14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 OCAK 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Başbakan’ın İslami Kimliği ve Türban Faik ACAR Eğitimci, Araştırmacı, Yazar ilgi çağını ve Cumhuriyetimizin 82. yılını yaşadığımız bir süreçte, Başbakan’ın, imamhatiplerin ‘‘katsayı’’ ve türban konularını özetle tırmandırması, aydın kesimin, demokratik kuruluşların ve muhalefetin haklı ve bilinçli tepkilerini umursamaz görünmesi, yadırganacak boyutlara ulaşmıştır. Örneğin, son Amerika gezisinde, ‘‘Din üzerinden siyaset, insanlığa ihanettir!’’ tümcesiyle ilk anda yüreklere su serpen Başbakan, hemen ardından, insanı şaşkına çeviren polemik ve çelişkiler içine giriyor. Türkiye’de yasal Kuran kursları yokmuş gibi, o günlerin günceli, yasak Kuran kurslarına atıf yaparak ‘‘Tom Miks, Teksas okumak serbest, Kuran niye yasak?’’ sorgulaması içinde kendi kendine ters düşebiliyor. Fransa’da ezilmişlikten, sevgisizlikten, dışlanmışlıktan ve de işsizlikten kaynaklanan şiddet olaylarına, İslami kimliğiyle din ve türban üzerinden fatura kesiyor: ‘‘Fransa’da geçen yıl okullarda türbanın yasaklanmasıyla başlayan Cumhuriyetçiliğin Bağımsızlığı BİRKAÇ HANIM çağdaş giysileri ve örtüsüz başlarıyla bir camide namaza durdular ya, yer yerinden oynadı. Kaç gündür, Türkiye’nin medyasında ve aile meclislerinde ‘‘efkârı umumiye ve hususiye’’ bununla meşgul. Tutucu kesime bakarsanız, ibadet âdabında büyük hata işlenmiştir; tartışılan, sadece bunun günah olup olmadığı. ‘‘İlerici’’ kesimde, kafalar daha da karışık. Kimi, ‘‘çağdaşlık işte böyle olur’’u savunuyor. Kimileri, derinlere inip ‘‘Müslüman Kalvinizmi’’nden dem vurarak Fethullahçılığa, oradan Hakan Yavuz’lara ve Saidi Nursi’lere kadar gitmekte; yakında Şerif Mardin’den de söz edilmesini bekleyebilirsiniz. Her şeyde olduğu gibi, bu konuda da Türk toplumundaki çağdaşlık dönüşümünün hep böyle, düşe kalka, itişe kakışa, karman çorman olacağı izlenimi yaygın. nutulan, cumhuriyetçi çağdaşlaşmanın nasıl olacağıdır. Daha doğrusu, Türkiye Cumhuriyeti denen kendine özgü bir cumhuriyette çağdaşlaşmanın, rastgele değil, bilinçli bir ‘‘dönüştürme’’ atılımı olduğu. ‘‘Çılgınca Türkler’’in özverisiyle kazanılmış bir savaşın, savaşla bütünleşmiş bir ihtilalin ve köklere yönelik bir devrimler dizisinin ürünü olan bu cumhuriyetin hamurunda sıradan sayılamayacak müthiş bir bütünlük var: Siyasal bağımsızlığı düşünce bağımsızlığıyla bağdaştırmaya ve bu ikisini bağımsızca erişilmiş sosyoekonomik kalkınma yöntemleriyle tamamlamaya yönelik bir bütünlük. Ama, yarım kalmış, yarım bırakılmış ve bıraktırılmış, yarım kalması için iç ve dış çabaların hedefi haline gelen. Cumhuriyetin, özde, sürekli bir devrim olduğu, siyasal, düşünsel, ekonomik ve sosyal devrimciliğinin ‘‘kendiliğinden dönüşüm’’e terk edilmeyip sonuna kadar götürülmesi gereken bir ‘‘dönüştürme mühendisliği’’ sayılması gerektiği unutturulmaya çalışılmış ve ne yazık ki, unutturulmuştur. Oysa, ‘‘Durmayalım, düşeriz!’’ denmişti. olayısıyla, Türkiye’yi içinden kemiren ve dışından çevreleyen bütün çabalara bu açıdan bakmak gerekir. ‘‘Müslüman Kalvinizm’’in önderi olduğu söylenen kişi, niçin ülke dışındaki güçlerin kanadı altında yaşamaktadır? İngilizlerin ‘‘ciddi’’ gazetesi ‘‘The Times’’, ‘‘Büyük Ortadoğu’yu demokratik seçimler yoluyla ılımlılaştırma’’ya çalışan Amerika’nın ilk sınamayı Türkiye’deki AKP iktidarıyla kazandığını ve Başbakanımızın AB’yle bile müzakereye oturduğunu yazarken, bizim cumhuriyet için çaldığımız tehlike çanının kendi tasarımları için zafer sesi sayıldığını göstermiş olmuyor mu? O zaman, tek tük ‘‘ılımlı dincilik’’ görüntülerine sevinmenin ve ‘‘solu birleştirme’’ çabalarını AB desteğiyle yürütmeye çalışmanın cumhuriyetçi bağımsızlıkla ne ilgisi olabilir? Yok, böyle bir ilgi istenmiyorsa, o başka. B U süreç, olayları fitilledi’’ öngörüsüyle uykularını kaçıran türban polemiğine girmekten kendini alamıyor. Apaçık görünen o ki, akılları fikirleri türbanda... Katsayıda... İçki yasağında ve kadrolaşmada... Yurt genelinde, öğretmen evlerine atadıkları müdür, müdür yardımcıları ve yönetim kurulları, inançlarının gergefinde bir uygulama ile ‘‘içki yasaklamak’’, ramazan ayında çay hizmetlerini ve dinlenme aracı oyunları kaldırmak gibi marifetler sergiliyorlar. Tepki alınca da geri çekilip kabahati yönetim kurullarına atan müdür, müdür yardımcıları görüyoruz. Başbakan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) türban hakkındaki son kararını değerlendirirken Adnan Menderes’in kendi grup toplantısında, milletvekillerine, ‘‘Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz!’’ diyerek düştüğü gafletin bir başka onulmaz örneğini şöyle veriyor: ‘‘Türban konusunda AİHM’nin söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasının dır. Açarsın, o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde emredici bir hükmü var mı? Ben diyorum ki dinde bunun yeri var. Biraz bu alanda mürekkep yaladık.’’ Hoş geldin, Osmanlı’nın ‘‘Fetva Eminliği!’’ ‘‘Oy, itibar ve iktidar’’ uğruna, hukukla, bilim insanlarıyla ve çağımızla örtüşmeyen, giderek Cumhuriyetin ‘‘üniter’’ yapısıyla çelişen ‘‘uluorta’’ demeç ve savlar, bizleri taa yüreğimizden yaralıyor. Bize göre ‘‘türban’’, ‘‘ulema’’, ‘‘bilgin’’ varyasyonunda yaşanan polemikler, iman, ihlas ve sadakat kuru “kuru akıl”la ölçülüp biçilebilecek manalar değildir. Ne ki, bugün artık inançla bilimi, ‘‘mutlak’’ olanla ‘‘bilinci’’, ‘‘sakallı ulema’’ ile ‘‘bilgini’’ doğru yerlere koymak zorundayız. Çünkü, bilim ve düşün adamları ile kavgalı olan ‘‘ulema’’ sınıfının ‘‘gelgitleri’’ anaforundan başka türlü kurtulmak olanaklı değildir... Ve çünkü 60 yıldır yaşanan cemaatleşme sürecinden soyutlanmanın başka yolu yoktur. Bilimde ve dinde (dolayısıyla ‘‘bilgin’’ ve ‘‘ulema’’ arasında), başta temel tavır ayrılığı vardır. Bilimde kural, ‘‘belgelemek’’ ya da ‘‘kanıtlamak’’, dinde ise ‘‘inanmak’’, ‘‘iman et mek’’tir. Dinsel tavırda ‘‘seçme özgürlüğü’’ tanınmaz, şundan ki, Tanrı’nın kefil olduğu bir şey ‘‘kuşku ve tartışma’’ konusu olamaz! Bilimsel tavır ise her sav karşısında kuşkucu olmayı, Hüseyin Batuhan’ın deyişiyle ‘‘bir tür bilgi ahlakı sayar’’. Bilimde yasallık ve onun araştırma ve denemeyle bulunup doğrulanır oluşu var, dinde ise doğaüstü, söylenti ve yorum. (Server Tanilli) Çağdaş, laik Atatürk Türkiye’sinin aydınlıkçı yönetici ve görevlileri, bu bilinç içinde olmak; tarih ve akıl gözüyle gerilere giderek, ilkçağ düşünürü Epiharmus’un özdeyişini yaşamak, algılamak ve topluma özendirmek zorundadır. Çünkü, böylesine onurlu ve çağdaş bir eylem, ‘‘erdem’’dir!.. ‘‘Erdemlilik’’tir!.. Epiharmus, toprağın altından şu öğüdü veriyor, bizim gibi inanç kurbanı dünyalılara: ‘‘İnsan, düşünce (akıl) ile görür ve duyar; her şeyden faydalanan, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir; geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır.’’ Umarız, uygarlık ve aydınlanma sürecine ‘‘aklın önceliği’’ damgasını vurur... D CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle