18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 AĞUETOS 2004 PA2AR CUMHURİYET SAYFA kulturwcumhuriyet.com.tr 15 KULE CANBAZI SUNAY AKIN Kızılderililer ve depremKızılderililerintopraklannı satın almak is- teyen Beyaz Adam'a karşı çıkanlardan biri de Cayuse kabilesinin reisidir: "Toprağın bir şey söyleyip söyletnediğini, bu işe şaşıp şaş- madığını merak ediyorum. Toprağın şu konuştuklarımızı dinleyip dinlemediğini merak ediyorum. Toprağın üzerinde olup bitenleri görmek için dile gelip gelmeyece- ğini merak ediyorum." Prof. İhsan Ketin, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nı bulur ama yer kınğının geçtiği böl- gelerde yapılaşmanın çok tehlikeli olduğunu anlayacak bir yetkili bulamaz. 12 Eylül dar- besinın ardından, kapitalizm atlannın koşul- dugu ülkenin sırtında birkamçı gibi şaklayan Özalizmin, imar yetkisini yerel yönetimlere vermesiyle de fay hattında yapılaşma alır ba- şını yürür. Ama Kızılderili reisin dediği olur ve toprak, üzerinde olup bitenleri görmek için 17 Ağustos 1999tarihınde,saatO3.O2'de dilegelir!.. Depremin sorumlusu olarak bir-iki müte- ahhit günah keçisi gösterilerek cezaevine ko- nulur. Cinayetin asıl sorumlusu olan, bilimin gereği olarak insana uygun bir yaşam sun- mak yerine, çıkar çevrelerinin para hesapla- nnı kollayan siyasetçiler ise ellerini kollan- nı sallaya sallaya yıkıntılar arasında gezinir- ler ve 'yaraları sarma' sözü verirler. Onlar ki bilimin yolunu kapatmak için 25 Eylül 1997'de "tüm üniversite ve yüksekokulla- ra" bir genelge gönderirler. Söz konusu ge- nelgede "hükümetin siyasi, ekonomik ve sosyal politikalarına yönelik kararları hakkında açıklama yapamazlar ve basın- yayın organlarına görüş bildiremezler" denilerek bilim adamlan susturulur. Böyle- lıkle. duvarlarında Mustafa Kemal Ata- türk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilim- dir" sözünün yazıldığı fay hattı üstündeki birçok okulun çökmesının önündeki son en- gel de kaldınlmış olunur. Deprem ve patates Ikillsl Fayda hattı fay hattından daha güçlü çıkar. Izmit'te, SEKAnın fidanlıklan Ford fabrika- sı için feda edilirken bu katliama karşı olan- lar Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in "Ne yani, patates mi ekelim?" sözüyle kar- şılaşırlar. Tüm sorunu çözecek, sorumlulan ortaya çıkaracak anahtar bu sözde gizlidir. Fay hattının geçtiği bölge, bilim adamlannın yıllar öncesinden önerdiği gibi sanayi yerine tanma aynlsaydı, yani bölgede ekım yapıl- saydı, depremde ölen insanlar bugün akşam yemeğinde patates kızartması yiyebilecek ya da çocuğunun elişine yardım etmek için pa- tates baskı yapabileceklerdi!.. Ne gariptir ki 'deprem ve patates' ikilisi eski bir Kızılderili inancında da karşımıza çıkar. Kızılderililerin inancına göre, tanrı çiftler birbirleriyle sevişirlerken yer sarsılır ve denizaltından dalgalar çıkagelir. Tannla- nn seviştiği yer de denizde görünen bir ada- dır. Bu inanç yüzünden hiçbır Kızılderili o adaya yaklaşmaya cesaret edemez. Bir gün, tanrılann sevişmesini görmek isteyen bir re- is yasak adaya yüzer. Buna çok kızan tann- lar, onu cezalandırmak için toprağa gömer- ler ve başkalan tarafından yenilmeye mah- kûm ederler. O yiyecek 'patates' diye bili- nir. Herhalde, bizdeki sorumlular da toprağa gömüldüklerinde, insanhk yeni bir yiyecek- le tanışacak!? Bilimi dışlayan politikacılar için her yer yerleşim alanı. her yer sanayi bölgesi olabi- lir. Önemli olan, çıkar çevrelerinin kazancı- dır onlar için. Suqwamish-Duwamish kabi- lesinin reisi Seathİ'ın sözleri, fay hattını gör- mezlikten gelen politikacılan ne de güzel ta- rif ediyor: "Beyaz Adam'ın bizi anlamaya- cağını biliyorum. Onun için toprağın her parçası ötekiyle aynıdır. Gece vakti gelip neye ihtiyacı varsa alıp götüren bir yaban- cıdır o. Yeryüzü onun dostu değil, düşma- nıdır. Bir yeri fethettiğinde başka yere gö- zünü dikiyor. Babalarının mezarını terk edip gidiyor, çocuklarının toprakta olan hakkını unutuyor." insarthk dışı manzara Istanbul, büyük bir deprem olacak-olma- yacak tartışmalanyla sarsıldığı günlerde, Av- rupa Güvenlik ve Işbirliği Teşkilatı zirvesi- ne ev sahipliği yapar. Toplantılar sırasında birkaç ülke tarafından Çingenelerin de 'ulu- sal azınlık' olarak kabul edilmesi önerisi atı- lır ortaya. Bunun üzenne bir Orta Avrupa ül- kesinin delegesi söze kanşır: "Madem bu- rada uygun olsun olmasın her öneri orta- ya atılıyor, o zaman Kızılderilileri de ulu- sal azınlık kabul edelim." Bu söz üzerine önenyi ortaya atan ülkelenn delegeleri sus pus olur ve tartışma kapanır!.. AGlT'e katılan ülke başkanlanndan biri olan Clinton, deprem bölgesindeki bir çadır kenti ziyaret eder. Medya, Amerika başkanı- nın sevmek için kucağına aldığı bir bebek ta- rafından sıkılan burnunu konuşurken emper- yalızmın burnunu ülkemizin ıçişlerine sok- masından rahatsızlık duyan Emeğin Partisi taraftarlan polis copuyla karşılaşırlar. Tıpkı sömürüye, köleliğe karşı olan Kızılderilile- rin Beyaz Adam" ın kanun koruyuculan tara- fından saldırgan ve 'vahşi' olarak gösterilip şiddete maruz kalmalan gibi!.. Çadırlarda açlık, soğuk ve hastahklara kar- şı direnen depremzedeleri gördükçe. Beyaz Adam'ın politikalarıyla oyuna gelen Ameri- ka yerlilerinin son çare olarak sığındıklan rezervasyon bölgelenndeki kamplar geliyor gözümün önüne. Bu insanlıkdışı manzara karşısında "Evet" dıyorum ilk kez, "Kızıl- derililer Türk!.." Resim hayde moustapha, epyam seninle bir resim yapalım: moda burnunda durmuşuz nilgünsüz marmaraya dalmışız ayşe gitmiş başka adama gene cep kanyağına kalmışız sen ilhandan bir madrigal okuyorsun ben selimiyeye bir çomak sokuyorum cahrt epyam. beyoğluna bağınyor alın bu bonolan kıçtnıza sokun limanın façası değişiyor bonolar uçuşuyor martlar kaçışıyor fok yaşar camgözlerle yanşıyor şehir hattan birbirine kanşryor heybeliden bir fayton kaçıyor mühürdardan denize uçuyor denizden oğlan çocuklan çıkıyor birbirlerinin saçlannı tanyor gece oluyor ece geliyor ece gidiyor ecel geliyor ecel geliyor günsür gidiyor tur gut sü re ya e dip el oğ lu me tin u yar ce mal can se ver yağmur olup yağıyorlar gar lokantasına dalıyorlar vinçler içlerini çekiyor mendirekler taşlannı döküyor tezer düşlerini nhtmda yumurta gibi kınyor kınklardan al dente mısralar yapr/or gökyüzü tezerin beynine çöküyor doktorfikretkızkulesinde dans ediyor dans ederken denize dökülüyor enver paşanın canı sıkılryor haydarpaşanın rütbeleri sökülüyor kader açıklarda yüklü bir tanker gibi cumhuriyet şamandırasına bağlı bekliyor halatlar gerildikçe geriliyor tarih adım adım geriliyor ermeniler birer birer diriliyor ARİF DAMAR 2004 Temmuz ayı dergilerinden: Adam Sanat, Akatalpa, Agora, Berfin Bahar, Çağdaş Türk Dili, Dize, E, Evrensel Kültür, Imlasız, Hürriyet Gösteri, Kitap- lık, Mavi Dergi, Tavır, Varlık ve Yasakmeyve'de yer alan şiirler arasından, İzzet Yasar'ın Yasakmeyve'nin Temmuz-Ağustos sayısındaki "Resim" adlı şıirini Ayın Şiiri olarak değerlendirdim. Açıkça itiraf ediyorum ki Izzet Yasar'ın edebiyat dergılerinde çok az sayıda şiirini okumuştum. Öyle aman aman ilgımi çekmediğini de itiraf ediyorum. Maalesef hiçbir kitabını da görmedim, okumadım. Görüşlerine değer verdiğim, başta İlhan Berk olmak üzere, şiirden anlayan kişiler Izzet Yasar'ın iyi bir şair olduğunu söylemelerine, yazmalanna karşın. Biraz geç olmakla birlikte, Yasakmeyve dergisindeki "Resim" başlıklı bu şiirini okuyana kadar. Duyduğuma göre, Yapı Kredi Yayınlan'ndan "Toplu Şiirler"i yayımlanmış. Bu değerlendırmemi Ayvalık/Cunda adasında yazıyorum. Istanbul'a döner dönmez "Toplu Şiirler"ini edinip okuyacağım. tzzet Yasar'ın "Resim" şiirini birçok kez okudum. Şairin çok zeki bir kimse olduğunu, çağdaş Türk şiirini iyi okuyup özümsediğini anladım. Yukarda "şiirden anlayan"lardan söz ettim. Uzun yaşamım boyunca. kendini şair sanan. aralannda ünlüler de olan pek çok kişinin şiirden anlamadığım gördüm. Ve bunlara karaladıklarının şiir olmadığını anlatmak mümkün değıldir. Adam 50 PoRTRE/lZZET YASAR hayırlı ve ikiye bölü uzuyor çat hayırsız adalanyla nüyor marmara lak ankaraya sular boşalıyor çan ka y a y a 1951 yılında Istanbul'da doğdu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi'nde, yükseköğrenimini îstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı. 1976 yılına kadar çevirmenlik ve metin yazarlığı yapan Yasar. Yeni Dergi ve Birikim'de çıkan şiirleriyle tanındı. Bir yönüyle şiiri için kullanılabilir gördüğü her konuyu ince yergi öğeleriyle ışleyen, diğer yönüyle de çağdaşlaşma bunalımlan içinde sıkışan bir toplumun düşünen, gören, algılayan bireyine özgü duyarlılıklan işleyen Yasar'ın öyküleri, eleştirel yazılan ve sinema kuramı konusunda çevirileri de var. Şiirlerini; Kanama (1974), Yeni Kuş Bakışı (1979), Ölü Kitap'ta (1982) toplamıştır. Dönüşü Olmayan Hikayeler(1981) adlı kıtabıyla 1981 Sabahattin Ali Oykü Ödülü'nü kazandı. 1995'te yayımlanan 'tün Eserleri' bu kitaplannın toplu basımıdır. Yasar, sinema yazılanm ise Balta/zar'da (1999) topladı. Çatalhöyük Kazıları devam ediyor Geçmişin izini sürerken Kültür Servisi - İnsanlann yerleşik uygarlığa geçtikleri en eski yerleşim yeri olarak kabul edilen, Konya'nın Çumra ilçesine 10 km. uzaklıktald 'Çatalhöyükte 1993'tenbu vana Cambridge Üniversitesi arkeoloji profesörü Ian Hodder başkanlığında sürdürülen kazılar. bilişim teknolojisinin olanaklanyla hızla ilerliyor. Kazılann bilişim sponsoru IBM Türk'ün katkısıyla kazı alanına ve Cambridge Üniversitesi'ne kurulan bilgisayar sistemleri sayesinde, bütün buluntular eşzamanh olarak analiz edilecek. Arkeologlar, kazı alanında elde ettikleri verileri, kablosuz iletişim özellikli bilgisayarlara kaydedecek ve kazı alanındaki sunucuya aktaracaklar. Veriler on-line olarak Cambridge'deki veri tabamna aktanlarak günü gününe analiz edilecek. Kazı ekibinin başkanı Ian Hodder, konuyla ılgili olarak, "En ilfri arkeoloji yaşına gelmiş, bana şiirini gösteriyor. Doğaldır kı benim "Aman ne kadar güzel..." dememi bekliyor. Bunlardan kurtulmak için uzun uzun düşündükten sonra şöyle bir çözüm buldum: "Bakın kardeşim, ben kendi şiirimi yazmasını bilirim. Siz başka bir insansınız. Memleketiniz başka, ananız babanız başka, çevreniz başka" falan diyorum. Kimileri ses çıkarmıyor, ama çoğu: "Olsun. Siz yine de söyleyin" diye tutturuyorlar. Işte bu da eski, biraz da bılinen bir şair olmanın zorluğu, çilesi. Gelelim "Resim" şiirine: Şiire ironi - alaysama mı deniyor - katmak çok güç bir iştir. Ustalık ister. Rıfat Ilgaz ilk kitabı "Yarenlik"de bunu sanıyorum ilk deneyen arkadaşımızdır. Ben, başanlı olduğu kamsında değilim. Sonralan işi tam anlamıyla mizaha, alaysamaya vurdu. Bunun en başanlı örneği, kuşkusuz, Hababam Sınıff'dır tzzet Yasar söylediğim güçlüğün üstesinden gelmiş. Çalışması bir sanat değeri, bir "kalıcılık" kazanmış, düşünceme göre. Uzartım. "Resim" şiirini okursanız, sizler de benim yargıma katılırsınız diye umuyorum. kazı tekniklerini kullanarak topladığımız buluntu verilerini. günü gününe üniversitedeki sisteme aktarmamız, kazı verilerini değerlendirme işlemlerine büyük bir hız kazandıracak. Önceleri analiz işlemleri ancak kazı mevsimi sonunda üniversiteye döndüğümüz zaman yapılabiliyordu" dedi. Kökleri 9 bin yıl öncesine kadar uzanan ve Anadolu uygarlığının ilk şekillendiği yer olarak kabul edilen Çatalhöyük, karmaşık ve aynntılı kent yapısıyla bir 'yeni taş çağı' merkezi. Çanak çömlek yapının ilk örnekleri; dönemin yaşam biçimlerinı anlatan duvar resimleri ve freskleri, aynntılı sembolik bir dile sahip sanat eserleri, tek tannlı dinleri etkileyen 'Ana Tanrıça' figürüyle modern arkeolojinin en önemli kazı alanlanndan biri olma özelliğini koruyor. {0 212 212 35 15/ H"VVM'. catalhovuk. com) ESÎNTtLER ZEYNEP ORAL Anena'da İsyan! Bugüne dek böyle bir şey görmedim, duymadım... Yaşamasam, tanıklık etmesem, inanmakta zorianır- dım... Hafif hafif başladı, derinden derine çoğaldı, bir çığ gibi büyüdü, şiddetli bir patlamayla sona erdi. Are- na di Verona'daki ısyandan, (kimine göre skandal) söz ediyorum... Anımsayacaksınız, geçen hafta "Köcekçe 'Arena di Verona'da" başlıklı yazımda, sizlerle bir coşkuyu paylaşmaya çalışıyordum. Verona'daki opera festiva- linde, Placido Domingo konsen, sekız Akdeniz ülke- sındekı sekiz antık tıyatronun katıiımıyla gerçekleşe- cekti. Hani "bizim" de Antik Efes Tiyatrosu, Ulvi Ce- mal Erkin'in "Köçekçe"sı, Izmir Devlet Senfonı Or- kestrası yorumuyla katılacağımız konser... Arena dı Verona (ttalya) dışındaki öteki yedi ülke ve tiyatrosu şöyleydi: Pola (Hırvatistan), Efes (Türkiye), Palmira (Surıye), Leptis Magna (Libya), El Cerm (Tu- nus), Arles (Fransa) ve Tarragona (Ispanya)... Placido Domingo'nın aryalannm arasında, Arena'nın bir ucu- na inen dev bir beyazperdeden, aynen bu sırayla, bu ülkelenn müzıklerini, danslarını ızleyecektik... Olmadı, olamadı... Farklı kültürleretahammülsüzlük (düşmanlık mı demelı?) böyle bir programa izin verme- dı... Konserin ertesi günü bu satırları içim acıyarak ya- zıyorum. Işte ayrıntılar: Konser akşamı Arena dı Verona ağzına dek dolu. Yir- mibın kişilik arenada tek boş yer yok. Biletleraylar ön- cesinden tükenmiş. Sahnede Arena di Verona orkest- ra ve korosu... Tüm ışıklar söndü. Aynı anda karanlığın içinde bin- lerce minik mum yandı. Arena'da âdet böyle, karan- lıkta göz kırpan binlerce ışık, sahnedekilere "biz bu- radayız" dergibi... Yılların eskıtemedığı ünlü yönetmen Franco Zefirel- li kürsüye çıkıyor. Ptacıdo Domıngo'yu, yaşayan en büyük, en değerlı tenor diye takdım ediyor. Programın anlam ve önemıni anlatıyor. Akdenız'de farklı kültürler ve dısıplinler arasında kucaklaşma, farklılıklarla zen- gınleşme, barış, hoşgörü... Alkış, alkış... Placido Dommgo sahnede, bu konser için özel bes- telenmış çağdaş bir arya söylüyor. Marco Betta'nın "La Corona di Pietra" ("Taştan Taç" - "Benim dı- şımdaki öyküleri de kucaklıyorum" dıyen sözler)... Aryanın sonunda 20 bın kışı ayakta çılgınca alkışlıyor. Sahneye bir anda ınen dev bir beyazperde. (Teknık mucıze!) Ve bir Hırvat operasından bir bölüm ızleme- ye başlıyoruz. PolaTiyatrosu'ndaçekilmışfilmtoputo- puna sekız dakika sürüyor. (Her ülkeye 8 dakıka ayrıl- mış.) Yine her ülkenin fılmı gösterilırken, yerel giysiler gıymiş gençlero ülkenin bayrağıyla, beyazperdenin i- kı yanına yere oturuyor ve filmi izlıyor. Hırvat operası bıttı, alkış neredeyse yok gibi... Hafif homurtular... Placido Dommgo ıkıncı aryasını söyledı. Alkış kıya- met yer yerinden oynuyor. Sahnede Türkiye Sıra Türkiye'de. Perdenın ikı yanında Türk Bayrak- lan. Enfes aörüntülerie Efes'te, Rengim Gökmen yö- netımınde Tzmır Senfonı Orkestrası ll Köçekçe"yi yo- rumluyor. Inanın, ıltımas yapmıyorum, ama bizim film hanka. Müthiş hareketli çekimler, farklı mekânlar, sen- fonı orkestrasının ciddiyetiyle, Ege Üniversitesi halk oyuncuları gençlerinin dinamizmi, Erkin'in müziğiyle, fresklerin iç içeliği... Fılm bitti. Hafif bir alkış... Ne zaman ki, Türk bayrak- lannı taşıyan gençler, ayağa kalkıp yürümeye başlıyor, tektük"yuh" seslen... Bu sözcükyalnızTürkçe'devar. Yani artıstik değıl, politik bir protesto... Placido Domingo sahnede, aryasını söylüyor. Are- na ayağa fırlıyor alkış kıyamet! Sıra Sunye'de. Beyaz perdede Paimira Tiyatro- su'nda çekilmiş geleneksel bir düğün... Şam'dan bir topluluk ve "göbek havası"... Ve millet başlıyor bağırmaya. En çok Italyanlar hay- kınyor. "Basta" (Yeter), "Utanın!", "Rezillik"... "Bu- rası Arena, burada şarkı söylenir"... "Sinemayı gi- din evinizde seyredin"... Bağrışma, çağnşma ve ıs- lıklamaların sonu gelmıyor. Öyle kı filmi durdurmak zo- runda kalıyoriar. Placido Domingo sahneye çıktığında haykırmalar devam ediyor: "Kesin bu programı!", "Sinema de- ğil, müzik istiyoruz!" Almanlar "Domingo" diye tem- po tutuyor. Ingılızler, Italyanları ve Almanlan susturma- ya çalışıyor. (En çok bu üç ülkenin ızleyicısi var Are- na'da.) Placido Domıngo'nun aryasından sonra programda olmadığı halde ara venlıyor. Konserin ikinci yarısında beyazperde hiç ınmedi. Dört ülkenin filmlerı gösterılmedi. Gösterilmeye teşeb- büs bıle edilmedı. Placido Dommgo, 20 bın izleyiciyi avucunun içine alıp program dışı üç arya daha söyle- yerek konsen sürdürdü. Konserden sonra hem Zefirelli, hem Placido Domin- go'nun bulunduğu yemekte, programın iptal karannın nasıl zorlukla alındığı, ama tepkılerin daha büyümesin- den korkularak almak zorunda kalındığı açıklanacaktı. Yanıtsız pek çok soru vardı aklımda: Seyirci her za- man haklı mıdır? Dinleyicinin her istegine boyun mu eğilecek? Tamam, tepkı Arena'da multivizyon kullanı- mınaydı, ama gösterilen ilk ülkeler Fransa (modern dans) ve Ispanya (Jose Carreras) olsaydı, yine aynı şid- dette mi olacaktı bu protestolar? Konserin sonunda Placido Domingo'nun ısrarlı çağ- nlanna karşı Zefirelli sahneye çıkıp seyirciyi selamlama- dı. Bu da ızleyıcıye onun protestosuydu. Geçen hafta yazımda şöyle demiştim: "Programa baktığımdayeryüzünde farklı kültürlerin, birbiriniyoket- meye çalışmadan da variıklarmt sûrdürebileceklerini görüyorum. Daha güzel ve şiddetten annmış bir dün- yanın da mümkün olabileceğineyeniden inanmaya baş- lar gibi oluyonım..." Yanılmışım... [email protected] Faks:0212-2571650 TÜRKİYE JOKEY KULÜBÜ RESİM YARIŞMASI 2004, İSTAMBUL van^odının feonusu vc araDcı, T Â Ktt A R VM kıih.ıı-J lırkırıım k>«kKlM lnıtrırn*. Tl.lk Tınk firrt-il II "At At yvift. M Ytft^Urtclltğl vs H^oârûmlftf (Iır Brrcm öcüU. ı IL. S.ÛÛÜ.ÜOÛ.ÛÛO TL. TL ı'"rc I Yan$m> Tıkvttal: 15 Eylö 2004 •n Fylûi noa Teîllm tat«ri vc ycrt; 1- VU<ttzrC\ 3 Ylt Yaiyna 5artnamaKf: Htcodrcm MCOLHüöofl ve ww».y: OTI adrcsl TJK Wsb sBsct-ıden teain 1.0 2121 444 C 855 DctH .33V Cû P1î*t 571 »S ?»
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle