü’nün (Transparency International) gelişmekte olan ülkelerde yaptığı “rüşvet endeksi” araştırmasında 30 ülke arasında Türkiye, Rusya’nın ardından 4. oldu. 126 ülkede faaliyet yürüten 11 bini aşkın şirketin yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirilen anketin sonuçlarına göre hazırlanan raporda, dünya dış 639 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu tutarın 27 milyar 830 milyon doları anapara geri ödemelerinden, 4 milyar 809 milyon doları ise faiz ödemelerinden kaynaklandı. Türkiye, bu yıllarda IMF’den kulticaretinde en fazla rüşvet verme eğiliminde olan ülkelerin Hindistan ve Çin, rüşvete en az başvuran ülkelerin ise sırasıyla İsviçre, İsveç, Avustralya ve Avusturya olduğu belirtildi. Dünya dış ticaretinde en fazla rüşvet verme eğiliminde olan ilk beş ülke arasında, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün 2003 yılında oluşturduğu Rüşvetle Mücadele Çalışma Grubu’na destek veren tek ülke ise Türkiye oldu. milyar 482 milyon dolar borç kullandı. Sadece anapara geri ödemesi dikkate alındığında da net borç kullanımı 8 milyar 292 milyon dolar olarak gerçekleşti. Buna rağmen Türkiye’nin bu yıl eylül sonu itibarıyla IMF’ye 11 milyar 620 milyon dolarlık borcu bulunuyor. Türkiye söz konusu borcu 2010 yılına kadar IMF’ye toplam 966 milyon dolarlık faiziyle birlikte 12 milyar 616 milyon dolar olarak geri ödeyecek. 3.3 milyar dolar kur farkı Türkiye’nin anapara olarak net 8 milyar 292 milyon dolarlık borçlanmaya gitmiş olmasına karşılık IMF’ye olan borcunun 12 milyar dolara yakın bir düzeyde kalması, Türkiye’nin IMF’den SDR cinsinden borç kullanarak ne kadar kur farkı üstlendiğini ortaya koyuyor. Ödenen ve ödenecekle birlikte yaklaşık 6 milyar dolar faiz ödeyen Türkiye’nin üstlendiği kur farkı da 3.3 milyar dolar. landığı borca göre söz konusu tutarlar kadar fazla geri ödeme yaptı. 1999 yılı başından bu yıl eylül sonuna kadar olan dönemde anapara ve faiz ödemeleri birlikte dikkate alındığında IMF’den Türkiye net 3 Anadolu Hayat’ı kimseye vermem ATO: Halkbank özelleştirilmemeli Ekonomi Servisi Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Halk Bankası’nın özelleştirilmesine karşı olduklarını söyledi. ATO ve Halk Bankası ucuz kredi sağlamaya yönelik kredi protokolü imzaladı. Aygün, törende yaptığı konuşmada, Halk Bankası’nın altın yumurtlayan bir tavuk olduğunu kaydederek, “İlla özelleştirilecekse, bunun en uygun şekli halka arz. ATO olarak sembolik 10 trilyon lira para verip buraya katkı sağlayabiliriz” dedi. Halk Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, ATO üyelerine 2460 ay vadeli, YTL veya ABD Doları cinsinden finansal destek kredisi kullandıracaklarını ifade etti. ? Sektöre yabancı ilgisini değerlendiren Anadolu Hayat Genel Müdürü Mete Uğurlu, “Sektörün en kârlı şirketiyiz. Köklüyüz. En çok katılımcı bizde. Neden satalım ki, olsa olsa önümüze çıkan fırsatları değerlendirir, yeni şirket alırız” dedi. Ekonomi Servisi Anadolu Hayat ve Emeklilik Genel Müdürü Mete Uğurlu, Emeklilik Gözetim Sistemi’nin 6 Kasım tarihli verilerine göre toplam fon büyüklüğü 490.8 milyon YTL ’ye ulaşan şirketin Bireysel Emeklilik Sistemi’ndeki payının yüzde 18.64 düzeyinde bulunduğunu ve pazar lideri olduklarını belirterek, özellikle yabancıların şirket satınalmalarına yöneldiği sektörde satışı düşünmeyen ender kuruluşlardan biri olduklarını söyledi. Gazetecilerle sohbet toplantısında bir araya gelen Uğurlu, “Türkiye İş Bankası satışı düşünmediği gibi Anadolu Hayat Emeklilik olarak biz de düşünmeyiz. Tüm göstergeler itibarıyla sektörün en büyüğü biziz. Niye satalım ki? Biz de bu piyasada nasıl para kazanıldığını gayet iyi biliyoruz. Olsa olsa yeni fırsatları değerlendiriririz ama şimdilik organik büyümeden yanayız” dedi. Uğurlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sektörün tüm göstergeler itibarıyla en büyük, en kârlı şirketi bizim şirketimiz, o nedenle fiyatımız yüksek. Ayrıca benim de satmaya niyetim yok. Potansiyeli, geleceği, büyüme ihtimali çok yüksek, çok parlak olan sektörde Anadolu Sigorta ile 80 yıllık geçmişi ve deneyimleri olan şirketimiz söz konusu olduğunda, bu sektörden kesinlikle çıkmayı düşünmüyo ruz.” Uğurlu’nun bildirdiği verilere göre toplam katılımcı sayısı 176 bin 961’e ulaşan Anadolu Hayat Emeklilik, sektörde ilk sırada yer alıyor. Gazetecilerin sigorta sektörüne yönelik yabancı ilgisine ilişkin sorularını da yanıtlayan Uğurlu, “Sigorta şirketlerimiz iyi fiyat buluyorlarsa satsınlar. Bu sektörün çok değişeceği aşikâr, bizim ise inorganik büyüme gibi bir planımız yok. Şirketimize bir değer katacağını düşünürsek değerlendirmeye alırız. Sektörün en büyüğü olarak izliyoruz. Ak Emeklilik’te UBS’ye yetki verilmiş durumda. Satış süreci başlasın, bir bakar, değerlendiririz” dedi. Toplantıda söz alan İş Portföy Yönetimi Emeklilik Fonları Müdürü Tevfik Eraslan da Türkiye’de yüksek borçlanma gereği çerçevesinde reel getirilerin yüksek olması nedeniyle BES üyesi tasarruf sahiplerinin yüzde 52.67’lik bölümünün, devlet tahvili ve bonolardan oluşan kamu kâğıtlarına yatırım yaptıklarını söyledi. Tek teklif, 421.6 milyon dolarla St. Martins Şişli Gayrimenkul Yatırımcılığı’ndan BOTAŞ’ta 265 milyon dolar zarar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) BOTAŞ’ın son 10 yılda, bazı özel şirketler ile bazı kurumlara, maliyetlerinin altında gaz satılarak toplam 264 milyon 789 bin 503 ABD doları zarara uğratıldığı tespit edildi. ANKA’ın haberine göre usulsüzlük, teftiş kurulu başkanları arasında yaşanan çekişme sonucu ortaya çıktı. Geçen yıl BOTAŞ Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan alınan Niyazi Paksoy, görevine iadesi amacıyla İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Sonraki Teftiş Kurulu Başkanı Mustafa Karbeyaz ve BOTAŞ Genel Müdür Vekili Rıza Çiftçi tarafından mahkemeye gönderilen savunmada, BOTAŞ’ta yıllardır mevzuata aykırı olarak farklı fiyat uygulamaları yapıldığı açıklandı. Yazıda BOTAŞ’ın, 19932003 arasında toplam 264 milyon 789 bin 503 ABD Doları zarara uğratıldığı vurgulandı. Mahkemeye gönderilen yazıda, bazı özel şirketlerin ve kurumların kayırıldığı, BOTAŞ’ı zarara uğratan sorumlular hakkında işlem yapılmasını talep eden müfettiş raporunun, eski Teftiş Kurulu Başkanı Paksoy tarafından savsaklandığı ve soruşturmanın zamanaşımına bırakıldığı vurgulandı. Cevahir, Kuveytlilere gidiyor Ekonomi Servisi Kamuoyunda “Cevahir Alışveriş Merkezi’’ olarak bilinen Şişli Ticaret Merkezi’ndeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi hissesinin satışına ilişkin ihaleye tek firma teklif sundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Saraçhane’deki binasında toplanan ihale komisyonu, belediyenin yüzde 50’lik hissesinin satışına ilişkin yapılan teklifleri açıkladı. Söz konusu hissenin 350 milyon dolar muhammen bedelle satışına ilişkin ihalede, sadece St. Martins Şişli Gayrimenkul Yatırımcılığı Ticaret Anonim Şirketi, 421 milyon 682 bin dolarlık teklif sundu. Tek teklif sunan şirketin, ana hissedarı Kuveyt Yatırım İdaresi olan Londra merkezli St. Martins Property tarafından kurulduğu bildirildi. Yüzde 50 hissesinin satışına ilişkin ihale kapalı teklif usulüyle gerçekleştirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Mesut Pektaş, “Şimdilik hayırlı olsun” diyerek ihaleyi sonlandırdı. İhaleye 8 kişilik bir heyetle teklif sunan firmanın bir yetkilisi de İhale Komisyonu’na İngilizce teşekkür etti. Teklife ilişkin karar, İhale Kanunu gereği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın onayı alındıktan sonra 15 gün içinde kesinleşecek. İhaleye teklif veren tek firma olan St. Martins Şişli Gayrimenkul Yatırımcılığı Ticaret AŞ’nin, ana hissedarı Kuveyt Yatırım İdaresi olan Londra merkezli St. Martins Property tarafından kasım ayı içinde kurulduğu öğrenildi. Öte yandan ihale için 7 firmanın şartname aldığı belirtildi. B İ L G İ T O P L U M U N A D O Ğ RU / ÖZLEM YÜZAK ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr Bluetooth teknolojisi dünyayı saracak Ekonomi Servisi Bluetooth Special Interest Group (SIG) ve Mobicom yeni teknolojilerini tanıttı. Toplantıda “Bluedating” (Bluetooth aracılığı ile haberleşmek) ve “Bluejacking” (karşı tarafa, bilginin business card formatında gönderilmesi) gibi uygulamalar test edildi. SIG Temsilcisi Danny Devriendt, 2006 sonunda, dünya genelinde, 1 milyardan fazla Bluetooth teknolojili ürünün kullanımda olacağını belirterek 2007’de de hızlı büyüyeceklerini söyledi. Evet, ayakta tedaviye ilaç sınırı kalktı. İlk bakışta hasta hakkı açısından sevindirici bir haber değil mi? AKP hükümetinin aksi yöndeki tüm açıklamalarına karşın sosyal güvenlik bütçesinde ilaç harcamalarındaki devasa artış ve IMF’nin bu konudaki baskıları üzerine Maliye Bakanlığı, Tedavi Yardımı Tebliği ile kısıtlamaları uygulamaya almıştı. Ancak Türk Tabipleri Birliği’nin tebliğ ile ilgili yürütmeyi durdurma istemi Danıştay tarafından uygun görüldü. Sonuçta artık hekimler, ayakta tedavi görenlere, dört kalemden fazla ve yedi günlük dozu aşan miktarda ilaçları eskisi gibi yazabilecekler... TTB’nin, hasta hakları ve sağlıkta kısıtlama yapılmaması talebiyle Danıştay’a başvurusu saygı duyulacak bir girişim. Ancak bakıyoruz ki Danıştay’ın bu kararına karşı çıkan doktorlar ve sağlık kurumları da var. Peki bu kişi ve kurumlar neden hastanın lehine olan bu kısıtlamanın kaldırılmasına karşı çıkıyorlar? Çok temel bir nedeni var. Sosyal güvenlik şemsiyesi altında reçetelere hiçbir sınırlama yapılmaksızın ilaç ya İlaçlar ve Hasta Hakkı... zılması uygulaması dünyanın hiçbir yerinde yok. Geri ödeme kurumları belirli koşullarda ilaç yazılmasına kısıtlama getirebilmeliler. Ancak bu kısıtlamanın, yalnızca bütçe açığını dizginleme amacıyla yapılması da çok yanlış. Kısıtlamanın geçerli nedenleri olmalı. Tıp Kurumu Genel Sekreteri Ali Rıza Üçer şunu soruyor: “Kulaklara hoş gelen ‘Reçeteme Dokunmayın’ sloganıyla hekimler hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın her türlü ilacı istedikleri miktar ve dozda yazabilmeli midir? Bu teknik düzenlemelerin denetimi nesnel bilimsel denetim mekanizmaları ile mi, yoksa genel hukuk ilkeleri çerçevesinde idari yargı yoluyla mı yapılmalıdır?” Eposta yoluyla bu soruları ileten Üçer ile telefonda konuşuyoruz. Üçer, özellikle bazı ilaçlara dikkat çekiyor. Tıp Kurumu bir çalışma yapmış. SSK İlaç Listesi ve Uygulama Talimatı’nda 2005 yılında 6 kalem ilaçta gerçekleştirilen kısıtlamanın kaldırılmasıyla kurumun bu altı kalemde 2004 yılında 8 trilyon lira olan harcamasının 12 kat artarak 100 trilyon liraya sıçramış. Eee, ne var bunda, demek ihtiyaç varmış ki artmış diyebilirsiniz... Ancak Üçer, ilaçlarla ilgili ayrıntıya da giriyor. Örneğin Aventis Pharma tarafından pazarlanan Ketek adlı antibiyotik. Üst solunum yolları enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılan bu ilaç, hem son derece pahalı hem de kullanımı uluslararası alanda hâlâ tartışmalı. Karaciğerde toksisiteye neden olduğu ileri sürülüyor. Bu ilaçtaki kısıtlamanın kaldırılmasıyla bir yılda kutu bazında 17 kat artış olurken 2004 yılında 978 bin YTL olan SSK harcaması 23 kat artışla 22 bin 557 YTL’ye çıkmış. Haklı olarak insan soruyor, başka bir antibiyotik, bu tedavilerde kullanılamaz mı, acaba jenerik ilaçlar tercih edilemez mi? Üçer önemli bir konuya da dikkat çekiyor: Emekli Sandığı’nın en çok kullanılan ilk 10 ilacı arasında yeni nesil antidepresan ve şizofreni ilaçları bulunuyor. Yoksa halkımız giderek şizofren mi oluyor? Üçer ile konuşmanı ardından ben bir vatandaş olarak sosyal güvenlik kurumlarının en çok hangi ilaçları kullandıklarını çok merak ettim. Ancak öğrendim ki, buna ilişkin veriler rutin olarak açıklanmıyor. Ancak birileri TBMM’ye soru önergesi verirse Sağlık Bakanlığı zorunlu olarak açıklıyor. Tüm bunlar işin bir boyutu. Diğeri ise SSK, BağKur ve Emekli Sandığı’nın ilaç harcamalarının inanılmaz bir hızla, hatta sistemi yok edecek hızda artması. Reçetelere yapıştırılan sahte kupürler ortalarda. Bunlara alet oldukları belirlendiği için tutuklanan, haklarında soruşturma açılan eczacılar ve doktorlar gündemde. Ve de 4 aydan beri geri ödemelerini alamayan eczaneler.... Tüm bunların ışığında reçete yazmaya daha sağlıklı bir yaklaşım getirilebileceği kanaatindeyim... CUMHURİYET 13 K