25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27MART2005PAZAR 10 P A Z A R Y A Z L L A R I dishab@cumhuriyetcom.tr Lüıgo lingo şişeler...X 7'etkililerin gözünden İcaçmış olabilir. Sevinelim: Türkiye'de sahtekâr girişimcilerin kazandıransa elbette Italyan Al Capone ölenlerin sayısınıysa yılda 23 bin kişi olarak F etkililerin gözünden lcaçmış olabilir. Ben açıklıyorum! Sahte içki işinden en kazançlı Al Capone çıktı. Polisin açıklamasına göre, alkol yasağından yararlanarak bir yıl içinde piyasaya sahte içki sürmekle Chicago'da elde ettiği kazanç 60 milyon dolan geçmişmiş. Bu paranın bir kısmını polise rüşvet olarak dağıttığı söyleniyor. Şimdi, mafya bafoası Al Capone'un büyüklüğüyle kıyasladığınızda, o kadarcık parayı, üstelik yarısını da buradaki argo deyişlc aynasızlara dağıttığı hesaplanırsa azımsayabilirsiniz. Fakat anunsatıyorum... Tüm bu karanlık işler 1927'de olmuştu. Diğer deyişle, Amerikan tarihine "alkol yasağı" olarak geçen dönemde... Bugünkü, otuza yakın yurttaşımızın canmı afan, sahte Yeni Rakı şişelerine gizlenmiş Azrail işleriyle Al Capone'un bir ilgisi yok; o tjamamen masum! İnternette ulaşabildiğım Istanbul gazetelerinde, sahte rakıdan ölenlere ait haberleri Amerika'dan acıyla okıımaktayım. Rakı rezaletinin ardından, sahte zeytinyağına varana kadar başka başka şeyleri bulup çıkartmakta ustalığın salt Türklere ait olduğu sanılmasın. Sahtekârhğın hijcâyesi çok eskilere iniyor: Amerika'da içki yasağına! Bıırada o zamanlar ortaya çıkan "Sülün Osmanlann" şeceresi epeyi kalabalık. Sevinelim: Türkiye'de sahtekâr girişimcilerin şimdilik, Al Capone gibi eli silahlı adamlan, Chicago sokaklannda oraya buraya kurşun sıkan fedaileri yok. Belki de vardır. Ben duymadım. 16 Ocak 1920'de, gece yansından sonra, Amerika'da tüm içki satışı durdurulmuştu. Başkan Wilson'un, aslında üç yıl önce Kongre'den geçirttiği bir karardı bu... Beyaz Saray'ın alkol yasağına Hıristiyan Kadınlar Birliği başta olmak üzere birçok kuruluş önayak olmuş, arka çıkmıştı. Savaş yıllarında, ABD'de içki sektörünü elinde tutan çoğunluğun Alman göçmenler olması nedeniyle bu karann vatanseverlik icabı alındığını da söyleyenler var. Buna benzer gerekçelerin tümünü bastıran asıl nedense hükümetin içkiye uyguladığı ağır vergilere ilişkin olanıydı. Vergiyi vermiyorsan içki de yok! Amerikalı durur mu? Sahte içki yapımı aldı başını, yürüdü. 1920'den 1927'yegelindiğinde Amerika'da 30 binden fazla yasadışı imalatçı olduğu saptanıyordu. Yüz binlerce evın bodrum katlannda, banyo küvetlerinde şişelenen viskilerin, romların, biralann sayısınıysa galiba kimse bilemeyecek. Bu işlere gangster damgasıyla ciddiyet INDIANAPOLIS MAHMUTŞENOL kazandıransa elbette Italyan Al Capone olacaktı. Ona yakışır: Takma adı Küçük Sezar ya! Al Capone'cularla öteki "bambinolar" arasında çıkan sokak müsademelerinde ölenleri merak ediyorsanız Chicago, Detroit ve New York polıs kayıtlanna başvurmanız gerekecek. Bunların yerine, size sahte ıçkiden ölenlerin sayısını vereyım: 50 bin kişi! Yüz binlerce felçli, kör ve sakatın sayısınıysa bulamadım. Polisle, mahkemeyle başı derde girenler mi dersiniz; alkol yüzünden boşananlar, cinayetler, kavgalar, itiş kakışlar, soygunlarmı... Hepsi "Bonnie& Clyde" filmine birerafiş! İçki yasağı ve yüksek vergiler sahtekârlığa yol açmış, beklendiğı gibi ABD'deki alkol müptelalannın sayısını azaltmamış, tam tersine üç katına çıkarmıştı. 1929 Buhram'nda alkol alışkanlığı artık denetlenemez olunca hastanelerin siroza yakalananlarla dolmasını bekliyorlardı. İstatistiklertersini yazıyor: Sirozdan ölenlerin sayısında azalma görülmeye başlanmış. Ben bunda yadırganacak bir şey göremiyorum. Sahte içkiyle siroza yakalanma fırsatı bulamadan ölenleri, anlaşılan Amerikalılar dikkate almamışlar. Alkolle ilintili trafik kazalanndan ölenlerin sayısınıysa yılda 23 bin kişi olarak veriyorlardı. Bütün bu sayıları üst üste topladığınızda, şöyle ağız tadıyla siroza yakalanmak için yeteri kadar yaşam süresi bulamadılar açıkçası. Sahte içkiden ölümler ve cinayetlerin, Al Capone usulü adam vurmaların sonunda, 1933'te akıllan başlanna geldi. İçki yasağına o yıl son verildi. Zaten Başkan Franklin Roosevelt de henüz Beyaz Saray'a girmeden önce içmeye başladığı martinisini, New York Valisi'yken başkanlık kampanyasında bile elınden düşürmemişti. Halktan bunu hiç saklamadı. Martinisini elinde gören ABD'liler dürüst Roosevelt'e oy verdiler. Sonra lkinci Dünya Savaşı çıktı, martinili başkan Hitler'e kafa tuttu, toprağı bol olsun, dünyayı kurtardı! Şimdi kurtulma sırası bizim akşamcılanmızda. "Lingo lingo şişeler, rakı nıı içtiıı sen bensiz" diye akşamcıları suçîayacağımıza, şu Amerikan alkol yasağı günlerinden toplumsal sonuçlar çıkanlsa ne iyi olacak. Bu yazdıklanmdan ben bir sonuç çıkarabildim mi? Nafile! Akşama cesaretimi bir toplarsam geçen yazdan beri buzdolabında tentürdiyot şişesi gibi acil durumlan bekleyen 35'lik Yeni Rakı'yı açmayı düşünüyorum. Bu yazdıklanma karşm "takdir-i ilahi" başa gelirse şimdiden hakkınızı helal edin. Terörist mi değilmi?..~F~ Tiuslararası # / protestolar \ta-/ Suriye'nin üstündeki baskıyı arttırırken Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Lübnan'daki 14 bin askerin çekileceğini açıkladı. Bu Lübnan için, Suriye açısından son 30 yılda gerçekleşen en büyük gelişme. Her ne kadar Lübnan'daki Suriye karşıtı protestolar yoğunluğunu korusa da hemen yanında Hizbullah tarafından ayaklandırılan yarım milyon kızgın Şii, "Amerika'ya ölünı! İsrail'e ölüm!" diye bağırıyor. Bu insanlar Lübnan'ı Amerika'mn baskısı ve belki de işgalinden koruyan tek gücün Hizbullah olduğu kanısında. Terörist örgüt olarak bilinen Hizbullah'ın Amerika'da asıl tanınması, Lübnan'da 1983'te gerçekleşen intihar saldırısında öldürülen 241 Amerikan deniz piyadesiyle oldu. Fakat diğer yandan Lübnan'da hayır işleri yapan, topluma çeşitli hizmetler götüren Hizbullah halkın desteğini topluyor. Hizbullah, öksüz ve yetimlere sahip çıkıyor, hastanelere yardım ediyor, fakirlere yemek veriyor. Bu tarz etkinliklerle destek kazanan Hizbullah'ın Lübnan parlamentosunda 11 koltuğu var. Bu durumda ABD hükümetinin aklı biraz karışmış durumda. Başkan George Bush birkaç yıl TEKSAS önce, "Bütün teröristlerin ve teröristlere destek olanlann yakalanacağını" söylemişti, fakat şimdi şöyle bir soru ortaya çıktı: Terörist ne zaman terörist olmaktan çıkar? Dönüşüm çizgisi nedir? Öyle bir çizgi var mıdır? Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanlığı Hizbullah'ı bir terörist örgüt olarak tanımlasa da Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice "terörist" kelimesini kullanmamaya dikkat ediyor. Sorun şu: Eğer ABD Suriye'den çok Hizbullah'a yoğunlaşırsa bu hem Lübnan hem de Iran'daki Amerikan karşıtı hisleri ADAİLET BARIŞ ^ÜNERSEL Bu bakımdan (ironiktir ki) ABD hükümeti Fransa'nın tavsiyesini dinlediğini, Hizbullah'a fazla yüklenmeyeceklerini söyledi. Diğer bir büyük kaygıysa Suriye olmadan Hizbullah'ın diğer büyük "sponsoru" Iran'a daha yaklaşabileceği. Diğer tarafta Başkan Bush, Hizbullah'ın terörist örgüt olmadığını silah bırakarak kanıtlayabileceğini söyledi; buna cevap olarak Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrullah Lübnan'ı Israil'den korumaya devam etmeleri gerektiğini belirtti. Bir örgüt yöneticisi, "Lübnan'm özgürce seçim yapmasına yardımcı obnak istediklerini" söyledi ama, Lübnan'ın yapacağı seçimi ABD beğenmeyebilir! bgunersel2@hotmail.com Tayvany da devprotesto I avvan'ın başkenti Taipei'de dün 1 milyondan fazla kişi Çin'i pro- testo etmek için dev bir gösteri yapü. Tayvanhlar hükümetin çağ- rısıyla Çin Halk Kongresi'nde kabul edilen yeni yasayı protesto etti. Yasa, Tayvan'ın bağımsızhğını ilan etmesi durumunda bu ülkeye karşı güç kullanılıııasını öngörüyor. 1 milyon kişinin katıldığı gösteride yürüyüş yasadaki 10 maddeyi temsilen 10 ayrı bölgeden baş- ladı ve başkanlık sarayı önünde son buldu. Dev gösteriye Devlet Başkanı Çen Şui-bian ve diğer hükümet yelkilileri de katıldı. (AFP) Hitler'in odasından Baltık'ı izlemeküyük Almanya düşüyle Avrupa'yı kasıp kavuran Almari diktatör Adolf Hitler, Polonya işgali öncesi yakın çalışma gnıbuna bir emir vermiş. "Yakın, yıkın ama Baltık'ın incisi Sopot'a dokunnıayın." Evet, bu konuşma sonrası belli ki Polonya başta olmak üzere tüm Avrupa çok büyük acılar çekti. Baltık kıyısında Kaliningrad'ın hemen komşusu sayılan Gdansk'ın tatil beldesi Sopot da Alman işgalinden kendine düşen payı aldı. Yahudi soykırımı, evlerinden alınan ve bir daha dönmemecesine Auschwitz'e gönderilen şaassız aileler. açlık, yokluk, işgal.. Piyanist filmi belki de solda sıfır kaldı binlerce isimsiz ailenin yaşadığı dram karşısında... Özellikle de yaşlan şimdilerde 70-80 olan Sopotlular, eş, dost ve arkadaşlannınkopanldığı günü unutamamış. Ancak Baltık kıyısındaki kendisini kent sanan bu minik yerleşim beldesi ayaklan üzerinde kalmayı başarabilmiş. Cünkü Führer'in özel sempatisi, Sopot'un tamamen yıkılmasına engel olmuş. Bombardıman ve topçu ateşi sırasında sadece yol kenarındaki evler yıkılmış. Özellikle de sahildeki Grand Otel, o günlerden bu yana tüm ihtişamı ile Kuzey'in soğuk rüzgârlanna direniyor. Ve Polonya yönetimi ile otel işletmecileri, Adolf Hitler'in "Balük İncisi" adını verdiği kente geldiğinde kaldığı otelin odasını 'yarı kullanıhr' müze haline getirmiş. Otelde günlük konaklama ücreti 100-120 Euro iken, Hitler'in odası meraklılanna 1500 Euro'dan kiralanıyor. Orada yatanlar, sabahın ilk ışıkları ile Baltık'a bakarken, camdan belki de Hitler'in fcin, öfke dolu bakrçlarına tanık oluyor ve SOPOT ARİFKIZILYALIN "Bu acıları bir daha yaşamayahm.. Yaşatmayalım" diyorlar. Polonya'nın sahil kasabası Sopot, şu sıralar karlar altında. Cünkü yaz mevsimi oralara sadece 70-80 günlüğüne uğruyor. Ama, Polonyalı işletmecilerin anlattığına göre o bile yetiyormuş koca bir yılın masrafını çıkarmaya. Cünkü, aralarında Türk dükkân sahibi Semilı Ünsalan'ın da bulunduğu grup, "Yazuı liınana açılan caddeden yürümek için sıra bekleyenler var. O dönemde paramı/.ı kazanıyonız" diyecek kadar gerçekçiler. Ana caddedeki Pasha Restaurant'ın sahibi Semih Ünsalan, 12 Eylül sürecinde Almanya'ya yerleşip ekmeğini taştan çıkaran biri. Aslında Polonya'nın sahil beldesine balıkçılık için gelmiş. Ancak Norveç ve lsveç'in bu ülkeye uyguladığı kota nedeniyle bırakın dev bir tekne yaptırmayı, sandal bile alamamış. "Alsam ne olacak. Yasak var. Neredeyse evinıden denize uzattığım oltanın ucundaki bahğa bile el koyacaklar" diyor. Söz Polonya'nın AB'ye katılım macerasına gelince, Sopot halkından ilginç sözler duyuyoruz. Kimi, "Almanya çok bastırdı, çünkü soykınnı ve uyguladıkları eziyet nedeniyle bize karşı hep ezik durumdalar" diyor. Kimi ise genç nüfusun (25 yaşaltı oran yüzde 70) iş gücü nedeniyle Polonya'nın birliğe katılacağından söz ediyor. Evet, öğretmenin 300 Euro, polis şefinin 550 Euro kazandığı Polonya'nın şirin sahil kenti Sopot, artık yazı bekliyor. Altın sarısı sahilinde yüzen ördekler, kazlar, karabataklar da soğuktan sıkılmış. Ama yaz dediysek sakın kimse aldanmasın. En kabaca 20-22 derece, en fazla 2.5 ay. STUTTGART Yahudi düşmanlığı hep vardı rrenden indi. Sağına soluna şöyle bir bakındı ve sonra ürkek adımlarla çıkışa doğru yürüdü. Küçük istasyon binasının önünde bir taksi bekliyordu. Bir an düşündü. Kent merkezine yürüse miydi, yoksa taksiyle mi gitseydi? Hava serin fakat güneşliydi. Yürümeye karar verdi. Karşı kaldırıma geçti. Sağa doğru gitmesi gerektiğini biliyordu. Büyük bir bahçe içinde kocaman, gösterişli, kırmızı tuğla dan tarihi bir bina dikkatini çekti. Demir bahçe kapısında "Villa Ecarius" yazıyordu. Yoluna devam etti ve birkaç sokak sonra sola saptı. Uzaktan büyük katedralin kuleleri görünüyordu. Oraya gidecekti. Annesi, babası ve ablasıyla bu kenti terk ettiklerinde 7 yaşındaydı. Bir daha hiç dönmemişlerdi buralara. Ana babası çoktan yaşamıyordu. Ablasını da iki yıl önce yitirmişti. Doğduğu toprakların hasretine daha çok dayanamamış, tek başına yola koyulmuştu. Speyer'e tam 70 yıl sonra geri dönmüştü! 1935 sonbahanydı, apar topar, her şeyi geride bırakarak bu kenti terk ettiklerinde. Annesi bir akşam önce söylemişti kızlanna, yann bu kentten aynlacaklannı. Önce yakın Fransa'ya kapağı atmışlardı. Birkaç ay sonra da Ingiltere'ye. tleri yıllarda savaş başlamıştı, anlatmıştı babası niçin öyle aniden evlerini bırakıp buralara geldiklerini. "Kaçmasaydık" demişti, "bugün kim bilir hangi toplama kampındaydık ya da çoktan öldürülmüştük." Sağına soluna pek dikkat etmeden, düşüncelerle ve anılarla dolu, yürüyordu. Bomboş küçük sokaklardan, ikı üç katlı daracık evlerin arasından geçti. "Greifengasse" yazıyordu tabelada. Bakışlannı katedralin kulelerinden ayırmadan ağır ağır devam etti yoluna. "Predigergasse", oradan da geniş, upuzun Maximilian Caddesi. Buralan anımsar gibi oldu. O yıllarda atlı arabalar, tramvay ve birkaç otomobil geçerdi Speyer'in bu tek büyük caddesinden. Dosdoğru yürüdün mü katedrale çıkardın. Az ötede sinagog vardı, köşeyi döndün mü de banyo. Bir buçuk yıl devam etmiş olduğu okulu "Pfaffengasse" idi... Az sonra koskocaman, devasa katedralin karşısındaydı. Durdu. Hiç kıpırdamadan, bakışlannı yüksek kapısından, sonsuza tırmanan kulelennden çekmeden öylece... Burası kalabalıktı. İnsanlar gidip geliyor, otobüsler turist boşaltıyordu. Karıncalar örneği kocaman alanda hareket ediyordu hep birileri. Onlann ortasında Esther Lieberberg hareketsiz öylece duruyordu. Düşündü bir an için, gireyim mi katedrale, diye. Sonra yürüdü küçük adımlarla kocaman kapıya doğru. Katedralin içi daha da yüceydi. Sütunlar ve kubbeler sonsuza yükseliyordu. Sıralar arasından yürüdü. Arka bölüme geçti. Birkaç yıl önce Almanya'nın eski başbakanı Helnıut Kohl'ün intihar eden karısının dini töreninin bu katedralde yapılmış olduğunu anımsadı. Zavallı kadıncağız, diye mınldandı. Ürperdi. Hızh adımlarla çıkışa doğru yürüdü. Speyer'e gelmesinin nedenlerinden biri de az ötedeki Tarih Müzesi'nde gezilen "Ortaçağda Avrupa Yahudfleri" sergisiydi. Giriş katının salonlan o dönemlerden kalma ve sadece bu sergi için Avrupa'nın sayısız ülkesinden getirilmiş çok ilginç eserlerle doluydu. Isa'dan önce 6. yüzyılda Yahudiler bugünkü lrak topraklarını terk edip önce Doğu Akdeniz kıyılanna, sonra da Roma döneminde Italya üzerinden Batı Avrupa'ya göç etmişlerdi. Ren havzasına 4. yüzyılda Romalılarla geldiklerinde Cermen kavimleri buralarda henüz yoktu. Haçlı Seferleri'ne kadar Yahudi tüccarlar Ortadoğu ile Orta Avrupa arasındaki ticaret köprüsünü oluşturmuşlardı. Özellikle Speyer, Worms ve Mainz Yahudilerin "kaleleriydi". Yahudi düşmanlığı o çağlarda da kendini göstermişti. 13 3 3 'te Ren havzası Yahudilerinin mallanna el konulmuş. 1348-1350 arasındaki büyük veba salgını sırasında "Yahudiler su kaynaklarınıızı zehirliyorlar" gibi bir bahaneyle radikal Hıristiyanlar Yahudiler arasuıda kıyıma girişmişlerdi. Bu düşmanlık hep devam etmiş, 1500'lere girildiğinde Alman kentlerinden kovulmaya başlanmışlardı. 1529'da Speyer sinagogu ellerinden alınmıştı. Esther Lieberberg az sonra kendisini Judengasse'de bulduğunda, ne değişti ortaçağdan günümüze, diye düşündü. Yürüdü. Çok dalgındı, biraz sonra yerin üç kat altındaki eski banyonun taş basamaklannı inerken. Her şeye karşın, 7 yaşında terk etmiş olduğu bu kente 70 yıl sonra günübirliğine de olsa döndüğüne pişman değildi. www.ahmet-arpad.de AHMETARPAD
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle