14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 2006 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Bugüne kadar memur fazlalığından yakınan hükümet, birdenbire 100 bin personel almaya karar verdi GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU AKP seçime hazırlanıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Erken seçim haberlerini sürekli yalanlayan AKP iktidarı, her fırsatta seçime yönelik adım atıyor. Bugüne kadar, sürekli ‘‘Devlette memur fazlalığı olduğu biliniyor’’ diyen, personelden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, bir bölümü sözleşmeli ve geçici olmak üzere 100 bin yeni personel alınacağını açıklaması dikkat çekti. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, ‘‘Bu, 2006’da seçim var demektir’’ dedi. Bugüne kadar ‘‘hantal devlet yapısından’’ şikâyet eden ve kamudaki personel sayısının azaltılması gerektiğini savunan AKP iktidarı, bu görüşünün tersi bir adım atıyor. Hükümet, temmuz ayında yapılacak KPSS’nin ardından kamu kurum ve kuruluşla İran: Büyük Tehdit! Ama Kime? (II) Pazartesi günü yazımda, ABD’nin küresel imparatorluk projesiyle, İran’ın bölgesel hegemonya projesinin çatıştığına dikkat çekmiştim. ABD’nin bu çelişkiyi, çözmektense belli bir yönde yöneterek imparatorluk projesi kapsamında kullanmayı planladığını düşündüren belirtiler de var. ? Başbakan Erdoğan’ın “Erken seçim yok” sözlerine karşın hükümetin icraatları seçim hazırlığının sinyalini vermeye devam ediyor. Son olarak Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, bir bölümü sözleşmeli ve geçici olmak üzere 100 bin yeni personel alınacağını açıkladı. rının boşalan A ve B grubu kadroları için 48 bin personel alacak. Bunun yanı sıra 21 bin kadro da açıktan atama yöntemiyle kullanılacak. Rakam belediyeler ve KİT’lerde çalışan sözleşmeli ve geçici personel ile diğer memurların eklenmesiyle birlikte 100 bine ulaşacak. Hükümetin konuyla ilgili kararını kamuoyuna duyuran Bakan Şahin, bugüne kadar kamudaki personel fazlalığından yakınmıştı. Şahin, daha önce verdiği bir demeçte, ‘‘Türkiye’nin şartları ortada. Bugün devlette memur fazlalığı olduğu biliniyor. Ama biz hiç kimseyi de sokağa koyamayız. Onun için emekli olanların yerine yenilerini almayarak, kurumlar arasında kaydırmalar yaparak ve emekliliği özendirici bazı formüllerle bu şişkinliği gidereceğiz...’’ demişti. Şahin, hükümetleri döneminde personel artışının ‘‘düşük kalacağını’’ vurgulamıştı. CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, ‘‘100 bin kişi, işsizlik sorununa çözüm getirecek bir olay değil tabii. Ama, seçim süreci içerisinde başlatılan bir uygulama’’ dedi. Yeni personelin alımında AKP’nin kendi yandaşlarına da öncelik tanıyacağını belirten Kılıçdaroğlu, ‘‘Özellikle mülakat aşamasında, AKP siyasal tercihi ortaya koyacaktır ve o bağlamda seçim yapacaktır. Bu çerçevede bazı yüksek puan alan adaylar elenecektir. Dileğimiz, memur alımında mülakatın kaldırılmasıdır’’ diye konuştu. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, ‘‘Demek ki söylendiği gibi kamuda eleman fazla değil. Hükümetin bu adımı 2006’nın seçim yılı olduğunu gösteriyor’’ dedi. Hükümetin personel fazlalığı gerekçesiyle reform yapmaya çalıştığını belirten Tombul, ‘‘Bir yandan IMF’ye taahhütte bulunuyorlar, bir yandan da bu adımı atıyorlar. Ancak, hükümet kamuda eleman ihtiyacı olduğunu teyit etmiş olu yor’’ diye konuştu. Ek ödeme almayan memurlara 6’şar aylık dönemlerde 40’ar YTL ödenmesi konusuna da değinen Tombul, uygulamadan 1 milyon 377 bin kişinin yararlanacağını, ancak yaklaşık 500 bin kişinin bu ödemeyi alamayacağını söyledi. Tombul, ‘‘Yapılması gereken iş, bizim için önemli olan, taban ücret belirlenmesi ve bunun üzerine, iş riski ve kıdemin eklenmesiydi’’ diye konuştu. Türkiye KamuSen Genel Başkanı Bircan Akyıldız da, Kamu Yönetimi ve Kamu Personel Rejimi yasa tasarılarının gündemde olduğu bir sırada hükümetin 100 bin personel alma kararının kendilerini de şaşırttığını belirti. Akyıldız, ‘‘Ancak bizim için bu olumlu bir gelişmedir’’ diye konuştu. Sorun küreselleştiriliyor mu? Bir küresel hegemonyacıyla, bölgesel hegemonya adayı arasındaki çelişki, çözülebilir bir çelişkidir. Örneğin, İran’a yönelik askeri, ekonomik tehditlerin dozu arttırılır, ekonomiksiyasi işbirliğinin olası kazançları gösterilir, böylece İran yönetici sınıfı ve seçkinleri içindeki bazı kesimlerin iştahı kabartılır. İran’da son genel seçimlerde, ekonomik anlamda liberal eğilimi oldukları söylenebilecek, iyi eğitimli genç bir kuşağın meclise girdiği (MERIP, Kış 2004) reform yanlısı bir kesimin varlığı düşünülürse, bu yaklaşım daha da kolay sonuç alabilir. Üçüncüsü, İran’ın ekonomik ve siyasi enerjisini bölgesel hegemonya sorunları içinde tüketmesine yardımcı olacak biçimde, bölge ülkelerinin İran’a direncini güçlendirecek politikalar izlenir. Rejimin hegemonya stratejisi tıkandıkça, işbirliğinin çekiciliği artar, bir rejim değişikliği olasılığı gündeme gelmeye başlar. Ancak, böyle olmuyor, adeta İran, bölgesel bir sorun olmaktan küresel bir tehdit kategorisine yükseltilmeye çalışılıyor. Bunun arkasında da sanırım, ‘‘imparatorluk’’ projesi var. ABD/İngiltere medyasına bakınca ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Bir taraftan askeri müdahale olasılığından söz ediliyor, diğer taraftan gerçekleştirilmesinin önündeki engeller ballandıra ballandıra anlatılıyor (örneğin, Simon Jenkins, Guardian, 20/01, Fareed Zakaria, Newsweek, 30 Ocak sayısı). İran’a yönelik askeri bir saldırının en ısrarlı savunucularından Michael Ledeen bile National Review’daki yazısında askeri müdahale olasılığına hiç değinmiyor. BM Güvenlik Konseyi’nden yaptırımlar ve ambargo kararı çıkma olasılığı da yine aynı medya tarafından ‘‘çok zor’’ biçiminde yorumlanıyor, ‘‘Batı’’ içindeki çelişkiler, Rusya ve Çin’in isteksizliği vb... vurgulanıyor (örneğin, C.A. Robbins, Wall Street Journal, 23/01). Özetle Batı medyasında İran’a yönelik sinyallerde bir bulanıklık söz konusu. Siz, İranlı yönetici olsanız, bu görüntü karşısında, pazarlık gücünüzün yükselmekte olduğunu düşünerek tutumunuzu katılaştırmaz mısınız? Böylece de ‘‘kendinizi olduğunuzdan daha güçlü görmeye’’ (Sun Tzu, Strateji Sanatı), inisiyatifin size geçtiğini sanmaya başlarken aslında bir başka stratejiye alet olmaya hazır hale gelmez misiniz? Gazetelere verdiği ilanlarda zamanaşımına uğrayan davalardan aklandığını iddia etti ŞEMDİNLİ OLAYLARI Oktar gerçekleri saptırdı ? Adnan Oktar’ın gazetemiz imtiyaz sahibi İlhan Selçuk ile Ebru Şimşek’in de hedef gösterildiği ilanlarının maliyeti binlerce YTL’yi bulurken dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve davanın mağduru Ebru Şimşek, Oktar’ın ekonomik giderlerinin incelenmesini istemişti. İstanbul Haber Servisi Adnan Oktar davasının avukat ve mahkeme değişiklikleri sonucu zamanaşımına uğratılmasına karşın Oktar’ın kurucusu olduğu Bilim Araştırma Vakfı, 4 ayrı gazeteye verdiği tam sayfa ilanlarda ‘‘toplanan delillerle aklandıklarını’’ öne sürdüler. Bu ilanların maliyeti binlerce YTL ’yi bulurken dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ile davanın mağduru Ebru Şimşek, Oktar’ın ekonomik giderlerinin incelenmesini istemişti. Çete ve şantaj davası zamanaşımına uğrayan ve kamuoyunda Adnan Hoca adıyla tanınan Adnan Oktar, mağdur Şimşek ve Tantan’ın 21 Ocak 2004 tarihinde gazetemizde yayımlanan söyleşileriyle ilgili dinci Yeni Asya ile Bugün, Türkiye ve Star gazetelerine tam sayfa ilan verdi, söyleşileri köşe yazısında değerlendiren gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk ve manken Ebru Şimşek’i hedef gösterdi. İçerikleri tamamen aynı olan ilanlarda yargılama sürecinde davaya dayanak yapılan iddiaların gerçek olmadığı savunuldu. ‘‘Kendilerinin hazırlattığı bilirkişi raporlarının’’ delil ve resmi belge olarak sunulduğu ilanda, iddianameye dayanak yapılan emniyet ifadelerinin de sahte olduğu iddia edildi. Davada mağdur olarak yer alan kişilerin polis tarafından tehdit edildiği öne sürülen ilanda, Oktar ve adamları masum olduklarını, iftiraya maruz kaldıklarını savundular. Oktar ve adamları hakkında 28 dava açıldığı dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan gazetemize, bakanlığı döneminde Oktar hakkında operasyonlara başlayınca, pek çok milletvekilinden operasyonları dur ‘Amaçları Yılmaz’ı öldürmekti’ ? Van Cumhuriyet Başsavcılığı Şemdinli’deki bombalama olaylarıyla ilgili olarak tutuklu bulunan astsubaylar için görevsizlik kararı verdi. Haber Merkezi Van Cumhuriyet Başsavcılığı, Şemdinli’deki olaylarla ilgili tutuklu bulunan astsubaylarla PKK itirafçısı sanığın, beraber hareket ettikleri kanaatine vardı. Van Başsavcılığı, bombalama olaylarıyla ilgili olarak tutuklu bulunan astubaylar için ise görevsizlik kararı vererek dosyayı Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Görevsizlik kararında bombalama olaylarına ilişkin önemli tespitler yer aldı. Kararda, PKK itirafçısı Veysel Ateş, Astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in, kitabevi sahibi Seferi Yılmaz’ın, PKK’nin Şemdinli sorumlusu olduğuna yönelik bilgiler elde ettikleri, Yılmaz’ın terör örgütüne bir paket ulaştıracağı bilgileri üzerine olaydan 2 gün önce Şemdinli’ye geldikleri anlatılıyor. Savcılık, yazdığı görevsizlik kararında, 9 Kasım 2005 günü yeniden Şemdinli’ye gelen şüphelilerin amaçlarının, Seferi Yılmaz’a zarar vermek veya öldürmek olduğunu belirterek olay gününü şöyle anlatıyor: ‘‘Şüpheli Veysel Ateş, Seferi Yılmaz’ın bulunduğu pasajda gerekli araştırma ve keşif faaliyetlerini yaparak saat 12.10 sularında iki adet el bombasını Yılmaz’ın işyerine atıp olay yerinden uzaklaşmıştır. El bombalarını görüp kendisini dışarı atan Seferi Yılmaz, şüpheli Veysel Ateş’in peşinden koşmaya başlamış, patlamada ise Mehmet Zahir Korkmaz ölmüş, 2 kişi de yaralanmıştır. Bombalama olayından sonra Şemdinli’de halkın infiale kapılarak olayı gerçekleştiren Veysel Ateş, Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in bulundukları aracın çevresinde toplanarak gösteri yaptıkları, bir grubun çevreye zarar verici davranışlarda bulunduğu, kamu binalarına ve araçlarına saldırdıkları anlaşılmıştır.’’ Bombalama olayının ardından tutuklanan 2’si astsubay 3 kişiye ilişkin soruşturma halen sürüyor. Uygarlıklar çatışması Bu başka strateji, ABD’nin, Avrupa ile ittifakını güçlendirecek bir dış politika doktrini oluşturmak amacıyla, salt ekonomiksiyasi değil, soğuk savaş dönemindeki gibi ‘‘uygarlık’’ (‘‘yaşam dünyası’’ life world) düzeyinde bir ‘‘genel tehdit’’ saptama/yaratma çabasıyla yakından ilgili olabilir. Belki de bu yüzden İran sürekli ‘‘Batı’ya’’, ‘‘uluslararası topluluğa’’ yönelik bir tehdit olarak sunuluyor. Zakaria’nın işaret ettiği gibi bu taktik işe de yarıyor: ‘‘Batı ittifakı daha şimdiden güçlenmiş görünüyor... Hindistan, Rusya ve Çin’in işbirliğine yatma olasılığı her zamankinden daha güçlü...’’(abç) Eğer İran, ‘‘uygarlıklar çatışması’’ paradigması içine oturtulabilir, yerel hegemonya girişimleri, ‘‘uygarlık çapında’’, (‘‘İslam dünyası’’ üzerinde) bir hegemonya girişimi olarak sunulabilirse, İran’ın duruşu Batı’ya ‘‘uygarlık’’ (‘‘yaşam dünyası’’) düzeyinde bir tehdit olarak kurgulanabilir. Bu bakış açısının gelişmeye başladığına, Bush yönetiminin sürece bu açıdan yaklaştığına ilişkin kimi gözlemler yapmak olanaklı. Örneğin, CIA ile yakınlığıyla bilinen stratejik analiz şirketi Stratfor’un editörü George Friedman geçen haftaki yorumunda, ‘‘uygarlıklar çatışması’’ paradigmasına doğrudan gönderme yapmamakla birlikte İran’ın tutumunu, Ahmedinecad’ın ilk anda mantıksız gibi gelen sert çıkışlarını, İran’ın, ‘‘İslam dünyası’’ üzerindeki giderek zayıflayan, hatta El Kaide’ye kaptırılan liderlik iddiasının geri kazanılmasına yönelik refleksler olarak görüyor, bu bağlamda İran’ın İsrail ve/veya ABD’den gelecek bir saldırıyı memnunlukla karşılayabileceğini vurguluyordu. Eğer İran böyle bir role inandırıcı bir biçimde oturtulabilirse, salt ‘‘Batı’’ bloku için yeni bir ittifak zemini bulmak olanaklı olmakla kalmayacak, Sünni devletlerin liderleri, İran’ın yeni rolünden giderek daha fazla rahatsız olacakları için, ‘‘İslam dünyası’’ içindeki Şii/Sünni fay hattının, bölge çapında bir çatışmaya yol açacak biçimde kırılma olasılığı artacak. Böylece İran’ın hem bölgede hem de Irak’taki etkisine karşı önlem alınmış olurken İsrail’in karşısındaki güçler de parçalanmış olacak... Bu taktik başarılı olabilirse, işte o zaman İran’a karşı bir ABDAvrupa ortak saldırısı bekleyebiliriz. Ne de olsa İran, pazartesi günü değindiğim gibi, öncelikle ABD’nin imparatorluk projesine yönelik, giderilmesi gereken bir tehdit. ergin.yildizoglu?gmail.com Bilim Araştırma Vakfı’nca dört gazeteye verilen ilanlardan sadece Star gazetesinde İlhan Selçuk ve Ebru Şimşek’in fotoğrafının yer alması dikkat çekti. Bugün, Türkiye ve Yeni Asya gazetelerindeki ilanlarda ise fotoğraflara yer verilmedi. durması için baskı gördüğünü, ama yılmadığını söylemişti. Oktar’ın çete davasının zamanaşımına uğramasının adalet sistemindeki eksikliği göz önüne serdiğini vurgulayan Tantan, ‘‘Bu hareketlerin büyük para desteği ve yayın faaliyeti var. Adli Tıp Kurumu’ndan rapor almış bir adamın Bilim Araştırma Vakfı adlı vakfın başında olması, aldığı eğitimin düzeyi belli olmasına karşın sürekli kitap yazması, yazdığı kitapları da bedava dağıtması, insanın aklına önem li sorular getiriyor. Bu kişileri kimler koruyup kullanıyor? Harun Yahya adına yazılar yazanlar kimler’’ diye soru yöneltmişti. Çocuklarını kurtarmak isteyen ailelerin sürekli kendisinden yardım istediklerine dikkat çeken Tantan şöyle devam etmişti: ‘‘Tanınmış siyasilerin bu tür insanlar için aracı olduğu, bakanlara baskı yaptığı, pek çok tarikatın ABD’nin ve gizli servislerin desteğini aldığı bir ortamda, devleti yönetenlerin bilgili, dürüst ve cesur olmaları gerekir.’’ Davanın mağduru Ebru Şimşek de gazetemize verdiği röportajda, ‘‘Oktar’ın mali durumunun mutlaka araştırılması’’ gerektiğini söylemişti. Dava dosyasındaki en büyük eksiğin de bu olduğunu söyleyen Şimşek, ‘‘Mali Suçları Araştırma Kurulu, Oktar’la ilgili rapor gönderdi. Raporda, yalnızca gelirleri incelenmiş. Hesapları hep sıfır gözüküyor. Giderleriyle ilgili hiçbir bilgi yok. Oysa incelenmesi gereken, harcanan bu paraların nereden geldiğidir’’ diye konuşmuştu. Aydın Bey sevilen bir politikacıydı, sevilen bir bilim insanıydı, sevilen bir eşti. Dün dondurucu soğukta Teşvikiye Camii’nin bahçesi tıka basa doluydu. Siyaset dünyasından, bilim dünyasından, sanat ve edebiyat dünyasından yüzlerce tanınmış isim onu son yolculuğuna uğurlamak için gelmişlerdi. Eşi Serap Aksoy’la, çok sevdikleri dostları Müjde Ar ve Ercan Karakaş’la önceki gün Aydın Bey’i konuştuk. Müjde Ar, son dakikaya kadar onun elini tutmuş ve son nefesini verişine tanık olmuştu: ‘‘Farklı bir adamdı. Duygusal bir adamdı. Deli adamdı’’ diye anlattı onu. Serap, son ana kadar neşesini yitirmediğinden söz etti. ??? Teşvikiye Camii’nin bahçesindeki insanlara bakıyorum. Erdal İnönü, DSP Genel Başkanı Zeki Sezer , ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu, SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Hakİş Genel Başkanı Salim Uslu, ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu, İstanbul Tabip Odası Başkanı Gençay Gürsoy, ba Aydın Güven Gürkan’ın Cenazesinde kanlar, gazeteciler, tanınmış birçok isim oradaydı. Aydın Bey’in birleştirici özelliğiydi bu kadar insanı orada toplayan. Aydın Bey sevgi insanıydı, mücadele insanıydı, yeri geldiği zaman özveri göstermesini bilen örnek politikacılardandı. Sosyal demokratların birleşebilmesi için iki kez koltuğunu terk etmiş, bu yönüyle farklı bir siyasetçi tablosu çizmişti. ??? Birlik sorusu sorulduğuna, birlik konusu konuşulduğunda akla hep o gelirdi. Aydın Bey, ilkeli bir insandı. Kızdığı zaman, farklı düşündüğü zaman duygularını, tepkilerini saklamazdı. Düşünce adamıydı, sürekli projeler üretirdi, solun hangi noktalarda tıkandığı üzerine kafa yorardı. Teşvikiye Camii’nde onu son yolculuğuna uğurlamak için gelenlerle konuşuyorum. Hemen herkesin ortak düşüncesi, Aydın Güven Gürkan’ı genç yaşta yitirmenin ülkemiz solu açısından büyük bir eksiklik olduğuydu. Ercan Karakaş’a dönüyorum: ‘‘Türk solu Aydın Bey’in kanser olmasının belki de asıl nedeni, ne diyorsun?’’ Ercan, üzüntüyle başını sallıyor, ‘‘Haklısın, Aydın Bey entelektüel derinliğinin yanı sıra duyguların adamıydı, yaşadıkları olumsuzluklar, insanların zaafları onu hepimizden çok etkilerdi.’’ ??? Aydın Güven Gürkan, son yıllarında küreselleşme sorununa kafa yoruyordu. Solun küreselleşmeyi anlamakta güçlük çektiği inancındaydı. Küreselleşmenin yarattığı yeni dünyaya ilişkin yeni siyasetler üretmek yerine, solun içine kapandığını ve milliyetçiliğe teslim olduğunu ifade ediyordu. Dışarıdan gelen değişim etkilerini, ülkemizin çıkarlarına, emekçilerin çıkarlarına, toplumun çıkarlarına dönüştürecek bir sol hareketin önemine dikkat çekiyordu. Aydın Güven Gürkan, bana yolladığı bir mektubunda şunları yazmıştı: ‘‘Küreselleşme olgusunun hem dünya, hem Türkiye açısından ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de şudur; demokratik siyaset ve demokratik sol siyaset güçlenmelidir. Uluslar ötesi sermayenin giderek aşırılaşan egemenliği ancak böyle önlenebilir ve dengelenebilir. Bu ‘dengelenme’ yapılmadığı takdirde, küreselleşmenin yarattığı koşullar dünyayı yeni ve çok büyük huzursuzluklara, çalkantılara ve şiddet eylemlerine itecektir.’’ ‘‘Ülkemizin yeni bir sol harekete, oluşuma, siyasete, kültüre, örgütlenmeye, kadrolaşmaya, söyleme ve gündeme ihtiyacı var. Var olan siyasi partilerin hiçbiri demokratik, özgürlükçü ve kitleselleşmiş bir sol hareketin, birikimin, arayışın partisi olamazlar. CHP ve DSP, Türkiye’nin kendine özgü koşullarının yarattığı partilerdir. Siyasi yelpazede anlamlı bir yere yerleştirilmeleri olanaksızdır. Bir sol iç tutarlılığa ve berraklığa ulaşmaları şansı hemen hemen yoktur. İçlerinde elbette çok sayıda kendini ‘sol’ sayan unsurlar vardır. Ancak partilerin kendilerinin ‘sol’un temel ilke ve değerleriyle uyum sağlayabilmeleri çok uzak bir olasılıktır.’’ ‘‘ÖDP, bugünkü kadroları ve gündemiyle salt bir ‘aidiyet’ partisidir. Kendi öznel tarihinin taşıdığı tartışmaların tutsağıdır. Çok değerli bir sol zihni birikime sahip olmakla birlikte kitleselleşebilme şansına sahip görünmemektedir. HADEP, sırf Kürt kimliği sürecindeki yoğunlaşmasını aşabilecek ve bir sol gündem oluşturabilecek koşullara bugünkü yapısıyla ulaşamaz.’’ Solun birliği için de şunları yazmıştı: ‘‘CHP, DSP, ÖDP, HADEP her kimse, her neyse hayatlarını ve varlıklarını bildikleri gibi sürdürmelidirler. Ama Türkiye demokratik solunun da sosyalisti, sosyal demokratı, sol Atatürkçüsü, sol liberali, yeşiliyle kitlesel bir sol partisi olmalıdır. Böyle bir parti Türkiye’nin en büyük partisi olabilir. Yapılacak tek şey, ülkenin ve dünyanın koşullarını doğru irdeleyecek, bilimin ve bilim kadrolarının yardımıyla halkın günlük yaşamına da yansıyacak ve onu kolaylaştıracak bir programda buluşmaktır. Halk kendisi için siyaset yapanları bulur, anlar ve ödüllendirir.’’ Aydın Güven Gürkan yeri doldurulamaz, önemli bir insandı... Silopi kayıpları anılıyor ? DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Şırnak’ın Silopi ilçesinde 25 Ocak 2001’de jandarma karakoluna girdikten sonra bir daha kendilerinden haber alınamayan HADEP yöneticileri Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış’ın kaybolmasının üzerinden 5 yıl geçti. Savcılık, olaya ilişkin araştırmasında sonuca ulaşamadığından olayla ilgili dava açılamadı. Silopi kayıpları, aradan geçen yıllar içinde ilçede de unutulmadı. Bugün Silopi’de Deniz ve Tanış için kitlesel bir anma etkinliği düzenlenecek. Tören eski DEHAP ilçe binası önünde saat 12.00’de yapılacak. Erdil davası karara kaldı ? ANKARA (AA) Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil, eşi Füsun ve kızı Deniz Halide Erdil, kızının gizli ortağı olduğu ileri sürülen Şirin Melek Hekim’in yargılandıkları dava karara kaldı. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde görülen davanın dünkü duruşmasında, sanık avukatlarının esas hakkındaki savunmaları tamamlandı. Davada araştırılacak konu kalmadığını açıklayan mahkeme heyeti duruşmayı 7 Şubat 2006 Salı gününe erteledi. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle