14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 OCAK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN Batı’nın, Hariri suikastını Şam yönetiminin düzenlediği iddiasıyla ülkeyi bölme çabası işe yaramadı 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Suriye halkı tek vücut oldu ? BM’nin Hariri soruşturmasına göre suikastın azmettiricileri arasında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da var. Soruşturma Suriye karşıtı Lübnanlıların iddialarına dayandırılarak sürdürüldü. Batı bunları gerçek kabul etti. ABD ve Avrupalılar Suriye’yi köşeye sıkıştırmaya, bölmeye çalışıyor. Ancak BM soruşturması ülkeyi bölmek yerine birlik ve beraberliğe neden oldu. (AP) Avrupa Sağı ve Yeniden Sahnelenen Eski Oyun! Avrupa sağı toplumun hiçbir derdine çare olamamanın telaşı içinde ipliği çoktan pazara çıkmış yöntemleri yeniden piyasaya sürmenin hazırlığında. ‘‘Soğuk Savaş’’ yıllarının sayısız trajikomik örnekleri günümüze kadar uzanan ünlü ‘‘McCarthyst cadı kazanı’’ oyununun yeniden sahnelenmesi girişimi (bakanlar komitesine 46 üye devletin totaliter komünist rejimlerin uluslararası alanda mahkum edilmesi yönünde karar alması tavsiyesi) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yeterli çoğunluğu sağlayamadığı için, en azından şimdilik reddedilmiştir. Buna karşılık sağın ‘totaliter komünist rejimlerde işlenen suçların uluslararası ölçekte mahkum edilmesi’ önerisi ise aralarında eski Sovyet Bloku ülkelerinin de yer aldığı sağcı kesimin oylarıyla kabul edilmiştir. ??? ‘‘Avrupa Halkçı Parti’’ grubu üyesi İsveçli Göran Lindblad ve arkadaşlarının bu girişimi yeni değil. Lindblad’ın önerisi, birkaç yıl önce Stephane Courtois adlı bir tarihçinin ‘Komünizmin kara kitabı’na yazdığı önsözden kaynaklanmaktadır. Courtois’nın önsözü o sıralarda çok sayıda tarihçi tarafından gayri ciddi ve taraflı olduğu gerekçesiyle eleştirilmiş, kamuoyunda da umulan ilgiyi görmemişti. Lindblad’ın Avrupa’yı Nazi belasından 15 milyon evladının kanı pahasına kurtaran bir ülke ve rejimini, yok ettiği faşizmle aynı kefeye koyma çabası, Mikis Theodorakis’in tanımladığı gibi utanılası bir kötü niyettir. Zaman zaman tarihin hayâsızca çarpıtılmasından kaynaklanan bu girişimlerin bizzat itiraf ettikleri gerekçeleri de esasen yukardaki tanımlamayı doğrulamaktadır. Nitekim, Göran Lindblad, Parlamenterler Meclisi’ne sunduğu karar tasarısında olayın ardındaki kötü niyeti gizleme gereğini bile duymamıştır: (...) ‘‘20. yüzyılın bir başka totaliter rejimi Nazizmin, soruşturmaya uğrayıp, uluslararası ölçekte mahkum edilmesine, sorumlularının da işledikleri suçlardan yargılanmalarına karşın, komünizm adına suç işleyenler, soruşturmaya uğramadıkları gibi, uluslararası planda da mahkum edilmemişlerdir.’’ (...) Komünist ideolojinin eşitlik, sosyal adalet gibi öğeleri siyaset dünyasında çok sayıda insanı cezbetmeye devam etmektedir. Öyle görünüyor ki komünizm nostaljisi bazı ülkelerde hâlâ varlığını sürdürmektedir. Komünizmin söz konusu ülkelerde yeniden iktidara gelme tehlikesi mevcuttur. Tasarının metni şu ilginç satırlarla sona ermektedir: ‘‘Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi üyesi devletler nezdinde komünizm tehlikesi konusunda duyarlı olunması için kampanyalar örgütlemeli, okul kitaplarının da bu yönde yeniden gözden geçirilmesini sağlamalıdır.’’ ??? Avrupa sağının bir süredir, küresel sermayeciliğin değirmenine su taşırken emekçi kitlelerin çetin mücadeleler sonunda sağladıkları sosyal kazanımlarını, tabiatı gereği, birer ikişer ellerinden alması karşısında artan hoşnutsuzluğun, bıçak kemiğe dayandığında yukarda sözünü ettikleri sosyalist iktidarlara yol açacağıyla ilgili kaygıları kuşkusuz yersiz değildir. Bunun somut belirtileri ortadadır. Fransa ve Hollanda’nın Avrupa Birliği’nin, temel sosyal özünden saptırıp tıpkı Birleşik Amerika gibi hem kendi halkını hem de başka ülke halklarını sömüren ürkünç bir güç haline dönüştürülmesini amaçlayan anayasasına ‘hayır’ demesi, İspanya’da ve Latin Amerika’da sosyalistlerin birbiri ardından iktidara gelmeleri, Çin’in dünyanın 4. büyük ekonomik gücü olarak ortaya çıkması, Rusya’nın toparlanma döneminin edilgenliğinden sıyrılıp içerde olduğu gibi uluslararası arenada yeniden güçlü bir biçimde boy göstermesi, anlaşılan Avrupa sağını ve destekçilerini fazlasıyla tedirgin etmiş, onları çaresizlikten ‘komünizm tehlikesi’ gibi modası geçmiş, çoktan ıskartaya çıkmış bahanelerden medet umar duruma düşürmüştür. Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerin 80 yıllık yaşamlarında her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söyleyen yok. Zaman zaman totaliter dönemlerin tüm olumsuzluklarıyla var olduğu yıllar önce bizzat kendileri tarafından açıklanmış ve mahkum edilmiştir. Ama Avrupa’nın tuzu kuruları, oturup ükelerini kasıp kavuran işsizliğe, artan yoksulluğa, kanayıp duran yığınla toplumsal soruna çare üretecek yerde, açgözlü küresel sermaye iktidarının ellerinden kayıp gitmesi korkusuyla yakın geleceğin sosyalist iktidarlarının önünü kesme çabasından vazgeçmelidirler. Korkunun ecele faydası yok. Ama ille de tarihe karışmış olaylar, pek de halisane olmayan niyetlerle yeniden gündeme getirilmek isteniyorsa, üzerine titredikleri sermaye rejimlerinin köle ticaretinden sömürgeciliğe, emek sömürüsünden soykırıma ve paylaşım savaşlarına uzanan yüzlerce yıllık karanlık geçmişlerinde yiten milyarlarca canın, trilyonlarca dolar maddi yıkımın hesabını da vermeleri koşulu ile, buyursunlar! B irini köşeye sıkıştırırsanız karşılık vermek amacıyla size saldırır. Son dönemde ABD’nin Fransa ve İngiltere gibi Avrupalı güçlerle işbirliği yaparak Lübnan’ın eski başbakanlarından Refik Hariri’ye düzenlenen suikastta parmağı olduğu gerekçesiyle büyük baskı uyguladığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da öyle yaptı. Esad, cumartesi günü İsrail’i, Filistin lideri Yaser Arafat’ı öldürmekle suçladı. Esad, Arafat’ın sessizce ama dünyanın gözü önünde İsrail tarafından öldürülmesine rağmen bu konuda tavır alabilecek ya da bir açıklama yapabilecek tek bir devletin bile çıkmadığını söyledi. Aslında iki yıl önce Arafat Paris’te bir hastanede öldüğünde hemen hemen her Filistinlinin ağzında olan bir şeyi dile getirdi Suriye Devlet Başkanı. Filistinliler liderlerinin Ramallah’ta hapsedildiği aylarda İsrail tarafından ağır ağır zehirlendiğinden ciddi anlamda şüphelenmişlerdi. Paris’te kendisiyle ilgilenen Fransız doktorlar sağlık durumuna ilişkin belgeleri açıklamayı reddetmişti. Arafat’ın ölümü hâlâ bir sırdır. Beşar’ın haklı olduğu nokta, hiçbir hükümetin Birleşmiş Milletler nezdinde ya da başka türlü bir soruşturma talep etmemiş olma (REUTERS) 2000’de, babası Hafız Esad’ın cenazesinde eniştesi General Asaf Şevket’le yan yana saf tutan Beşar Esad (solda) zor günler geçiriyor. Ancak halkı onun arkasında duruyor. sıdır. Oysa Arafat’ın ölümüne ilişkin hiçbir şey yapmayan bu hükümetler Suriye’ye karşı tavır alıp Hariri suikastının araştırılması için sıraya girdi. Hariri’ye Beyrut’ta düzenlenen bombalı saldırıya ilişkin Birleşmiş Milletler soruşturması birçok boşlukla dolu. Şimdiye kadar yayımlanan iki rapor ve soruşturmacılar sadece ABD’yi, Avrupa’daki destekçilerini ve onlara hizmet eden Batılı medyayı etkilemişe benziyor. Çünkü raporlarda yer alan iddialar onların Suriye karşıtı görüşlerini yaymayı sürdürmelerini sağlıyor. Görünmez elin sırrı Bazıları bu soruşturmanın perde arkasında çalışan ‘‘görünmez bir el’’in olduğunu söylüyor. Bu ülkeler dışındaki ülkelerde raporlar, şüphelerin fazla, somut kanıtların çok az olması dışındaki başka bir özellikleriyle dikkat çekmediler. Hariri suikastının Suriye ve Lübnan istihbarat servislerinin bilgisi dışında düzenlenemeyeceği tezi, araştırma sonucu ortaya atılan bir tez olamaz. Bu, ancak sokaktaki adamın afaki konuşmalarında ortaya atılan bir iddia olabilir. Ayrıca, konuya ilişkin soruşturmanın iki tanığının söyledikleri geçersiz hale geldi bile. Tanıklardan biri Suriyelilerin suçlu olduğunu ima etmesi için kendisine şantaj yapıldığını söyledi. Diğerinin ise güvenilir bir tanık olmak için çok kirli işe bulaşmış olduğu ortaya çıktı. Soruşturma şimdiye kadar tamamıyla Suriye karşıtı Lübnanlıların iddialarına dayandırılarak sürdürüldü. Avrupalılar ve Amerikalılar bunları gerçek kabul etti. Bunlara artı olarak Suriye’nin eski devlet başkanı yardımcısı Abdülhalim Haddam ve Irak’ın Ahmet Çelebi’sine başvurdular. Çelebi CIA’nın ve Pentagon’un kuşatmasında yaşıyor.. Haddam ise Paris’te sürgünde. Çelebi ‘‘patronlarına’’ Saddam’la ilgili bilgiler verdi ve bunlar sonra yanlış çıktı. Görünen o ki bir zamanlar Beşar Esad’ın Baas rejimine çok yakın olan Haddam da ağzındaki baklaları birer birer çıkarıyor bugünler de. Geçenlerde bir kez Esad’ın Hariri’yi tehdit ettiğini duyduğunu söyledi. BM’nin soruşturmacıları da hemen Beşar’ı sorgulamak istediler. Bağımsız bir ülkenin devlet başkanını! BM’nin Irak’ta görevlendirdiği silah denetçisi Hans Blix’in oyunu yineleniyor olabilir. Saddam’ın olmayan kimyasal silahlarına ilişkin planlı şekilde belirsizlik havası yaratması Bush yönetimine Irak’a saldırmak için daha fazla zaman vermişti. Haddam da Esad’ı cezalandıracak bir hareketin zeminini hazırlıyor. Ortadoğu hayalleri Bakalım Washington, Londra ve Paris’tekiler bir mola alıp enine boyuna düşünecekler mi? Birleşmiş Milletler’in soruşturması onları sevindirdi.. Ortadoğu’yu kendi hayalleri doğrultusunda biçimlendirmek isteyen ABD’li yeni muhafazakârların da içini ısıttı. Ama soruşturmanın taraflı olarak yürütüldüğü çok aşikâr olduğu için Arap ve Müslüman toplumların sokaklarında kızgınlık yarat tı. Bu şartlar altında Avrupa ve ABD’li stratejistler Suriye’den istediklerini elde edemez. Bush yönetimi, İran’daki iç çekişmeleri kışkırtmak için 5 milyon dolarlık bütçe ayırdı. ABD Kongresi, benzeri bir manevrayla Suriye’ye 87 milyon dolarlık ambargo uygulamıştı. Ama nafile!.. BM soruşturması ülkeyi bölmek yerine tüm siyasi görüşlerdeki Suriyelilerin Beşar Esad’ın arkasında durmasına neden oldu. Tabii buna Haddam’ın onlara verdiği ve sürgünde hükümet kurma isteğinde olduğu iddialarına yol açan desteğin de payını küçümsememek lazım. Soruşturma ve Batı’nın tutumu Suriye halkını bütünleştirmesinin yanı sıra Suriye, İran ve radikal Filistinli grupları ortak bir platformda bir araya getirdi. Tabii bu durum ABD ve Avrupalı destekçilerini hiç memnun etmedi. Soruşturmacıları kendi hallerinde işlerini yapmaları için yalnız bırakıp maceraperest isteklerini unutsalar iyi ederler. (Frontier Post, Pakistan, 23 Ocak) Batı ve İsrail Hamas yönetimine bir şans vermeli rap dünyasındaki ilk ve en büyük demokrasi sınavı, 1991’de İslami Kurtuluş Cephesi Cezayir’deki genel seçimi kazanma aşamasına geldiğinde yaşandı. Generaller seçimin ikinci raundunu iptal ettiler. Ve, 150 bin kişinin canına mal olan kirli bir savaş başladı. İslamcı partilerin iktidarda olmalarına izin verilen Bahreyn, Fas ve Ürdün’de ise bu partiler başarılı oldu. Nasıl olduysa bu George W. Bush’un Ortadoğu’da siyasi özgürlük kampanyasından sonra oldu. Geçen yıl Irak’ta Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi iki kez zafer kazandı. Önce geçici, sonra da kalıcı hükümet için. Çarşamba günü düzenlenen Filistin seçimlerinde ise Hamas, El Fetih’i geride bırakarak seçimi kazandı. Arap dünyasında radikalZafer sevinciyle sokağa dökü lere geçlen Hamas yandaşları öldürü mişteki diklen eski liderleri Şeyh Yasin’in tatörlerinin posterleriyle yürüdü. (AP) yönetiminde hayalini bile kuramayacağı özgürlük ve açılım şansı veriliyor. Ortadoğu’yu bu sürece sürükleyen Batı, şimdi de sonuçlarına katlanmalı. ABD, İsrail ve Avrupa Birliği İsrail’in mahvolmasını isyeyen bir organizasyonla muhatap olamayacaklarını açıkladılar. Halkın oylarıyla başa gelen bir parti ve onun cinayet planları yapan silahlı kolu arasında ayrım yapma konusunda haklılar. Ancak pratikte Hamas’la temas kurmak konusunda çok şey söylenebilir. En azından şiddetten vazgeçilmesine doğru yol almak adına... Hamas Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’la anlaşarak karar verdiği ateşkese uydu. Mayıs ve ekim ayındaki yerel seçimlerde kazanan adayları ba A şarılı yerel yönetim örneği sergiledi. Ayrıca Hamas’ın geçmişte uyguladığı geniş kapsamlı sosyal ve kalkınma programları biliniyor. Halk barış istiyor Hamas, şimdi kendisini tüm Filistinlilerden sorumlu tutuyor. Ve kamuoyu araştırmalarına göre Filistin halkının çoğunluğu İsrail’le barış görüşmelerinin yeniden başlatılmasını istiyor. Lübnan’da Hizbullah parlamentoda temsil ediliyor, ancak milis gücü de duruyor. Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nin de silahlı gücü var (Bedir Tugayları). Bilindiği gibi İran, çeyrek yüzyılı aşkın süredir köktenci bir İslam devleti olarak Arap dünyasının dışında tutuyor kendini. Hizbullah’ın sınavını geçmesi için zaman var daha. Siyasetin ayetullahlar tarafından belirlendiği İran ise benzeri olmayan bir deneyim. Hamas’ın seçilen liderlerinin böyle ruhani özellikleri, din adamı kimlikleri yok, onlar doğrudan seçmene karşı sorumlular. Hamas, iki devletli çözümü kabul etme kararı alsa bile barış görüşmeleri İsrail’de 28 Mart’ta düzenlenecek seçime kadar başlayamaz. Filistin köktenciliğinin yükselişi İsrail’de Ariel Şaron’un yeni partisi Kadima (İleri) yerine eski partisi, Benjamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi’ne yarar sağlayacaktır. İsrail seçimini kim kazanırsa kazansın, içte kaosa neden olan El Fetih’in yolsuzluğu ve ikiyüzlülüğü sonrasında yeniden canlanmış, güç kazanmış bir komşuyla karşı karşıya olacak. Abbas gitmeli. İsrail ve müttefikleri Ortadoğu meselelerindeki yeni rüzgârlar hakkında ne yapmaları gerektiğine ilişkin ortak bir strateji belirlemeli. 15 yıl önce Cezayir’de, köktenci bir örgütün yönetim sorumluluğunu aldığı zaman sınanmasına ilişkin bir şans kaçırıldı. Bu hata yinelenmemeli. (The Daily Telegraph, İngiltere, 27 Ocak) ABD yönetimi yurttaşlarının telefon konuşmalarını ve internetteki bağlantılarını izlemek istiyor! Dünyayı ‘kadınlar’ barıştırabilir ANTONIA POTTER enel kanı, konuşmak söz konusu olduğunda kadınların erkekler üzerinde egemenlik kurduğudur. Gerçekten de kadınlar dinlemeyi ve konuşmayı erkeklerden daha çok severler ve her ikisinde de karşı cinse oranla daha başarılılar. İletişim bir kadın işidir. İlginç, çünkü uluslararası arenadaki en zor işlerden biri ki bu kanlı savaşlara girişmek yerine kriz ve çatışmalara, konuşup barışçıl yolla son verme konusunda arabuluculuk yapma işidir kadınlardan yoksun. Aile içi çatışmalarda, ticari uyuşmazlıklarda ve benzeri birçok alanda kadınların çoğunluklu olarak çalıştıkları arabuluculuk işleri var. Kriz ortamlarındaki resmi görevli olan arabulucuların ise daha farklı bir doğası var ve daha az yetişiyorlar. AB, BM gibi uluslararası kurumlar, Norveç, İsviçre gibi barış sağlamaya yardım eden ülkeler eski diplomat ve üst düzey hükümet yetkilileri arasından seçtikleri de G ğerli kişileri arabulucu olarak görevlendiriyorlar. Bir de arabuluculuk yapan az sayıda sivil toplum kuruluşu var. Cenevre’deki İnsani Diyalog Merkezi ve Finlandiya’nın eski cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’nin Kriz Yönetimi İnisiyatifi bunlara örnek. Yasal, kurumsal engel yok BM’nin program ve kurumlarında arabulucu kadroların liderinin bir kadın olmasını yasaklayan bir madde yok. Ancak bu alanda BM’nin övünecek hiçbir şeyi de yok. Güvenlik Konseyi 2000’in ekim ayında bir karar tasarısını onayladı. ‘‘1325’’ No’lu bu karar kadın, güvenlik ve barışa ilişkindi. Kadınların barışı sağlayan süreçteki karar mekanizmalarında daha etkin görevlerde olmalarını öngörüyordu. Bu, Konsey’in tarihindeki en yaygın şekilde kabul gören ve övünülen kararıydı. Ancak aradan beş yıl geçti ve barışı sağlamak üzere görevlendirilen 62 BM yetkilisinden sadece dördü kadın. Çok etkileyici değil mi? Bu bir eşitlik sorunu. Peki bu durum barış açısından nasıl bir sorun oluşturuyor? Kadınların arabuluculuktan uzak tutulmaları barış süreçlerini eksik bırakıyor. Barış ya sağlanamıyor ya da kalıcı olmuyor. Barışa götüren sürece dahil olan çok az sayıdaki kadın bunun nedenini gösteriyor. Bize en yakın örnek Kuzey İrlanda Kadınlar Koalisyonu’nun iki üyesi Monica McWilliams ve Pearl Sagar’ı gösterebiliriz. Delege seçilen bu ikili, Kuzey İrlanda siyasetindeki tabuları yıkarak Hayırlı Cuma Anlaşması’nın imzalanmasını sağlayan görüşmeleri başlattılar. Eğitim, sosyal hizmetler, adalet, insan hakları gibi kalıcı bir barışın olmazsa olmazı olan ancak erkekler tarafından göz ardı edilen konuların görüşmelerin gündeminde olmasını sağladılar. Sonuçta günümüzdeki kadın arabulucular Heidi Tagliavini, Carolyn McAskie (Gürcistan ve Burundi’de BM adına çalışıyorlar) ve Betty Bigombe’nin (Uganda’da görevli) deneyim, kişilik ve yetenekleri, kurumlarının ilkeleri ve ağırlığıyla birleştiği zaman ortaya olumlu şeyler çıkıyor. Cinsiyetleri, aşırı gerilimli hatta çatışmaların yaşandığı ortamlarda düşünülenin aksine dezavantaj değil avantaj sağlıyor. Birçok deneyimli kadın görev bekliyor; tehlikeli bölgelerde işlerini yapmaktan korkmuyorlar. Kararlar alındı, görev listeleri yapıldı ama bunlar dikkate alınmadı, hiçbir şey değişmedi. Sorunun kökünde ne var? Atama işleri şeffaf yapılmıyor. Ve, kurum siyasetinin tehlikeli yanları ve adam kayırma egemen oluyor atamalar sırasında. BM ve işbirlikçileri için çatışmaları sonlandırma sözlerini tutma zamanı geldi. Barış için en iyisini yapmalılar. Bu, kadınlardan akıl hocası olarak yararlanılmasının hedeflenmesi, atamaların daha şeffaf şekilde yapılması, ayrımcılığın kaldırılması anlamına geliyor. Sorunları paylaşıyor, birlikte yaşıyoruz. Çözümü de paylaşalım! (The Guardian, İngiltere, 24 Ocak) CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle