14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 OCAK 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ALLEGRO EVİN İLYASOĞLU 15 GÜZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN Cervantes’in imge dolu müziği Geçen hafta İşSanat’ta yer alan Hesperion XXI topluluğu Jordi Savall yönetiminde Don Kişot’un o uçsuz bucaksız imge gücünü, Altın Çağ’ın müziğiyle canlandırdı. Müzisyenliği kadar büyük bir araştırmacı olan grubun kurucusu Jordi Savall, zamanın özgün birkaç romansını bulduktan sonra aynı biçemde yeni yazdığı bestelerle sahneleri donatmış. Böylece 400. yılı kutlanan Cervantes’in ‘Don Kişot’ romanını rengârenk bir şekilde gündeme getirmiş. Savall, çağlar öncesindeki, unutulmuş ezgileri ve çalgıları araştırıyor, bir proje halinde ortaya çıkarıyor, eşi ve kızının da yer aldığı Hesperion XXI adlı topluluğu ile CD’ler üretiyor, konserleriyle dünyayı dolaşıyor, televizyon programları yapıyor. Tanımadığımız bir dönemi yaşatırken dinleyici olarak bizim de imge gücümüzü zenginleştiriyor. Müzik tarihinde Rönesans’ın sonları, 16. yüzyıl sonu, 17. yüzyıl başı, Altın Çağ olarak bilinir. Rönesans’ın yeniden doğuş görüşü iyice güçlenmiştir bu dönemde: Bilimde, felsefede ve sanatta olduğu kadar insanın güncel yaşamında büyük yenilikler yer almış, yaşama sevinci sanatın her dalına yansımıştır. Sanatçı o güne dek gizlediği kişisel duygularını dile getirmenin, kendini ve çevresini sorgulayabilmenin özgürlüğünü tatmaktadır. Müzik, doğalı yansıtan, akıcı dans adımları taşıdığı kadar dinginliği elden bırakmayan bir biçeme ulaşır. İnsan olmanın kendine özgü soyluluğu ve değeri duyulur. Öte yandan, aynı dönemde kilise için bestelenen müzik de zenginleşen teknikle daha bilge ve derin duyguları yansıtan bir kimliğe bürünmüştür. Jordi Savall, Rönesans’ın ilk ışıklarından, 12. yüzyıldan başlayarak Barok döneme, 1600’lere kadar uzanan bir yelpaze içinde bize zamanın müziksel tavrını yaşatıyor. Bütün projelerinde bunu karşılaştırmalı bir tarih çerçevesi içinde yapıyor. Çevresinde geniş bir araştırmacı kadrosu var. Gerek plak şirketi, gerek konser organizasyonu, gerek proje çalışmalarında son derece sağlam temeller kurmuş. Özellikle kendi İspanyolKatalan kökeyeğ tutmuşlar. Geçen haftaki yazımda Bilkent Senfoni’nin Mozart programlarından söz etmediğimi fark ettim: Topluluk 5 ve 6 Mayıs konserlerini baştan sona Mozart’a ayırmış. İşSanat’ta yer alacak ilk konseri Metin Işın yönetiyor, Gülsin Onay ve Anika Vavic iki ayrı piyano konçertosu ve mi bemol majör iki piyano için konçertosunu seslendirecekler. İkinci konser, Gürer Aykal yönetiminde ve Bilkent’in kendi salonunda yer alacak. Suna Kan 3. konçertoyu ve Ruşen Güneş ile birlikte konçertant senfoniyi çalıyor. Sonra üç Mozart senfonisi art arda yer alıyor. Bu arada 27 Ocak tarihinden hemen önce Aydın Büke’nin ‘MozartBir Yaşam Öyküsü’ başlıklı kitabının Dünya Kitapları arasında yayımlanmış olması sevindirici bir haber. Aydın Büke, Mozart’ı kendi içinde yaşadığı zaman diliminde değerlendirmiş. Ne müziksellikten ödün veren ne de müzik dışındaki okuru iten bir kitap. Yazar kendisi de bir müzikçi ve müzik araştırmacısı olduğundan müziksel açıdan kitabın kusursuzluğuna dikkat çekmek gerek. Bugüne dek Mozart’ın mektuplarının ışığında birçok belgesel kitap yazıldı. Büke’nin kitabında bestecinin yaşamöyküsü yine belgeselliğini koruyor; kitap mektuplarla süsleniyor, hatta bugüne dek Türkçede yer almayan birkaç mektubu olduğu gibi basılmış. Ancak belgesel katılığında bir çalışma olmaktan uzak, yumuşacık bir anlatımla bu dâhi bestecinin dünyasında okuru bir geziye çıkarıyor. Aydın Büke’nin baba Leopold Mozart’a ve onun dönemine özellikle eğilmesi, dâhi Mozart’ın hangi güçlerle beslendiğini daha iyi ortaya koyuyor. Operalarını altbaşlıklarla ele alması bu konuda araştırma yapanlara bu çalışmanın bir elkitabı olabileceğini de gösteriyor. Evet, bugünlerde birilerine bir armağan almak istiyorsanız, Mozart’ın doğum gününe Türkiye’den verilen bu armağan, Aydın Büke’nin Mozart kitabı en güzel seçim olacaktır. evini?boun.edu.tr ‘Ulusal Yürütme Arayışı’ Can gözlerini kendi elleriyle oymamış olanlar, Güney Amerika’daki gelişmeyi görüyor olmalılar: 1970’lerde, Sevgili Âşık Mahzuni’nin ödünsüz saptamasıyla katil Amerika’nın yerli uşaklara uygulattırdığı kıyımdan canını kurtarabilmiş olanlar, birbiri ardından ülkelerinin yönetimine gelip ABD’yi, AB’yi, IMF’yi, Dünya Bankası’nı kapı dışarı ediyorlar. Bolivya’da adı güzel Morales’in halkına sahip çıkışını Şili’de hem de bir kadın hekim, Michelle Bachelet izledi. Sevgili Erol Manisalı’nın bıkıp usanmadan vurguladığı gibi, güzelim yurdumuzdaysa, işadamı+din adamısiyasetçi ve ne yazık ki ordunun koşulsuz Amerikancı kesilmiş kesimi el ele vermiş, Atamızın ardına düşüp can vererek bize armağan bırakılmış her şeyi satıyor, savuruyor, talan ediyor; şu anda, borçlarını temizlemiş olan Şili’nin, Arjantin’in ve öbürlerinin yerine, dünyanın en borçlu ülkesi birinciliği sanırım bizde. Elbet öte yandan bu gidişe dur demek, ülkemizi yeniden bağımsız, onurlu toplumlar arasına katmak üzere canla başla çalışanlar da var. Doğu Perinçek önderliğinde İşçi Partisi, 21 Ocak’ta Ankara’da, bu amaçla bir toplantı düzenledi; yurdumuzun her dalından yetişmiş ve henüz satılmamış insanlara seslendiler, gelin Atamızın bıraktığı yerden Türk Devrimi’ne sahip çıkıp tamamlayalım; bunun için de bir ‘Ulusal Yürütme’ oluşturma izlencesi saptayalım dediler. ??? Aslında tanı belli, çözüm de öyle: AB üyeliğine son; ABD’nin Ortadoğu ve Avrasya’da maşası olmaya hayır; Kuzey Irak’taki kukla Kürt devletinin oluşturulmasına somut olarak karşı çıkma; Atamızın ‘‘Yurtta barış, dünyada barış’’ ilkesi uyarınca kimseye saldırmayı düşünmeyen, ama topraklarını, bağımsızlığını ödünsüz savunacak bir ordu; bölge ülkeleriyle sıkı işbirliği; Atlantik’i kesin bırakıp Avrasya’ya yönelme; sömürgeci, buyurucu Batı’nın uydurup dayattığı ‘‘Ermeni soykırımı’’ yalanına kesin karşı çıkış; KKTC ile siyasal tutumbilimsel bütünleşme; halktan toplanan vergilerin hortumculara, soygunculara, dış yağmacılara değil, yeniden halka dönebilmesi için ulusal kalkınma planları; iç ve dış borçların bölünerek ödenmesi; bunun için, her şeyden önce, Türk Lirası’nın gerçek değerine kavuşturulması; onu tamamlamak ya da olanak vermek üzere İMKB’nin hemen kapatılması; güçlü bir özerk Merkez Bankası yönetimi oluşturulması. Ayrıca geçmişi de kapsayacak biçimde ‘‘Nereden buldun?’’ yasasının çıkarılması; yabancı yatırımcıların şimdiki gibi bağışık tutulmayıp vergilendirilmesi; özelleştirmelere son; enerji üretim ve dağıtımının yeniden kamulaştırılması; aynı biçimde kıyıların, ormanların ve tarihsel zenginliklerin yeniden kamulaştırılması; herkese insanca yaşayabileceği bir evin, işin, ücretin sağlanması; tarıma ve çiftçiye tam destek; köy meclisleri önderliğinde topraksızlara toprak dağıtımı; verimli üretim için üretim ortaklıklarının desteklenmesi; ve elbet, yabancıya toprak satışına son; ulaşımda deniz ve demiryoluna öncelik; İlaç Patent Anlaşması’na son; parasız sağlık ve eğitim; bunun için şimdi çiğnenen Eğitim Birliği’nin yeniden kurulması; özel eğitime son; bütün bunları güvence altına alabilmek için de Devrim Yasaları’nın ödünsüz uygulanması. Aslında, çektiğimiz, çekeceğimiz bütün acıların kaynağı şu anamalcılık denen vebadır: Daha çok para kazanmak üzere, gereğinde kendi canını bile düşünemeyen bu evrendışı=akıldışı düzensizliğe son vermeye razı olmadıkça, kimse rahat edemez, barışa, mutluluğa kavuşamaz. ??? Bugün Güney Amerika’da atılan adımlar insanlığı bu güzel amaca ulaştırabilir; ne yazık ki dünyanın öbür bölgeleri henüz bu sayfayı çevirmeye hazır değil; insanlığın, canlı varlıkların önündeki bu biricik seçeneğe 1917’de Rusya’da geçildiği sanıldı; oysa SSCB’nin başına gelenler, örneğin Castro gibi, işin özünü bilmiyorlarmış; kalkıp anamalcı Batı’yla onun alanında yarışa giriştiler, Ay’a gittiler, atom yaptılar, ama yoksul Çin’e el uzatmadılar; onlarla omuz omuza başka bir yaşama biçimi, yeni, gerçek bir uygarlık oluşturmadılar. Ne olacak Çin bir malı ABD’den daha ucuza üretip bütün dünya pazarını ele geçirince? Öbür yoksul ülkelerdeki üreticiler, işleyimciler batacak. Bakın şu anda yazdığım klavyeyi bile Çin üretmiş; çok mu zor bunu Türklerin üretmesi? Neyse, Doğu Perinçek ve arkadaşları bize bir öneride bulunuyorlar; dinleyip dinlememek, katılıp katılmamak, dolayısıyla oluşacak bütün sonuçlara katlanmak bize düşüyor. sbonaran?yahoo/hotmail.com ordi Saval yönetimindeki Hesperion XXI topluluğu ‘Miugel de Cervantes Don Kişot’ başlıklı bir konser verdi. Aydın Büke’nin ‘Mozart Bir Yaşam Öyküsü’ başlıklı kitabı Dünya Kitapları’ndan çıktı. ninden kaynaklanan tarihten yola çıkmış, yine coğrafi açıdan İspanya’yı merkez edindiği karşılaştırmalı yorumları kaydetmiş. Yakın gelecekteki en önemli projesi, ‘Orient ve Occident’ adını taşıyor. Bu derlemede bir de Osmanlı sarayı bestecisi yer alacak: Dimitri Kantemir’den (Kantemiroğlu) dört parça, Arap ve Sefarad müziğiyle birlikte ‘Orient’i simgeleyecek. İspanyol ve İtalyan müziği ise Occident’i simgeleyecek. 12. yüzyıldan başlayıp 17. yüzyıla uzanan bir yelpazede Akdeniz müziğine ayrılan bu derlemede iki ayrı konum arasında bir diyalog bulunduğunu da kanıtlamaya çalışıyor Jordi Savall. Projesinde Afgan, Yunan, Fas, İsrail müzikçileri ve araştırmacıları bu konuda Savall’a yardım ediyorlar. Hesperion XXI grubunun İşSanat’taki konserinde soprano Monserat Figueras’a bir kez daha hayran oldum. Sahnedeki soylu duruşu, sesiyle dramatik olabilmesi, bağırıp çağırmayan, dingin tavrıyla Rönesans müziğinin özünü yansıtması çok başarılıydı. Figueras’ın ‘tonos humanos’ olarak bilinen İspanyol Rönesans şarkılarına rastlarsanız hiç kaçırmayın. Derinden gelen bir söylemle yaşama sevincini ortaya koyuyor. ‘Miguel De Cervantes & Don Kişot’ dinletisinde anlatıcı Savaş Dinçel’in sözcükleri ne yazık ki net anlaşılmıyordu. Biraz daha dramatik bir anlatımla ve çok daha temiz bir artikülasyonla seslenebilirdi. Mozart’a Türkiye’den bir armağan: Aydın Büke’nin kitabı J Geçen haftaki yazımda 27 Ocak akşamı konseri olan bütün Türk orkestralarını araştırmış ve Mozart’ın doğum gününde bir tek Mersin Üniversitesi Akademik Oda Orkestrası’nın Mozart programı yaptığını saptamıştım. Orkestralarımızın birçoğu daha sonraki tarihlerde Mozart’ı anmayı İki güzel dinleti... İZDSO’nun geçen haftaki solisti viyolonsel sanatçısı Münif Akalın’dı ÖNDER KÜTAHYALI Cinayeti itiraf eden Banu H. adlı kadın gözaltına alındı Mümtaz Sevinç öldürüldü İstanbul Haber Servisi Tiyatçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro sanatçısı Mümtaz Sevinç, Üsro Amirliği’ne götürüldü. küdar’daki evinde öldürüldü. Mümtaz Sevinç, ‘‘Şehnaz Tango Hacı Esma Hatun Mahallesi Gül (1999), ‘‘Deli Divane (1997)’’, Sokak’taki bir evde oturan Mümtaz ‘‘Eltiler (1997)’’, ‘‘Gülün Bittiği Sevinç (54) ile aynı evde bulunan Yer (1998)’’, ‘‘Hoşçakal Yarın Banu H.(49) arasında gece saatle(1998)’’, ‘‘Hayal Kurma Oyunlarinde henüz belirlenemeyen bir nerı(1999)’’, , ‘‘Sır (1999)’’, ‘‘Sadenle tartışma çıktı. Banu H., tarvunma (2000)’’, ‘‘Baykuşların tışma sırasında Sevinç’i bıçaklayaSaltanatı (2000)’’, ‘‘Çifte Bela rak öldürdü. Olayın ardından poli Mümtaz Sevinç. (2001), ‘‘Emanet (2002)’’, ‘‘Sihirsi telefonla arayan Banu H., cinali Annem (2003)’’, ‘‘Aşkımızda yet işlediğini ve teslim olmak istediğini bil Ölüm Var’’(2004) ve ‘‘Nehir’’ gibi birçok dirdi. Bu ihbar üzerine eve giden polis ekip film ve oyunların yanı sıra son dönemde birlerince gözaltına alınan Banu H., Üsküdar İl çok televizyon dizisinde rol almıştı. Geçen hafta İzmir’de iki orktestra dinletisi vardı. İlkinde Şef Antonio Pirolli’nin yönettiği DESO İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde çaldı. İlk yapıt Lev Kogan’ın ‘‘Hassidic Rhapsody’’siydi. Başlıktan da anlaşılacağı gibi bu rapsodi İbrani müziğinin makamsal etkilerini taşıyor. Bazı tekrarlara karşın keyifle dinlenebiliyor. Solocu Kerim Gürerk rapsodiyi güzel çaldı. Tonu pürüzsüz ve etkileyiciydi. Teknik aksamalar da yoktu. İkinci olarak Piyanist Metin Kiper’den G. Gershwin’in ‘‘Rhapsody in Blue’’sunu dinledik. DEÜ Devlet Konservatuvarı’ndaki bunca işin arasında teknik sorunlardan arınmış ve olgun bir yorum sunabilmek Metin’in büyük başarısıdır. Sanatçı yapıttaki caz öğeleriyle romantiklik ayrımını belirgin biçimde vurguladı. İki solocuyu da candan kutlarım. Pirolli dinletinin ikinci yarısında F. Mendelssohn Bartholdy’nin Op. 90 La Majör 4. Senfoni’sini (‘‘İtalyan’’), coştucu bir yorumla seslendirdi. İçerdiği teknik güçlükler nedeniyle bu senfoni Orkestra Konçertosu olarak nitelendirilebilir. Sanatçılar, özellikle kemanlar partilerine iyi çalışmış. Teknik pasajlar kusursuz ve akıcıydı. Tını doyurucuydu. DESO, bağlı bulunduğu üniversitenin gurur kaynağı olan bir müzik topluluğudur. En kısa zamanda ve hızla geliştirilmesi, dinletilerini kardeş kurumlardan yardım almaksızın bağımsız olarak verebilir duruma getirilmesi gerekir. Bekliyoruz. Haftanın ikinci orkestra dinletisini İZDSO, Şef Hakan Şensoy’un yönetiminde verdi. Kemancı, öğretmen ve şef olarak güzel etkinlikler yapan bu çalışkan sanatçıyı yeniden dinlemek büyük mutluluktu. İlk olarak Yalçın Tura’nın 3. Orkestra Süiti seslendirildi. Yapıt, besteleme tekniği ve geleneksel müziğimizden gelen ögelerin işlenişi gibi yönlerden tutarlı; ancak dinlerken, Tura’nın öbür yapıtlarına özlem duymaktan kendimizi alamadık. Orkestra süiti güzel çaldı. K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K K Â M İ L M A S A R A C I Ömer Muz’un sergisi 30 Ocak’a dek görülebilir Haftanın ikinci orkestra dinletisini İZDSO, Şef Hakan Şensoy’un yönetiminde verdi. Kaplumbağa Terbiyecisi Taksim’de Kültür Servisi Ressam Ömer Muz’un ‘Yorum Size Kalmış’ başlıklı sergisi 30 Ocak’a dek Taksim Sanat Merkezi’nde görülebilir. Sanatçı bu sergisinde Osman Hamdi Bey’in ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ adlı çalışmasının üç ayda yaptığı orijinal boyutunda (220x120 cm.) tuval üstüne yağlıboya kopyasına da yer veriyor. Ömer Muz, kaleme aldığı ‘‘Bir Düşü Gerçeğe Dönüştürmek’’ başlıklı yazısında ‘‘Kaplumbağa Terbiyecisi’’ için şunları söylüyor: ‘‘ Kamlumbağa Terbiyecisi’ni 21. yüzyılda yeniden oluşturabilmek, Türk resim sanatının başyapıtını yaratmış olan büyük sanatçı Osman Hamdi Bey’in ünlü yapıtını tuvale birebir ölçülerde aktarabilmek birçoklarına imkânsız gelebilirdi, ama ne kadar zorlansam da ve zaman zaman başaramayacağım hissine kapılsam da tabloyu bitirdiğimde aldığım olumlu tepkiler beni mutlu etti. Kuşkusuz kopya resim yapmak, öteden beri sanatçının üstüne yapıştırılmış ayıplı bir etikettir. Ne var ki her sanatçının, kariyerinin bir dönemine iliştirilmiş kopya çalışmaları mutlaka vardır. Olması da son derece doğaldır. Önemli olan, kopya resimde ısrarlı olmaması ve sanatçının özgün çalışmalarıyla yoluna devam etmesidir. ’’ (0 212 245 20 68) Geçen haftanın solocusu, Viyolonselci Münif Akalın’dı. Sanatçı D. Şoştakoviç’in Op. 107 Mi Bemol Majör 1. Viyolonsel Konçertosu’nu çaldı. Yapıt son derece güç. Üstelik hiç gereği yokken epey uzun yazılmış. Akalın’ın yorumunda teknik ve müzik yönlerinden kusur yoktu; ancak güç pasajlarda doğal ve kendiliğinden geliyormuş gibi bir izlenim yaratması bence yerinde olur. Hakan Şensoy dinletinin ikinci yarısında L. Van Beethoven’in Op. 67 Do minör 5. Senfoni’sini seslendirdi. Bana göre birinci (Allegro con Brio) ve ikinci (Andante con Moto) bölümlerde tempolar biraz ağır alındı. Bunun dışında yorum güzeldi. Orkestranın tınısı parlak, tonu dolgundu. Dinleyiciler senfoniyi dakikalarca coşkuyla alkışladı. Kıvançla izlediğimiz dinletilerde canımızı sıkan iki olgu vardı. Salon yeterince dolu değildi. Son aylarda tanık olduğumuz bu ilgi azlığı düşündürücüdür. Öte yandan dinleyiciler, her zamanki gibi ikinci yarıdan önce salonu büyük ölçüde boşalttılar. Sanatçılar açısından heves kırıcı olan ve İzmir’in kültürel gelişmesini engelleyen bu kusurların düzeltilmesini müzikseverlerden bekliyoruz. Muz, “Kaplumbağa Terbiyecisi’ni 21. yüzyılda yeniden oluşturabilmek, bir düşü gerçeğe dönüştürme öyküsüdür” diyor. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle