23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 NİSAN 2005 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Hayaller KUZEY KIBRIS'IN "yeni cumhurbaşkanı", he- defini şöyle özetliyor: "Aynlığı ortadan kaldırıp Kıb- rıs'ın bütünlüğünde eşitliği sağlayarak varılacak birhedef, yani AB hedeii". Şimdi, "Rumlarla eşit birbirliktelik kurup AB 'ye girerek Türkiye'den kop- mak" diye özetlenebilecek olan bu hedefin gerçek- çi mi, yoksa hayal mi olduğuna bakalım. Annan Planı da sözde "federatif" bir bütünlük için- de "eşitlik"ten söz etmekteydi ama, ne öngörülen ortak devlet tam bir federasyondu ne de onun iki parçası arasında tam eşitlik vardı. Papadopulos, Rum tarafı için Annan Planı'ndan daha da iyi birze- min olmadıkça masaya oturmayacağına göre, ye- ni Cumhurbaşkanı'nın hayal ettiği çözümde, Ge- orge OrvveH'in "Hayvanlar Çiftliği"nöe olduğu gi- bi, RumlarTürklerden mutlaka "daha eşit" olacak- lar dernektir! O halde, müzakereyle tam eşitlik el- de edebilmek hayaldir. "Papadopulos sağda bir politikacı, elbet Ta- lat'/a aynı kafada olması beklenmez; nitekim yeni Cumhurbaşkanı, çözümün önünü tıkayan kimse ol- duğu için onunla mücadele edeceğini söylüyor" diyorsanız, Rum başkanın arkasında yine sağcı bir Yunan hükümetinin bulunduğunu ve AB'nin bu iki hükümetten farklı davranamayacağını unutmamak gerekir. Bu bakımdan, Papadopulos'la "eşitlik" mücadelesinin kazanabileceğini düşünmek de ha- yaldir. Diyelim ki, Papadopulos'ta umut yok ama, bü- tün Rumlar onun gibi düşünmüyor olabilirler. Peki, Talat'ın partisiyle aynı çizgideki AKEL'in lide- ri ve Meclis Başkanı Dimrtris Hristofyas seçim son- rasında "Eski Talat gibi sol vizyon temelinde ha- reket et" diye ona seslenirken ne demiş? "Yaban- cı askerlerden kurtulmuş, yeniden birleşmiş bir vatanda ortak tezlere varabiliriz" dememiş mi? Ya- ni, Talat, onunla el ele verip Türk askerinin adadan çıkmasını isteyecek ve asker de henüz yürürlükte olan ve herşeye karşın Annan Planı'yla bile yürür- lükte tutulan 1960 Garanti Antlaşması'nı unutup tı- pış tıpış gidecek! Bu, hayal değildir de nedir? Yeni Cumhurbaşkanı, 70 bin seçmenine, seçi- lişi üzerine etekleri zil çalan Mütareke Basını'na, AB tilkilerine ve Ankara'daki iktidara bakıp bu ha- yallere dalıyor olabilir. Ama şunu hiç görmüyor ya da görmek istemiyor galiba: Türkiye halkının bü- yük çoğunluğu, Anadolu ve Trakya'nın en kuytu kö- şelerine varıncaya kadar içten içe hızla oluşan, kaynamaya yakın bir kazan suyunun yüzeyindeki birkaç kabarcık gibi kendini henüz yeni yeni belli eden derin birtepki içinde. Son iki yılda dıştan ge- len haksızlıkların, dayatmaların, itiş kakışların, onur kıncı davranışların ve boyun eğişlerin oluşturduğu bir tepki bu. "Büyüklüğü ve şiddetiancak patladığı zaman bel- li olur" diye böyle birtepki yok sayılabilir mi? Yeni KKTC Cumhurbaşkanı'nın hayalciliğindeki en bü- yük yanılgı, Türkiye'de antenleri güçlü çevrelerin, buna karşı ilelebet duyarsız kalabileceğini sanmak- tır herhalde. SANDIKLISULIIHUKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas No: 2004/307 Davacılar Fatma Bulut ve Şerife Bulut vekili Av. Ayşe Dcmirel Karaçelik tarafındaıı davalılar Halil Bulut, Raziye Bulut, Tahir Bulut, Fatma Bulut, Ilatice Yıldırım, Emine Bulut, Nazniiye Yenigiin ve Emıne Yıldırım aleyhıne açılan or- taklığın gıderilmesi davasının alınan ara kararı uyannca, Duruşma gününün ve dava dilekçesinin kendi- lerine tebligat yapılamayan, zabıta marifetiyle de adresi tespıt edilemeyen davalılar, Hatice Yıldı- nm, Emine Yıldınm ve Nazmiye Yenigün'e teb- ligat Kanunu'nun 28. maddesıne göre ilanen tebliğine karar veriimiş olduğundan, Bellı edilen duruşma günü olaıı 25.05.2005 günü saat 09.45'te Sandıklı FFukuk Mahkemeleri duruşma salonunda hazır bulıuımanız veya ken- dinizi bir vekille temsil ettirmeniz, duruşmaya gelmediğiniz ve bir vekil tarafından temsil edil- medığiniz takdirde tahkikat ve yargılamaya yok- luğunuzda devam edileceği ve karar verilecegi, davalılar Hatice Yıldırım, Emine Yıldırım ve Nazmiye Yenigiin adına dava dilekçesi özetı ve duruşma günü ve saati yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 17658 TARSUS1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESt'NDEN Esas No: 2002/354 Davacı ömer Yıldınm tarafından davalı Ce- ınile Yıldınm aleyhine mahkememize açılan boşanma davasının verilen kararı geregınce, Sabıt olan davanın kabulü ile Elazığ ili, Palu ilçesi, Karataş Köyü, C:88, K:18'de N.K.'lı Ha- san ve Pakize'den olma 1969 d.lu davacı ömer Yıldınm ıle aynı yer ve hanede N.K.'lı Zeki ve Şerife'den olma 1967 d.lu davalı Cemile Yıldı- rım'm boşanmalarma karar verilmiş olup davalı Cemile Yıldırım'ın tüm araştırmalara rağmen adresi tespit edilemedığinden davalı Cemile Yıl- dırım'a davetiye yerine kaim olmak üzere ilan olunur. 17.03.2005 Basın: 12647 Moskova Fobisi Çocuklanmız, gençlerimiz, belki işadamlanmız Moskova fobisiyle daha düne kadar Rusya'ya, Bulgaristan'a gidemediler. Gidenler komünist olurlar diye gönderilmediler... "Gönderilmek istenenler" de gidemediler. Ama fakültelerimizde Rus dili ve edebiyatı bölümleri açıldı; o bölümlere öğrcnciler alındı ama ardından o öğrencilerin arkalarında Brancati'nin dediği gibi "koruyucu melekleri" oldu. Fakülteye girerken paramn "yazı" tarafı değil de "tura" tarafı gclseydi biz de Rusça okuyacaktık. Prof. Dr. Necde Y olları, yolculukları anlatan çok sayıda yazı, kitap vardır. lnsanlar, gördükleri yerleri anlatmaktan ve edindikleri izlenimlen başkalanyla pay- laşmaktan hoşlanırlar. Aıılatırken bir kez daha yaşamak olanağını bulur çünkü insan. Yıllar sonra da anlattıklannda bir tür öz- lcm giderme yaşar. Acı ve tatlı anıları ola- bilir. Mutlu olup döndükleri yerler vardır ya da mutsuz oldukları yerler. Ama her za- man insan ilişkileri açısından önenı taşıyan bu yolculuklar insanın kendi keııdisini ye- nilemesıne fırsat vcrirler. Bu tür yolculuk- lann kazandırdıklan çoktur. Hiç kimse dün- yanın herhangi bir yerine yaptığı yolcu- luktan bır şeyler yitirdiğini söyleyerek dön- mez; tanı tersine, çok şey gördüğünü, çok şey öğrendiğini ve deneyimlcr kazandığı- m söyler. Ama gıdilebilecck ve gidileme- yecek yerler vardır. Bunun da değişik ne- denleri vardır. Parasal nedenler olabilir, özellikle yurtdışı yolculuklarda aranılan başlıca koşul budur. Bakın, Batı insanı ko- laylıkla istediği yere istediği zaman gide- biliyor. Çünkü olanaklan yeterlidir. Ayn- ca birbirlerine çok yakın oldukları için ve sınır sorımu ortadan kalktığı için bir yemek yemek için kalkıp bir ülkeden bir ülkeye gidebiliyorlar. Doğal olarak bu yakın alış- verişin kazandırdıklan çoktur. örneğin, Matisse'in Paris'te açılan bir sergisini in- sanın kendini güncelleştirmesi bağlamın- da Londra'dan kalkıp gidip görmek kadar etkin ve anlamlı ne olabilir ki?.. Verdiğim örnek uç bir örnek olabilir. Ama gençlerin kendilerini yenüemek ya da yabancı dil öğrenmck için bu tür olanaklan çok sık kullandıkları bilinir. Vc yapmalannda da ya- rar vardır. Bu yönüyle kıskanmamak elde değil. Çünkü bizim kendi komşu ülkelerimizi gidip görmek gibi bir alışkanlığımız ol- madığı gibi bu yönde bize sunulan kolay- lıkJar ve olanaklar yok gibidir. Örneğin, sanıyorum, komşumuz her ülke ile vize sorunumuz var. Elimizi, kolumuzu salla- yarak girmek olanağımız olmadığı gibi ula- şım olanaklarımız kısıtlıdır. Gençlerin ra- hathkla kullanabilecekleri araba yolları ya da tren yolları yok gibi. Dahası, parasal güçleri sınırlı olan insanlanmızın zaten bir- birlerine gibip gelme olanaklan peşinen ortadan kalkmış gibidir. Hep gençleri dü- şünüyorum da... Genç deyince de bu bağ- lamda bizim fakültede okuyan ve komşu ülkelerin ekinlerini ve dillerini öğrenmek sevdası içindeki ögrencilerimi görüyorum. Sık sık gidip gelseler, kim bilir ne kadar ça- buk, ne kadar iyi dil öğrenir ve donanımlı olurlar... Ama daha birkaç yıl öncesine ka- dar kimi komşu ülkelerimize gidip gelme şansımız hiç yoktu. Salt saydığım neden- lerden ötürü değil, yasaklardan ötürü de... Bunlardan biri de Rusya idi. Eski adıyla Sov- yetlerBirliği... Bizeskiden Rus dili ve ede- biyatı üzerine doktoraya gönderecegimiz çocuklanmızı Rusya'ya değil Amerika'ya gönderiyorduk. Ilginç değil mi? Yabancı dil ve edebiyat üzerine yapılacak doktora ça- lışmalarının salt kitap üzerınden yapılma- sı ne ölçüde yeterli ve doğrudur, bilemem! O gerçekle yüz yüze gelebilmenin sayısız yararlan vardır sanıyorum... Çocuklan- mız, gençlerimiz, belki işadamlanmız Mos- kova fobisiyle daha düne kadar Rusya'ya, Bulgaristan'a gidemediler. Gidenler ko- münist olurlar diye gönderilmediler... "Gön- derilmek istenenler" de gidemediler. Ama fakültelerimizde Rus dili ve edebiyatı bö- lümleri açıldı; o bölümlere öğrenciler alın- dı ama ardından o öğrencilerin arkaların- da Brancati'nin dediği gibi 'koruyucu me- lekleri' oldu. Fakülteye girerken paranın "yazT tarafı değil de "tura" tarafı gelsey- di biz de Rusça okuyacaktık. Bu olayı bir kez daha geçenlerde gittiğim Moskova'da anımsadım. llk kez gidiyordum. Bizim de öyle çok yurtdışına çıkma gibi lükslerimiz yok.. kongrelere, loplantılara çağnlar ve üniversıtelerin bizlere sunduğu kıl kanaat olaiıaklar olmasa... Yol ve yol- culuk serüvenlerinde herkes kendine özgü bir şeyler arar. Bulur ya da bulamaz. Ama bizim anlamak ıstediğimiz bir başka şey- di: Bugüne dek Moskova fobisinden ötü- rü göz ardı ettiğimiz bu ülkeye soguk bak- makta ne kadar haklı olup olmadığımızı sap- tamaktı... Elimizden geldiğince her tarafa bakma- ya çabaladık kısa süre içinde. Dil bilme- sek de insanlarını tanımaya çalıştık. Tren- lerine, uçaklarına ve metrolarına bindik. Restoranlarında yemek yedik ve kafele- rinde çay içtik. Ne kadar çok bize benze- diklerini gördük ama.. ne kadar Avrupalı, çağdaş olduklarını gözlemledik. Ünlü Tür- kolog dostumun dediği gibi bir "şapka" me- selesi yıllarca dillerde dolaştı, miting alan- larında yankılandı oy ugruna; gerçekler saptınldı ülkemizde. Öcü gıbı baktık ku- zey komşumuza. Oysa biz insanlarda bir zarafet gördük. insan olmanın onurunu taşıdıklannı gör- dük. Batı 'daki insandan çok daha usturup- lu ve çok daha dengeli olduklannı gördük. O buz gibi havada kadınlannın yollarda kar temizlediğini gördük ve üretime kat- kıları olsun diye ve evlerini geçindirmek için sabahtan akşama dek açık havada tez- gâh açtıklaruıı gördük. Kadınlı, erkekli ne denlı özverili olduklannı gördük. Oturmuş bir dızgelerinin olduğunu gör- dük. Geçiş döneminin sancılarını çektik- lerini gördük ama.. rasgelelikten uzak ol- duklannı ve ilkelerine bağlılıklannı gördük. Kırnıızı, san kubbeli saraylannı, kilisele- rini ve görkemli müzelerini gördük. Mü- zelerindekı başyapıtlan gördük. Kim bilir ne kadar çok şey öğrenebilirdik bu insan- lardan bu yitirilmiş zaman içinde diye ha- yıflandık. Dünyadaki varlığımın komünizme da- yalı olduğunu düşündüm bir an., çünkü Bolşevik Devrimi, çoğu Doğu Anadolu in- sanı gibi, annemin ve babamın canrnı kur- tarmıştı Ermeni katliamından. Dedemi şe- hit vermiştik. Lcnin'i düşündüm ve Kur- tuluş Savaşımıza verdiği desteği anımsa- dım. Sovyetlerdeki rejim değişikliğinin dünyadaki dengeleri nasıl zaranmıza çevir- digini ve "komünizm yıkddı" diye insan- lanmızın nasıl zil takıp oynadıklarını... Ay- nca bir Rus yurttaşının anlatımıyla "Komü- nizm sonrası Kusya'da insan ilişkilerinin bozulduğunu ve bireylerin ortak ülkiisü- niin kaunadığuu; bu aşamada aileye çokiş düştüğünü görmek gerektigini..." Ameri- ka'nın "otunlıığumıızkucagınılan" nasıl da bugüne kadar kalkamadığımızı... Gidip gelmekle komünist olunamayacağını öğre- nemediğimizi; korkudan ötürü Atlantik ötesi bir ülkeye sığınırken yanı başımızda- ki koca bir uygarhğı atladığımızı, oysa li- beral olsun komünist olsun, insanlann bu- lunduklan toplumlarda kendi ekonomi si- yasalan içinde tüketmekten çok ürettikle- rini ve esenliğin yollannı zorladıklarını... Bizim ise bir denge kurup her iki taraftan da yararlanmak becerisini gösteremediği- mizi... Ve dünyanın en büyük Türkologla- nnın yetiştiği bir ülkede henüz bir Türk Kültür Merkezı açamadığımızı... Mosko- va'da bir gömüt taşının başında oturmuş bun- lan geçiriyordum kafamdan ve taşm altın- da yatanı nasıl da bir korku ugruna harca- dığımızı... Dört yaşlı göz, gömütlüğün ıssızlığında yalnızhğrnı yaşayan insanın yalnızlığına karşın nasıl da dimdik ayakta durduğunu göriiyordu. Her zamanki kırmızı karanfil- ler, kardelenler gibi, karın altından başla- nnı uzatmışlar orada yatanın ölümsüzlüğü- ne işaret ederken hiçbir zaman unutulma- yacağını gösteriyorlardı. Dudaklanmda "Dörtnala gelip UzakAsya'dan/Akdeniz'e bir losrakbaşı gibi uzanan/bu memleket bi- zûn" dizelerini mınldanıyordum oradan ay- rılırken ve insan, degeri bilınen yerde kal- malı diye düşünüyordum. Taşiyomi ve Akıntıya Karşı Yüzmek! Dr. Mehmet Murat İLDAN Yazar/Ehmomist Y azıma kısa bir hikâyey- le başlamak istiyorum: Yağmurlu bir mevsim- di. O kadar çok yağmur yagmış- tı ki, köyün içinden geçen ırmak taşmıştı. Köylüler Nasretün Ho- ca'ya koşarak geldiler ve "Eşin ırmağa düştü, hemen koş, onu kurtar Hoca" diye bağırdılar. Nasrettin Hoca ırmağa koştu ve hiç tereddüt etmeden atladı, akın- tıya karşı yüzmeye başladı! Et- rafta toplanmış insanlar bağır- maya başladılar: "Neyapıyorsun Hoca, eşin ırmaktan yukan doğ- ru gidemez ki! Irmak onu aşağı- ya götürmüştür" dediler. Hoca şöyle bir yanıt verdi: "Siz neden söz ediyorsunuz?.. Ben eşinıi iyi tanınm, o sadeccakuıüya karşıgi- der!" Bu güzel hikâyeye tekrar dö- neceğim ve birazdan yazacağıtn konuyabağlayacağım. Şimdi "ta- şiyomi" denen bır sözcükten kı- saca söz edeyim. "Taşiyomi" Ja- ponya'da ayakta kitap okuma alış- kanhğını belirtmek için kullanı- lan bir sözcük! Orada artık ayak- ta kitap okumak gibi cn üst aşa- maya gelinmişken bizde durum nedir bakalım. Türkiye'de bazen sivil örgütleriıı, bazen resmi ku- nımların ve bazen de uluslarara- sı kuruluşların kitap okuma gibi konulara ilişkin hazırladıklan çok önemli istatistikler zaman zaman yayımlanır. Bu istatistiklerden birkaçını aşağıda vereyim, bun- lann fazlası insanı sıkmaktadırza- ten. Türkiye'de toplumun yüzde 94'ü televizyon seyrediyor ve yalnızca yüzde 4.5'i kitap oku- yor! Korkunç başka bir sayı da şöyle: Türkiye'de 40 milyon in- san hiç kitap okumuyor!.. Dü- zenli okuma ahşkanlığı Japon- ya'da yüzde 14, ABD'de yüzde 12 iken, Türkiye'de ise yüzde 1 de- ğil, binde bir de değil.. sadece on binde 1 düzeyindedir!!.. Bır Ja- pon yılda ortalama 25 kitap oku- yor; oysa 6 Türk'ü bir araya ge- tirdiğimizde yılda 1 kitap ancak okunmuş oluyor!.. Bunlar elbet- te felaket ve utanç rakamlandır. Gelişmiş ülkelerde çok geniş ve güçlü bir "kitap okuma ahşkan- lığı var ki kutsal bir akışür bu!.." Bizler bu akıntıya karşı yüzüyo- ruz, tıpkı Nasrettin Hoca'nın ka- rısı gibi!.. Ancak toplumun kitap okuyan yüzde 4.5 'likkesimi, ül- kenin geleceğinde kültürlü bi- reylerin önemini kavramış bu de- ğerli azınlık, bu akıntıyla uyum- lu bir şekilde doğru yöne doğru yol almaktadır! lşte bu azınlığm ülke için önemini vurgulamak amacıyla bu yazıyı yazıyorum. Ti- yatronun, sanatın beslendigi ve beslediği kaynak da bu azınlık- hr elbette. Onlarda kitap okumak- tan vazgeçse, gerçek anlamda bir cehalet toplumuna dönüşmemiz kaçınılmaz olur. Toplumlarzaman içerisinde hep ileri gitmezler; iler- leme zamanla doğru orantılı bir şey değildir. Herkes ileri gider- ken siz ileri gidecek mekaniz- malan kurmamışsanız ya yeri- nizde sayar ya da daha kötüsü geriyegidersiniz!.. 11. yüzyılın Endülüslü bilgini Ibni Said'in Tabakat-ül- Ümem adlı kitabında dünya milletleri ikiye aynlmıştır: Bilimle uğra- şan uluslar (Hintliler, îranlılar, Yunanlılar, Romalılar, Araplar); bilimle uğraşmayan uluslar(Türk- ler, Moğollar, Çinler). tşte tarih- te böyle hiç de hoş olmayan yar- gılara maruz kalmamak için Tür- kiye'de ciddi bir "toplum mii- hendisüği" çalışması yapılması gerekiyor. Akıntıya karşı yüzen kitle, açık ve net bir şekilde "şe- kiUendirilnıelidir''! Hiç kitap oku- mayan 40 milyon insanın Japon- ya'daki gibi yılda ortalama 25 ki- tap okuduklannı bir düşünün! Bu bir hayal değildir, sadece toplu- mu şekillendirme, tasarlama so- runudur! TJtopyadiye bir şey yok- tur, bütün ütopyalar gerekli araç- lar kullanılarak yaratılabilüier... Bir gün, taşiyomi'nin ülkenin her yerine yayıldığı o güzel gün, bundan en büyük faydayı da sa- nat ve sanatçılar alacaktır; ceha- letin yaygınlaşüğı bir ülkede sa- nat ağacı kurur; bilgeliğin, aklın yükselişe geçtiği ülkede ise sanat ağacı meyveleriyle göz kamaştı- nr... PENCERE Rufailer Karışıyor Bu İşlere... Yeniçeri ağası, Bektaşi'yi rakı şişesiyle yaka- lamış: - Ne var ulan o şişenin içinde? - Hamidiye suyu var ağam.. - Ver bakayım şişeyi bana! Baba Erenler şişeyi Ağa'ya verirken üfleyip demiş ki: - Rakı ol ya mübarek!.. Yeniçeri bu numaradan hoşlanmış: - Ulan köftehorl.. Suyu rakı yapmak marifet değil!.. Bak şurada yangın var, tulumbacılar söndüremiyorlar; keramet sahibiysen bir nefes et de sönsün!.. Bektaşi: - Yooo imanım, bizim hükmümüz rakıya g&r çer, ateşe Rufailer karışır!.. Fıkranın tadına varmak için Rufailiğin ne ol- duğunu az çok bilmek gerekiyor; bunlann ate- şe taptıkları rivayet olunur. • 1915'te Anadolu'da yaşanan tragedya ne?.. Savaş koşullarında tehcir mi?.. Güdümlü soykırım mı?.. Tam doksan yıl -yani yaklaşık neredeyse bir 'asır'- sonra tarihi hortlatıp Türkiye'yi kuşatao Hıristiyan dünyası neden birdenbire engizis-? yon yargıcına dönüşüverdi?.. Kendimizi güzel güzel AB'ye girmek için hazırlamışken Türkiye Cumhuriyeti'ni Hitler Almanyası'nın ikizinedö- nüştürmek hevesi nereden çıktı?.. Osmanlı'nın hesabı Lozan'da kapanmışken bu saldırı nedir?.; Hem bu öyle netameli bir iş ki çoktan tarih olmaktan çıkmış, siyasetin en alengirlisine dö- nüşmüş; çünkü 1915'e soykırım dedin mi laf-ı güzafta soykırım oluyor, tehcir dedin mi tehcir oluyor; ağzından çıkan laf Türk düşmanlığıyla şartlandı mı söyleyeceğin belli... • Ortalıkta Türk düşmanlığı elle tutulur, gözle görülür gibi!.. Biz de pek yamanız! Orta Asya'dan gelip Anadolu'yu yurt tutup Avrupa'ya yüzlerce yıl rah- met okutmuşuz!.. Aç Avrupa edebiyatının say- falarını, en ünlü yazarlarının kitaplarında adımız düşmanlıklayoğruluyor; Hıristiyanların atasöz- lerine, özdeyişlerine giren Türk'ün kimliği sü- rekli karalanıyor!.. • Ancak bugün de Türkleri suçlamanın hadi di hesabı yok!.. Soykırım iddiasını bir yana bh rakalım; yaşadığımız coğrafyada Kuzey Irak'tari Kafkasya'ya, Kıbrıs'tan Ege'ye dek Kürt, Erme-ı ni, Rum, Yunanlı birbirleriyle çok iyi geçiniyor- lar; ama, ortak uğraşları ne?.. Varsa Türk, yoksa Türk... ; Avrupa, Sevr Antlaşması'nda bu işin çözüm yolunu bulmuş, Türkleri Anadolu'da el kadar biır toprağa hapsetmişti; ama olmadı... Yoksa bu Türkler Allah'ın belası mı?.. Sizler yanıt verin!.. ' Gerçek şu ki üstümüze üstümüze geliyor- lar... Bektaşi'ye sordum: - Baba Erenler, bu durumda ne yapmalı?.. Bektaşi: - Valla imanım, dedi, bu işlere biz değil, Ru- failer karışır... BUTIKOTEL Sıra dışı tatilinizde, kent yorgunluğunuzu atmak için öncelikli tercih edebileceğiniz; Tarih, Dağ ve Denizin; Kaz Dağı eteklerinde sizi karşıladığı otantik mekân 1 odaCIMklşl)150YTL.Y/P Adalepc Köyü - Küçükkuyu Ç ANAKKALE/TIJRKİYE RN. Tel HJ0 286 752 65 81 Faks * 90 286 752 20 66 Çanakkale Irtibat Tol&Faks +90 286 217 47 07 www.hunnaphan.com c-nınil: infıjiı hunnaplıan.ıııııı Koçbank Kredi Kartı'yla Her Perşembe gıda alışverişlerinize %5 indirim! Her gün gıda harici alışverişlerinize 6 taksit!** Her aiin tek ndftmftli alışverişlerinize 3 kat puan! MİGROS Kampanya, 7 Nisan - 4 Mayıs tarihleri arasında Mıgros Mağazaları, Şok Ucurluk Marketlerı, Kangumm ve Mıgros Sanal Market'te geçerlidir *%5 ındırim seÇBn8gRanBc™lgrö^/iagazaıarrnda geçeriıdir. Gıda dısı ürünler sıoara ve alkollü icecekler bıra ve şarap haric) indirim kapsamıııda değildir, A *6 taksit kampanyası 20 YTL ve iizerı alışverışlerde uygulanacaktır Gıda, ıçkı, sıgarada taksit uygulaması yoktur. Şırket kredi kartları kampanyaya dahil değildir (90© KOÇBANK 444 0555 www.kocbank.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle