Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17 OCAK 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 ‘Din adamları siyasete müdahil olamaz’ Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Türkiye’nin laik olduğunu vurguladı FIRAT KOZOK DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Kuş Gribine ‘Ölet’ Derlermiş.. Bayram, ‘‘kuş gribi’’yle ilgili haber ve söyleşilerin yoğunluğu içinde geçti. Medya, olayın daha çok magazin ağırlıklı yönüyle ilgilendiği için, televizyon ekranlarında uzaydan gelmiş astronot giysili ‘‘itlaf’’ ekiplerinin görüntüleri, özellikle Kurban Bayramı’nın ilk günü kesimden kaçan hayvan görüntüleri ile örtüştü. Salgının elbette hükümeti birinci dereceden ilgilendiren yönü olmalıydı. Kritik bir eşiğin üstündeki beyaz et sektörü temsilcileri, Başbakan Yardımcısı Şener’in başkanlığında ilgili bakanlarla toplanarak, krizden en az hasarla nasıl çıkılacağını masaya yatırdı. İki hafta içinde satışlar durmuş, yıllık beyaz et dışsatımına eşdeğer 30 bin tonluk bir stok birikmişti. Üretici kuruluşlar, önce çalışma saatlerinde azaltma yapmak zorunda kaldıklarını söylemişler, daha sonra da 300 bin kişinin çalıştığı sektörden işçi çıkarma sorununun yürürlüğe gireceğini... Aralarından bazıları, Hazine’nin eldeki stokları parasıyla alarak, toptan yok etmesini de önererek sanırım kısa yoldan köşe dönmecilik düşleri de kurmuşlar!.. Başbakan Yardımcısı, sorunu Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısına götüreceğini söyleyerek bitirmiş toplantıyı. Salgın açığa vurduktan sonra Başbakan’a bağlı bir kriz masası kurulmasını isteyenleri Erdoğan’ın nasıl terslediğini anımsarsınız. Başbakan olayı küçümsediğini ortaya koyan açıklamasında, öyle bir masanın var olduğunu bildirmiş ve kendisinin de sorunları telefonla izlediğini söylemişti. Bayramı ‘‘hanım köyü” Siirt’ten sonra baba memleketi Rize’ye de ateş alır biçimde uğrayarak geçiren, Trabzon’dan uçağa binerek İstanbul’a gelen Başbakan’ın o açıklamasına karşın, krizin on beşinci günü başkentte Sağlık ve Tarım bakanlıkları müsteşarlarının eşbaşkanlığında bir kriz merkezinin çalışmaya başladığı öğrenildi. Merkezin ilk kararı, o güne kadar hastalığın yayıldığı yörelerde tek tek yapılan açıklamaların bundan böyle kendileri tarafından üstlenileceğini duyurmak oldu. bana da geçiş yapmak isteyen varsa alırım. ANKARA Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, İslamiyette ruhbanlık sınıfı benzeri bir yapının söz konusu olamayacağını, hiçbir din adamının Allah adına konuşma hakkının bulunmadığını söyledi. Din adamlarının siyaset hakkında da söz söyleyemeyeceklerini vurgulayan Bardakoğlu, ‘‘Türkiye’de laiklik vardır. Laiklik, bu konuda bize temel bir hassasiyet ve yaklaşım kazandırır. O da şudur; bilgisiz olanlar din konusunda konuşmayacaklar, din konusunda bilgili olanların konuşması esastır’’ dedi. Türkiye genelinde 16 bin camide din görevlisi bulunmadığını belirten Bardakoğlu, ‘‘Dindar olalım olmayalım, dinin doğru temsil edilmesi ve anlatılmasında hepimizin ortak yararı vardır’’ diye konuştu. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, başkanlığın çalışmalarına ve gündeme ilişkin Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Diyanet’in teşkilat yasasıyla ilgili yeni bir taslak hazırladınız. 1965 tarihli Diyanet Teşkilat Kanunu’nun üzerinden 40 yıl geçti, bu süre içerisinde şartlar değişti, dünya değişti ve kanunun birçok maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Her dönem teşkilat kanunuyla ilgili hazırlıklar yapılıyor ama, Diyanet konusu Türkiye’de her zaman tartışmalı bir konu olduğu için, iktidarlar belki de böyle bir tartışmayı ya göze alamadı ya da yoğunluk içerisinde buna zaman bulunamadı. Mevcut taslak çalışması başkanlığın kendi hazırlıklarının bir ürünüdür, henüz daha siyasetçilerin ne dediği taslakta yoktur. ‘İMAMLAR KENDİLERİNİ YENİLEYECEK’ ‘B ir din bilgininin otoritesi sarıktan, cüppeden kaynaklanmaz, bilgisinden, bilgisinin sahi kaynaklara dayalı, otantik olmasından kaynaklanır’ diyen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu “Türkiye’de laiklik vardır. Laiklik, bu konuda bize temel bir hassasiyet ve yaklaşım kazandırır. O da şudur; bilgisiz olanlar din konusunda konuşmayacaklar. Ama din bilginleri de kendi alanlarında konuşacaklar” dedi. Bardakoğlu, 16 bine yakın camide din görevlisinin olmadığını belirterek “Bazıları kapalı, bazıları buldukları şahsı imam yapıyorlar” diye konuştu. Sendikanın Diyanet’e zarar vereceğini iddia eden Bardakoğlu, kariyer sistemiyle imamların sürekli kendilerini yenileyeceklerini söyledi. ‘İSLAMDA RUHBAN SINIFI SÖZ KONUSU DEĞİL’ Taslak, imamlıkta ve vaizlikte üç aşamalı bir kariyer sistemine geçilmesini öngörüyor ve bu durum, ‘İslamiyette ruhban sınıfı yaratılacak’ şeklinde eleştiriliyor. Neden böyle bir sisteme gerek duydunuz? Din görevlilerinde kariyer sistemini getiriyoruz. İmam hatip kadrolarını üç grupta düşünüyoruz, imam hatip, uzman imam hatip ve başimam hatip... Aynı şeyi vaizler için de düşünüyoruz. Böylece mevcut imam hatiplerimizde üniversiteyi bitiren, kendini ispatlayan ve bizim yapacağımız sınavlarda başarılı olanları bir sonraki kademeye yükselteceğiz. Böylece köy imamı, kasaba imamı, büyük cami imamlığı kademe kademe bir kariyer mesleği haline gelecek ve sözün özü imam hatiplerimiz devamlı kendilerini yenilemek için hazırlanacaklar. Şu anda en ücra köşede imamlık yapanlarla büyük şehirlerde imamlık yapanların kadrosu, özlük hakları, maaşı aynı. Böyle olunca da imam hatiplerimizin köyden kasabaya, kasabadan şehre gelmeleri için bizim hiç tasvip etmediğimiz yollara başvurması yerine, çalışmaları, kendilerini geliştirmeleri, yabancı dil bilmeleri, yüksek lisans yapmaları gibi şartlar arayacağız. Bunun, Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfıyla, papazlar arasındaki hiyerarşiyle hiç alakası yok. Biz istiyoruz ki görevlimiz kendini yarınlara hazırlasın. Artık 21. yüzyılın eşiğindeyiz, artık kendi toplumunda olup biteni değil, dünyada olup biteni takip etsin. Büyük camilerdeki başimamlarımızda biz elbette belli özellikler arayacağız. Yabancı bir heyet geldiğinde onlara hem camiyle hem de dinimizle ilgili birikimini tanıtsın çünkü, Türkiye örneği çok saygın bir örnektir. Bir öğretmenin, din görevlisinin en büyük handikapı, ‘‘Ben artık yetiştim, alacağım bilgi kalmadı’’ demesidir. ‘SENDİKA ZARAR VERİR’ Ulema tartışmalarında sizin görüşleriniz de merak edildi ve açıklamalarınız bazı basın organlarına yansıdı. Bu konudaki görüşlerinizi özetler misiniz? O uzun bir konu. Biz hükümete ve muhalefete hiçbir zaman cevap vermiyoruz, ancak bizi arayanlara, dini konularda sorulan sorulara cevap veririz dedik. Peki dini açıdan konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? ‘‘İslamda ruhbanlık yoktur’’un iki anlamı vardır. Birincisi, İslamiyette öyle tası tarağı toplayıp şehirde insanlardan uzaklaşıp, dağ başında keşiş hayatı yaşamak ve kendini o şekilde Tanrı’ya adama yoktur. İslamda her şey hayatın içindedir, toplumla birliktedir. İkinci anlamı, İslamiyette hiçbir din adamı Tanrı adına, Allah adına konuşma, onun adına bir şey söyleme hak ve selahiyetine sahip değildir. Allah’ın temsilcisi gibi, ondan aldığı kutsal bir yetkiyle dini anlatması ve bu şekilde insanlar üzerinde otorite kurması düşünülemez. Bir din bilgininin otoritesi sarıktan, cüppeden kaynaklanmaz, bilgisinden, bilgisinin sahi kaynaklara dayalı, otantik olmasından kaynaklanır. Bizim din bilginleri olarak, diğer insanlardan farklı, kutsalı temsil ve kutsal adına konuşma yetkimiz yoktur. Sadece, İslam dinini kaynaklarından daha iyi bildiğimizi, tanıdığımızı söyleyebildiğimiz sürece din bilgini sayılırız ve o anlamda bir saygı görürüz. Ulema tartışmalarının dayandırılması gereken çerçeve budur. İslamda bilgi ulaşılamaz değildir. Din herkese eşit olarak gelmiştir, eşit olarak hitap eder. İslam geleneğinde seçilmiş ve önceden belirlenmiş, hele saltanat gibi babadan oğula geçen ve kutsal adına konuşan bir sınıf yok. ‘HERKES KENDİ İŞİNİ YAPACAK’ 764 bin kanatlıyı öldürdüğümüzü biliyor musunuz? Bu, benzetmek gibi olmasın ama, sınırdan giren bir düşman birliğine karşı çete savaşı değil muntazam birliklerin nihayet harekete geçeceği demek olmalıydı. O sayede öğrendik ki, cumartesi akşamı saat 18.00’e kadar, kuş gribinin taşıyıcısı olduğu varsayımı ile 29 ilimizde ‘‘itlaf’’ edilen kanatlıların sayısı 764 bini bulmuş. 29 şüpheli hastamız gözetim altındadır. 4 kişi de yaşamını yitirmiştir. Bir hafta içinde, görevlilerin bilinçli ya da bilinçsiz 764 bin kanatlıyı, yakarak, gazla boğarak, toprağa gömerek yok etmesini doğanın nasıl karşılayacağını, ne yazık ki yakın dönemlerde şaşkınlık içinde izleyeceğiz. İlgilenenler, zaten doğadaki dengesizliğin Türkiye’deki çoğu yırtıcı olan 43 kuş türünü yok ettiğini bir felaket habercisi olmamaya özen göstererek duyurmaya çalışıyorlar. O arada sadece entegre tesislerin durması, sektörün kriz eşiğine gelmesi tehlikesi değil, köylünün geleneksel protein ihtiyacını karşılayan yumurta ve tavukların da yok olması gibi bir sonuç da bekliyor bizi. İyi de biz ne yapıyoruz? Daha doğrusu hükümet ne yapmayı düşünüyor bu yaklaşan iki yanlı kriz karşısında? Bundan sonra ev kümesçiliğinin tehlikeli olduğunu söyleyerek köylerde, kentlerin varoşlarında, hatta Sayın Süleyman Demirel’in başkentte Kavaklıdere’deki evinin bahçesindeki kümesleri yasaklayabilecek miyiz? O yasağın devlete, ekonomiye ve üreticiye yansıyan yönünü Başbakan ilk ‘‘Ulusa Sesleniş’’ konuşmasında anlatsa da öğrensek diye mi bekleyeceğiz? Bayram günlerinde bu konu üstüne okuduğum yazılar, notlar arasında Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. İbrahim Ortaş’ın, sade ve açık anlatımı ilgimi çekti. Bilim adamımız, ülkede adeta bir panik havası içinde sürdürülen ‘‘sözde’’ mücadeleye dikkati çektikten sonra vatandaşın protein kaynağı olan tavuk ve yumurtaların elden çıkartılmasını istemenin gerçekçi olmadığını söylüyor. Hayvan haklarının ihlal edildiğini haber veriyor. Ekolojimizin bozulacağını anlatıyor. Kuş gribinin aşı ile önlenebileceğini savunuyor. Aslında Anadolu insanının, elbette bu coğrafyada büyük göçmen kuşların yolculukları nedeniyle tavuk vebasına yabancı olmadığını söyleyen bir başka veterinerpolitikacımız, Burdur CHP Milletvekili Ramazan Kerim’den de öğrendim ki, köylü, kuş gribi adıyla tanıtmaya çalıştığımız bu hastalığı yıllardan beri ‘‘ölet’’ olarak biliyormuş. Kanatlı hayvanları yok ederek ‘‘ölet’’i önleyemeyeceğimizi bir öğrenebilsek.. Özellikle olay önlenemez bir ekonomik krize dönüşmeden. Dahası ekonomimiz de ‘‘ölet’’ olmadan!.. hep saygılıyımdır ve desteklerim ama konu özel bir konudur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, din hizmetlerinde sendikalaşma olmalı mı? Ben şahsen, sendikanın, din hizmetlerine ve başkanlığa, tıpkı askeriyede ve emniyette olduğu gibi orta ve uzun vadede zarar verdiği ve dolaylı olarak kamplaşmaya ve siyasi ayrışmaya yol açabileceği kanaatindeyim. Farklı görüşlere de saygı duyarım. ‘GEÇİŞİ KURALLARA BAĞLADIK’ Diyanet, son dönemde diğer kurumlara geçişin yoğun olduğu bir kurum haline geldi. Bu konuda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Biz onu da sıkı kurallara bağladık, kolay kolay izin vermiyoruz. Ancak önemli bir kısmı yasal zorunluluk. İşletmeyi, iktisadı bitiren bir imama ona uygun bir kadro vermemiz mümkün değil, o da dava açtığı vakit kazanıyor. Din görevlimiz, 650 milyon gibi çok düşük bir maaş alıyor. Diğer kurumlarda 100200300 daha fazla alıyor. Bir de kamu kurumlarının açıktan atama izinleri kısıtlı olunca, her kurum, kendi kadrolarını muvafakat alarak diğer kurumdan geçişle doldurmak istiyor. Şahsen Din bilginlerinin yasalar ve devletin işleyişi konusunda söz söyleme hakkı var mıdır? Türkiye’de laiklik vardır. Laiklik, bu konuda bize temel bir hassasiyet ve yaklaşım kazandırır. O da şudur: Bilgisiz olanlar din konusunda konuşmayacaklar, din konusunda bilgili olanların konuşması esastır. Ama din bilginleri de kendi alanlarında konuşacaklar. Yani, siyaset konusunda, yasama, yürütme, yargı konusunda müdahil olmayacaklar. Böylece herkes kendi işini yapacak. Bizim görevimiz de İslam dininin, inanç, ibadet ve ahlak konusundaki esaslarını insanımıza anlatmaktır. Bizim işimiz siyasetin, yargının işinden çok farklıdır. ‘16 bin camide din görevlisi yok’ Diyanet’in kadro sorunu var mı? 6 bin camide kadro var, atama yapamıyoruz. 9 bin küsur camide de hiç kadro yok. Toplam 15 bin küsur, 16 bine yakın camide din görevlisi yok. Onların bazıları kapalı, bazıları buldukları şahsı imam yapıyorlar. Köy camilerinde bu daha da düzensiz. Bana göre, Cumhuriyetin temel hedefi ve projesi, en ücra köşeye kadar öğretmen ve din görevlisi göndermek ve insanını aydınlatmak, onun gelişmesini ve çağdaşlaşma yarışına katılmasını sağlamak. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cumhuriyetin temel bir kurumu olması, laik yapı içerisinde yer alması bunun için önem taşıyor. Cumhuriyeti kuran irade, rahmetli Atatürk, Genelkurmay Başkanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nı aynı kanunla kurmuş ve sahip çıkmış. Hem dinin ticaret için, siyaset için, yanlış ve yanıltıcı amaçlar için alet edilmesinin önüne geçecek bir sistem kurmuş hem de dinin aydınlık mesajının en ücra köşeye kadar gitmesine imkân hazırlamış. Camilerde din görevlisi çekildikçe bundan en çok kırsal kesimler zarar görür. Bizim bir şeyler yapmamız gereken kesimler zarar görür. Dindar olalım olmayalım, dinin doğru temsil edilmesi ve anlatılmasında hepimizin ortak yararı vardır. Yanlış bilgi yerleştikten sonra onu gidermek için harcayacağımız efor daha fazla olacaktır. Bütçeniz de sık sık eleştiri konusu oluyor... Bizim bütçemizin yüzde 90 civarında çok büyük kısmı personel harcamalarına gidiyor. Türkiye’de 80 bin cami var, her 1000 kişiye 1 cami düşüyor. Kadınlar için herhangi bir çalışmanız var mı? Hükümet, kadro konusunda bize eli sıkı davranıyor, tabii herkese böyle davranıyordur herhalde. Böyle olunca da biz kıt kanaat bulduğumuz kadroların önemli bir kısmını bayan görevliler için ayırıyoruz. Kadınların dinin aydınlık mesajını almaları çok daha önem taşıyor. İstiyoruz ki, sosyal hayata katılsınlar, haklarına, özgürlüklerine daha çok sahip çıksınlar. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net ÖLÜMÜNÜN 7. YIL DÖNÜMÜ Taslakta Diyanet çalışanlarının sendikalı olmaması yönündeki hüküm de eleştiriliyor. O benim görüşüm. Benim doktora tezim işçi hakları... Sendikal hak ve özgürlüklere Ergun Balcı’yı bugün anıyoruz İstanbul Haber Servisi Gazetemiz dış politika yorumcusu ve yayın kurulu üyesi Ergun Balcı, ölümünün 7. yıldönümünde Zincirlikuyu’daki mezarı başında 11.00’de anılacak. Ergun Balcı, 70’lerden yaşamını yitirdiği 1999 yılına dek Cumhuriyet gazetesindeki yorumlarıyla ‘‘Babıâli’nin dışişleri bakanı’’ olarak anıldı. 1931 İstanbul doğumlu olan Ergun Balcı, Işık Lisesi ve Robert Kolej’i bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde üç yıl eğitim gören Balcı, İngiltere’ye giderek uluslararası ilişkiler eğitimi aldı. Gazeteciliğe Londra’da öğrenciyken başladı. Dünya ve Akşam’da dış politika ağırlıklı siyasal yazılar yazdı. 1969’da Türkiye’ye döndü ve aynı yıl, ölümüne dek aralıksız çalışacağı Cumhuriyet Gazetesi’nin Dış Haberler Servisi’nde muhabir olarak göreve başladı. 1974, 1976, 1977, 1978, 1979 ve 1989 yıllarında dış politika alanındaki yazılarıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazetecilik Başarı Ödülü’nü kazanan Ergun Balcı, sürekli basın kartı sahibiydi. 1995 yılında lösemiye yakalanan Ergun Balcı, akut löseminin yinelenmesi sonucu 17 Ocak 1999’da yaşamını yitirdi. ENTERNET / MEHMET SUCU Futbol, dünyanın en çok ilgi çeken spor dalı. Hatta artık endüstri haline gelen futbol, yeryüzünde milyonlarca kişinin geçim kaynağı. Futbol, sporcusundan yorumcusuna, hediyelik eşya üreticisine, yayıncısına, inşaatçısına, tekstilcisine kadar pek çok işkolunu da biçimliyor. BBC’nin internet sitesinde yer alan habere göre, New Meksiko eyaletindeki Los Alamos laboratuvarında görevli araştırma ekibi, dünyanın en heyecanlı sporunun futbol olduğu sonucuna vardı. Araştırmaya göre en çok sürprizlerle dolu olan oyun, yeşil sahada oynanıyor. Araştırma ekibine göre ‘‘Amerikan futbolu, beysbol ve basketbolun mil mehmet?cumhuriyet.com.tr Futbol takımı taraftarlığı, aslında mantıksız bir olgudur. Onun durumu biraz da karşılıksız aşka benzer. Sürekli para döktüğü sevgilisinin başarısından kendine pay çıkarmaya çalışır. Sistem de bu zaafı bildiği için sonuna kadar sömürür. Bu çarpık ilişki heyecanla da bu denli beslenince, ortaya tam bir ucube çıkıyor. Anımsamakta yarar var. Eli kanlı faşist katil Mehmet Ali Ağca’nın hapisten çıkmasının ardından Malatyaspor’un oynadığı maçta kısa bir süre de olsa atılan sloganlar bu ucubeyi çok güzel anlatıyor: Malatya’da doğdu / Papa’yı da vurdu / Helal olsun sana / Mehmet Ali Ağca... Evet, helal olsun bize... Bir sporu ancak böyle kirletebilirdik... Helal Olsun Bize, Helal Olsun yonlarca seyircisi olabilir, ama bu sporların hiçbiri futbol maçı kadar heyecan vaat etmiyor.’’ Bilim adamlarının heyecan kriteri, müsabakada beklenmedik sonuçların alınmasına bağlanıyor. Amerikalı ekip, 100 yılı kapsayan bir süre içinde oynanan 300 bini aşkın maçın sonuçlarını incelemiş. Araştırma beş spor dalını kapsıyor: Buz hokeyi, futbol, beysbol, basketbol ve Amerikan futbolu. New Scientist dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, futbol ligi en heyecanlı olanı, çünkü bir maçta puanı daha yüksek olan takımın yenilgiye uğrama olasılığı en çok futbolda var. Bu sıralamaya göre futboldan sonra en heyecanlı spor beysbol. Daha sonra hokey ve basketbol geliyor. Amerikan futbolu heyecan sıralamasının en altında. Bilim adamlarının araştırmasına diyecek bir şey yok. Ancak yine de bir sporun bu kadar endüstrileşmesi, beraberinde büyük bir kirliliği de getiriyor. Futbol ile mafya, artık pek çok yerde birlikte anılır oldu. Futbol kulüplerinin ve federasyonların seçimlerinde mafya bağlantılarından söz ediliyor. Gerçekliği bilinmez ama çok rahatsız edici bir durum olduğu su götürmez. Ulusal takımlara kadar yükselmiş sporcuların adlarının bahis skandallarına karıştığı, trilyonluk bütçeler öngören takımların oyuncularına para ödeyemediği, genç takımların bileklerine kadar çamur sahada top oynadığı, hakemlerin sürekli suçlandığı ama sporun gereklerinin yeterince tartılmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Böylesi bir coğrafyada doğal olarak futbol maçlarının sonuçları, pek çok gazetenin birinci sayfasında kuş gribi haberlerinden daha büyük yer alıyor. CUMHURİYET 07 K