20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EKİM 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kaymaklı Demokratlar... Ülkemiz, bölücülüğün ve gericiliğin kıskacında iken, dinciliği yaşam biçimi yaparken bölücülüğü gereği gibi değerlendiremeyen AKP yönetimi, bazı çevreler tarafından destek görüyor. Özellikle bazı basın organları, gericiliği, bölücülüğü hoş görmeyi demokratlık sanıyorlar. Ulusalcılığı ne kadar aşağılarlarsa, gericiliği ve sıkmabaşı ne kadar hoş görürlerse o kadar demokrat olduklarını sanıyorlar. Hukukçu “Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, hiçbir dönemde, aynı anda, bu kadar tehlike ile karşı karşıya kalmadı.” Bu sözler, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a ait. Aynı konuşmada, batı başkentlerinde Sevr’in yeniden gündeme alındığı da dile getirildi. Genelkurmay Başkanı’nın bunu açıkça dile getirmiş olması, bazı çevrelerin sürekli olarak, böyle düşünmenin bir paranoya olduğu savını da çürütmüş olmaktadır. ABD’nin, BOP ve Ortadoğu’nun haritasını değiştirme girişimleri, AB’nin sözde Ermeni soykırımı savına, Rum Pontus ve Süryani soykırımı yalanını da eklemesi, AB ve ABD’nin Kürdistan projeleri, işin önemini ortaya koymaktadır. 3 Kasım seçimleri ile ülkemizin yazgısını ele geçirmiş olan AKP’nin, bu girişimlere karşı tavrı ise umut kırıcıdır. ABD ve AB’nin dümen suyunda giden yönetim, kendi dinci görüşlerine destek verilmesi karşılığında, ülkemizin ulusal bütünlüğünü tehlikeye sokacak bu tavırları önemsememekte, görmezden gelmektedir. ta Başbakan, Dışişleri Bakanı ve öteki bazı bakanlar, yurtdışı gezilerinde, başları kapalı eşleri ile ülkemizi küçük düşürmektedirler. Bu görüntü, 1923 Aydınlanma Devrimi’ni yaşamış ülkemizin aydınlık yüzüne ters düşmektedir. PENCERE Şartlanmışlık... Bir insan için şartlanmış olmak büyük ölçüde özgür düşünme yetisini yitirmek demektir, eleştirel akıl ağır basmazsa, öncelikli tutulmazsa gerçekleri görmek güçleşir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra girdiği süreçte Türkiye tepeden tırnağa şartlandı; Batı blokunda kraldan fazla kralcı oldu; bu görüş gönümüzde de sürüyor... Bugün de Batı (AvrupaAmerika) bizim her şeyimiz... Sebebi hayatımız... Sebebi hükümetimiz... Batısız yaşayamayız... Ayakta duramayız... Çökeriz... Sovyetler çökünce kuşkusuz ‘‘Doğu Bloku’’ da gümbürdedi; ama, bizim şartlanmışlığımız sürüyor... ? Atatürk hiçbir zaman Batı’ya bağlanmadı, tapmadı... Mustafa Kemal’in hedefi, amacı, ülküsü, ‘‘çağdaş uygarlık’’tır... Çünkü Batı’nın bir yüzü çağdaş uygarlık, öteki yüzü emperyalizmdir... Batı’nın emperyalizmine karşı ‘‘Kurtuluş Savaşı’’nı vererek ‘‘çağdaş uygarlığa’’ sarılmak, Atatürkçülüğün özünü, felsefesini, dünya görüşünü oluşturur... ? 1917 Devrimi, Türkiye için bir talihtir; Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayı Milliye, arkasında Bolşevik Rusya desteğini buldu... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra körü körüne Batıcılığın başladığı Türkiye’de ise Sovyetler en büyük düşman sayıldı; Batı’nın (AmerikaAvrupa) dünyaya bakışında, siyasal tutumunda ve örgüt yapısında eridikçe eridik... Bu erime Batı’nın işine geliyordu, çünkü Türkiye (Anadolu), Doğu’ya karşı bir ‘‘İleri Karakol’’ gibi kullanılıyordu... Batı, Sovyetler’e karşı Türkiye’nin bütünlüğünü kendi çıkarları açısından korumak zorundaydı... Artık Sovyetler yok... Batı’nın kendisini korumak için Türkiye’nin bütünlüğüne ihtiyacı yok... Dünya stratejisi değişti... Ama biz değişmedik... Şartlanmışlığımız sürüyor. ? Peki, bir kez olsun şartlanmışlığı aşıp eleştirel aklı devreye sokarak şu soruyu kendi kendimize soramaz mıyız: Artık Sovyetler yıkıldı, Batı’nın Anadolu’ya bakışı değişti; demeçler, tutumlar, göstergeler, siyasetler hayra alamet değil!.. Batı ki içinde Yunan, Ermeni, Rum diasporaları da varneden kendi çıkarına Türkiye’yi parçalamak istemesin? Ülkemizde eleştirel akıl, şartlanmışlığı kesinlikle aşmalıdır... Ne körü körüne Batı (AvrupaAmerika) düşmanlığı... Ne körü körüne Batı hayranlığı... Ve uşaklığı... Eleştirel akıl Türkiye’de her tür şartlanmışlığı aştığı zaman çağdaş uygarlığa yüzümüzü çevirmiş olacağız... Cumhuriyetin Denizciliği YARIN 83. yaşını tamamlayacak olan Cumhuriyetin karakterinde ‘‘tam bağımsızlık’’ öylesine önemli bir boyuttur ki, devlete daha bu ad verilmeden de ulusal ekonominin ilkelerini kararlaştırmak üzere bir Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Lozan müzakerelerinin kesiliş tarihi 5 Şubat, İzmir’deki kongrenin açılış tarihi ise 17 Şubat 1923. Barış görüşmelerinin ilk bölümünde Türkiye Devleti’nin sınırları belirlenmiş, nüfus mübadelesinin esasları saptanmıştı; ama kapitülasyonlar, Osmanlı borçları, yabancı kuruluşların statüleri, Boğazlar’ın yönetimi gibi sorunlarda ipler kopmuştu. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa o belirsiz durumda bile Kongre’yi açarken, ‘‘İstiklali tam için, hâkimiyeti milliye hâkimiyeti iktisadiye ile tarsin edilmelidir (sağlamlaştırılmalıdır) diyor ve ‘‘Memleketimizi artık esir ülkesi yaptıramayız’’ diye devam ediyordu. Artık bitmesi gereken öyle bir esirlikti ki bu, rıhtımsız kalmış kıyı kentleri arasında çalışan Fransız, İtalyan, Yunan bandıralı vapurlarla, yabancı şirketlere verilmiş liman ve fener imtiyazlarıyla, İngilizlere bırakılmış gemi kurtarma teşkilatıyla en çok denizlerde kendini göstermekteydi. Böyle olduğu için Kongre’nin denizcilikle ilgili ilk kararı ‘‘kendi limanlarımızda kendi bayrağımızdan maadasının (başkasının) ticaret yapamaması’’ndan söz ettiği halde, uygulama ancak üç yıl sonra yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu’yla sağlanmıştı. Çünkü, Türklerin elinde çok az gemi vardı. mekli Deniz Kurmay Albay Dr. Mustafa Hergüner, ‘‘Cumhuriyetimizin Başlangıç Yıllarındaki Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme’’ adıyla 2003’te yayımlanan ve bunları ayrıntılarıyla ışığa çıkaran yapıtında Yunanistan’la ‘‘nüfus mübadelesi’’ni ticaret filosunun gelişmesinde en önemli etkenlerden biri sayar. Biliyor musunuz ki, mübadil taşımacılığı için açılan ihaleye Türklerle birlikte İtalyan, Yunan ve Ermeni kumpanyaları da katılmış, İtalyan uyruklu Lloyd Triestino vapur kumpanyasının kazandığı ihale Türk Vapurcular Birliği’nin itirazı üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edilerek bu iş Seyrisefain İdaresi’ne ve yerli donatanlara verilmiştir. Gülcemal, Gülnihal, Akdeniz, Reşitpaşa, Kızılırmak ve eski Giresun gemileriyle ‘‘mübadil’’ taşımacılığı yapanlar devletten aldıkları başka yardımları da kullanarak ulusal denizciliğin ufkunu açmaya başlamışlar. u seksen yıllık destekle denizcilikte istenen düzeye gelindiği söylenebilir mi? Dr. Hergüner, çare diye hep Denizcilik Bakanlığı’nın kurulmasından söz edildiğini belirttikten sonra, 780 bin kilometre karesinin yarısına yakın kıyı illeriyle ‘‘deniz ülkesi’’ olan bir devlette yalnız bir bakanlığın değil, bütün devlet birimlerinin genel denizcilik stratejisine uygun politikalar üretmesini öneriyor. ‘‘Öyle bir strateji var mı?’’ derseniz, plansızlığın kol gezdiği bir dönemde bunu soracak bir makam bile bulamazsınız. Ümmeçilik yol almakta Yöneticilerin bu durumları gericilere cesaret vermekte, her gün, tarikatçılık, cemaatler, ümmetçilik yol almaktadır. Karaburun’da mayolu kızlara saldırı bu nedenledir. Haremselamlık plajların, otellerin oluşması, artması bu nedenledir. Başbakan Erdoğan’ın, Fatih Çarşamba’daki bir camide meydana gelen linç olayını görmezden gelip “Orada öldürülen hoca, iki fakülte bitirmişti, kimse onun için üzülmüyor” demesi, tarikatçılığın boyutlarını göstermek bakımından önemlidir. Din kurallarına dayalı bir yönetim anlayışı ve böyle bir yaşam biçimi, insan aklının zayıf çağları olarak geride kalmıştır. Ülkemiz, bölücülüğün ve gericiliğin kıskacında iken, dinciliği yaşam biçimi yaparken bölücülüğü gereği gibi değerlendiremeyen AKP yönetimi, bazı çevreler tarafından destek görüyor. Özellikle bazı basın organları, gericiliği, bölücülüğü hoş görmeyi demokratlık sanıyorlar. Ulusalcılığı ne kadar aşağılarlarsa, gericiliği ve sıkmabaşı ne kadar hoş görürlerse o kadar demokrat olduklarını sanıyorlar. Onlara göre, demokratlığın ölçüsü, bölücülüğü ve gericiliği “insan hakları” sanmaktır. AB yetkilileri ile yarışarak Atatürkçülüğe, TSK’ye saldırmaktır. Böyle düşünenler, bu konuda öylesine ileriye gitmişler ve gözlerini öylesine kapatmışlar ki, bunlara, “Kaymaklı Demokratlar” demek hiç de yanıltıcı olmaz. Oysa ki ulusalcılığı aşağılayarak demokrat olunmaz. Gericiliği överek, hoş görerek demokrat olunmaz. ABD ve AB karşısında aşağılanmayı göze almak, demokratlık olamaz. Demokrat olmak, ekonomik kaynaklarımızı, “özelleştirme” diyerek talan etmek, yayılmacı ve sömürgeci güçlerin uşaklığını yapmak olamaz. Her iktidara övgüler dizen bu çevreler, belli ki bu iktidar gittiğinde kendiliğinden yok olacaklardır. Eskiden olduğu gibi... Gericilikten ve onların aymaz yandaşlarından kurtulmanın yolu da, bölücülere karşı gerekli önlemlerin alınmasının yolu da, seçim sandığında AKP yönetimine, “Artistlik yapma, ananı da al git” demekten geçmektedir. Ulusumuz bunu yapacaktır. Erol ERTUĞRUL numuzu çözecek olan, kendi gücümüzdür. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, gericilik, Cumhuriyetin en büyük düşmanı olmuştur. Ne acı ki 3 Kasım seçimleri ile gericilik, ülkemizde iktidar olmuştur. Laiklik aklın özgürlüğü Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi, sanki böyle bir gerek varmış ya da bir açıklık yokmuş gibi, tartışmaya açılmak istenilmektedir. Oysa ki laiklik, açık bir biçimde, aklın özgürlüğüdür. Devletin, herhangi bir dini görüşten yana ağırlığını koymaması, dinsel görüşlerin bir yaşam biçimine dönüştürülmemesidir. Genelkurmay Başkanı, Harp Akademileri’nin açılışında yaptığı konuşmada, gericiliğe (irticaya) kanıt olarak, “Laiklik yeniden tanımlanmalı” diyenlerin, devletin en üst görevlerine gelmiş olduklarını gösterdi. Ülkemizi yönetenler, Cumhuriyetimizin olmazsa olmaz bu niteliğine karşı gelmekte, devleti ve toplumu dinselleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu uğurda, yüksek yargı kararlan hiçe sayılmakta, yargı organları, devleti yönetenler tarafından hedef gösterilmektedir. Danıştay saldırısı bunun açık bir örneğidir. Başbakanlık Müsteşarlığı’nda oturan kişi, açık biçimde, İslamcı bir devlet anlayışından yana olduğunu ve bu yolda çalıştığını yüksek sesle dile getirmektedir. E ‘Karşılıklı koordinatörlük’ Dış güçler, bir yandan ayrılıkçı terör örgütünü terör listelerine alırken öte yandan, bu örgütü destekleyen, kollayan eylemler içerisine girmektedirler. En son ABD’nin istemi ile gerçekleştirilmiş olan “Karşılıklı Koordinatörlük” bunun açık bir göstergesidir. Ülkemiz sınırları içerisinde, askerpolis, genç çocuklarımız, ayrılıkçı terör örgütünün alçakça yöntemleri ile yaşamlarını yitirirken, örgütün yuvalandığı Kuzey Irak’a girişimiz engellenmekte, bu iş için ne yapacağı belli olmayan iki koordinatör görevlendirilmektedir. Lübnan’da terörü önlemek için, içerisinde Türk askerinin de yer aldığı BM askeri görevlendirilirken, bizim karşı karşıya bulunduğumuz terör için ise kimsenin kılı kıpırdamamaktadır. Terör koordinatörlüğü, herkes biliyor ki bu işin çözümü olamaz. Bir ülkenin karşı karşıya bulunduğu böyle bir sorunun, bir başka ülke tarafından çözüldüğü de görülmemiştir. Bizim soru Ülkeyi yönetenlerin tutumu Kadınlarımızı ikinci sınıf vatandaş durumuna düşüren sıkmabaş, devletin birinci sorunu durumuna getirilmiştir. İçeride Anayasa Mahkemesi, Danıştay, dışarıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sıkmabaşın kamu kurumlarında kullanılamayacağı yolunda kesin kararlar verdiği halde, bu kararlar, ülkemizi yönetenlerin umurunda değildir. En son, AB’nin Türkiye raporuna, “sıkmabaşın TBMM’de uzlaşma ile çözülmesi gerektiği” yolundaki anlatımın, bu rapora, AKP’li bazı milletvekillerinin çabaları ile girdiği ortaya çıkmıştır. Baş B CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle